Yeni Üyelik
22.
Bölüm

20. Bölüm

@zamansizim84

 

Yazarcım sık sık bölüm at dediniz vallahi gece gündüz yazıyorum.

 

 

Bende azıcık yorum atın dedim 😊 ama siz hiç beni dikkate almıyorsunuz 🤔

   

 

Bu işte bir terslik var sanki😎

 

 

 

Bu bölüm Cihan ile sohbetini okuyacağınız Nazlı, Zelfi'ye yardım eden ağa karısı. Bölüm araları uzun unutanlar için not düşeyim dedim.

 

 

 

 

 

Cihan Karacahan'dan

 

 

Ne dedi o!

 

 

Elif Hanoğlu'nu Şilan zehirledi...

 

 

Yanımdaki kadına döndüm boş bakışlarla, herşeyi bekliyordum ama böyle bir saçmalığı asla...

 

 

O da korkuyla başını iki yana salladı.

 

 

Zelal Karacahan azmettirmiş öyle mi? Hayatım da bundan daha komik çok az şey duymuştum.

 

 

Kim inanırdı bu saçmalıklara...

 

 

Babamda benimle aynı düşüncede olmalı ki,

 

 

"Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu gelin hanım, bu ne saçmalıktır böyle." Diyerek Derya hanıma doğru adımladı.

 

 

Boran'da olan gözlerini çevirip babama baktı,

 

 

"Benim ağzımdan çıkanı kulağım duyuyor, hemde az evvel iki kadının hangisinin üzerine kuma getirsek diye tartışan sizlerden çok daha fazla duyuyor." Diyerek üste çıktığında sinirden delirmeme ramak vardı.

 

 

Ortam da ki fısıldaşmalar uğultuya döndüğünde Doğan ağa düştüğü tuzağı yeni çözmüş olacak ki,

 

 

"Gelin hanım az evvel Devran ağanın karısına delil soruyordun şimdi de bizim sana delil sormamız lazım, elinde bu işin ispatı var mı?" Dedi akıllıca bir çıkış yaparak.

 

 

O öldürdü bu da azmettirdi, ne güzel tezgah kurmuşlardı böyle. Zelal ile kesişti gözlerim başını salladı iki yana ağlayarak. Dudaklarını okudum 'ben yapmadım abi, ben yapmadım...'

 

 

Avukat hanım başını Devran'a çevirdi bu kez,

 

 

"Devran ağam zamanıdır buyursunlar" dediğinde bunun danışıklı dövüş olduğunu anladım. Devran'ın bu cesur ve umursamaz hallerinin de böyle bir açıklaması vardı demek ki.

 

 

Doğan ağa olanı biteni anlamaya, hakimiyeti kaybetmemeye çalışsa da karşısında ki kadının oyununa hizmet etmekten öteye gidemiyordu,

 

 

"Ben elimdeki delilleri bir hukuk insanı olarak mahkemeye teslim ettim." Dediğinde içeri polisler girdi,

 

"Sizin burda ki otoritenizi biraz sarsacak ama ben sadece mahkemenin vereceği hükmü uygularım. Boşuna bana töre oyunları öğretmeye kalkmayın Doğan ağa. Yoksa sizler zararlı çıkarsınız." Dediğinde Şilan ve Zelal'e ilerleyen polisleri durdurmam lazımdı da nasıl?

 

 

Polislerin önünde avluya girmiş olan kadın,

 

 

"Ben Cumhuriyet savcısı Ela Demirel. Zelal Karacahan ve Şilan Şahin'i, Elif Hanoğlu'nu planlayarak öldürmek suçuyla göz altına alıyoruz." Dedi.

 

 

Basit bir oyun değildi oynanan, ava giderken avlanmıştık. Kendimi Zelal'e siper etsem de sonucu değiştiremedim. Belimdeki silahı çektiğim gibi konağın kıymetli geline doğrulttum.

 

 

"Siz kim oluyorsunuz da benim kardeşime iftira atıyorsunuz? Öldürürüm sizi" dediğimde karşımda ki kadının gözlerinde zerre korku yoktu. Boran hızla karısını arkasına aldığında etrafımızı saran polislerde silahlarını bana doğrulttu. Elimi tetikten, gözümü Boran'ın daha da kararmış gözlerinden çekmedim.

 

 

Babam işin çıkmaza gittiğini fark ederek gelip araya girdi, elimdeki silahı çekip aldı. Peşi sıra hedefi Derya hanım oldu,

 

 

"Gelin hanım sen benim ocağına ateş düşürdün, sen de yanacaksın." Dediğinde kadının kendinden emin duruşu sarsılmadı.

 

 

Bu nasıl bir özgüvendi? Neye? Kime güveniyordu?

 

 

Bize aldırmadan Zelal'i ve Şilan'ı kelepçeleyip çıkardılar avludan.

 

 

Onların çıkışından sonra,

 

 

"Mahkeme karar versin Hüseyin ağa, kim kimin ocağına ateş salmış. Senin kızının Boran uğruna ağabeyini harcayacak kadar gözü dönmüş. Bu iki kadın beraber cinayet işlemişler, Boran ağanın yıllarını çalmışlar. Şimdi de bizim kurduğumuz yuvayı oyunla tuzakla yıkmaya kalktılar. Hâlâ suçlu nasıl biz oluyoruz?"

 

 

Babama cevap verecek fırsat bırakmadan,

 

 

"Sizin törenizin adaleti bunu mu Doğan ağa!" dediğinde kurduğu tuzağı korkmadan büyütüyordu.

 

 

Doğan ağa bana baktı yapacak birşey yok der gibi,

 

 

"Gelin hanım haklı ağalar, Cihan bu işe Zelal için kalkıştığını açık açık söylediğine göre, töreyi bile isteye kendi çıkarlarına kullanmış demektir. Hüseyin ağa, senin ardından oğlun Bekir'in sözü geçer ancak Cihan'ın sözünün artık aşirette hükmü yoktur."

 

 

İşte bu babama inecek en büyük darbeydi. Abim babamın hiç bir işinin ucundan tutmaz, asla sözüne bakmazdı. Dahası onu kendi işi kendi düzenini vardı. Benim hakim olduğum alanın büyüklüğü ile başa çıkamaz, çıksa da asla uğraşmaya gerek duymazdı.

 

 

Polisler beni de almak istediğinde avukat hanım şikayetçi olmayarak lutfetti. Sinirden gözü dönmüş olarak çıktık Hanoğlu konağından.

 

 

Şirketin en dişli avukatını bu işin peşine taktım. Emniyete gittim bir hışım ama ne görüşmemize izin verildi, ne de tutuklanmaları için bulunan delillerle ilgili bilgi alabildim.

 

 

Sıfıra sıfır elde var sıfır konağa döndüm. Annem bir köşede başını çatmış oturuyordu. Hesna yanıbaşında bileklerini ovuyordu. Abim orta da yokken babam çalışma odasını işaret etti.

 

 

Beraberce çıktık,

 

 

"Var mı bir bilgi?" dedi öfkesini yenmiş ama intikam hırsı kuşanmış bir hali vardı.

 

 

Başımı iki yana salladım,

 

 

"Gizli tanık var sadece. Üstüne birde dosyaya gizlilik kararı aldırmışlar. Avukat ancak yarın inceleyip bilgi verebilecek." dedim.

 

 

"Haldun mu avukat?" dediğinde onayladım sadece başım çatlayacak gibi ağrıyordu.

 

 

"Ne olcak şimdi baba? Ağalık falan değil derdim. Nasıl bir oyuna geldik, elimiz kolumuz bağlı kaldık burda. Bacım içerde ne halde bilmiyorum." Dedim içimde tutmayarak.

 

 

Sıkıntılı bir nefes alıp verdi babam,

 

 

"Yarın ola hayr ola oğlum, gün doğmadan neler doğar. Bakma sen o Derya hanımın kocasının yanında durmasına çekip gitmiş bizden sonra. Boran bir köşede kafayı çekiyor, Devran başka bir köşede. O konakta başka işler dönüyor. Dur bakalım çıkar kokusu." Dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

 

 

Tüm aşirete meydan oku, hanım ağalık tasla sonra arkana bakmadan çek git ne güzel Dünya.

 

 

Şu hayatta bu zamana kadar Allah'tan başka birşeyden korkmadım ama bu kadının aklından ve şerrinden korkmam gerektiğini hissettim. Fenaydı, hem de çok fenaydı...

 

 

Aradan geçen günlerde abim hiç bir işe elini sürmediği, kimsede bu işin peşine düşecek cüretti gösteremediği için aynı hayatıma devam ettim. Zaten adım yeterdi çoğu zaman varlığıma ihtiyaç yoktu. Cihan Ağa dedin mi çoğu saygısından, azı ise korkusundan yanlış adım atmazdı.

 

 

Avukat delil delil dedikleri şeylerin içinin boş olduğu söylüyordu, madem içi boştu ne diye Zelal'i yaka paça alıp gitmişlerdi.

 

 

Savcı hanım, Derya hanım ile sınıf arkadaşı çıkınca taşlar yerine oturdu. Devletin savcısına da güvenmeyecektik demek. Yazık!

 

 

Zelal'in koğuşundan iki kadının yakınları ile görüştüm. Eksik gedik neleri varsa temin ettim ki içerde bacımı kollayıp rahat ettirsinler. Şimdilik elimden gelen buydu, her görüşte döktüğü göz yaşları kinime kin katıyordu.

 

 

Babam soğuk kanlılığını korumayı başarsa da benim Hanoğlu konağını ateşe vermek istediğim çok zaman olmuştu.

 

 

Bayram Ağa, Şilan'ın annesini Antep'e sürmüştü. Bir tek onu davasında haksız göremiyordum. Bacısı için yaptığı fedakarlık sevdasının, benim öz halamın ölümüne çıkmıştı daha nasıl canı yakılırdı bir insanın.

 

 

Babam ise en çok Bayram Ağa'ya kinliydi. Çünkü istese bu olanların önünü çok kolay alırdı. Ne kendi yeğenini gözü görmüştü, nede benim bacımı.

 

 

Geçen iki haftaya yakın zamanda bir arpa boyu yol gidememiştim, başım ağrımasına rağmen sabah çıkıp otele gelmiş işe güce dalarak kafamı dağıtmaya çalışıyordum. Başımda ki keskin ağrı arttıkça arttı, normalde Zencefil çayı içince kesilirdi ama artık o da fayda etmiyordu. Bu süreç ben migren olmadan bitmeyecek gibiydi.

 

 

Dinlenmem gerektiğini anlayınca çıkıp konağa geldim. Serin havaya rağmen avluda oynayan küçük kızı görünce ise gülümsememe engel olamadım.

 

 

"Duru" Deyince beni fark etti,

 

 

"Cihan Dayııı!" diyerek bana koştu küçük cadı.

 

 

"Hoş geldin prenses, nasılsın?" dedim dizimi kırıp boyuna eğilirken çoktan kollarını boynuma dolamıştı.

 

 

"İyiyim çen nasılsın?"Dedi kendi dili döndüğünce. S harfini söylüyor ama bazı kelimeleri bilerek yanlış konuşuyor gibi tatlı bir dili vardı.

 

 

"İyiyim nenem, baba ve annemle size geçmeye deldik." Diyerek sebebi ziyaretlerini açıkladı.

 

 

"Hımmm öylemi? Anne nerde?" Diye sordum gerisi pek umrumda değildi.

 

 

"Futfakta bana yemek hazırlıyor." dediği sırada Nazlı çıktı mutfaktan. "Bak deldi." dedi annesini işaret ederek.

 

 

"Hoş geldin abla." Dedim gülümsemeye çalışarak.

 

 

"Hoş bulduk Cihan nasılsın? İyi görmedim seni" Dedi kaşlarını çattı.

 

 

"Olanlar malum, ancak bu kadar iyi olunuyor." dediğimde anlayışla başını salladı.

 

 

"Zelal için üzüldüm, inşallah en kısa zamanda işin iç yüzü ortaya çıkar." dediğinde aslında o da iyi görünmüyordu.

 

 

"Sen de iyi değilsin" Dediğimde Duru'yu işaret etti.

 

 

"Gel annecim sen sıcak salonda yemeğini ye bakalım." diyerek kızını salona götürüp masaya oturttu.

 

 

Gerisin geri avluya çıkıp,

 

 

"Ağam bana bi sigara verir mi?" diye sordu dalgacı olmaya çalışarak.

 

 

"Ağan iste aşireti versin, sigara ne ki?" Dedim ona uyup.

 

 

"Aman istemez sen onu Döne halana ver, başına da Cemil'i geçirin. Bir de oğlan doğuran gelin bulup alın, siz sağ ben selamet." dedi peşi peşine saydırarak.

 

 

"Ooo... Mevzular derin gibi, gel terasa çıkalım." Dediğimde beraberce üst kata adımladık.

 

 

İkimizde birer sigara yakıp soğuk demeden terastaki koltuklara oturduk.

 

 

"Cemille halam nerde?" Dedim çok lazımlarmış gibi.

 

 

"İkisi de babanın yanında, bunlar bir iş çeviriyor Cihan. İçimde kötü bir his var, Cemil ile aramızda ki duvarlar hergün yükseliyor. Benim tanıdığım adamdan geriye birşey kalmadı sanki. Annesinin sözünden çıkamaz oldu." diyerek eteğindeki taşları döktü.

 

 

"Eskiden de öyleydi, sen görmek istediğini gördün Nazlı, ne zaman ki gözün açıldı gerçek Cemil'i gördün" dedim.

 

 

Burukça gülümseyip başını salladı,

 

 

"Ne zaman gözüm açıldı biliyor musun?" Deyip cevap beklemeden devam etti. "Duru'nun doğumunda ben ölümden dönmüşken baş ucumda 'ben seni şimdi nasıl korurum Nazlım' diye ağladığında." deyip histerikçe güldü. "İkinciyi de kız doğurdum ya üstüme kuma gelmesine nasıl engel olacak onu düşünüyor beyefendi."

 

 

"Hâlâ aynı mı Duru'ya karşı?" dedim ümitsizce.

 

 

"Aynı, bir kere başını okşamadı, sanki Gül onun kızı da Duru değil. Erkek olarak doğmamayı Duru seçmiş sanki!" Dedi ne kadar üzüldüğünü dolan gözleri ele verdi.

 

 

"Gül değil, Döne gül! " dedim gülsün diye. Başarılı da oldum kocaman bir kahkaha attı. Tıpkı gerçek Nazlı gibi... Onu ilk tanıdığım zamanlarda olduğu gibi...

 

 

"O ismi kimliğe yazdırmamış olmak bu hayatta en büyük başarım Cihan." Dedi kahkasının peşi sıra.

 

 

"Bence de!" Dedim bir sigara daha yakarken, konuşmak iyi gelmiş başındaki ağrı azalmıştı.

 

 

O da bir sigara daha yaktı,

 

 

"Cihan şimdi söyleyeceklerimi iyi dinle ablam, Boran Ağa'nın karısının katili Hanoğlu konağının içinde, kimdir bilmiyorum ama Şilan olması akla uzak gelmiyor. O konakta gözüme bir o kız eğreti geldi. Zelal bu işin içinde vardır yoktur bilmiyorum ama sen sen ol bu hayatta kimseye kendinden fazla güvenme." dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

 

Nazlı çocuk denecek yaşında Cemil'e kaçıp Mardin'e gelin gelmişti. Hatta Döne halam kabul etmediği için kaçtıkları ilk iki ay konakta bizimle kalmışlardı. Bekir abim Cemil'i sevmediğinden, bir de yaşı Nazlı ya daha yakın diye uzak durmuştu. Ben ise Nazlıyla abla kardeş ilişkisi kurmuştum. O zaman oniki onüç yaşlarında bir ergen olsam da konağın içinde salınan bir yenge olması hoşuma gitmişti. Ödevlerime yardım eder benimle oyun bile oynardı. Çocukla çocuk, ergenle ergen olabilen biriydi. Gerçi hâlâ öyle...

 

 

Döne halamla bunca yılı bir arada geçirip yaşam enerjisini kaybetmemiş olması mucize. Hala diyorum ama öz değil babamın amca kızı, kocasını erkenden gömüp sefa sürenlerden. Oğlunu da parmağında oynatır bir Nazlı konusunda sözü çiğnendi, onun için de hâlâ bu kıza kankusturmak peşinde. Cemil adam olup resmi nikahını kıysa ortada sorun kalmayacak ama o kadar erkek olamıyor Cemil efendi.

 

 

"Abla sen nerden biliyorsun? Bunca yıldır çözülmemiş cinayet Zelal'in üstüne yıkılmaya çalışılıyor görmüyor musun?"dedim sitemle.

 

 

Sesini kıstı iyice,

 

 

"Cihan, duyduğuma inanmam, gördüğümün de ancak yarısına inanırım. Sen de öyle yap, kardeş sevgin gözünü kör etmesin. Bak yine diyorum Zelal'in suçu var yok bilmiyorum ama dikkatli ol."

 

 

Derin bir nefesi ciğerlerime çektim,

 

 

"Sen nerden biliyorsun diye sordum?" Diyerek sorumu yineledim.

 

 

"Bir kız vardı köyde-" Dediği sırada Cemil'in sesi bizi böldü.

 

 

"Kaç kere diycem oğlum, karıma sigara verme diye?" Diyerek daldı aramıza.

 

 

Konu mecburen kapandı,

 

 

"Ağa benim istediğimi yaparım." dedim rahatımı bozmadan,

 

 

"Ağalıkta gitmiş öyle duydum." Dedi.

 

 

Yemin ederim bu adam gerizekalı.

 

 

"Ağalık gitmiş madem bundan sonra marabanın yevmiyesini, ekin zamanı gübre parasını, biçer zamanı mazot parasını Bekir ağandan istersin Cemil." dedim abiyi bilerek eklemeden.

 

 

Rengi attı hemen,

 

 

"Ağam sana da şaka yapmaya gelmiyor." diye geri vites yaptı.

 

 

"Sevdiğim insanlarla şakalaşmayı severim, Nazlı ablam iyi bilir. Sevdiğimi çok severim, sevmediğimi şerrimden Allah korusun." deyip ayaklandım. Ortamın tadı kaçmıştı,

 

 

"Duru ile hasret gideremedim biraz da onunla vakit geçireyim." deyip terastan içeri girdim.

 

 

Alt kata inip prenses ile oyunlar oynadım, at oldum sırtımda gezdi. Boynuma bacaklarını aşırıp tepeme çıktı bütün konağı eli saçlarımda ayakları omuzlarımdan sarkmış olarak keyifle dolandı. Baba sevgisi görmediği için erkeklerin ilgisine daha muhtaç bir hali vardı. Biz oynarken Bekir abim gelince prenses bir tur da onun sırtında gezdi.

 

 

Laf aramızda Bekir Ağa'nın kucağına çocuk yakıştı, inşallah en kısa zamanda konağın ruhsuz sessizliği bebek ağlamaları ile çınlar. Hesna'nın bir köşeden abimi hayran hayran izlerken bana yakalanınca yanakları kızarıp kaçması ise çok beklemeyeceğimize delil bana kalırsa.

 

 

Cebimde ki telefon titreşince ilgim ona döndü, babam Hanoğlu konağının önüne adam dikmişti arayan da oydu,

 

 

"Dinliyorum Cengiz" Dedim kısadan.

 

 

"Ağam, Boran Ağa bu sabah hanımıyla dönmüş. Şimdi de Derya hanımın arabasını hazırlıyorlar dışarı çıkacak olabilir." dediğinde,

 

 

"Sen takipte kal, ben şimdi konaktan çıkıyorum yolda birleşiriz." deyip kimseye birşey demeden konaktan çıktım. Nazlı halden anlardı gerisi de önemli değil zaten.

 

 

Tam istediğim gibi yol üzerinde Cengiz'i yakalamıştık, önümüzde Derya hanımın arabasını süren Murat ve bir araba ile onları takip eden korumaları vardı. Murat'ı yanından ayırmaz Boran, bir ona güvenir. Demek ki Canan candan önce geliyor ki en güvenilir adamını hanımına seferber etmiş. Güldüm kendi düşünceme...

 

 

Ana cadde de büyük bir güzellik salonunun önünde durdular. Benim bacım mapusta gün saysın hanım ağa sefa peşinde. Ne güzel Dünya...

 

 

Korumalara uzakta beklemelerini söyleyip Derya hanımdan önce arabadan indim. Bizi fark eden korumaları hemen ellerini beline atsa da ana caddede olay çıkaracak değildik. Murat birşeyler söyledi muhtemelen arabadan inmesin diye dil döktü ama avukat hanım dinler mi? Dinlemez...

 

 

Arabadan inip yine topuklularını zemine vura vura gelip karşıma dikildi. Etrafını korumalar sardı, hemen yanın da ise yine Murat duruyordu.

 

 

İkimizde meydan okur gibi dimdik durup birbirimize baktık, ne gözünü kaçırdı nede en ufak bir korku emaresi gördüm. Allah yardım etsin böyle bir kadın ile baş etmek zor olsa gerek.

 

 

'Bu hali Zelfi'ye benziyor' diyen iç sesime sövdüm ama hanım ağadan niye haz etmediğimi de anladım. Bana Zelfi'yi hatırlatıyor...

 

 

Kafamın içi yine fazla karışınca uzatmadan konuya girdim,

 

 

"Mardin'e hoş geldiniz Derya hanım. Arkanıza bakmadan kaçınca geri dönemezsiniz sanmıştık ama şaşırttınız bizi." dedim damarına basmak için.

 

 

Küçük bir tebessüm etti, amacımı bilerek,

 

 

"Kardeşiniz ölümle tehdit ederken gelip karşısına dikildiğime göre arkama bakmadan kaçtığımı düşünmeniz, sizin küçük aklınızın size bir oyunu olsa gerek Cihan Bey" dedi Bey sözünün altını çize çize.

 

 

Damarına basayım demiştim ama o benim bam telim ile oynuyordu. Ağalığı elinden aldırdım demenin kısa yolunu bulmuş avukat hanım.

 

 

 

"Cihan Ağa!" dedim Ağa'nın üstüne vurgu yaparak tekrar ettim. "Cihan AĞA!"

 

 

Güldü bu çıkışıma,

 

 

"Ağalık senin için töreleri kafana göre kullandığın gün bitti. Unuttun mu yoksa?" dediğin de sinirden boynumda bir damarın şiştiğini hissediyordum.

 

 

Bir birimize meydan okuyorduk ama Derya hanım elindeki tüm mühimmat ile saldırıyordu.

 

 

Cevap vermek için bir adım yaklaşmıştım ki yüzümde patlayan tokadın şiddeti ile kala kaldım. Bana vurmaya cüret etmiş olamazdı değil mi? Hem de Mardin'in orta yerinde, etrafımızda bunca insan varken...

 

 

Öfke kan olmuş damarımda dolaşıyordu, kendime kadına el kalkmaz diye diye öfkeyle kapattığım gözlerimi araladım.

 

 

Fakat en az benim kadar şok olmuş bir ifade ile aramızdaki kadına bakan Derya hanım bu tokadı atmış olamazdı. Önümde dikilen zayıf çelimsiz bedene çevirdim gözlerimi ama baktığım sima ile tüm bedenimdem güç çekildi.

 

 

Zelfi'nin gözleriydi sanki karşımdaki gözler böylesi bir benzerlik olur mu? Baktım kaldım sadece...

 

 

Gözler benziyor ama ne saçlar Zelfi, ne gün yanığı yüz, ne de karşımdaki kadında onun dik duruşu var.

 

 

Zelfi'nin kız kardeşi Ayşe aramızda ki kadını kolundan tutup çekmeye çalışınca öfke ile kolunu kurtarıp,

 

 

"Sen nasıl bir adamsın ki on yedi yaşında bir genç kızın zorla evlendirilmesine göz yumdun, üstüne bir de her ay o şerefsize para yolladın." diyerek yüzüme tükürür gibi konuşunca öfkeden titreyen sesine bedeni de eşlik ediyordu.

 

 

Ben ise hâlâ benzerliğe takılıp kalmıştım. Ayşe de burda olduğuna göre akrabaları olabilirdi. Yoksa bu benzerliğin başka açıklaması olamaz. Zelfi daha yirmi ikisinde olmalı bu kadın en az yirmi beş vardır belki daha fazla.

 

 

 

Etrafımızda ki kalabalık çoğalıp fısıldaşmalar arttı. Tabii benim öfkemde içine zor sığıyordu,

 

 

" Sen kimsin kadın? Kimden bahsediyorsun? Ben kimseye para falan yollamadım." dedim sıktığım dişlerinin arasından.

 

 

Üstüme bir adım daha atıp,

 

 

"Madem ağayım diyorsun, önce yaptıklarını kabul et. Yok sen yapmadın, adına iş yapılıyorken farkına varmadıysan da ağayım diye ortada gezme." dediğinde gözlerinde zerre korku belirtisi yoktu. Bu konaktaki kadınların hepsi mi deliydi?

 

 

Deli miydi bilmiyorum ama dedikleri hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Şilan'ın yalanı veya kışkırtması olabilirdi.

 

 

Yine ava giderken avlanıp cümle âleme madara olduk. Kulaklarımdan duman çıksa şaşırmazdım öfkem öyle kaynıyordu,

 

    

 

 

"Hanoğlulları bu burada bitmedi. Bu tokadın da hesabını soracağım size." dedim, bir an önce burdan gitmeliyim yoksa öfkeden alev alacağım,

 

 

Derya hanım,

 

 

"Boran Ağa'ya ve Devran Ağa'ya selamını ileteceğim. Eminim bu yaptığını duyunca onlarda seni görmek için can atacaktır. Yüreğin yetiyorsa Hanoğlu erkeklerinin karşısına çık. Yok yetmiyorsa biz kadınlar da senin hakkından gelebiliriz." dedi dalga geçer gibi. "Hadi kızlar, burda çok oyalandık." deyip güzellik salonuna doğru yürüdü. O kadında hemen hanım ağasının peşine takıldı.

 

 

Ayşe kalınca,

 

 

"İçeri geç güzelim, ben siz çıkana kadar burdayım." deyip onu da içeri yönlendiren Murat ise dimdik yüzüme bakıyordu.

 

 

"Yanlış insanların arkasında duruyorsun Murat dikkat et." deyip cevap beklemeden dönüp arabama yürüdüm.

 

 

 

 

 

Beklenen sahne geldi...

 

 

Cihan, Zelfi ile karşılaştı ama tanımadı...

 

 

Daha doğrusu o kadın olmayı Zelfi'ye yakıştıramadı. 5 yıldır görmediği gibi, yüzünü ezber edecek kadar görmüşlüğü de yok. Fiziki güzelliğinden ziyade haline tavrına hayran olmuş. Tanımamış olmanın pişmanlığını çok derin yaşayacak emin olabilirsiniz.

 

 

Bu hikayenin yananı Cihan olacak gibi...

 

 

Oy vermeyi unutmayın arkadaşlar sizi seviyorum ❤️🥰😍

 

    

   

 

Loading...
0%