Yeni Üyelik
23.
Bölüm

21. Bölüm

@zamansizim84

Zelfi'den,geçen bir haftaya yakın zamanda sığınma evinde hiç kimse tarafından rahatsız edilmeden huzurun tadını çıkarmıştım. Ayşe her gün yada en geç gün aşırı ziyareti ne geliyor. Ne yedirip içeceğini şaşırmış gibi bana yemek taşıyordu.

 

Durup dururken küçüklüğüne dönüp kollarımın arasına sığınıyor, saçlarını okşayıp şefkat göstermemi bekliyordu. Bir sıkıntısı olduğunu hissediyorum da ne olduğunu çözebilmiş değilim. Beni köyden getiren Murat her zaman yanında yakınında olsa da içini kemiren bir şey var hissediyorum.

 

" Ayşem, neye üzülüyorsun sen? Anlat bakayım ablacım hı?" dedim sonunda dayanamayarak.

 

Yattığı dizimden kalkıp yatağın üzerinde bağdaş kurdu, gözleri önünde birleştirdiği ellerinde,

 

"Abla sence gerçek aşk diye birşey var mı? Yoksa gelip geçen bir zaman sonra biten bir duygu mu?" Diye sordu.

 

Bana...

 

Ne bileyim gülüm ben?

 

Ne diyeyim ki şimdi sana?

 

Kadın erkek yan yana aynı cümle içinde bile midemi bulandırıyor nasıl derim?

 

Küçük güzel kalbinin kurduğu hayalleri nasıl yıkarım?

 

"Olmasa bu kadar şarkı,türkü, roman yazılmazdı, var demek ki Ayşem ama bizi bulur bulmaz orasını bilemem." dedim biraz da şakaya vurarak.

 

"Derya abla dedi ki, Murat beni seviyormuş... Ama o da Boran ağamı seviyordu, bak bıraktı gitti. Şimdi ben nasıl onun sözüne güvenip yola çıkayım." Diyerek sitem etti.

 

"Senin günlerdir anlattığın Derya ablan Boran Ağa'nın karısı mı?" dedim şokla.

 

"Hıı... Sen bilmiyor muydun adını? Ben biliyorsun sanıyorum yaaa." dedi masumca.

 

"Ne bileyim gülüm ben, sanki ahbabın gibi ağa karısını anlayacağını." Diyebildim.

 

"Çok iyidir ki o, hiç öyle burnu havada değildir. Benle yemek pişirdiği olur, odasını beraber temizler yerleştiririz. Kahve içecekse bana da yaptırır karşılıklı içeriz. Hiç Elif hanım gibi, Selma hanım gibi değil. Hatta beni çarşıya bile götürdü biliyor musun?" dedi heyecanla anlatırken. Gözlerinde ki sevgiyi görünce minnet duydum ta yüreğimden ama içimde de yine bir şüphe kol geziyordu.

 

"Selma hanım Devran Ağa'nın karısı mı?" Diye sordum.

 

"Hımm..." Dedi gönülsüzce. "Ama çok değişti son sıralar, Şilan ile Havva hanım ile arasından su sızmaz oldu. Devran ağam da yüzüne bakmıyor şin sonu ne olur bilmem." diyerek kısaca özet geçti durumu.

 

"Devran Ağam bi haltlar yemiş olmasın, onun çapkınlığı namlıdır Mardin'de." Dedim ilk aklıma geleni söyleyerek.

 

"Yok!" dedi hemen "O eskidendi abla, karısından başkasına baktığını ne gördüm ne duydum. Pekte tatlı bir oğlu var adı Tuğra bir görsen yersin."

 

Dudak büktüm bu kadarını da beklemiyordum Devran Ağadan demek ki gerçekten durulmuş. Ben lisedeyken kızların hepsi peşinden koşardı, sırf Hanoğlu konağında kalıyor diye az yalakalık yapmazlardı.

 

Bir Devran Ağanın bir de Cihan Ağa'nın hayranları çoktu. Gerçi Cihan Ağa'nın çapkınlığını duymadım, ondan çekinirlerdi. Yanaşmaya cesaret edilemeyecek kadar sinirli ters bir adammış. Bir bacısına kıyamamış demek, senelerdir esaretime sponsor olduğuna göre.

 

Konuya dönmek için,

 

"Şimdi sen Derya ablan demese Murat'ın seni sevdiğine inanmayacak mıydın? Sen ölçüp tartmadın mı? " Diye sordum.

 

"Boran Ağa'm öyle hayran bakardı ki karısına, biri de bana öyle baksın çok isterdim." Başını eğdi yine, sesi kısıldı "Murat'ın baba bakışı da çok güzel içimi sıcacık yapıyor. Çocukken annemin soba başında masal anlattığı gibi dalıp gidesim geliyor ama ya o da beni bırakıp giderse. Ya Boran Ağa'nın Derya ablayı üzdüğü gibi beni üzerse?"

 

Boynum bükük dinledinim onu o da devam etti esas korkusuna dönerek,

 

"Bak o gitti mesleği var, arkasında dağ gibi ailesi var. Kimseye minnet etmesine gerek yok, ben düşersem kime tutunup kalkarım? Seni bile daha yeni buldum." dedi gözünden kurtulan bir damla yaş sözlerine eşlik ederken.

 

"Ben Derya ablan gibi aşk yaşamadım, kimse beni senin anlattığın kadar güzel sevmedi. Buna rağmen Murat'ın sana güzel baktığını görüyorum be Ayşem. Düşeceğiz diye hiç mi koşmayalım, eskiden saçlarım uzunken yani." dedim burularak "okulda koşu yarışları olurdu, saçlarımı açar rüzgara karışırdım, koştukça hızlanasım gelirdi. O kadar keyif alırdım ki düşsem de pek umrumda olmazdı. Canım yanardı ama koşarken yaşadığım o hisse değerdi." deyip kucağında ki elini tuttum. "Koşmaya korkma, düşersen ben varım artık. Senin canın yanmasın diye gerekirse ben canımı yakarım. Seni tutar kaldırırım, sevmekten sevilmekten korkma." dedim kendi korkularıma inat.

 

"Murat diyor ki, Derya abla da gelecekmiş, ağam bulup getirecekmiş" dedi benden cesaret alıp umutlanarak.

  

Gülümsedim bu haline, çoktan kapılmış adama haberi yok. Bayram Ağa'nın en önem verdiği şey çalışanlarının güvenilir olması. Güvenlik içten tehtit ediliyor ama kendi öz bacısından ve onun kızından bu kadar kötülüğü beklemez. Hele de onlar için ömür harcamışken.

 

Biraz daha dertleştik ne kadar geçen beş yılı sorsa da hiç bir şey anlatmadım. Bilirse vicdan azabından ölür Ayşem. Onunla tehdit edildiğimi asla öğrenmeyecek. 'Alıkoydular' dedim, 'size ulaşmaması müsade etmediler' dedim. Kandırdım blr şekilde.

 

Ertesi gün ise Mardin bomba bir habere günaydın dedi,

 

'Cihan Karacahan, Hanoğullarından Şilan'ı kaçırmış. Ben de bu adamı akıllı sanırdım, Şilan ile ömür geçmeyeceğini anlamayacak kadar aptal olmalı. Yada benim akıl erdiremediğim bambaşka hesapları var. Sonuçta Hanoğullarına damat olmak büyük prestij... Eeee Şilan'a talip olsa verirler niye kaçırmaya gerek duysun?

 

Berdel için...

 

Yavaş çalışan aklımla sinsi planlarını geç çözmüştüm. Zelal Hanoğluna gelin olacaktı, bunca tiyatro bunun içindi. Zafere giden yolda herşey mübahtı demek ki...

 

İyi de Boran Ağa da Devran Ağa da evli bu kız kuma olmak için mi yaktı bütün gemileri.

 

Ayşe'yi aradım bana verdikleri cep telefonunu ilk defa kullanılarak,

 

"Ayşem neler oluyor? Gerçek mi duyduklarım?"

 

Ağlıyor olacak ki burnunu çekti,

 

"Gerçek abla gerçek. Selma hanım salınıp dolanıyor ortalıkta, bu kuma işi Derya ablaya patlarsa daha Mardin'e ayak basmaz. Kuma olmasın desek Boran ağam katil olur yine o kızı almaz. İki ucu pis değnek geceden beri ağlıyorum elimden birşey gelmiyor." Dedi içini çekerek.

 

"Ağlama kuzum, Derya hanım gelirse belki Berdelsiz bir çözüm yolu bulurlar." dedim söylediğine en çok kendim inanmamıştım.

 

"Bayram ağam dedi, arayın Derya gelsin diye." Burnunu çekti yeniden " Boran ağam ben ona böyle bir şey için dön gel diyemem diyor."

 

Haklı...

 

Nasıl 'gelmezsen üstüne kuma gelecek' desin adam karısına. Ben olsam geleceğim varsa da gelmem.

 

Ayşe'yi teselli etmeye çalıştıysam da sonuç alamadım, Derya hanım ile aklımın almadığı şekilde derin bir bağ kurmuştu.

 

Çaresiz kapattım telefonu, öğleden sonra odaya sığamaz oldum. TV izlenen odaya inip biraz kafa dağıtmak istedim. Ama ordada gündem aynıydı, Cihan Ağa'nın kız kaçırması.

 

"Kızım kapı gibi adam kala kala o huysuz şımarık Şilan'a mı kalmış? Vallahi yazık oldu Cihan Ağa'ya. "

    

Beter olsun, herşey müstahak o pisliğe.

 

"O değil de niye kaçırmış ki, şilan'ı istese Bayram Ağa üstüne para bile verirdi." deyip kahkaha attı otuzlarında esmer bir kadın.

 

Doğru...

 

Biri elindeki telefondan kaldırdı başını,

 

"Bulmuşlar kaçakları, Hanoğlu konağında aşiret toplanmış hüküm vereceklermiş." Dedi tekli koltukta oturan gençten bir kız.

 

Usulca kenarda bir yere iliştim, pek de umurların da olmadı gelişim dedikoduları çok tatlı gelmişti.

 

Az evvelki esmer abla,

 

"Senin de istihbarat iyi ha! Nerden alıyorsun anlık haberleri?" dedi takılarak.

 

"Abim Hüseyin Ağa'nın korunması." dediğinde dönüp bir baktım. Abin Karacahanları korusun sen burda devlete sığın. Dudak büktüm bu çelişkiye, benim sesli dike getiremediğimi esmer abla söylemeye çekinmedi,

 

"Ee... Senin ne işin var burda Karacahan konağına sığamadın mı? Onlara sığınana kim ilişebilmiş?" Dedi dobraca.

 

"Hüseyin Ağa sevmez böyle şeyleri kimsenin arkasında da durmaz. Ya Bekir ağa'ya gideceksin, ya Cihan ağaya onlar sahip çıkar kollar. Hüseyin ağayı çiğneyip onlara gidersen tenha da o da seni çiğner geçer."

 

Zalimlik Hüseyin ağadan başlıyordu demek...

 

Kız devam etti,

 

"Abim diyor ki çevirdiği işleri oğulları bile bilmiyor, bilseler kıyamet kopar."deyip dudağını ısırdı korkuyla, "Neyse ben demedim sizde duymadınız bunları."

 

Herkes onu dinliyordu, esmer olan kadın histerikçe güldü,

 

"Babana bile güvenme diye boşuna dememiş atalar." Dedi.

 

Burda ki sohbet beni açacak gibi değildi. Tekrar odama çıktım Ayşe'yi aradım.

 

"Abla kıyamet kopuyor bütün aşiret avluya toplandı. Bulmuşlar Devran ağam getiriyor Cihan Ağa ile Şilan'ı." dedi tüm çaresizliğiyle. "Boran ağam deli gibi dolanıyor avluda, halini bir görsen Elif hanım öldüğünde bile bu kadar dağılmamıştır." dediği sırada kapı sesi duydum peşi sıra ise Ayşe'nin sevinç çığlığını,

   

"Derya abla!" Diye bağırarak tahminim kadının üzerine atladı.

 

"Şişşşttt sakin ol güzelim, kim benim üstüme kuma gelebilir boşa ağlamışsın." Diyen kadının rahatlığı doğrusu ilginçti.

 

Bizim kız beni telefonda unuttuğunu fark etti,

 

"Abla, Derya abla geldi. O ne yapar eder engel olur bu işe." dedi töreleri bilmez gibi.

 

"Tamam gülüm durumlardan haberdar et beni." Dediğimde tamam deyip kapattı telefonu.

 

İçimin içimi yediği iki saatin sonunda nihayet Ayşe'nin aklına düşebildim.

 

"Kuzum nite aramıyorsun öldüm meraktan." Diye sitem ettim.

 

Onunsa sesi yine buruk geliyordu,

 

"Ayy abla bilsen neler oldu." Dedi hüzünle.

 

Al işte kim karşı durabilmiş töreye, gül gibi kadının üstüne kuma ettiler demek ki o Zelal yılanını...

 

"Anlat bakıyım ne oldu bitti." Dedim sakince.

 

Derin bir nefes alıp verdi önce,

 

"Derya abla Zelal ve Şilan'ı hapse attırdı, Elif hanımı meğerse bunlar öldürmüş." Dedi hayretle.

 

Biliyorum güzelim bilmem mi?

 

Benim sessiz kalmam ile,

 

"Sen biliyor muydun?" dedi hayretle.

 

"Beni niye uzak ettiler Ayşem, katili söylemeyeyim diye."

 

"Kaç gündür bana niye demedin?"

Dedi haklı bir sistemle.

 

"Desem Şilan ile aynı çatı altında uyuyabilir miydin?" dedim.

 

"Şahit var dediler, sensin o şahit..." dedi kendince taşları yerine oturtarak "Bende diyorum 'şahit var bunca yıl aklı neredeymiş?' "

 

"Aklım vardı da imkanım yoktu ve Ayşem." dedim.

   

"Ahhh ablam ahhh benim güzel ablam. Neler ettiler sana da bana bile anlatmıyorsun." dedi içini çekerek.

 

"Boşver Ayşem geldi geçti." dedim.

 

Gelip geçmedi, yaktı yıktı yok etti yıllar Zelfi'yi ama sen bunları bilme. Ben her yükü taşırım da sen duymaya bile dayanazsın ne gül goncam.

 

"Ortalık çok karıştı abla bu konak daha huzur bulmaz, Havva hala da zamanın da kızının ettiği oyunu etmiş, Bayram Ağa'nın sevdiğinin ölümüne sebep olmuş... Devran Ağanın karısı iyice sapıttı, Derya abla ile Devran Ağanın arasında birşeyler olduğunu imâ etti. Kızılca kıyamet koptu, Devran ağa karısını oracıkta boşadı." Dediğinde,

 

"Ne?" Dedim şokla o nasıl iğrenç bir zihniyetti. Devran Ağa öyle bir adam mıydı? Kaldı ki oldu diyelim aşkından ölse Boran Ağa'nın sevdiğine yan gözle bakmaz, gözü kendine ihanet etse oyar atardı.

 

"Yaaa..." dedi duy neler oluyor der gibi "Derya abla döndü sanmıştım ama sırf bu iş için gelmiş. 'Geri döneceğim akşam uçağım var' deyince Boran Ağa'nın halini görmen lazımdı. Sana daha nasıl anlatayım durumu, Dilber hanım bile dil döktü gitmesin diyeyim sen anla." Dedi konağın halini anlatmaya çalışarak.

 

"Ne diyeyim Ayşem, düzelir inşallah. Zelal ve Şilan hapiste şimdi öyle mi?" diye sordum hâlâ gerçekliğine inanamayarak.

 

"Öyle ablacım öyle, Devran ağamı da sana Derya abla yollamış. Nasıl çözdü cinayeti bilmiyorum detay anlatmadı. Cihan Ağa yeri göğü yıktı bacısı için hatta silah çekti Derya ablaya ama boşa çaba polislerle, güzel bir savcı kadın geldi aldı gitti pislikleri." Diyerek son havadislerini de verdi.

 

Kapattık telefonu, herşey ortaya döküldüğüne göre saklanmama gerek kalmadı mı? Beni burdan alıp konağa götürürler mi? Bu dünya da evim deyip sahiplendiğim, kendimi ait hissettiğim, kıymet gördüğüm tek yer orası...

 

Babamında sesi çıkmıyor ne zamandır, Yakup pisliğinden kaçtığımı duyduysa ne eder eder beni bulurdu.

 

Üstümde ki hırkaya sarılıp yatağa uzandım, beni kim gelipte gelip götürecek. Karısının peşinden koşan Boran Ağa mı? Bunca yıllık hayat arkadaşını tek kalemde silmek zorunda kalan Devran Ağa mı? Yoksa yıllardır aradığı hainin yeğeni olduğunu öğrenen, dahası bacısının ihaneti ile sevdiğinin bir ömür yasını tutmuş Bayram Ağa mı?

 

Bunca karışıklıkta akıllarına bile gelmem muhtemelen...

 

Daha da büzüldüm yatakta cenin pozisyonu alıp göz yaşlarımı günler sonra tekrar serbest bıraktım.

 

Ne demişti atalar, ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar... Benim anam öleli yıllar olmuş zaten, kimin ne sıfatla önceliği olayım. Akıllarına ne zaman düşersem o zamana kadar burdayım işte...

 

Hırkamın koluyla gözlerimi sildim, ağlamayacağım bugün benim bayramım. Zelal pisliğinin bana eli ermez artık. Korkusuz huzurlu günler yakın öyle inanacağım.

 

Ağlamaktan yanan gözlerim uykuya

çok direnemedi, zamanın en kolay aktığı evrene uyku alemine akıp gittim. Gözümü açtığımda çoktan sabah olmuştu.

 

Duş alıp Ayşe'nin getirdiği elbiselerden birini giydim. Pek bir numarası olmayan düz kına yeşili bir elbiseydi. Ona uygun olduğu düşündüğüm modası çoktan geçmiş oyalı yazmalardan birini de başıma başlayıp uçlarını önüme getirdim. Saçlarım öyle biçimsiz öyle çirkinki bu yemeniler olmasa cümle alem halime güler. Çok kısa kesip yıllarca eziyet ettiğimden saçlarım bana küs. Uzamıyorlar artık gerçi saç sefadan, tırnak cefadan uzarmış. Ben sefa görmeyeli beş yıl oluyor.

 

Yemekhane kısmına indiğimde bu sefer gündem hapse atılan ağa kızıydı. Hanım ağanın nasıl tuzağını ince ince işlediğini konuşup, hem hasetle hem hayranlıkla dedikodunun dibine vuruyorlardı. En çokta bunca yıl sonra ortaya çıkan şahiti merak ettiler, yanı başlarında olduğumu bilmeden...

 

Tabağımdan bir iki lokma tırtıkladığım sırada telefonumun sesini duydum. Ayşe sabah havadislerini yetiştirecek muhtemelen. Elime aldığımda numarayı tanımadığımı fark ettim, içimi korku kapladı, ya peşine düştülerse. Telefonu nerden bulacaklar ki? Ayşe, Murat kendi adına hat çıkardı demişti.

 

Korksam da açıp kulağıma götürdüm, ses et eden karşıyı dinledim,

 

"Zelfi?" Diyen ses Devran Ağamın sesiydi,

 

"Ağam." Dedim heyecanla.

 

"Sığınma evinin kapısındayım hadi toparlan gel seni evine götürmeye geldim." dedi sıcacık bir abi şefkatiyle.

 

Dün düşündüklerimin utancıyla bir damla yaş yuvarlandı gözümden,

 

"Hemen geliyorum ağam." dedim.

 

"Acele etme, ben beklerim." deyip kapattı. İçimde özgürlük isteyen bütün kuşlar kanat çırpmaya başladığında hemen üst kattaki odama çıktım. Küçük bir spor çanta getirmişti Ayşe içine zaten iki üç parçadan fazla olmayan eşyalarımı koydum.

 

Merdivenleri adeta sekerek indiğimde, Devran Ağa arabasına yaslanmış sigara içiyordu.

 

Beni görmesi ile şaşırdı,

 

"Bu ne hız deli kız!" dedi eski günlerdeki gibi.

 

Konağın merdivenlerinde de böyle koşturduğum günler ikimizin aklından da geçmiş olacak ki yüzlerimiz buruldu,

 

"Evimi özledim." Dedim dolan gözlerime inat gülümsemeye çalışarak,

 

"Ah Zelfi ah ben senin vebalinin hesabını nasıl vereceğim." dediğinde uykusuz yorgun bakan gözleri dikkatimi çekti. Çok geriden bir anason kokusu da geliyordu ama sarhoş değildi.

 

"Evime görürsen yeter ağam." Deyince başını salladı usulca.

 

"Evine götüreyim." Deyip arabanın kapısını açtı. Öne yanına oturmak tuhaf gelse de ses etmedim.

 

Konağa doğru yola çıktık, içimde bir çocuk cıvıltısı vardı, özlemiştim sokakları bile...

 

Taş yapının önünde durduğumuzda Murat hemen oturduğu sandalyeden kalkıp elindeki sigarayı söndürdü. Arabadan ben inince beklediği bir durum olsa gerek hiç şaşırmadı.

 

Küçük bir tebessüm ile baş selamı verdi, tanıyordum ama iletişim kurmuş değildik. Bende aynıyla karşılık verdim. Ben bir adım önde Devran ağa yanı başımda görkemli ahşap kapıdan içeri girdik.

 

Gözlerimi kapatıp mutfaktan gelen kokuyu soludum, ev buydu benim için. Baba ocağı nedir bilmezdim ki. Bayram Ağa'nın gölgesi, konağın mutfağının kokusu yuvaydı işte...

 

Boğazımdaki düğümü zar zor çözüp yutkunduğum sırada,

 

"Ooo... Devran Bey de teşrif etmişler." diyen kadın sesiyle huzurdan mecburen sıyrıldım. Gözlerimi açtığımda uzun dalgalı saçları biçimli yüzü, al benisi yüksek kıvrımlı bedeniyle güzel bir kadın vardı karşımda ama kalbi sureti kadar güzel değilmiş ki,

 

"Bu kim?" dedi beni işaret ederek. "Yeni kumam mı?" deyip beni süzdü baştan ayağa beğenmezlikle dudak büktü "Sen bu kadar zevksiz değildin Devran, daha güzel birini bulamadın mı?" Demesiyle başımdan aşağı kaynar sular indi.

  

Devran ağamda ise bende olan şokun yarısı yoktu,

 

"Zelfi, Ayşe mutfakta abicim. Senden haberi yok, sürpriz yap istersen." dedi kadının lafına hiç aldırmadan.

 

Sanki karşımızda karısı yokmuş gibi yanından sıyrılıp geçip gitti. Bu ne had bilmezbşr kadındı. Bende bu ortamda kalmadan mutfağa geçtim. Ayşe bozuk morali ile kahvaltı hazırlıyordu, beni görünce koşup boynuma sarıldı. Mutfaktaki masaya sofra kurdu, ne yedirip içireceğini şaşırdı. Eskiden ben onun üstüne düşerdim, sanırım rolleri değişmiştik.

 

Mutfakta çalışan Rojda ve Gülümser hanım ile tanıştım.

 

Ayşe'nin önüme koyduğu çayı içtiğim sırada mutfaktaki hanımların hızla toparlanıp kendine çeki düzen vermesiyle bende arkanda kalan kapıya döndüm, Bayram Ağa tüm heybeti ile karşımdaydı.

 

Bende ayağa kalkıp ellerimi önümde birleştirdim.

 

Gülümser abla şaşkınlığını atmış olacak ki,

 

"Buyur ağam bir emrin mi vardı?" dedi.

 

Bayram Ağayı mutfakta görmenin yıldız kaymasını dilek tutarken denk getirmek kadar zor olduğunu hepimiz bilirdik.

 

"Yok Gülümser, Zelfi kızımı görmeye geldim." deyince başım şaşkınlıkla ellerinden kalkıp yüzünü buldu. "Zelfi..." dedi ama devamı gelmedi.

 

İki adım ile aramızda ki boşluğu kapatıp karşıma geldi, heybetli kollarını açıp,

 

"Müsade var mı?" diye sordu.

 

Ben kızım dediği kadına bile müsadesiz dokunmayan Bayram Ağa'nın cennetinden nasıl cehennemlere düşmüştüm Allah'ım. Çenemin titremesine mani olamadım, ağlamamak için sıktım kendimi ama çok zordu.

 

Başımı salladım usulca, sesim çıkacak gibi değildi.

 

Kollarına sardı beni, baba kokusu böyle bir şey miydi? Ceviz ağacı gibi kokuyordu sanki Amber kokusuna karışmış kokusu.

 

Tutamadım kendimi bir hıçkırık koptu dudaklarımdan, sonrası kolay geldi ağladıkça ağladım. Beni kolunun altına alıp Ayşe'ye döndü,

 

"Bize Derya usülü iki kahve yapıver kızım." deyip beni çalışma odasına yönlendirdi.

 

Masasının önündeki berjerlere karşılıklı oturduk.

 

Cebinden kumaş bir mendil çıkarıp dizine bıraktı. Kendi gözlerini de elleriyle silince anladım onunda ağladığını.

 

Bir zaman sessiz kaldık ikimizde, Ayşe kahveleri getirip çıkınca,

 

"Sana karşı boynum çok bükük kızım, ben bunca yalana nasıl inandım. Baştan çok dedim 'Zelfi yapmaz' diye ama sen ses etmeyince bir de fotoğraflarınız gelince inandım. Ufacık bir işaret versen peşini bırakmazdım ama Boran'ı toparlamak kolay değildi. Dikkatimizi Devran'ı aklamaya yoğunlaştırdık. Bir oğlumun karısı karnında evladı ile ölmüş, diğerini onun katili ilan etmek için fırsat kovalıyorlar..." deyip iç çekti.

 

"Vel hasılı kelam baban ne anlatıysa şüphe etsem de inandım bir yerden sonra. Yine de hatam büyük hakkını helal et demeye bile yüzüm yok." Dedi.

 

"Estafurullah ağam o nasıl söz, hakkım varsa helal olsun. Bilemezdin... Kaderde varmış yaşadık bitti." dedim içimde kaynayan cehenneme inat. "Ayşe ile tehdit ettiler, aman dileyemedim. Kurtar beni diyemedim. Senin suçun değildi..." diyerek onun içine su sermeye çalıştım.

 

"Benim içim rahat etmez öyle, dile benden ne dilersen. Ev iste ev, araba iste araba." dedi açık çek sunarak.

 

Benim dünya malından gözüm çekileli ne çok olmuştu.

"Canım sağ olsun ağam ben birşey istemem, sen bize sahip çıktın burda güvendeyim o bana yeter."

 

Uzun uzun baktı gözlerime, içinde ki yıkıntı görüyordu bunun canını nasıl yaktığını da ben görüyordum ama mal ile mülk ile telafisi yoktu.

 

"Kardeşin de sen de başımın tacısınız. Baban hapiste zaten merak etme bulaşamaz size." dedi.

 

O faydasız adamın sesinin niye krsşldiğini de öğrenmiş oldum.

 

Kahvelerimizi içtik sessizce, müsade isteyip odasından çıktım.

 

Avlu da oynayan ufaklığı görünce yanına gittim. Devran Ağa'nın oğlu olduğu o kadar belliydi ki. Aynı kaş göz, aynı yakışıklı yüz sadece çenesinin hafif sivriliği anneye benziyordu.

 

"Merhaba yakışıklı" dedim gülümsemeye çalışarak.

 

"Meyaba." dedi beni ilk defa gördüğü için uzunca süzerek. "Sen kimsin?" Diye sordu peşi sıra.

 

"Ben Zelfi." deyip mutfağı işaret ettim, "Ayşe'nin ablasıyım.

 

Minik eli havalanıp yanağımı buldu,

 

"Yüzüne niye boya süydün, hadi gel yıkayalım o zaman daha güzel oluysun." Dedi yüzündeki koyu renk güneş lekelerine dokunarak.

 

Ah Tuğra, her leke, her kir öyle yıkayınca çıkıp gitse keşke...

 

"Güneş yanığı onlar yıkayınca çıkmıyor malesef." dediğim de dudak büktü.

 

" Sen güneşe çok mu yaklaştın? Uzay mekiğne mi binip yanına gittin de yaktı güneş?" dedi geniş hayal gücüyle.

 

"Cık." dedim masum gözlerine hayran olarak. " Krem sürmeden uzun süre güneşli havada çalışmam gerekti. Onun için oldu." diye anlayabileceği şekilde anlattım.

 

Tekrar yüzüme dokundu,

 

"Acıyoy mu? Öpeyim mi seni, öpünce geçey" dedi bu kez.

 

Gülümseyerek onayladım. Öptü güneş yanıklarımın üzerinden annesinin aksine çirkin bulmadı beni.

 

"Acısında geçti, çok teşekkür ederim." Dedim.

 

"Sakın üzülme böyle de çok güzelsin." Deyip teselli etti üstelik.

 

Gülümsedim içtenliğine.

 

Günler peşi sıra aktı gitti Türkan hanım, Zeynep babanne ve hatta Dilber hanım bile sarılıp bağırlarına bastılar beni.

 

Bir tek Selma hanımın rahatsız edici bakışlarına değiyordum. Onu da yok saymak zor değildi, konakta ki herkes de öyle yapıyordu.

 

    

 

Aradan geçen bir haftadan fazla zamanda Boran Ağa ortada yoktu, üstelik son bir kaç gündür Devran Ağa da ondan haber alamıyordu. Cabası Murat da onunla beraber kayıplardaydı. Ayşe'ye iyi olduğuna dair mesaj atmaktan öte haber vermiyordu.

 

Nihayetinde Boran Ağa'nın vurulduğunu ve konak ahalisinden sakladıklarını öğrendiğimizde Bayram Ağa ve Dilber hanım apar topar yola çıktılar.

   

Murat'ın haberi aldığımızı anladıktan sonra verdiği bilgiye bakarsak omzundan vurulmuştu ve şimdi iyiydi. Üstelik Derya hanım ile de arayı düzeltmiş, bu bahaneyle kendini affettirmişti.

 

Ayşe sevinçten havalara uçtu, Allah aşkına bir hanım ağa ile nasıl abla kardeş gibi olabilirdi ki? Kesin bizim kız ondan gördüğü şefkate fazla sığınmıştı. İşler yoluna girsin mesafesini koyardı, koskoca hanım ağa Ayşe'yi eğleyecek değildi ya...

 

Ses etmedim zira Derya ablasına toz konduracak gibi değildi.

 

Onlar gittiğinin ikinci gecesi Selma hanımın intiharına uyandık. Uyku ilaçlarının hepsini içip intihara kalkışmış. Yazdığı mektuba göre ölümünden de Devran ağam sorumluymuş.

 

Apar topar hastaneye kaldırıldı, sabahına ise önce Bayram Ağam ve Dilber hanım geldi, onlardan bir saat sonra da Boran ağam yanında karısı ile konağın kapısından girdi. Ayşe kahvaltı içi çayı çıkarmak üzere elinde kova demlikle karşısında ki manzaraya baka kaldı. Çaydanlığı elinden ilk müsait yere bırakıp,

 

"Derya abla" diyerek koşup kadının boynuna sarıldı.

 

    

"Derya abla, geldin. Çok şükür, çok şükür" diyerek gözlerini sildi.

 

Rojda ve Gülümser abla da hoş geldin demek için yanına gittiler. Ayşe kadar rahat davranamadıkları fark ettim.

"Hoş geldiniz Hanımım." diyerek baş selamı verdiklerinde onlara da sarılan kadın ile doğrusu şaşırdım.

 

Ben onları izlerken

 

Boran Ağa'nın şaşkın sesini duydum,

 

"Zelfi" ismim döküldü. Sesi tanımaktan çok bu Zelfi mi? Der gibi çıkmıştı.

 

Ayşe durumu fark edip,

 

"Abla gelsene, Derya abla ile tanış." dediğinde çekinerek baktım mavi gözleri, sarıya yakın saçları, bembeyaz teni ile adeta ışıldayan kadına.

 

Ayşe'nin yanına kadar geldi,

 

"Hoş geldiniz Ağam, hoşgeldiniz Hanımım" dedim dikkatli bakışlarından rahatsız olup gözlerimi kaçırarak.

 

"Hoş bulduk güzelim, Derya abla dersen sevinirim." Diyen kadın ile hafifçe başımı salladım. İçimden yok daha neler desemde. Ben Ayşe kadar çabuk kaynaşamazdım eskiden beri. Ne haddime blr hanım ağaya Abla diyeyim.

 

O da çok üstelemedi belli ki usulün söylediği birşey vedalaşıp odalarına çıktılar.

 

Onlar uyuyunca kahvaltı saflı da ertelendi, Bayram Ağam gelini olmadan yemek istemiyormuş...

 

Vay ki ne vay...

 

Neyse Selma hanım olsa çok bozulurdu Allah'tan yok demeye kalmadan o da çıkıp geldi. Meğer içtiği haplar uyku ilacı değilmiş Devran ağam bunu yapacağına ihtimal vermiş olacak ki uyku ilacı diye sıkıştırılmış nane drajesi veriyormuş eski karısına.

 

Yalandan intiharına en çok kendi inanmış olacak ki, Devran Ağa'nın kolunda yalancı bir bitkinlikle girdi konağa.

 

Tövbe estafurullah Yarabbim ya sabır...

 

Neyse ki kahvaltı faslı olaysız geçti, beyler işe geçince Derya hanım soluğu mutfakta aldı,

 

"Gülümser ablacım nasılsın?" deyip onunla hal hatır faslının ardından Rojda'ya geçti. İkisine de sıcak davrandı ama mesafesşni de belli ediyordu.

   

"Ayşe'cim, Zelfi ile seni kahveye davet etmek için gelmiştim. Sabah sohbet edemedik, geniş geniş konuşuruz." Demesiyle Ayşe dünden razı atları bu teklifine. Bense boş boş bakıyordum yüzüne. Kendi odasına kahveye mi davet ediyordu, hemde ayağımıza gelip...

 

Bana bakıp gülümsedi, Ayşe'ye göz kırpıp mutfaktan çıktı.

 

Rojda burukça gülümsedi,

 

"Hiç bakma öyle Zelfi abla yalandan bir samimiyet gösterisi değil gerçekten böyle bir kadın." dediğinde,

 

"Seni niye çağırmadı?" dedim merakla,

 

"Ben zamanın da Ayşe'nin gördüğünü göremedim. Şilan'ın tarafında durdum. Hayatımın hatası... Beni de sever kötü davranmaz ama Ayşe'yi ayrı sever." dedi açıklama yaparak.

 

Zamanın da Şilan ile de çekişmiş demek ki Derya hanım...

 

Gülümser abla,

 

"Kızım vallahi öyle hanım hanımcık naif bir kızcağızın içinden öyle bir kaplan çıkıyor ki ağzın açık kalır. Bizde Dilber hanım ve efradına dişi geçmez sandık ama hepimizi yanılttı." dediğinde dudak büktüm.

 

Onbeş dakika sonra mutfağa elinde kocaman bir pasta kutusuyla Murat girdi,

 

"Boran ağam hanım ağam ve misafirlerine yolladı." deyince ben şaşırsam da muftak ahalisi çok normal karşıladı.

 

Ayşe pastayı kesip servis etti, gülümser abla ve Rojda çayları ile pastalarını yerken Murat korumalar için hazırladığımız çay ve pasta tabakları ile kapıya çıktı.

 

Biz de elimizde pastalar ile Boran Ağa'nın odasının yolunu tuttuk.

 

Kapıyı tıklatmamızla açılması bir oldu,

 

"Ayyy çok hoş geldiniz kızlar, bu ne güzel sürpriz" dedi, pastaya iştahla bakarak.

 

"Hoş bulduk Derya abla, Boran ağam Murat'a aldırıp yollamış senin için." dedi Ayşe gözlerini süze süze...

 

"Öyle mi bak sen Murat'a da konağa geri dönmek için bahane olmuş desene. Ona da bir dilim pasta verseydin Ayşecim. Hatta biz Zelfi ile takılırız sen in bak bakalım Murat abin pasta yemiş mi? " dedi imâlıca.

 

Ayşe kulaklarına kadar kızarırken, ben hâlâ bu samimiyeti sorguluyordum.

 

"Zelfi'cim gel güzelim hoş geldin. Sabah uykusuzluktan beynim uyuşmuştu kusura bakma bi kahve içip tekrardan tanışalım sohbet edelim istiyorum." deyip belimdeki eliyle konuşa konuşa odalatında ki oturma alanına yönlendirdi.

 

"Estağfurullah Hanımım o nasıl söz, siz buyurun." dedim.

 

"Siz benim misafirim olduğunuza göre önden buyurun Zelfi hanımcığım" dedi.

 

Ayşe benim halime gülerken,

 

"Sen de ilk tanıştığımız gün Hanımım deyip duruyordun Ayşe hanım, şimdi gülersin tabii." deyip beni yönlendirerek koltuklara geçirdi.

 

Hakkaten misafir gelmişiz gibi kahveleri hazırlayıp makinayı çalıştırınca,

 

"Derya abla ben hazırlarım sen otur" diyen Ayşe'yi kırmadı gelip benim çaprazımdaki boşluğa oturdu.

 

Ayşe kahve köşesinde bulunan fincanlarla servis hazırlarken,

 

"Sen yokken Boran ağam çok kötüydü, iyi ki geldin Derya abla. Hele de o Şilanların yakalandığı gün seni bırakıp geldiğin de, öyle bitmişti ki sanki Dünya'yı omuzlarına bırakmışlar." dedi.

 

"Ben de ondan farksız değildim Ayşe ama kendimi aşamadım. Keşke baştan hiç gitmeseydim." dedi pişmanlığını dile getirmekten çekinmeyerek.

 

"Ağam seni çok seviyor." dedi Ayşe içtenlikle.

 

"Ben de onu çok seviyorum be Ayşem." Derken gözlerinde ki ışıltı gerçekti.

 

Ne kadar şanslıydı...

 

Kahveler önümüzdeki sehpada yerini alınca bana döndü bu kez,

 

"Zelfi'cim tanıklığın olmasa bu kadar çabuk sonuç alamazdık, öncelikle sana teşekkür ederim korkup kaçmadığın için."

 

Gözlerim gözlerini buldu ilk defa çekingen değildi bakışlarım,

 

"Ben hiç bir zaman korkmadım Derya hanım, zaten beni korkutamadıkları için o pisliğe verdiler." dediğimde ellerim istemsiz yumruk olumuştu.

 

"Canım benim" dedi elimi yumruk yaptığım elimin üstüne koyarak, "Sen bu konağın kızısın, kimse bunu değiştiremez. Şimdiye kadar ne yaşadın bilmiyorum ama bundan sonra benim kardeşimsin. Kimse sana karışamaz, istemediğin bir şeyi yaptıramaz. Ela savcı o adamın gözünü güzel korkutmuş bir daha senin adını bile ağzına almayacak." Deyince dolan gözlerime mani olamadım. Öfkenin ise içimi yaktığı ayrı bir gerçekti.

 

Başımdaki yemeniyi geriye doğru açıp kısacık saçlarımı açığa çıkardım.

   

"O adam saçlarımdan tutup yerler de sürüldü beni yıllarca, kendimi kurtamayınca kestim hepsini." dedim yüzümde acılı bir gülümseme belirdi. "Belime kadar dalga dalga saçlarım vardı. O adamın silahı olmasınlar diye kestim. Ben daha yirmi iki yaşındayım ama son beş yıl da elli sene gitti ömrümden." dediğimde fazla ileri gittiğimi düşünüp hozha toparlandım. Ayşe bunları bilmeliydi

 

" Allah senden razı olsun sen de Dilber hanımdan da, peşime düşüp bulmasan, yerimi haber etmeseydin nasıl kurtulurdum bilmem."

 

Onun da gözleri dolmuştu,

 

"Senin yerini Dilber hanım söyledi Zelfi, onun sayesin de kurtuldun. Bil ki Boran yada Devran senin yerini daha önceden bilselerdi bu kadar acı çekmene müsade etmezlerdi." dediğinde Ayşe şaşkındı,

 

"Nasıl Dilber hanım söyledi, o bizi kurtarmak için parmağını kıpırdatmaz." dedi ki kendince haklıydı.

 

"Babana seni evlendirmek için yalandan bir aday bulan da Dilber Hanım, aslında bu işi çözmemiz de çok büyük katkısı var. Sadece son düzlükte işleri bana devretti. Sağlığı el vermediği için ben tamamladım."

 

Detayları da anlattığın da Ayşe oldukça şaşkırdı.

 

" Sen gittiğin gün de çok üzüldü Derya abla, inanmak zor olsa da Dilber hanım seni seviyor sanki." deyip gülümsedi.

 

Derya hanım da gülümsedi,

 

"Diyeceğim şu ki, o da dışardan göründüğü gibi biri değil. Öyle olmak zorunda kalmış." dedi detay vermeyerek.

 

Sonra bana döndü,

 

"Zelfi, ben senin gözlerin de çok güçlü bir kadın görüyorum. Yaşadıklarından yorgun ama gücünü topladığın da Dünya'ya meydan okuyacak korkusuz bir genç kadın var karşımda. Sen de beni ablan olarak kabul edersen, her türlü destek olur yanında dururum. İster misin?"

 

Soru güzeldi, beni bu kadar kısa zamanda gözlemleyip çözmüş olması güven veriyordu. Ayşe'ye abla olmuştu, bana da aynı sıcaklık ile teklifte bulunuyordu.

 

İster miydim böyle bir ablam olsun?

 

Kim istemez ki?

 

" İsterim Derya hanım." dedim.

 

" Anlamadım güzelim? " dedi yalandan duymamış gibi.

 

" İsterim Hanımım." dedim kendimi tekrar ederek,

 

"Bak hala Hanımım diyor bana, Derya Abla Zelfi'cim, Derya Abla..." dedi ellerimi ellerinin içine hapsederek.

 

"İsterim Derya Abla..." dedim ellerimize bakarak. "Senden birşey daha isteyebilir miyim?" dedim bi cesaret

 

"Tabii ki..." dedi sıcacık gülümsemesi ile güneşe benziyordu.

 

"Beni okutur musun?" dediğimde sesimin titremesine engel olamamıştım.

 

Yüzünde ki güneş daha da büyüdü, inanca karışık bir mutluluk ile baktı gözlerime,

 

"Senin için de gerçek bir savaşçı olduğunu biliyordum. Okuturum tabi ki sen yeter ki iste. Ders bile çalışırız beraber." Dedi abla olmanın hakkını vererek.

 

"Boran Ağamın neden böyle divane olduğunu anladım." dedim kıkırtıma engel olamayarak.

 

O sıra da çalan telefonunu cevapladım, bana göz kırpmayı ihmal etmeden

 

"Efendim Elacım."

    

Ela dediği savcı Ela hanım mı acaba?

 

" Zaten hasta olmadığı için

iyi kendileri. Sen nasılsın?" Diye sordu.

 

Selma hanımı soruyordu, nerden duydu ki yalandan intiharını.

 

Derya ablanın gözleri bana takıldı, yüzümde saçlarımda gezdi bakışları,

 

" Benim de kuaföre gitmem lazım

adresi atarsan geleyim,

hem görüşmüş de oluruz." Dedikatşı tarafa. Dinledi biraz,

 

"Hemen çıkıyorum savcı hanım."

 

Telefonu kapatıp,

 

"Kızlar pastalarımızı yiyip on dakika için de hazır oluyoruz. Beraber dışarı çıkacağız." dedi pastasından kocaman bir çatalı ağzına atarken.

 

Ben bu kadar da değil diye baka durayım,

 

"Yemek yapılacak daha bir sürü iş var mutfakta Derya abla. Sen gitsen biz hiç gelmeyelim." dedi Ayşe evdekilerin tepkisinden çekinerek.

 

"Sen hanım ağana karşı mı gelirsin?" dediğinde gülümsedim.

 

İstediği zaman hanım ağa olmanın ayrıcalıklarını kullanıyordu belli ki.

 

  

 

  

Derya abla baskın karakterini konuşturmuştu, yaklaşık yarım saat sonra büyük bir güzellik merkezinin önüne Murat arabayı park etti.

 

Tam ineceğimiz sırada,

 

"Derya hanım inmeyin, Cihan Karacahan burda. Takip ettiler muhtemelen. Korumalar yeterli ama ağam sıkı sıkı tembihledi yüz yüze gelmenizi istemiyor." dedi sıkıntılı bir ses tonuyla.

 

O dünya şekeri kadın gitti, sabah dedikleri gibi yerine adeta bir arslan geldi, sinirle kaşlarını çattı,

 

"Çarşı ortasında rezillik istiyorsa kendi bilir Murat. Buraya kadar gelmişim geri dönecek değilim." deyip arabanın kapısını açıp indi. Murat hızla şöförle mahalini terk edip yanında yerini aldı Korumalar etraflarını sararken Cihan Ağa beş metre kadar ilerde tek başındaydı. Korumaları oldukça geride ama tetikte olduklarını belli edecek şekilde elleri bellerinde ki silahlarında meydan okuyorlardı.

   

Derya hanım çenesini yukarı dikip ona doğru iki adım attı. Zeminde ince topuk sesi yankılanırken, Cihan Ağa denen adamın bu hareketi beklemediği için kaşları havalandı.

 

Biz de arabadan inip peşine takıldık, yanlız bırakacak asla değildim. Hele de adamla görülecek hesabım varken.

 

İkisi de aynı diklikte birbirine meydan okurken, ben hayatımı bozuk para gibi harcayan adamı karşımda bulmanın şaşkınlığını yaşıyordum.

 

Heybetli bir adamdı, yaşı Ağamlar civarı olsa gerek. Otuz yoktur tahminime göre... İçini bilmesen yakışıklı bile sayılır. Ama konuştuğu anda aklımı ortaya koyuyor olsa gerek,

 

"Mardin'e hoş geldiniz Derya hanım. Arkanıza bakmadan kaçınca geri dönemezsiniz sanmıştık ama şaşırttınız bizi." dedi iğneler bir tonda.

 

Bu kadın mı kaçmış, sizi kaçırtmadan kaçacak gözü var mı?

 

Derya abla gayet rahattı ama benim sinirden elim ayağım titriyordu,

 

"Kardeşiniz ölümle tehdit ederken gelip karşısına dikildiğime göre arkama bakmadan kaçtığımı düşünmeniz, sizin küçük aklınızın size bir oyunu olsa gerek Cihan Bey" dedi üstüne basa basa...

 

Bu kadın bir efsane Berdel oyunundan sonra ağalıkta hükmü yoktur kararı verilmişti duymuştum. Burdan damarına basacak demek...

 

Aynen de öyle oldu, zayıf damarına basılan adam,

 

"Cihan Ağa!" dedi üstüne vurgu yaparak tekrar etti. "Cihan AĞA!"

 

Derya abla güldü alaylıca,

 

"Ağalık senin için töreleri kafana göre kullandığın gün bitti. Unuttun mu yoksa?"

 

İstediğini aldı Derya abla gözlerinde adeta alev topları döndü Cihan Ağa'nın, boğazında öfkeyle ayan damarı bile görüyordum.

 

Ama benim içimde kaynayan öfkenin yanında, onun öfkesi köz bile olamazdı, öfkeyle Derya ablanın üzerine doğru bir adım atmıştı ki araya girip yılların öfkesini kuşanmış tokadımı yüzüne patlattım.

 

Nasıl yaptım, ne cesaret ile bu kadar ileri gittim bilmiyorum ama madem bu tokatı attım arkasında durmayı da bilecektim.

 

Bana değmeden etrafı taradı gözleri meraklı ahali çoktan etrafı sarmıştı ve onca insanın önünde bir kadından tokat yemiş olmak böyle bir adama fazla gelirdi.

 

Aynı tokatı iade ederse şaşırmazdım doğrusu.

 

Öfkeden kulaklarına kadar kızardığını görmemek aptallık olurdu,

gözünü kapattı üç saniye kadar...

 

Kendini dizginlemeye çalışıyordu, bakışları Derya ablayı buldu ama o da en az Cihan Ağa kadar şaşkın bana bakıyordu.

 

Usulca bana çevirdi bal rengi olduğunu şimdi öğrendiğim gözlerini,

fakat gözlerinde ki öfke sarsıldı önce yerini ufak bir hayret aldı. Tokatı unutmuş gibi yüzüme baktı sanki tanıdığı biriymişim de emin olamamış gibi...

 

Saçlarımı görmeye çalıştı sanki bir an sonra yine gözlerime odaklandı, Ayşe tepkisinden korkmuş olacak kolumdan tutup aradan çekmeye çalıştığında kolumu ondan kurtardım.

 

Benim bu adamla görülecek hesabım vardı,

 

"Sen nasıl bir adamsın ki on yedi yaşında bir genç kızın zorla evlendirilmesine göz yumdun, üstüne bir de her ay o şerefsize para yolladın." dedim öfkeden titreyen bedenimi belli etmemeye çalıştım, şükür ki sesim umduğumdan sert çıkmıştı.

 

O ise göz ucuyla Ayşe'ye bakıp tekrar bana odaklandı, kendini zor toplamış gibi etrafı gözden geçirip,

 

" Sen kimsin kadın? Kimden bahsediyorsun? Ben kimseye para falan yollamadım." dedi sıktığı dişlerinin arasından.

 

Korkacağım mı sandı çok bekler,

 

Üstüne bir adım daha attım aramızda ki mesafe iyice azaldı,

 

"Madem ağayım diyorsun, önce yaptıklarını kabul et. Yok sen yapmadın, adına iş yapılıyorken farkına varmadıysan da ağayım diye ortada gezme." dediğimde yıllardır içimi yakan koru dışarı atmanın ferahlığı vardı üzerimde.

 

Yüzüme öyle bakıyordu ki sanki tanıdığı birini arıyor ama o olmamı da istemiyor gibi...

 

Bir adım geri atıp uzaklaştı benden, boğazını temizleyip Derya ablaya odaklandı,

 

"Hanoğlulları bu burada bitmedi. Bu tokadın da hesabını soracağım size." dedi,

 

Derya abla,

 

"Boran Ağa'ya ve Devran Ağa'ya selamını ileteceğim. Eminim bu yaptığını duyunca onlarda seni görmek için can atacaktır. Yüreğin yetiyorsa Hanoğlu erkeklerinin karşısına çık. Yok yetmiyorsa biz kadınlar da senin hakkından gelebiliriz." dedi dalga geçer gibi. "Hadi kızlar, burda çok oyalandık." deyip güzellik salonuna doğru yürüdü. Bende peşine takıldım, Ayşe'nin geride kaldığını fark edip duraksadım fakat Murat,

 

"İçeri geç güzelim, ben siz çıkana kadar burdayım." Diyerek dimdik Karacahan Ağasının önünde dikildi.

 

Bunu Murat'a artı yazıp yürüdüğüm de,

 

"Yanlış insanların arkasında duruyorsun Murat dikkat et." Diyen Cihan ağa da çekip gitmişti.

 

 

 

 

 

Salon size kocaman 5000 kelimelik bir bölüm yani ki bölüm kadarcık bir bölüm...

 

Oy vermeyi yorum yapmayı ihmal etmeyin güzel arkadaşlarım, yorumlar bölülerin gelişini etkiliyor bilginiz olsun.

 

Siz yorum yaptıkça yazasım geliyo...

 

   

 

Loading...
0%