@zamansizim84
|
Merhaba arkadaşlar, Bölümler için bekletiyorum farkındayım ve inanın hızlı olmak istiyorum ama içime sinmeyen bir bölümü de atmak beni kötü hissettiriyor.
Hesna'yı çok seviyorsunuz farkındayım ama bu bölümü bir çok kişinin ağzından yazmak gerekecekti onun için benim dilimden anlatmaya çalışacağım.
Yazarın anlattımıyla,
Gönül isterdi ki Mardin dediğin zaman akla gelen ilk şey tarihi güzellikleri, eşsiz mutfağı olsun...
Fakat böyle olmadığını hepimiz biliyoruz, ilk akla gelen töre denilen ve akıl dışı bir şekilde ısrarla uygulanan tarihi geçmiş kanunları malesef ki...
Bu akıl dışı sahiplenişi en çok kırmak isteyen genç nesilken başarmak için istemenin ötesinde elini taşın altına koymak gerektiğini de hep beraber yaşayıp görecekti Mardin halkı...
Düğün kavramı her toplumda farklı anlam taşırsa da aşiretler mevzu bahis olunca bambaşka bir boyuta geçtiği aşikardı, Ülkü ve Mirza'nın hazırlanıp gitmek zorunda oldukları düğün de bunlardan biriydi.
Eşinin ait olduğu aileyi ve dahası aşireti benimsemeyen Ülkü için hayat her geçen gün daha da zorlaşırken bir de başına Derya hanım çıkmıştı.
Miran ve Canan'ın İstanbul'da oluşu, Narin'in eşini tek celsede boşaması Aladağ konağını ıssız bir değirmene çevirmişti.
Arjin hanımın en kaba tabirle süksesi sarsılmış, tamiri için Ülkü'ye ve Mirza'ya daha çok yüklenir olmuştu.
"Hazır mısın?" Diyerek kravatını son kez çekiştiren eşine eskisi kadar yakın olamamak ise en zoru.
"Hazırım Mirza... Koluna takıp güç gösterisi yapabilirsin, istersen dirseklerime kadar bilezik takıp biraz daha size uyum sağlayabilirim.
"Ülkü ne olur yine başlamayalım, bilezik falan takmanı isteyen yok. Sadece yanım da durup gülümsesen yeter bana. Neden bu kadar zorlaştırıyorsun?" Diyen adamın sesindeki bastırılmış isyan odayı soğuturken kadın komidinin üzerindeki sandığı açtı,
"Annem bunu elime tutuşturunca sadece gülümsemem yetmiyor demek ki diye düşündüm." Diyerek sandıkta ışıldayan bilezikler ve altın kemeri işaret etti.
Mirza ise arada kalmanın son demlerini yaşıyordu, Narin'in gidişiyle elinde kalan son gelinini istediği kalıba çekmeye çalışan annesi ve ölümüne direnen karısı...
"Benim aldığım pırlanta setini tak istersen bunlar sana göre değil, annemle ben konuşurum." Dediğinde alayla gülen Ülkü,
"Eminim çok etkili bir konuşma olur, sen onu ikna edeyim derken o seni ikna eder." deyip mini çantasını alarak kapıya yürüdü.
Mirza'yı beklemeden merdivenleri indiği sırada Arjin hanımın onaylamaz bakışlarını üzerinde hissediyordu. Peşi sıra gelen ayak sesleri ile Mirza'nın gelişini fark etsede beklemek için duraksamadı.
Bir dirhem altın takmadan üzerinde ki sade elbise ile ona meydan okuyan gelinine diyecek çok şeyi vardı ağa kızı, konak hanımı olan Arjin hanımın ama stratejik olmak zorundaydı Mirza'yı da kaybederse sırtını dayayacak tek kalesi kalmazdı,
"Ülkü, elbisen pek yakışmış kızım. Bununla o bilezikler hiç olmazmış. Kusura bakma eski kafa sizin kadar yakışığını bilemiyorum. Ben kimseden eksik kalma diye verdim altınlarını, ister tak ister harca senin sonuçta." dedi iyi niyet taşları döşeyerek.
Ülkü,
"Sağolun Arjin hanım ben böyle iyiyim, kimseden de eksik kalacağımı sanmıyorum." dedi dik tavrından ödün vermeyerek.
Annesinin kızım hitabına Arjin hanım diyen karısı ile iç geçirdi Mirza, Ülkü biraz politik olsa hiç sorunları kalmayacaktı halbuki.
Arjin hanım,
"Sen bilirsin tabii, şimdi ağa hanımları takar takıştırır, böyle ortamlarda gözler sizin üzerinizde olur eksik kalma diye dedim." diyerek oyununa devam ede dursun kızı görümcelik etmekten geri durmadı,
"Ay anne kim ne yapsın yengemi, milletin tek derdi Hanım ağa. Bu düğünde kimse Derya hanım ve Boran Ağa'dan gözünü de sözünü de çekmez." deyip göz ucuyla iyice sinir ettiğine emin yengesine baktı, "Kadın hem güzel, hem akıllı parmağında oynatıyor tüm aşireti, şimdi takıp takıştırıp Karacahanlara nispet salındıkça salınır."
Ülkü gözlerini devirdi ama artık alışmıştı bu kadının sürekli övülmesine, yok silah çekmiş, yok aşiret ağalarına meydan okumuş, kocasına çok aşıkmış ki işini gücünü onun için bırakmış.
Onun yapıp ettikleri Ülkü'nün başına dertti. Boran denilen adam zaten yıllarca depresyon halindeymiş kadının onu toparlaması marifet olmuştu. Ülkü, Mardin'de yaşayıp da bu düzene uyanları bir şekilde aklı aklasa da Derya denen kadına ayrı uyuz oluyordu.
Cingöz avukatın tekiydi belli ki, zengin konak, yakışıklı koca bulunca kaçırmamıştı. Yoksa insan aşk için işini gücünü bırakır mıydı?
Mirza'nın kardeşini uyardığını fark etsede umursamadı...
Diğer taraftan Karacahan konağında havalar hâlâ bozuktu, Hüseyin Karacahan arkasında durmayan büyük oğlu Bekir'e, Bekir sözünü dinlemeyen kardeşi Cihan'a kızgındı. Gülhan hanım ve Hesna bu soğuk havayı ne yapsalar kıramamış mecburen durumu kabullenmişlerdi.
Hesna zarif elbisesi içinde boynunda Anka kuşu kolyesi, bileğinde bilekliği parmağında evlilik yüzüğü ile sade ama dupduru güzelliğini ortaya çıkarmış Bekir'in hayran bakışları altında hafif bir makyaj ile güzel yüzüne renk katmıştı.
Aynadan kendini izleyen kocasının sıkıntılı bir nefes alıp bıraktığını duyunca aynanın önündeki pufundan kalkıp ona doğru yürüdü, yanına oturmaya niyetliyken kendini Bekir'in dizinde oturur bulduğunda kıkırdadı,
"Yada Bekir yavaş bak saçım bozulursa yapamam." Diyerek nazlandı.
"Ah gülüm tek derdimiz saçın olsun, sen her türlü güzelsin." deyip boynuna gömdüğü başıyla karısının kokusunu içine çekti.
"Senin canın niye sıkkın? Düğüne de gidesin yok belli." diyerek boynunda nefeslenen adamın saçlarını okşadı Hesna,
"Bütün aşiretler orda olacak Hesna, babamla Cihan'ın bir saçmalık yapması için bulunmaz fırsat." Dedi başını geri çekerken.
"Yok Bekir düğün yerinde de yapmazlar artık, başkasının mutlu gününü bozmaya ar eder insan." Dedi kendi naif kalbinin sesine uyarak.
"İnşallah güzelim de inan hiç gidesim yok. Sen de çok güzel oldun nazar olursun gitmeyelim biz." Dedi şansını deneyerek.
"Bekiiiir, ben hiç düğüne gitmedim merak ediyorum ama..." deyince adamın bıkkın ifadesi şefkatle değişti hemen,
"Hiç mi?" Diye sordu şaşkınlıkla.
"Yanii... Mahallede olan düğünlere kapıdan bakardım sayılır mı?" Deyince Bekir burukça gülümsedi. Hiç kıyamıyordu kucağında ki zarif kadına, bu kadar kırılarak büyütülmüş olmasına. Ne kadar çiçeklendirdim desede hergün yosun tutmuş bir köşesini keşfediyordu.
"Cık.." dedi "Sayılmaz."
Dudak büktüğünde Hesna küçük bir kız çocuğuna benziyordu. Bekir onun gibi bir kızı olsun ne çok isterdi...
"Hadi gidelim o zaman, meydan bir hanım ağa görsün." deyip karısını kucağından kaldırıp omzuna ince kabanı bıraktı,
"Derya hanım varken mi? Hiç sanmıyorum." dedi Hesna sahici bir hayranlıkla.
"Herkesin hanım ağası kendine güzel karım, benim için en güzel ve gözümün tek gördüğü sensin." Deyip Hesna'yı erimiş çikolata kıvamına getirdi.
"Yaaa..." dedi tatlı bir şımarışla "Bekiiiir..."
"Söyle Bekir'in canı " Deyip alnından öptü göz bebeğini.
"Öyle deme utanıyorum..."
Erkeksi küçük bir kahkaha attı adam,
"Utan diye söylüyorum gülüm, utanınca yanakların tam ısırmalık oluyor" deyip yanağına yönelince kıkırdayarak kaçtı Hesna.
Bekir hayaller ötesi bir adamdı, karısı olan kadının nasıl şükür edeceğini bilemeyeceği cinsten.
El ele indiler merdivenleri aşağıdaki huzursuzluğa inat bir huzurla.
Hep beraber salona geçildiğinde kendilerine ayrılan büyük masaya yerleştiler, üzerlerinde dolanan gözleri ve kulaktan kulağa Zelal'in yaptıklarını fosıldaşan insanları görmezden gelmek çok zordu. Özelikle Hüseyin Ağa ve Cihan için...
Yan masalarında ki Ülkü ile uzaktan selamlaştılar, Bekir'in Miran ile olan samimiyeti Mirza ile yoktu. İşin aslı Mirza'nın kimse ile samimiyeti yoktu. Yıllar önce okul için buralardan ayrılmış, dönüşü ancak Ülkü ile olmuştu.
Düğün başlamadığı için müzik sesinden çok insanların konuşmalarının uğultusu salona hakimdi. Uğultular birden azalıp bakışlar salonun girişine dönünce düğün sahipleri de kapıya koşturdu sessizliğin sebebi kısa zamanda kapıdan giren Bayram Ağa ve ailesi ile anlaşılır olduğunda tüm gözler onların üzerindeydi.
Dilber hanım, Türkan hanım ve Derya anlaşmışlar gibi siyahlar içinde ve şaşırtıcı şekilde sadeydiler.
Beklendiği gibi abartılı takılar gösterişli şallar yoktu. En dikkat çeken Derya boynundaki pırlanta kolyeydi.
Düğün sahiplerinin büyük taltifi ile Karacahanlara biraz uzak olmasına özen gösterilmiş masaya yerleştiler.
Bekar kızların gözleri şimdilerin taze bekarı Devran Ağa'nın üzerindeydi. Selma'nın gereksiz hırsları, özenle kurulmuş yuvayı yıkmaya acımamıştı.
Cihan'ın gözü aralarında Boran olmasına rağmen Devran ile şakalaşan kadına takıldı, bu nasıl bir özgüven yada nasıl bir arsızlıktı... Bu kadın ile ilgili kafasını bir türlü netleyemeyen adamın aklı karışıyordu.
Hüseyin ağa eski dostuna selam vermeye bile gerek duymazken, hanımlar birbirine ufak baş selamları vermişti.
Karacahanlarda durum böyleyken Aladağ masasında da konu Hanoğlullarıydı.
Arjin hanım Mardin şartlarında evde kalmasına ramak kalmış kızı için Devran'ı gözüne kestiredursun, Ülkü karşısınsa ki kadını hiç de umduğu gibi bulamamıştı.
Sadeliği göz göze geldiği herkese sunduğu zarif tebessümü, eşiyle ve kaynıyla olan şakalaşmaları hatta Kayınpederinin de arada onlara uyup gülümsemesi... Karşısında gerçekten aile olmuş bir Konak ahalisi vardı.
Ne üzerinde abartılı bir takı vardı, ne de aşırı bir davranışı... Sarıya çalan saçları, mavi gözlerini ortaya seren makyajı, uzun boyu ile Ülkü için tam bir ters köşeydi. Dahası Boran denilen adam da hiç depresif, pasif bir tipe benzemiyordu.
Dikkatleri dağıtan gelin damadın gelişi olurken, ikinci dans müziği ile Ülkü'nün beklenti dolu bakışları Mirza'ya döndü. Düğüne gelmiş olmanın tek güzel yanı dans etmek olsa gerekti. Aralarında ki gerginliğe inat kendisinden adım bekleyen karısını kırmadı, elini uzattığında masadaki onaylamaz sesleri duysalarda takılmadılar.
Mirza'nın "Derya ve Boran ile tanışmak ister misin?" demesiyle etrafta dolaşan bakışlarını eşine çevirdi Ülkü. Dudak büktü meraklı görünmemek için...
"Olabilir... O kadar övdüğünüz hanım ağanızın bizden fazlası neymiş görelim." Dediğinde karısının huyunu ezbere bilen adam gülümsedi,
"Geldiklerinden beri bakışlarını onların masasından çekmedin, merak ettiğin açık ama yine de kuyruğu dik tutmaya çalışıyorsun." Dedi.
Ülkü biraz daha sokulup kulağına birşey söylemek istediğinde ise kocasının açtığı mesafe ile şaşırdığını saklayamadı,
"Mardin'deyiz Ülkü!" Diye de uyarması ile Ülkü bozulduğunu belli etsede mesafesini korudu.
Başını yana çevirdi söyleyeceklerini yutmak için fakat gördüğü manzara daha da sinirini bozdu, karısının belini sıkıca kavrayıp mesafesizce göğsüne yaslamış bir Boran ağa ve sağ eli eşinin kalbi üzerine yerleşmiş sanki etrafta kimse yokmuş gibi aşık olduğu gözlere dalıp gitmiş bir Derya.
Birbirine aşkla bakıp kulaktan kulağa sohbet ederken hiç de Mardin'de olduklarının farkında durmuyorlardı. Etraftaki eleştiren gözler ve fıstılı edilen dedikoducu diller umurlarında bile değildi.
Morali iyiden iyiye düşen Ülkü dansı gönülsüzce devam ettirirken Hesna ve Bekir Ağa'nın da onlardan daha sıcak bir sohbet içinde dans ettiğini görünce kırılan kalbi daha çok sızladı.
Biten dans müziği ile Derya ve Boran salonun terasına yöneldiğinde Mirza,
"Gel seni tanıştırayım, belki buralara uyum sağlamanın bu kadar da zor olmadığına Derya hanım seni ikna eder." diyerek soğuk havaya rağmen terasa yürüdüğünde Ülkü kendinden çok Mirza'nın girmek zorunda kaldığı role adapte olamadığının bilincinde kocasının peşine takıldı.
Ülkü'den çok Mirza'nın birşeyler öğrenmesi gerekiyor gibiydi, her konak Aladağ konağı değildi belli ki. İnsanlar samimi sohbetler edip gözlerinin içi gülerek birbirine bakabiliyordu, kim ne düşünür demeden karısının elini tutup göğsüne saklamaya çekinmeyen Boran Ağa'nın varlığı Ülküye umut olmuştu.
Ne yazık ki terasa çıktıklarında buldukları manzara ikisinde aynı etkiyi uyandırmadı.
Ceketini karısının omuzlarına bırakıp centilmenliğini konuşturan Boran Ağa, tüm Mardin'e nam salmış hanım ağayı göğsüne saklamış dans ediyordu. Gözlerden uzağa kaçmış aşklarının tadını çıkarıyorlardı.
Mirza ise karmakarışıktı...
Mardin böyle bir yerdiyse niye yıllardır insanlara diretilen düzen uğruna bu topraklardan uzak tutulmuştu. Sen şehir hayatına alıştın buralarda yapamazsın deyip kendi ailesinden dışlanmış, abisi ile arasına yükseldikçe yükselen duvarlar örülmüştü. Öyle ki kardeşlik bağları pamuk ipliğinden halliceydi.
Şimdi ise Aladağ aşiretinin ağası sensin deyip yıllardır yaşadığı hayatı unutmasını isteyenlere anlayış göstermek için çabalarken karşısında karısı kollarında tüm düzeni arkasına atmış adam sinir bozucuydu. Tam da karısını birşeylere ikna etmeye çalışırken olacak iş miydi?
"Çok güzel değiller mi?" diyen Ülkü ile sıyrıldı daldığı kuyudan,
"Nesi güzel Ülkü? Liseli aşıklar gibi insanlardan köşe bucak uzaklaşıp koklaşacak yaşı geçmiş olmaları gerekirken hale bak!" dedi karısını gerisin geri içeri sürüklerken.
Salona girdikleri gibi elini kurtaran Ülkü,
"Senin için erken geçtiyse başkalarına kusur bulma Mirza Ağa, bırak aşkına sahip çıkan adamlar da bize umut olsun." deyip arkasında bıraktığı adama dönüp bakmadan çantasını alıp çıktı düğün salonundan.
Sebep oldukları tatsızlıktan bi haber Boran ve Derya dönüp masalarında ki yerlerini aldığında salonu halaylara eşlik eden zılgıt sesleri çınlatıyordu.
Karacahanlar ile aradaki soğuk savaş süre dursun Boran ve Devran damadın yanında halaya sahil olunca bu kez zılgıt sesleri tüm Mardin'i salladı. Yıllarca bu iki adamı birbirine düşürmek için ne oyunlar dönmüş ama Devran ve Boran amca çocuğu gibi değil abi kardeş gibi sırt sırta vermiş, hangisi tökezidiyse diğeri omuz verip kaldırmıştı.
Davul ve zurna tüm marifetlerini sergilemek için yanı başlarında çalarken hiç beklenmeyen birşey oldu, Bekir Karacahan halaya dahil oldu hemde tam Hanoğlu erkeklerinin arsına girerek. Boran ve Devran bu hamleyi memnuniyetle karşılayıp çocukluk arkadaşları olan adamla omuz omuza halay çekerken, yerinde hırsından deliren Hüseyin Karacahan ve küçük oğlundan habersiz değillerdi.
Bu apaçık ailesine meydan okumaydı ama Bekir hiç bir zaman korkak olmamıştı şimdi de haklıdan tarafa olmaya korkacak değildi.
Salonda hiç bir zaman korkak olmamış bir kadın vardı bu cesur hamleden cesaret alacak.
Derya Hanoğlu...
Hanım ağalığın hakkını vererek kendinden emin adımlarla Karacahan'ların masasına gelip Gülhan hanım ve Hesna ile sohbet etti ve peşi sıra Hesna'yı da alarak beylerin arasına halaya dahil oldu. Zılgıt sesleri tekrar koşarken Hüseyin Karacahan kendi hanesinin içinden gelen ihaneti sindirmeye çalışıyordu.
Bu kadın artık fazla olmuştu, hem de çok fazla...
Hüseyin Karacahan'ın kafasındaki tilkilerin kuyruğu birbirine dolana dursun halay bitmiş, Bekir ve Boran bir süre sohbet edip düşman çatlatıp masalarına dağılmışlardı.
Babalık yapamadığı hatta onu annesinin katili olarak gören oğluna hesap soracak gücü bulamayan adam hırsından intikam yeminleri ederken kendi kuyusunu kazacağını bilemeyecek kadar nefsinin kölesi olmuştu.
Aladağ masasında ise karısının peşinden gitmeyen Mirza doğruyu eğriye iyice karıştırmış, annesinin manipülasyonlarının farkına varamayacak kadar araftaydı...
Her masada ayrı bir mesele varken salonun kapısına koşturan ahali ile herkes birbirine baktı ne olduğunu anlamaya çalışarak, orkestra da gerilimi fark edip müziği durdurduğunda Boran'ın haykırışı duyuldu,
"Derya...!"
Merdivenlerden yuvarlanmış baygın kadına kimse dokunamadı ambulans geldiğinde Boran akıl sağlığını kaybetmiş gibi boş gözlerle olan biteni izliyordu.
Evet bir geçiş bölüm ü daha geldi... Diğer bölüm kimden olsun?
Hesna diyenler...
Ülkü diyenler...
Zelfi diyenler....
Oy vermeyi unutmayın arkadaşlar sizi seviyorum ❤️ 🥰 😍
|
0% |