@zamansizim84
|
Yorucu ve yoğun bir nöbet akşamında ilk doğumunu normal olarak gerçekleştirmek isteyen bir hastasının başındaydı Ülkü. Düşünmemek için çalışmak en iyi çareydi. Mirza çiçek yollamış, gelip dil dökmişse de Ülkü'nğn buzlarını eritememişti. Sonuç değişmedikçe sürecin değişmesi çok da anlam ifade etmiyordu.
'Burdan gidebilir miyiz?'
Cevap şaşırtmamıştı...HAYIR gidemeyiz Ülkü...
'Ayrı bir eve geçelim o zaman.' demişti son çare...
'Koca konak dururken mi? Hem sen evi otel niyetine kullanıyorsun, amacın ne Ülkü? Neden yokuşa sürüyorsun?'
Yokuşa sürmek, normalde çok yaptığı birşey olsa da çözüm aradığı halde bununla suçlanmak ağır gelmişti. Aralarında ki bağlar gittikçe zayıflarken, soğutmaya çalıştığı kalbi eski Mirza'nın aşkına sıkı sıkı sarılıp mantığını devre dışı bırakıyordu.
"Ülkü hanım acile bir hasta geldi altı haftalık gebe, sistemde sizin hastanız olarak görünüyor." diyen hemşire ile içindeki girdaptan sıyrıldı. Adımları acil servise ulaştığında sedyede Cenin pozisyonunda yatan Derya'nın halini görünce hızla ona ulaştı.
"Derya hanım iyi misiniz? Tam olarak nerede ağrınız?" dediğinde dudaklarını birbirine bastırmış olan kadın hafifçe araladı sıkıca kapattığı gözlerini.
"Kasıklarıma bıçak saplanıyor, nefesimi kesecek kadar şiddetli..." demesiyle yanımızda olduğunu yeni fark ettiğim Boran Ağa'nın ellerini saçlarına geçirerek öfke ve çaresizlikle kendi etrafında bir tur attığını gördü.
"Kanama yaşadınız mı?" diye sordu merakını geriye itip.
"Hayır... Bu geceye kadar çok iyiydim." dese de dişlerini sıkarak konuşuyordu.
"Kanama yoksa stresten kaynaklı olabilir Derya hanım lütfen derin nefes alıp vermeye çalışın." Deyip hemşireye döndü damaryolu açıp hamileliğe uygun dozda bir sakinleştirici eklemesi ile ilgili talimatlarını verip Boran Ağa'ya başı ile dışarıyı işaret ederek hastasının yanından ayrıldı.
"Bir anda bu kadar sancı çekmesi normal değil Boran bey, stres yapacağı birşeyler yaşamış olabilir mi?" diye sordu.
Karşısında ki adamın göz aklarında ki kızarıklıklar dikkatinden kaçmazken,
"Sorunlu bir dönem yaşamıştık doktor hanım, bu gece kötü anıları hatırladı ve zor tamir ettiğimiz herşey başa sardı." dedi dalgalanan gözlerini kaçırsa da Ülkü çoktan yakalamıştı bu ayrıntıyı. Boğazını temizleyip devam etti adam "Ailesinin yanına gitmek istiyor, durumu ona göre değerlendirseniz... Yola çıkmasında bir mâni yoksa eğer..."
Yarım cümleler, dile getirmesi bile can yakan gerçekler genç adamın nefesini kesiyor gibiydi.
Onların hali Ülkü'nün de canını yaktı... Birbirine aşkla bakan gözlerini görmese kadın için kurtuluş olacağını düşüneceği bu gidişe üzüldüğünü fark etti. Hatırlamadığı bir adamı bırakıp gitmemişti demek ki, peki ya şimdi gidecek miydi?
Ultrason muayenesinden sonra daha net konuşuruz Boran Bey." Diyebildi.
Neyse ki muayene de ufaklığın gayet inatçı olduğunu görüp rahat bir nefes vermişti, yakın zamana kadar hiç haz etmediği bu ikiliyle böylesi bağ kuruyor olasına kendi de şaşırsa da aşka inancını tazeleyen çiftin yanına döndü,
"Derya hanım stres ve gerginlikten uzak durmanız gerektiğini söylemiştim. Durumunuz tamamen kendinize çok yüklenmenizden kaynaklanmış. Bebeğiniz size geçtiğimiz hafta içinde daha iyi tutunmayı başarmış olmasa, bu krizi atlatamayabilirdik. Daha dikkatli olmanız lazım. Size rahatlamanız için serum desteği vereceğiz bu gece burda kalın sabaha durumu tekrar değerlendirelim." Deyip gerekli talimatları verdi.
Açıklığı artan hastasının doğumunu yaptırdı, bebeğini kucağına aldığı kutlu ana eşlik etti, tüm yorgunluğuna rağmen sabahı bekleyip Derya'nın odasının yolunu tuttu,
Odaya girdiğinde aralarında elle tutulur bir gerilim olan çift için üzülmek öte birşey yapamıyordu. Rutin kontrolülleri yaptıktan sonra,
"Hastamla yanlız kalabilir miyim?" diyerek Boran'ı dışarı çıkardığında kendisine merakla bakan maviler eşliğinde sandalyeye oturup bacak bacak üstüne attı,
"Dertleşmek ister misin?" deyip tüm samimiyetiyle gülümsedi. Derdi neyse anlayacağını hiç sanmıyordu ama şansını deneyecekti
"Derdimizin ne olduğunu hatırlasam çok faydalı bir aktivitite olabilirdi doktor hanım." diyen kadın düne göre daha iyi görünüyordu.
"Ülkü dersen sevinirim." dediğinde onu gülümseyerek onayladı. "O zaman ben anlatayım sen dinle olur mu?" Diye sorduğunda şaşırtmasına aldırmadan,
"Bir hafta öncesine kadar Mardin de en sinir olduğum kadın sendin." dediğin de kaşları havalandı.
"Sebep?" dedi şaşkınlığımı belli ederek.
"Eşim Mirza, Aladağ aşiretinden, biz aşık olup evlendik ama ben onların hayatına hiç uyum sağlayamadım. Ailesinin beklentilerini karşılayamadığım gibi buna gerek olduğunu hiç düşünmedim. Doğu görevim bitince burdan çekip gidecektik nasıl olsa." deyip histerik bir şekilde güldü.
" Konunun benimle alakasını hâlâ anlamadım. " dedi kafası zaten karışık olan Derya.
" Eşimin abisi bazı hatalar yaptı ve ona verilecek ağalık görevi Mirza'nın üzerine kaldı. Bana burdan çekip gideriz diye verdiği bütün sözler anlamsızlaştı. Burda olmaya mecbur bırakıldık." deyince ne diyeceğini bilemeyen Derya,
" Üzücü. "diye durum tespiti yaptı sadece. Ülkü ise esas söyleyeceklerine geçti,
" O günden sonra ise sürekli sen örnek verilir oldun, aşiretin sana olan desteği malum ama sen hatırlamıyorsun tabii " deyince ikisi de güldü.
" Sınıfın sevilmeyen örnek öğrencisi miydim? " diye soran kanına tebessüm etti.
"Sizi ilk defa senin düştüğün gece düğünde gördüm. Sandığımın aksine törelere uymak yada burdaki düzene tabi olmak gibi bir kaygın olmadığını o gece anladım." Dediğinde işte şimdi Derya'nın ilgisini çekecek noktadaydı.
"Nasıl bu kanıya vardın?" Demesi ise merakına delil.
Sandalye de geriye yaslandı,
"Eşin yani Boran Ağa, seni öyle güzel sahiplenmişti ki, o düğün salonundaki kimse umrunuz da değildi. Göz göze dans ettiniz herkes sizi izledi, dedikodunuzu yaptı. Kendince kınadı ama ses çıkaramadı. Dansın ardından terasa çıktığınız da Mirza fırsat bu fırsat deyip seninle tanışmam için beni de terasa sürükledi... " deyip sustu.
" Eeee tanıştık mı? Malum benim hafıza da hava boşluğu var." dedi espriye vurarak.
Başını burukça iki yana salladı Ülkü,
" Tanışmadık, terasa çıktığımızda Boran'ın ceketi senin üstünde birbirinize sarılmış dans ediyordunuz. Mirza da bu halinizi yadırgayınca bende ipler koptu, tartıştık. Aşık olduğum adam başka birine dönüşüyor ama ben engel olamıyorum Derya. Sen nasıl başarıyordun bilmeyi çok isterdim." Dedi tüm duvarlarını yıkarak.
Karşısında ki maviler tıpkı akşam Boran'ın bakışlarında olduğu gibi dalgalandı.
" Hatırlasam anlatırdım ama sözüm olsun Ülkü, yanlız söylediklerinden çıkardığım farkı benim değil de daha çok Boran'ın yarattığı. Burda ki düzene boyun eğen biri değil o." Dedi kalbini kıran eşine yine de hak perest olmaya çalışıyor gibiydi.
Kırgın olsa da, hatırlamasa da Boran'a tekrar aşık olduğu o kadar netti ki... Aklına kapı açmaktan geri durmadı Ülkü,
" Farkındayım, arada kötü bir döneminizde oldu, hatta Boran psikolojik destek aldı sen yokken. Sizi düğünde öyle görünce senin adına mutlu olmuştum. Umarım en kısa zamanda huzurlu mutlu günlerinizde dönersiniz." deyip elini tutup sıktı.
"Umarım" dedi umutsuz bir şekilde.
"Burda derdimi anlatacak bir arkadaşa çok ihtiyacım var, malum çevrem bu anlattıklarımı anlamaz, üstüne bir de beni yargılar. Şimdi sırası değil ama seninle dostluk kurmayı çok isterim." deyip hevesle gözlerine baktı. Nevşehir'e gidecek mi merak ediyordu.
" İnşallah hayatımı düzene sokabilirsem neden olmasın." diyerek gülümsediğinde en azından 'gideceğim' demediği için ümit var diye düşündü. Belki de tanımadığı için öylesine bir cevap vermişti.
Ülkü niyeyse Derya gitsin istemiyordu, sanki o giderse Mirza ile olan sonlarıda peşi sıra gelecek gibi...
Dışarı çıkınca bekleme koltuklarında Boran Ağa'yı gördü. Kulağında telefon olsa da gözü çıktığı odanın kapısında sağ bacağını senkronize bir şekilde sallarken gerginliği tüm hastaneyi sarmıştı.
Ülkü bir kaç adım ilerleyip adamla arsında bir boş sandalye bırakarak oturdu,
"Evet bir saat sonraki uçuş için kimlik bilgilerini yolluyorum size..." deyip dinledi "Evet Derya Hanoğlu, Teşekkür ederim."
Telefon kapandığında sessizlik sardı boş koridoru...
"Yola çıkmasında sakınca yok Boran Bey ama bence sizi bırakıp gitmeyecek." derken göz ucuyla baktı adama.
Buruk bir tebessüm ile,
"Nerden o kanıya vardınız Ülkü hocam?" dedi ümitsizlikle.
"Biraz sohbet ettik gideceğini dahi imâ etmedi, hatta arkadaş oluruz belki dedik... İki aşiret gelini" diteek şakaya vurdu Ülkü.
Güldü Boran ama gülmekten çok uzak ve kısacık bir nefeslikti gülüşü,
"O beni bir gece de terk etti, kendi ailesi bile konaktayken, kapıda korumalar varken, arabasının sesini dahi kimseye sezdirmeden alıp gitti." diyen adamı ağzı açık dinledi Ülkü. Bu kadar açık ve özel bir itiraf beklemiyordu ama devamı daha da şaşırttı,
"Kardeşi gördüğü bir arkadaşının yanında buldum ama ona da tek kelam derdini anlatmamıştı. Demem o ki gidecekse kimseye sezdirmez arkasında konuşulacak mevzu bırakmaz. Noktayı koyup gider..."
Yine sessiz kaldı ikiside, Ülkü mavi gözlerde Boran'a karşı kin görememişti. Daha çok ne hatırladıysa hayatına aldığı adama kakıştıramayan hazmedemeyen bir tarafı vardı. Tıpkı onun Mirza'ya yakıştıramadıkları gibi...
Bir totem yaptı içinde, önlüğünün cebinden kartını çıkarıp Boran'a uzattı,
" Derya hanım gitmezse beni haberdar eder misiniz?" Diye sordu.
Boran uzatılan kartı aldı,
"Umarım haklı çıkarsınız doktor hanım, yanılmayı ilk defa bu kadar çok istiyorum. Ve gitmezse ilk size haber vereceğim." deyince ufak bir tebessüm edip uzaklaştı ordan.
Derya giderse tamam, Derya kalırsa devam... Hayatının en saçma totemiydi ama içinden öyle gelmişti.
***********
Karacahanlar yıllardır otel işletmeciliği ve turizm üzerinden gelir sağlıyordu, tarlalar ve diğer işler Hüseyin Karacahan tarafından idare edilirken, Cihan mezun olduğundan beri oteller ondan sorulur olmuştu. Dahası babasının yetişemediği her yerde de gölgesi olmak zorundaydı. Abisinin üzerine almadığı her yük onun sırtına yüklenirken erken büyümek zorunda kalmış ve kimse de bunca işin altından nasıl kalktığı ile ilgilenmemişti.
Abisine sitem edemiyordu, hatta son sıralar yerinde olsam o konakta yaşamaya devam eder miydim diye sık sık kendini sorgular olmuştu. Zelal hapse düştüğünden beri Hesna'yı daha çok gözlemlemiş, temiz kalbine, kendini abi yerine koyma çabasına hayran kalmıştı. Babasının tavrına aldırmadan 'Cihan Abi' diyerek sayıp sevmesi içini ısıtmıştı.
Sanki Zelal yok ama ben varım der gibi...
Oturduğu sandalyede biraz geriye yaslandı Cihan, bir haftadır şehir şehir geziyor bir oteldeki sorunu çözmeden başka bir şehirden haber geliyordu. İncir çekirdeğini doldurmayan sebeplerle istifa eden müdürler, evrak eksikliği için yazılan milyonluk cezalar... Saçma bir olaylar silsilesi birbirini takip ederken düşünecek fırsat bulamaz olmuştu.
Geç saat ancak fırsat bulup oturduğu otelin teras cafesinde canlı müziğin tadını çıkarıp biraz kafa dinlemek istiyordu.
Tutamam ya nasıl gizledim? Ele sustum içime söyledim Gizli aşk bu hiç kimse duymasın Sapamam ya yolu özledim Hayal neymiş? rüya bir yana Seçemem ya seni özledim
Ah be hiç haberin yok Eş dost biz gama düşece'z Sen durma koy saki içece'z
Şarkının sözleri bam teline basarken Zelfi'nin dalga dalga saçları savrulup aklına dolandı yine...
'Tövbe' dedi... 'Tövbe de oğlum tövbe...'
Yasak... Haram... Günah... Ne kadar engel varsa aralarına koydu. Yutkundu zorla...
Gözü önündeki kahveden bara döndü, bir tövbe de ona çekti...
Azcık kafa dinlemek istiyordu ama gel gelelim, bu dert ve babası varken mümkün mü?
Çalan telefonun sesiyle ekranda babasının adı belirdi,
"Cihan Ağa çözdüm mü müdürün derdini?" Diyen adamın selamsız, hal hatır sormaz haline alışıktı aslında da yaş oturdukça bu halleri batar olmuştu.
"Çözdüm baba, daha doğrusu derdi de yokmuş ne demeye buraya kadar sürükledi beni anlamadım. Hatrı var dedin diye bu seferlik göz yumdum ama tekrarında karşımda durma şimdiden söylüyorum." Dedi bıkkınlıkla.
"Sen bilirsin Cihan Ağa çok canını sıktıysa şimdi de kapının önüne koyabilirsin."
Her zamanki Hüseyin Karacahan'dı işte kendi dediğine bile muhalefet... Derin bir iç çekti Cihan,
"Zelal nasıl? Avukat geçiştirip duruyor bana verdiği dosyadan birşey çıkmaz. Delil bile yok içinde ne zamana kadar tutacaklar içerde?" dedi içini kemiren kurtları serbest bırakarak.
"Avukat hanım tepe üstü düştü yakmanızdan da düşer dedim ama yok. Savcı hanımın da Devran'la arasından su sızmıyor, bugün konağa tanıştırmaya götürmüş. Doğan Ağa 'ben onların defterini düreceğim bekle dedi' sözüne itimat ettik bugün mahkemede içlerinden geçmiş Derya hanım." Dedi öfkesi içinde çığ gibi büyürken.
Cihan elini ensesine atıp sertçe sıktı,
"Baba bak bu iş sarpa sarıyor, ne yapacağız?" Dedi iç sıkıntısıyla.
"Derya hanımı teke tek yakalasak işin ciddiyetini anlar, birazda gözünü korkuturuz. Köpeksiz köy buldu, değneksiz dolaşıyor kadın... Bayram Ağa ağzının içine bakıyor, oğlanlar desen peşine pervane. Doğan'ı da tufaya düşürdüyse işimiz zor. Gözünü korkutmaktan başka çare kalmadı." diyen babasının fikri hoşuna girmese de başka çare yok gibiydi.
"Murat'tan başkasıyla evden bile çıkmıyor, korumalarda cabası nasıl tek yakalayacaksın?"
"Ben değil bizzat sen yakalayacaksın! Murat'a da Dünya para teklif ettim yönünü dönüp bakmadı, tatlılıkla anlamadı madem sıkarız bacağına... Kapıda ki itlerine güç yetiremeyeceksek boşa ağayız diye gezmeyelim." dediğinde Cihan'ın içi daha da sıkıldı.
"Adam sadık diye it olmuyor baba, öyle iki adam da bizim kapıya bulsan sırtımız yere gelmezdi. Kimseye de sıkmak yok, göz korkutacağız tamam ama ne kadına zarar gelecek ne de başkasına, korksunlar yeter. Kimsenin vebalini istemem..." Dedi net bir dille.
"İyi madem sabaha burda ol direk deponun yoluna geç, Boran bağ evine tek gitmiş. İlla ki karısı da peşine gider... Planı Kemal biliyor sen onlara uy yeter." deyip kapattığında Hüseyin Karacahan Kapadokya'dan kaç saate Mardin'e varacağını hesap etmemişti muhtemelen. Yada umrunda değildi, nasıl olsa Cihan bir yolunu bulurdu.
Önündeki soğuyan kahveyi tazeletip çabucak içtiğinde amacı bir an evvel yola çıkmaktı.
Öyle de yaptı doğan güneşe karşı tüm uykusuzluğuna rağmen saatlerce direksiyon salladı.
Nihayet Mardin'e vardığında babasının adamı Kemal ile buluştu. Kendi adamlarını bu ile karıştırmak istemiyordu zira kadın kaçıracak kadar düşmeyi hazmedebilmiş değildi.
Etrafında iki araba dolusu silahlı adamla bekliyor olmasınu abartılı bulsa da amaç korkutmak olunca prodüksiyon da kuvveli olmalıydı.
"Ağam haber geldi konaktan çıkmışlar, iki araba önde Muratla hanım ağa peşlerinde korumalar iki kişi. Korumaları yoldan çıkardık mı Murat'ın işi kolay." demesiyle ipleri eline almanın zamanı gelmiş geçiyordu.
"Babam size ne dediyse unutun, amaç korkutmak. Kimsenin kılına zarar gelmeyecek. Yoldan çıkarmadan önünü kesemezsek o zaman dediğini yaparsınız. Kadının da kılına zarar gelmeyecek, karşı koyacaktır sakın ölçüsüz kuvvet uygulamayın. Zaten bu iş içime sinmiyor, sözünden çıkana ben sıkarım haberiniz olsun." Dediğinde adamlar birbirine baktılar 'kimin dediğini dinleyeceğiz?' der gibi...
"Anlamayan varsa şimdi söylesin boşa mermi harcatmayın bana!" deyince.
"Emrin olur ağam." Dediler hep bir ağızdan.
Kendi arabasına binmeden Kemal'e döndü,
"Adamlarını iyice tembihle sen de benim arabamda olacaksın."
Başıyla onaylayıp arabaya binmesini bekledi Hüseyin Karacahan'ın emir eri Kemal. Peşi sıra da adamlara döndü,
"Cihan Ağa kadının hamile olduğunu bilmiyor, sakın biriniz ağzınızdan kaçırmasın. Bu plan patlarsa Hüseyin Ağa hepinizi ipe dizer." diyerek son uyarısını yaptığında içlerinden kafası çalışan biri,
"Kemal kadın gebe tüm Mardin biliyor, Bayram Ağa sağır sultana bile duyurdu. Bu işin sonunda Cihan Ağa bizi ipe de değil kurşuna dizecek. Dua et kadına birşey olmasın."
Gerginlikle elini ensesine attı adam,
"Ne yapalım Naci biri baba, biri oğlu birbirlerine sorsunlar hesabı. Ben de emir kuluyum, kaç gündür Cihan Ağa Mardin'e dönmesin diye kırk oyun döndürüyoruz. Olan biten ortaya saçılınca illa ki patlayacağız dua edin bize patlamasın." Deyip Cihan'ın arabasına geçti.
Az sonra onlardan habersiz yanlarından geçen iki arabanın peşine düştüler.
Korumaların olduğu arabayı sıkıştırmaya başladıklarında onları fark eden Murat gaza yüklendi.
Cihan yolun en dar yerinde sıkıştırdığı aracın yandaki tarlaya doğru kontrolü kaybedişini dişlerini sıkarak izledi. Şöför tecrübeli olsa gerek araç savrulsa da zarar görmeyecekleti şekilde durdurmayı başarmıştı. Derin bir nefes alıp bu kez Derya hanımın olduğu aracı yakalamak için hızını artırdı. Çok sürmeden de yakaladı bir süre önlü arkalı devam ettiler. Önlerine geçmek için kaç hamle yaptıysa Murat'tan da o kadar atak aldı. Ne yolu, ne de hanım ağasını vermeyeceğini biliyordu zaten.
"Bu durmaz ağam tekere sıkalım." diyen Kemal'e nasıl baktıysa adamın sesi anında kesildi.
"Belli ki eşkiyalıkta tecrübelisin Kemal, bir ara bu işleri nerde öğrendin konuşalım. Tekere sıkmak falan hayırdır, bu hızda giden arabayı takla attırıp bizi katil mi edeceksin?" diye çıkıştı.
"Ağam durmaz bu Murat'ı bilmiyor musun?" Diyerek kendini savunmaya çalışan adama cevap vereceği sırada en beklemeklemedikleri şey oldu. Murat önce hızını düşürdü, sonra ise sağa çekip durdu.
Bunu beklemeyen Cihan'ın kaşları çatılsa da Kemal duruma fazlaca memnundu.
Duran arabanın etrafını saracak şekilde durduklarında ard arda kapanan kapı seslerinin peşi sıra etrafını sardıkları arabadan ilk Murat indi, ellerini hafifçe havaya kaldırıp,
"Sıkmayın Cihan Ağam." dediğinde ise Cihan'ın çatık kaşları daha da çatıldı.
Derya hanım arabadan ağlayarak inerken bir yandan da canı pahasına onu korumaya çalışan çalışmış Murat'ta hakaret ediyordu,
"Sen kimsin de bizi satıyorsun, Boran bunun hesabını senden soracak Murat efendi!" diye bağırdı ağlayarak.
"Cihan Ağam, ben bu hakaretleri kaç aydır çekiyorum. Ekmek yediğim kapıya ihanet etmem ama daha fazla bu kadının beni ezmesine tahammülüm kalmadı. Erkek adamım gücüme gidiyor artık." dediğinde Derya hanım,
"Ne demek gücüne gidiyor, sana beni koru diye para veriliyor, sen beni elinle teslim ediyorsun. Seni ellerimle Bayram Ağa'nın önüne atmazsam bana da Derya demesinler." Derken kolunu tutan adamlardan kurtulmak için bir iki küçük hamle yapsa da Cihan daga büyük bir direnç ve meydan okuyan bir Derya beklediğinden şaşkındı ama çokta sorgulamadı. İşine gelirdi...
"Sana yanlış taraftasın demiştim Murat." Dedi sadece. Derya'yı kendi arabasının arka koltuğuna yanında Kemal ile oturtup önceden ayarlanmış depoya sürdü.
Boran'ı arayıp karısının elinde olduğunu söyledi, depoya çağırıp kapattı.
Arkada sakin ama kızarmış gözlerle yolu izleyen kadına değdi bakışları, korkmuştan çok temkinli gibiydi. Murat ile aralarında daha sağlam bir bağ olduğunu düşünmüştü fakat gördüğü kadarıyla birbirlerini çabuk harcamışlardı. Murat'ın aşık olduğu kadının Derya'nın uydusundan çıkmayan bir tip olduğu düşünülürse şimdiye kadar neden ses çıkarmadığını anlamış olmak zor değildi.
Depoya varınca bir sigara yaktı, Kemal'in elinde ki ipi alıp Murat'a uzattı,
"Bağla bakalım hanım ağanın ellerini, sakın zarar verme Boran ağayı üzmek istemeyiz." diyerek Deponun kapısını görecek şekilde sandalyeye yerleşti. Yanındaki küçük masada ki küllüğe külünü çırptı, Boran'ın yerinde olsa delirirdi muhtemelen. Kemal gelip yanına dikildi,
"Bu kadın dün mahkemede tüm Mardin'e rezil etmiş Boran Ağa'yı. Yarın aşiret toplanacakmış." Deyince bakışları ilk defa tepesinde dikilen adama döndü,
"Ne anlatıyorsun Kemal? Sadede gel." Diye çıkıştı. "Ölen karısı Doğan Ağa'nın oğlu Savaş ile aldatmış Boran ağayı..." Diyordu ki dışardan acı bir fren sesi duyuldu.
Kemal'e kapıyı işaret ederken,
"Murat gel tam arkamda dur!" dedi keyifle. Madem işin içinde ihanet vardı o da ordan yürüyecekti.
Açık olan kapıdan geldiğini gördüğü adama,
"Boran Ağa hoşgeldin." dedi sanki misafirini karşılar gibi... Sonra buz gibi bir sesle, "Üstünü arayın!" diye buyurdu kapıda ki adamlara.
Bir avuç ateşle gelir sandığı adam da gayet sakin görünüyordu, üstüne silaj dahi almadan karşısına dikilen Boran içeri iki adım atıp elleri bağlı karısını görünce,
"Uslu durdu avukat hanım sadece ellerini bağladık. Akıllı kadın kaçmaya falan çalışmadı." Diyerek dikkatini kendine çekmeye çalıştı Cihan ama faydası olmadı karı koca birbirlerine kilitlenmiş gibiydiler. O yana bir adım atan Boran ile Cihan da daha sert konuşması gerektiğini anladı,
"Dur bakalım Boran Ağa, gördüğün gibi avukat hanım iyi. Eğer burdan sağ salim çıkmak istiyorsan dediklerimi yapacaksınız."
Bakışları karısından güçlükle koparan adam yüzünü çevirir çevirmez Cihan'ın arkasında gördüğü Murat ile kurşun yemiş gibi sarsıldı, işte şimdi keyiflenmişti Cihan, elindeki sigara ile kafasını çevirip Murat'a baktı,
"Kapında ki adamlara iyi para vereceksin, iyi para vereceksin ki gözün arkada kalmadan karını emanet edebilesin. Murat kardeş de düğüne derneğe heves etmiş ama parası yetmemiş. Eee o sayede de bize gün doğdu, yoksa Derya hanımı bu kadar vukuatsız alamazdık." Diyerek hem yazdı hem oynadı ihaneten ihanete koşan Boran'a.
Murat'ın gözlerine bakarak,
" Sadakat insanın içinde olur Cihan, yoksa para, pul bahane. Benim Murat'a canımdan ötesini emanet ettim bunun bedeli yok." dediğinde Boran'ın sakin kalmakta zorlandığı belliydi.
"Bak o da doğru, sen daha iyi bilirsin ihanetin nasıl bir yılan olduğunu, koynundakine bile güvenemiyor insan." dedi can yakacağını bilerek.
Elleri yumruk olsa da diyeceklerini yuttu Boran, geriye dönüp hızla Derya'ya doğru bir kaç adım attı.
"Boran kal orda..." diyen Cihan'ı duymazdan gelmesiyle silahını çıkarıp havaya sıktı. Fakat Boran çoktan Derya'nın yanına ulaşmış ellerinde ki ipleri çözmeye başlamıştı.
"Boran şakam yok sıkarım kafanıza...!" diye kükredi bu kayıtsızlıklarına karşı.
"Hamile kadını alkoymandan anladım zaten şakan olmadığını, karımın yanında duruyorum diye vuracaksan vur. Burdayım, derdin neyse anlatırsın dinleriz." derken Derya'nın bileğindeki iplerden kurtulmuştu.
Kadın kolları kocasının boynuna doladığında Cihanda şuan duyduğu hamilelik haberini sindirmeye çalışıyordu. Hamile kadımı kaçırmışlardı, başı Kemal'e döndüğünde gözlerini kaçıran adam ile bildikleri halde bu yola çıktıklarını anladı. Bunun hesabını babasına soracaktı, ya birşey olsaydı bebeğe... Bu vebalden nasıl kurtulurdu?
O iç muhasebesini yaparken bunu fırsat bilen Derya planını çoktan Boran'a fısıldamıştı...
Kendini toparladı, en iyisi bilmediğini belli etmemekti, tüm Mardin biliyordu belki...
Buraya neden geldiklerini unutmamalıydı...
"Kime diyorum Boran Ağa, bir kadın için rezil oldun tüm Mardin'e hâlâ önünde diz çöküyorsun." Diyerek umursamaz görünmeye çalıştı,
Derya bir hışım ona döndüğünde biraz evvel zırıl zırnık ağlayan kadın değildi,
"Bana bak haddini bil, yoksa ben bildirmesini bilirim." diye diklendi.
Cihan bu haline şaşırsada çabuk toparlandı,
"Vay be avukat hanım, ağlayıp duruyordun, bak Boran Ağa geldi yine diklenir oldun."
Boran karısını arkasına aldı,
"Seni onun göz yaşıyla boğarım Cihan" dedi kararan gözleri ile.
Cihan, "Neyse sizin meseleniz sizi bağlar, ben kendi derdimi anlatayım. O davadan Zelal'i kurtaracaksın avukat hanım. Nasıl yaparsın bilmiyorum ama bacımı o deliğe soktuğun gibi çıkarmak da senin işin." diyerek esas derdini söyledi.
Derya güldü alay eder gibi,
"Bacın o deliğe suçlu olduğu için girdi. Hatta bu yolda seni de harcamaktan geri durmadı. Sen hâlâ onu aklamaya çalışıyorsun." deyip duraksadı. "Sen bana dua et, sayemde sevmediğin bir kadınla evlenmekten kurtuldun." Diye de devam etti.
Cihan ise inandırıldığı gerçeklerine sarıldı son kez olduğunu bilmeden,
"Benim bacım öldürmedi Elif'i, Şilan yapmış etmiş hepsini. Hem nasıl olsa biriyle evlenecek değil miyim? Ha Şilan olmuş, ha başkası... Ben aşka falan inanmam. Bacıma, anama, atama, töreme aşığım ben." dedi söylediğine kendi inanmazken...
Boran,
"Sizde ki aşk değil takıntı, Zelal'in bu kadar ileri gitmesin suçlusu sensin Cihan. Abi olup akıl vereceğine onun aklına uydun, eline oyuncak oldun." dedi elindeki silahı görmezden gelerek.
Bu pervasız suçlayıcı tavır Cihan'ı da çileden çıkardı.
"Asıl sen oyuncak oldun bu kadınların elinde, bak ikiside rezil etti seni Mardin'e. Zelal'in ahı yerde kalmadı, ben oldukça kendide hapiste olmayacak. Avukat karın ya bir yolunu bulur çıkarır onu yada burası hepimiz için yolun sonu." Dedi açık bir tehditle.
Derya öne geçti tek hamlede,
" Merak ediyorum Zelal de seni bu kadar seviyor mu? " dedi gözlerini kısıp.
Cihan'ın cevapta tereddütsüzdü,
" Ben onun için ne yapıyorsam o da benim için yapar. Bizim kardeşliğimizi sorgulamak sana düşmedi avukat hanım."
Avukat hanım dudak büktü bu dik duruş karşısında,
"Sen haklısın Cihan Ağa bana düşmez, kendine güveniyorsan bir ses kaydı var mahkemeye de sundum, onu dinleteyim sana. Hâlâ Zelal'in arkasında durursan ben de elimden geleni yaparım sözüm olsun."
Cihan'ın yüzü şüphe ile bulutlandı bir anlık,
"Kendime güvenmesem burda olmazdım avukat hanım." dedi yine de dik duruşundan ödün vermeyerek.
Derya masayı işaret ederek Cihan'a,
"Telefonumu verir misin?" dediğin de oyuna geldiğini fark etmeyecek kadar kafası karışmıştı Cihan'ın. Küçük masadan silahının yanındaki telefonu alıp onlara yaklaştı.
O arada Boran Derya'nın belinde saklı silahı aldı paltosunu siper ederek. Cihan telefonu Derya'ya uzattığında kolunu boynuna dolayıp silahı başına dayadı. Murat hızla kapıyı kapatıp, Kemal'in başına silahını doğrulttu.
Namlunun ucuna nasıl geldiğini anlamayan Cihan gözlerini Murat'a dikti.
"LAN!!! SEN BİZE OYUN MU OYNADIN?" diye kükredi tüm öfkesiyle,
Murat gözünü Kemal denen adamdan ayırmadan,
"Beni öldürsen de ağama ihanet etmem, Derya hanımı yanlız bırakmamak için sizden tarafa göründüm." dediğinde düştüğü tufanın farkına vardı ama çok geçti.
Telefonunu alan Derya aradığını çabuk bulmuş olacak ki kulaklara Zelal ile olan telefon konuşmasın ses kaydı dolmaya başladı.
Zelal, "Merhaba hanım ağam nasılsın?" diyordu keyifle...
Derya, "Hanım efendi kimi aradınız? Siz kimsiniz?" deyince
"Aaaa aşk olsun beni tanımadım mı?" Diye de sitem etti kayıttaki Zelal'in sesi.
"Kim olduğunuzu söylemezseniz telefonu kapatmak zorundayım."
"Zelal Karacahan ben, gerçi şimdilik Karacahan yakında Hanoğlu olacağım bende." Dedi tüm ö güveniyle.
Derya ise çok da takmamıştı söylenenleri,
"Yaaa öyle mi nasıl olacak o söylediğin çok merak ettim doğrusu?" Diyerek meydan okudu.
"Senin akıllı bir kadın olduğunu sanmıştım ama sen Elif'ten de aptalmışsın. İnsan Boran'ı bırakıp gider mi?" Diyen Zelal ise fazlaca ileri giderek Derya'nın ekmeğine yağ sürdüğünden habersizdi.
"Niye? Gitmesem beni de öldüreceksin, bence akıllıca bir hamle yaptım." Diyen kadının attığı oltayı boş çevirmeyen Zelal işlediği cinayeti keyifle kabullendi.
"Bak sen avukat hanım çözmüş cinayeti, yine de kalırsında savaşırız demiştim ama sen kaçmayı seçtin." Diyerek cahil cesaretini konuşturmaya da devam etti.
" Savaşmak için bile dengimi ararım ben, sen insanları zehirle öldürten kalleş bir düşmansın. Bütün planlarından haberim var üstüme kuma gelmeni bekleyecek değildim Zelal. Ama seni uyarayım Boran Berdeli kabul etmez, yani demem o ki hem Şilan'ı hem Cihan'ı tehlikeye atıyorsun." Dediğinde adının geçmesi ile son bir ümitle kardeşinin sesine odaklandı. Abisini savunsun şu kadının ağzının payını versin istedi,
Lakin olmadı karşıda güçlü bir kahkaha yükseldi. Cihan'ın bakışları ifadesiz olsa da omuzları düştü.
" Derya bu hayatta herkes aklınca yaşar. Onlarda aptal olup elimde oyuncak olmasalardı. Bak sen olacağı görüp kurtardın kendini." Dediğinde adamın içinde ki yıkımı tarif edecek söz yoktu.
Zelal'in kendine de Şilan'a da aptal deyip sarf ettiği sözler ile Cihan'ın gözleri kapandı, derin bir nefesle uğradığı hayal kırıklığını azaltmaya çalıştı belki de.
" Beni niye aradın Zelal, sonuçta bunların sohbetini etmek için doğru kişi değilim."
Konuşmanın devamında Zelal daha da arsızlaşıp Derya'yı tehditlere boğarken Cihan herkes aklınca yaşar sözünde takılıp kalmıştı.
Aptal diyordu yani...
Her sözüne kıymet verip kendini onun için ateşe atan abisine yani Cihan'a...
Herkes aklınca yaşar...
'Dedi oğlum abin dedi... Zelal'in aklına uyma arkanda durmam dedi...' Bekir akıllı bir adamdı Cihan geç olsa da anlamıştı ama ne fayda.
Derya, " Duyduğun gibi herşey çok açık Cihan Ağa, benim de bir ağabeyim, bir erkek kardeşim var. Seni anlamaya çalışıyorum ama senin kız kardeşini sevdiğin gibi, onların da göz bebeği benim. Ve sen namusuma bile laf etmekten çekinmedin." Diyerek sitem ettiğinde ne demek istediğini bile anlamadı.
Onun içinde namusuma laf ettin sözünün altındaki manayı çözemedi.
Cihan, Derya'nın yüzüne boş gözlerle baktı. Yaşadığı yıkım çok büyüktü. Hem bir yalana inandırılmış, hem de aptal yerine o konulmuştu. Öz be öz kız kardeşi tarafından silahların önüne atılmış ama yine de bir adım geri atmamıştı. Cihan kardeşini çok seven ama ağabeylik etmeyi yanlış yorumlamış biriydi.
Boran başından silahı çekmese başına dayalı bir silah olduğunun bile farkında değildi.
Boran karısının elinden tutup temkinli adımlarla kapıya yürüdüğünde Cihan'ın sesi geldi arkalarından,
"Emin çekilin yollarından, alıkoyduğunuz iki korumayı da serbest bırakın. Kimse Hanoğlullarına ilişmeyecek." dedi düz bir sesle.
Boran ise elini kaldırdı
"Eyvallah Cihan Ağa..." dedi çıkıp gitmeden önce.
Geride tüm inandıklarını temelinden sarsılmış bir Cihan bırakıp çıktılar depodan...
Evet arkadaşlar rüzgarın tersten esmeye başlayacağı bölümlere doğru geldik.
Cihan dağılacak, çünkü çok daha acı bir darbe onu bekliyor. Zelfi'nin başına gelenleri öğrendiğinde ki yıkımı söylemiyorum bile...
Ama inşallah herşey güzel olacak...
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın arkadaşlar sizi seviyorum ❤️ 🥰
|
0% |