
Döne hanım yine tüm memnuniyetsizliği ile oturduğu köşesinde kahvesini içerken Nazlı elindeki telefon ile meşguldü. Bu konakta dahası köy yerinde yapacak çok da bir faaliyet yoktu. Cemil'in vaktinden evvel salon kapısında belirmesiyle Nazlı ilgilenmese de,
"Oğlum... Hayır olsun bu vakit konakta ne işin var?" diyerek yerinde dikleşti Döne hanım.
Cemil karısının ilgisiz tavrına bozulsa da annesinin yanında belli etmedi,
"Mardin karışmış ana, yeni hanım ağa Doğan'ı mahkemede rezil etmiş. O da hırsını alamamış yarın aşireti topluyorlar." Diyerek bir çırpıda anlattı konunun özetini,
Döne hanım,
"Eee kadın başıyla çok sesi çıkar olmuştu, sesini kısmanın vakti gelise geçiyordu bile..." dedi duyduklarına memnun.
Nazlı ise hiç tanımasa da Derya hanım ile ilgili duydukları ümitlenmesine yetmişti,
"Dikkat edinde o aşiretin sesini kesmesin." diyerek ana oğlun muhabbetinin tadını kaçıracak çıkışını yaptı.
"Sen bu kafayla devam edersen senin de sonun yakın gelin hanım." Diyen kayınvalidesine göz devirdi.
"Ana..." Diyen Cemil'e de çıkıştı yaşlı kadın,
"Ne ana! İki kızla kurudun kaldın bu kadın yüzünden yakındır ağalıkta elinden alınır. Hüseyin Ağa arkanı ne zamana kadar kollayacak, aklını başına al Cemil." Deyip gözlerini Nazlı ya dikti, "Karına sözün geçmiyorsa, söz dinleyenini buluruz..."
"Bulmazsanız hatrım kalır Döne hanım, isterseniz bir değil iki kuma bulup getirin." diyerek rest çekti Nazlı.
"He razısın yani?" diyen kadın alaylı konuşuyordu, zaten derdi zoru Nazlı ve küçük kızı Duru'ydu.
Tek kaşını imayla kaldırdı Nazlı,
"Burda olmayacağım için razılığım da sorun değil, ben bu kapıdan çıkarım sizde istediğinizi alır baş tacı edersiniz." Diyerek gözlerini kocasına çevirdi, "Zaten dini nikahtan ötesi yok, Cemil Ağa'nın dilinin ucunda bizim evliliğimiz."
Yıllardır sıkıştığı arada bir kez daha kaldı Cemil, biri anası diğeri sevdiği...
Konuyu değiştirmek en iyisiydi,
"Bekir'in hanımı düşük yapmış hastanedelermiş." deyince Nazlı'nın içi sızladı. Hesna'nın Bekir Ağa'yı Duru ile oynarken nasıl izlediğini görmüş onlar için dualar etmişti. Kimsesiz bir kızcağız olduğunu biliyordu.
"Deme Cemil, ne zaman olmuş!" dedi konuştukları konuyu anında unutarak.
"Öğlen civarı olmuş diye duydum, Hüseyin Ağa'yı aradım ama açmadı, Bekir zaten muhatap olmaz bizimle..." Dedi karşı tarafı kendini beğenmiş bulduğunu ima ederek. Cihan'a da cesareti yoktu ama onu dillendiremedi, adına iş yapıldığı duyunca ebelerini öpecekti muhtemelen...
"Kalk gidelim hastaneye, Zelal de yok Gülhan annem perişan olmuştur." diyerek salondan çıkıp hızlı adımlarla odasına geçti.
Sıkıntılı bir nefesi içine çekti Cemil,
"Ana şu kuma mevzusunu açıp durma işgillendireceksin."
"İşgillense ne olcak, bakma sen onun kuyruk diktiğine iki kızı arkasına bırakıp gitmez, anası atası yüz çevirmiş kimin kapısına gidecek. Mecbur kırıp dizini oturacak, akıllı olup oğlan doğursaydı." Dedi pervasızca.
"Of ana of... İş açtın başıma ben birinin nazına dönemezken ikincisi neyimeydi?" diyerek iki elini dizlerine koyarak ayaklandı.
"Benim saf oğlum sen işini bilsen onlar seni nazlayacak. Bak Gülay bi gelsin buraya, nasıl kıskanıp peşine pervane olacak o Nazlı." diyerek iyice keyiflendi.
Kadın kadının yurduydu hani?
Annesinin sözlerine inanmak istedi Cemil ama adı gibi biliyordu bu konakta taş taş üstünde kalmayacaktı.
Salondan çıktığında paltosunu giymiş saçlarını at kuyruğu yapıp güzel güzünü ortaya çıkarmış Nazlı süzülerek indi merdivenleri,
"Ben hazırım çıkalım..." deyip telefonunu çantasına attı. "İkidir Cihan'ı arıyorum açmıyor." Diye de ekledi.
"Şu adama adıyla konuşma Nazlı o senin tanıdığın çocuk değil, koca aşiretin ağası..." diye çıkışan adama gamzeleri belli olacak kadar güldü Nazlı,
"Sanki çocukken kıskanmıyordun, ağa falan bahane sen hâlâ beni Cihan'dan kıskanıyorsun." dedi eşinin uyarısını ciddiye almayarak.
Cemil karısının ince beline doladı kolunu,
"Kıskanıyorum bir tek Cihan'dan da değil, tüm alemi Cihandan kıskanıyorum." diyerek boynuna gömdü başını.
Müptelası olduğu koku, bu ten...
"Cemil bana boş ilanı aşk etme resmi nikahım yoksa bende yokum, ancak kapımda yatarsın" diyen kadın ise kendine göre kararlı, Cemil'e göre zalimdi.
"Nazlı'm..." dese de kadın bu sözlere toktu.
"Ne Nazlı'm, ne nazımı çektin de içli içli Nazlım diyorsun. Ömrümde naz yapmadım, hoş yapsam da çekeni olmazdı. Ben hakkım olan nikahı istiyorum, yoksa bende yokum." deyip kızların odasına yürüdü,
"Gül..." deyip açtı kapıyı " Annecim, benim Gülhan annannenin yanında olmam lazım, belki bu gece gelmem kardeşin sana emanet, unutma annem bir tek sana emanet."
Onüçüne yeni basan kızı artık çoğu şeyin farkındaydı,
"Kardeşim bir tek bana emanet anne, aklın bizde kalmasın, değil mi Duru." deyince babasından çekinen ufaklık ablasının bacağına sarılıp kafasını salladı.
İkisinin de saçlarından öpüp adamı yok sayarak konağın çıkışına yürüdü Nazlı.
Cemil'de Gül'ün saçlarından öpüp,
"Birşey olursa ararsın babacım." deyip imrenen gözlerle onu seyreden Duru'yu es geçip karısının peşinden çıktı.
Sessiz bir yolculukla hastaneye geldiklerinde Hesna hâlâ baygındı, Gülhan hanım ve Bekir ise perişan.
"Bekir abi geçmiş olsun." diyebildi Nazlı. Mesafeli bir adamdı Bekir, özellikle Cemil'i sevmediği için hepsinden uzak dururdu. Kayınvalidesi Döne'nin sivri dilinin de bunda payı büyüktü tabii.
Başını salladı usulca, Gülhan hanım son kuvvetiyle kollarını kızım dediği Nazlı'ya sardı,
"Nazlı'm..." dedi titreyen sesi "Koruyamadım kızımı, hevesi gözünde kaldı. Nasıl mutluydu Nazlı... Nasıl seviniyordu..." deyince Bekir kalkıp çıktı odadan.
Boğazında ki yumru büyüdükçe büyüyordu Bekir'in. Hiç bir yere sığmıyor ama Hesna'nın yanından da ayrılamıyordu. Ne diyecekti karısına, uyanıpta bebeği sorunca ne diyecekti...
Daha beraber sevinemeden, üzülmek hak mıydı? Haberi olsa... Ah haberi olsa, bilse Hesna'nın içinde yeşeren bir umut var, bu kadar pervasız olur muydu?
Önce babasına, sonra Cihan'a soracak hesabı vardı.
Aklına Boran ve Derya hanım gelince, inşallah benim yaşadığım acıyla sınanmazlar diye dua etti...
O dakikalarda Ülkü'nün odasında bebeğinin kalp atışını heyecanla dinleyen çift bu duayı belki hiç bilmeyecekti.
Boran ve Derya dolan gözleri ile birbirine bakıp hızla çarpan minik kalbin sesini dinlerken, Ülkü içinde ki yıkıma inat onları gülümseyerek izledi,
"Korkunu ve endişeni bebeğini etkilemeyecek dozda tutmayı başarmışsın Derya, ufaklık sıkı sıkı bağlanmış sana... Bundan sonra hamileliğin tadını çıkar, aşermelerini kullan bolca naz yap." deyip göz kırptı hastasına. "Anne olmak bu kadar zahmetliyken, baba olmak da biraz eziyetli olmalı değil mi?"
"Onlar iyi olsunda nazları başım gözüm üstüne Ülkü hanım" Dedi Boran.
"İyiler merak etmeyin." Deyip rutin vitamin takviyelerini reçete ederek uğurladı onları...
Ellerindeki ultrason görüntüsüne bakarak ilerlerken karısını kolunun altına aldı Boran, üzerlerinde olan gözlere, kulaktan kulağa fısıldanan dedikodulara inat yapar gibi şakağından öpüp sarıldı sımsıkı...
Başını çevirince Mirza'nın peşleri sıra imrenerek onları izlediğini gördü, burukça gülümsedi. Ne hayallerle çıktıkları yol ayrılıkla bitiyordu. Sadece sevmek yetmiyordu demek ki...
Ülkü muayene odasına girip kapıyı kapatınca kendine ancak geldi Mirza, Boran'ın sözleri aklını karma karışık etmişti. Ülkü ile ilişkileri kör düğüm olmuş, ikiside biraz uğraşıp çözmeye çalışsada olmayınca kesip atmayı çözüm olarak bulmuşlardı.
Bir kapanan kapıya baktı, bir bütün sorunlara rağmen karısının elini bırakmayan Boran'a...
Cebinden telefonunu çıkarıp abisi Miran'ı aradı,
"Abi nasılsın? Canan ve bebek nasıl?" Diye sordu. Doğalı bir ayı geçsede, Canan hayati tehlihesi geçene kadar bebeğe isim konulmasına müsade etmiyordu. Abisi söylemese de zor bir ameliyat geçirip, hayati tehlihesi devam eden bir bebek dünyaya getiren, rahmi alınan kadının psikolojisinin iyi olmadığını biliyordu Mirza.
"Bildiğinden farklı birşey yok Mirza, Canan bedenen iyileşse de psikolojik olarak gidişatı iyi değil. İkna edebilirsem psikolojik destek alması lazım. Kızım tutunmaya çalışıyor ama doktorlar çok ümitli değil." diyerek durumu özetledi Miran.
"Kolay bir süreç atlatmadı, psikolojik destek iyi olabilir, istersen Ülkü de konuşsun Cananla."
Miran sessiz kaldı kısa bir an,
"Mirza ben burayı iyi kötü hallederim de sen orda iyi misin?" Diye sordu.
Değildi...
Hiç değildi hemde...
Sevdiği kadın ellerinden kayıp gidiyordu.
Anne babasının ondan ne beklediğine o kadar odaklanmıştı ki, karısının yaşam alanını nasıl daralttığını çok geç fark etmişti. Ailesinin çocukluktan gelen sevgisizliği birden tersine dönünce bocalayıp kalmıştı. Miran bununla baş etmeyi öğrenerek büyümüş, Mirza ise leyleğin yuvadan attığı yavruydu. Kiminle nasıl baş edeceğini bilmiyordu...
"Abi Ülkü ile ayrılma derecesine geldik, ben bu kadar işi bir arada yürütemiyorum. Annem bir yandan Ülkü bir yandan, aşiret ayrı kendi işlerim ayrı... Hiç birine yetemiyorım en çokda Ülkü'ye..." Diyerek içini döktü.
Dinledi Miran kendi de az cebelleşmemişti annesiyle, en son mutfakta ki telefon konuşmasına şahit olunca aralarında ipler kopmuştu,
"Sen hatayı en başından yapmışsın Mirza, en ihtiyacın olanı en uzağına atmışsın. Annem oyuncudur inanma, daha düne kadar Narin diyor başka birşey demiyordu. Duyuyorum şimdi kızıma mevlütler okutup göz yaşı döküyormuş. Madem o kadar anneydi çıkıp gelip lohusa kadına annelik etseydi ya, Narin'e nispet olsun diye yapıyor. Kimbilir senin arkandan Ülkü'ye neler diyor, o kız bizim oranın kadınları gibi bu fitnenin içinde büyümedi baş edemez." Dedi olayları kitap gibi okuyarak.
'Keşke sende anneni abin kadar tanısaydın' diyen Ülkü'nün sesi çınladı kulaklarında...
Vedalaşıp kapattılar telefonu.
Hastaneden çıkıp arabasına bindi ama kapıdan ayrılamadı, ne sevdiğin yanına gidebildi. Ne de bırakıp yoluna gidebildi Mirza...
************
Biri daha vardı olduğu yere çakılmış, önünde bir fincan kahve ile mavi bir dosya bulunan biri...
Cihan...
Okuduğu her cümlede ölmek isteyen Cihan, midesindeki bulantı boğazına dayanıyordu artık...
İnsan nasıl bu kadar zalim olurdu?
Kendi canından kardeşiydi bunları yaptıran...
Canım dediği, yoluna baş koyduğu...
Tırnağına taş değmesin diye uğraştığı bacısı...
Alnında bir damar çatlamak ister gibi atıyordu, beyni zonkluyor, kulakları uğulduyordu.
Bir değil, iki değil tam beş sene zulüm altında inlemiş Zelfi'yi düşündükçe, eti kemiğinden sıyrılacak kadar tiksindi kendinden, erkekliğinden...
Boş midesi tekrar çalkalanınca dosyayı güç bela katlayıp ceketinin iç cebine sokuşturduğu gibi sarsak adımlarla lavabo yazan yere ulaştı.
İçi dışına çıkana kadar boşalttı midesini ama içinde cehennem ateşinden bir kor vardı, yaktıkça yakıyordu.
Dizlerinin üzerine yığıldı, Zelfi'nin dalga dalga saçları gelip boğazına dolandı nefesini kesti...
Aptal mıydı?
Kesinlikle öyleydi...
Aptal az kalırdı hatta, beyninin varlığından bile şüphe etmek gerekirdi, bunca uyarıya yol gösterene kör kalabildiyse aklının köküne kadar...
Sövdükçe sövdü kendine...
Bakmaya kıyamadığına...
Senelerce...
Düşüncesinde bile tecavüzü kelimeleştiremezken, tamamlayamadığı cümleyi Zelfi kaç defa yaşamıştı...
Midesi tekrar bulandı ama başını zonklatan öğürmelerden öteye gidemedi...
Cebinde titreşip duran telefonda, Dünya da umrunda değildi. Sırtını pis temiz demeden duvara yasladı, akılsız başını duvarlara vurmak istiyordu...
Vurdu da, ölmek istercesine sert fayansa vurdu kafasını... Ölse de kurtulamazdı ki bu vicdan azabından yılan olur boynuna dolandırdı Zelfi'nin ahı...
Dakikalarca kaldı orada, garsonlar onu fark edip iki koluna girerek aşağı indirdiğinde boş bakışları ölüden farksızdı.
Açlık, uykusuzluk, ihanet ve derin bir üzüntü...
Bitikti Cihan...
Hem bedenen, hem ruhen bitik...
Ne yapacaktı...
Ne yapmalıydı...
Öyle yıkıp geçmeliydi ki hem kendini, hem babasını hem de bu işte en ufak katkısı olan her canı cayır cayır yakmalıydı.
Önüne bırakılan ayranın yarısını içti. Masaya bir tomar para bırakıp, taksi çağırmalarını isteyerek kalkıp soğuk havaya attı bedenini.
Abisine anlatması lazımdı, bir tek ona güvenilirdi. Bekir ağzını burnunu kırsa da yardım ederdi...
Telefonda ki hiçbir aramaya bakmadan Bekir'in adını bulup aradı,
çaldı... Çaldı...
Açan olmadı...
Cihan bilmiyordu ama Bekir'in yolları ona kapalıydı artık...
Nazlı'nın ısrarlı aramasından işgillenerek onu aradığında hastanede olduklarını ve Hesna'nın başına gelen olayı duydu. İçine bir yangın daha düştü sebebi olduğunu bilmeden...
Taksiye atlayıp hastanenin yolunu tuttu. Aynadan gördüğü kadarıyla Devran'ın yumruk attığı yanağında morluk kendini belli eder olmuştu ama umursamadı çok daha fazlasını hak ediyordu.
Hastanenin kapısında indi taksiden, kendisine dönen yadırgayıcı bakışları fark etti yine umursamadı, zaten saygı duyulmaya değecek bir adam da değildi...
Peşi sıra arabasından inen Mirza'yı fark etmeden içeri girip Nazlı'nın söylediği kata çıktığında Gülhan hanım,
"Cihan..." dedi ağlayan gözleri ve kısılan sesiyle oğluna yürüdü. "Oğlum..." dedi "Ne yaptın sen?" sitemden çok tükenmişlik vardı kadının sesinde.
Kaşları çatıldı Cihan'ın ama ne olduğunu anlamaya fırsat bulamadan Hesna'nın odasından Bekir çıktı.
Yeni uyanmıştı karısı, gözünün yaşını dindirmek için binbir dil dökmüş yine de şifa olamamıştı Hesna'nın hassas kalbine.
Tüm öfkesini kuşanarak odadan çıktığında karşısında Cihan'ı bulmayı beklemiyordu ama daha kötü bir zamanlama da olmazdı,
"Abi..." Deyip kendine yönelen adamın ne dağılmış halini fark etti, ne de moraran yüzünü yakasını kavradığı gibi çenesine geçirdi demirden sert yumruğunu.
Gülhan hanım acıyla feryat etti iki evladının haline...
"Senin abin yok!" dediğinde sesi kısıktı ama bağırsa bu kadar etkili olamazdı Bekir "Senin. Artık. Abin YOK!" diye tekrar ederek Cihan'ın kendini toplanmasına müsade etmeden bir yumruk daha indirdi yüzüne.
Haykırası vardı ama Hesna'nın duymasını istemiyordu, bir de Cihan için üzülürdü güzel kalpli kadını...
Sendeleyip sırtı duvara yaslanan kardeşine yaklaşıp iki kolunu bileklerinden kavrayıp göz hizasına kaldırdı,
"Bak ellerine, benim evladımın kanı senin ellerinde görüyor musun?" deyip hırsla savurdu tuttuğu bilekleri "Şimdi abi diyeceğine zamanında abi yerine koysaydın benimde hâlâ bir kardeşim olurdu." deyip işaret parmağını Cihan'ın acıyla kavrulan kalbinin üstüne bastırdı gözlerindeki tüm isyana inat fısıltıyla devam etti,
"Ne ben senin abinim, ne de sen benim kardeşimsin. Baban da sen de bir daha gözüme görünmeyin." deyip koridor boyu ilerleyip gözden kayboldu.
Cihan sırtını yasladığı duvarda, Nazlı eli ağzında, Gülhan hanım göz yaşlarıyla oldukları yerde kaldılar.
İlk şoku atlatan Nazlı oldu, boş gözlerle karşısında ki duvara bakan Cihan'a koştu.
"Gel ablam otur şöyle." deyip kolundan destek olmaya çalışarak yandaki sandalyeye düşürdü Cihan'ın buz kesmiş bedenini.
Ellerine baktı kan yoktu ama bir o kadar da vardı... Kendi yeğeninin kanı... Ama nasıl? Niye?
"Ne oldu Hesna'ya anne?" Diyebildi dilindeki bağı çözebildiğinde,
"Abin..." dedi ama duraksadı Gülhan hanım nasıl diyecekti baban silah çekti diye...
Nazlı da olayın aslını henüz bilmediğinden ikisinin arasında gitti geldi gözleri.
Derin bir nefes aldı Gülhan hanım ikisi kanından biri canından üç evladı vardı ama heder olmuşlar gibi hissediyordu. Zelal'e yanamadan Cihan'ın yaptıkları yenilir yutulur gibi değildi. Hüseyin Ağa'nın elinde heder olmuştu yıllardır emek verdiği ailesi,
"Sen babanın aklına nasıl uydun oğlum? Hamile kadını kaçırmak ne demek Cihan." dedi ilk olarak.
"Anne yemin ederim bilmiyordum Derya hanımın hamile olduğunu. Bilsem..." Deyip derin bir nefes çekmek istedi ama bedeni kabul etmedi ona bile hakkı yoktu sanki "Bilmesem de yapmamam lazımdı..." Diye tamamlandı cümlesini.
"Abin sana engel olmak isteyince baban silah çekti, yolundan çeviremeyince de havaya sıktı ama Hesna..." dedi devam edemedi.
Derya'nın karnında ki canı hiçe sayarken, kendi kanından torununun katili olmuştu Hüseyin Karacahan.
Ellerini kafasına vurdu hırsla Cihan,
"Allah benim belamı versin, Allah beni kahretsin..." diye tekrar ederek iki yumruğunu kafasına vuruyordu annesi ve Nazlı engel olamazken bileklerini bu kez daha kuvvetli bir el kavradı.
Mirza Aladağ...
Mirza yatılı liseye gönderilene iki yakın arkadaş olan ama araya yıllar girince uzaklaşan iki genç adam.
"Seni Allah gönderdi oğlum." diyerek minnetini dile getirdi Gülhan hanım.
Cihan ise hâlâ ellerindeki kana bakıyordu, nasıl çıkardı elinden bu kan... Bu vicdan azabı...
Hesna'nın abi, abi diyerek peşinde dolaşan masum yüzü gözünün önünden gitmiyordu. Zelal gittikten sonra daha da çırpınır olmuştu kardeş olabilmek için...
Eli ve dili durmuş olsada beyni devam ediyordu... Vicdanının yankısına sağır olamayacak kadar aklı başındaydı...
"Allah benim belamı versin..."
Sessiz bedduası beyninin her köşesinde yankılandı...
Evet bu bölüm acılara yürüdük doyamadık...
Diğer bölüm intikam ve aksiyon olsun değil mi?
Cihan yandığı kadar yakmazsa olmaz bence...
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum arkadaşlar... Yorum okudukça yazasım geliyor bunu unutmayın 😉
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 119.96k Okunma |
11.72k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |