34. Bölüm

32. Bölüm

Zaman Sızım
zamansizim84

Elinde ki araba anahtarını çevirerek keyifle konağın görkemli kapısından girdi Mirza, sanki kaybolduğu labirentte doğru yolu bilen, takip edeceği bir önder bulmuş gibi sıkı sıkı sarılmıştı Boran'ın açacağı yola.

 

İnce bir ıslık tutturup merdivenleri çıktı, şimdi kozları paylaşma zamanıydı. Her dediklerini yaptığı zaman, oğullarının etrafında uydu gibi dolanan anne babasının gerçek yüzünü görme zamanı...

 

Salona girdiğinde Arjin hanım başına yemenisini çatmış, bir eli tarlası yanmış köylü gibi başına destek olur halde, gösterişli koltuğun köşesine tünemişti.

 

"Mirza oğlum, ne yaptın sen?"deyip hemen ayaklandı.

 

Onun telaşlı haline inat ilk önüne gelen koltuğa yorgun bedenini bırakırken,

 

"Hoş buldum ana, iyiyim çok şükür sen nasılsın?" Dedi sanki söylenileni duymamış gibi.

 

Arjin hanım bir bocalasa da çabuk toparlandı,

 

"İyi olduğun keyfinden belli de biz iyi değiliz, o ne olacak?" Dedi çıkışarak.

 

"Niye iyi değilsin ki ana? Seni başını çatacak kadar kötü edecek bir şey olmadı." Dedi gamsızca.

 

Annesinin yeşil gözleri kısılırken,

 

"Babana Aşiret toplantısında meydan okumuşsun ya daha ne olsun? Bir de seni bırakıp gitmiş kadın için rest çekmişsin, değecek bir kadın olsa gam yemem." sona doğru sesi kısılsa da Mirza duydu duyacağını.

 

Büyük aptallık etmişti, olay annesine inanmak ya da Ülkü'ye inanmamak değildi. Karısı bazen öyle abartılı tepkiler verip, pireyi deve yapardı ki bunuda onlardan biri sanmış. Bıçağın kemiğe dayandığını görememişti.

 

"Değip değmediğine kim karar veriyor ana?" dedi ciddileşip öne çıkarken.

 

"Kucağına bebek vermeyen, ananı atanı saymayan, önüne bir kap yemek koymaktan aciz bir kadın için mi rezil ettin babanı?" diyerek eteğindeki taşları döktü Arjin hanım.

 

Ah... Mirza ah... Sen bu oyuna nasıl geldin? Ülkü'nün annesinin de etkisiyle karısını biraz olsun kendi gibi, evlilikleri için adım atmaya zorlamak isterken Arjin hanım krizi fırsata çevirmekte hiç zaman kaybetmemişti.

 

Tepkisinde haksız da bulmuyordu kendini, ayrı bir ev demek ıssızlık demekti. Ülkü'nün bırak ayrı bir eve, eşine zaman ayırmak, kendine bile ayıracak vakti yoktu ki. Ne blok nöbeti bitiyordu, ne de acil doğum çağrıları. Mirza ayrı bir evde bu yanlızlığa katlanamaz işler daha da sarpa sarardı.

 

Kendinden emin gözlerle ona. bakan annesine,

 

"Ben kimseyi rezil etmedim, babam toplantıyı adaletle yönetseydi rest çekmemiz gerekmezdi. Ayrıca Ülkü hakkında ki fikirlerinin değişmediğini öğrenmem güzel oldu. Kabul edelim ki iyi oyuncusun, bir ara beni bile inandırdın iyi kayınvalide~kötü gelin tiyatrona." deyince kaşları havalandı Arjin hanımın, köşeye sıkışınca eşine döndü destek istercesine.

 

Asım Aladağ ise hayatında bugün ki bir hezimet yaşayıp yaşamadığını sorguluyordu. Tam oğlunun iplerini eline aldığını sanarken, karımı alır giderim deyişi olacak iş değildi.

 

Fakat bildiğinden de şaşmak olmazdı,

 

"Boran bir eksik eteğin peşine takılmış, iyi~kötü, doğru~yanlış ayıramaz olmuş. Sizde önder diye başınıza onu geçirdiniz. E bu saatten sonra Derya hanım yönetir aşiretleri, altın gününe çevirirsiniz yılların töresini." dedi öfkeyle.

 

Mirza umutsuzlukla başını iki yana salladı,

 

"Kadın hepinizin içinden geçti Asım Aladağ, bunları orda deseydin ya. Bakalım duyacağına cevabın olacak mıydı?" Diye sordu alayla.

 

Diyemezdi, kadın gerçekten başa belaydı. Gel gör ki kabul etmeyi de erkekliğine yediremedi,

 

"Bayram Ağa'nın hatırına sustuk diye başka mana aramayın. Sizin gibi yeni yetmelerin aklı ermez." diyerek kuyruğu dik tuttu.

 

Nefesini burundan vererek güldü genç adam,

 

"Siz Bayram Ağa'nın hatrını çiğnemiyorsunuz o da gelininin dediğinden çıkmıyor. Demek ki hepimz aynı yoldayız." deyip başında dikilen annesine aldırmadan koltukta geriye yaslandı "Neyse konumuz bu değil, becerebilirsem Ülkü'nün gönlünü alıp geri getireceğim. Bundan sonra da ne istiyorsa nasıl istiyorsa öyle olacak." deyince yeni gelin hayalleri suya düşen Arjin hanım hemen atıldı,

 

"Oğlum yakandan düştü ne güzel, bırak tayin olup gitsin. Buralardan şanına yakışır bir kız alalım sana, bak nasıl peşine pervane olacak, mutlu edecek." Dedi çömelip oğlunun elini avucuna alarak.

 

Mirza önünde eğilmiş kadına üstten bakıp,

 

"Hazır değil mi anne, o kız da hazır bir ben bilmiyorum." deyip zarf attı annesine. Bu kadarını yapmış olamazdı. Fakat Arjin'in kaçırdığı gözleri cevap oldu "Kime söz verdin benim adıma?"

 

Eşinden medet umdu ama Asım Aladağ akıllı adamdı, en azından bu topa girilmeyeceğini bilecek kadar.

 

" Oğlum çok aşık sana mutlu olursun annem." Dedi 'iyi kalpli evladını düşünen anne' kartını oynayarak.

 

"Siz ağalık belasını başıma sarana kadar bana aşık kalbini bir gün kırmadığım bir karım, mutlu bir evliliğim vardı. Ne uğruna beni kendine çektin, bunca yıldır umrunda olmayan Mirza niye kıymete geçti?" Diye sordu cevabını bilse de.

 

"Oğlum o ne demek, abin çekti gitti bir sen kaldın. Sen de böyle etme." deyip kendini açık etti Arjin hanım.

 

Mirza'nın beklediği cevap da buydu,

 

"Anne anlat bakalım, Miran'ı nasıl kaçırdın da Mirza'ya kaldın? Onu anlat hele." deyince sertçe yutkundu Arjin.

 

Nasıl derdi göz boyamak için doğumuna mevlütler okutup adaklar dağıttığı torununa "kız değil mi ölse ne olur kalsa ne olur?" dediğini. Üstelik hem Miran hem de Ülkü yılanı duymuştu.

 

Sessizlik hepsine yetecek bir cevap oldu,

 

"Ülkü bu konağa dönerse ki pek ümidim yok. El üstünde tutacaksın, bir eğri bakışını, laf dokunduruşunu yakalarsam ya da Ülkü kendi evimize çıkalım ben burda rahat değilim derse. Son şansını da kaçırmış olursun Arjin hanım." deyip ayaklandı. "Kendime yeni düzen kuruyorum, yarın ustalar gelecek orta katta ki üç odayı birine bağlayacaklar haberiniz olsun."

 

Son diyeceğini de deyip çıktı kasvetli salondan, telefonuna gelen mesaj sesiyle çıktığı merdivenlerde duraksadı.

 

Ülkü'nün Asım bebekle oynayan videosu ilaç gibi gelmişti. Sabaha kadar özlemi giderecek, içten gülümseyen bir Ülkü vardı karşısında.

 

Geçen üç günde Aladağ konağında Mirza'nın yeni düzen kuruşunun sancıları yankılanırken, Hanoğlu konağında Dilber hanımın yokluğuna alışılmaya çalışıyordu. Derya ve Boran bir kaç gündür kendi evlerine gitmek yerine konakta ki odalarında kalıyorlar fakat havanın soğuk olması ve odalara avludan geçiliyor oluşu hamile bir kadın için fazlaca zorlayıcı olabiliyordu.

 

Üstelik Hesna'nın başına geleni duyduğundan beri Derya'nın içi hep buruktu,

 

"Boran, Hesna'ya geçmiş olsuna gitsek ya. Toparlanmıştır biraz, moral oluruz belki?" diyerek aklımdan geçeni kocasına açtı.

 

Odalarında ki L koltukta dizlerine uzanmış karısının saçlarını okşayan adamın da aklı Karacahanlardaydı,

 

"Benim gelmem uygun olmaz güzelim ama sen git mutlaka, hem konakta da değiller bize komşu olmuşlar. Sık sık görüşebilirsiniz, Gülhan teyze çok iyi kadındır. Sen de Bekir'in hanımını sevdin anladığım kadarıyla."

 

Derya biraz toparlanıp oturur hale geldi,

 

"Çok ağır bir imtihandan geçiyorlar Boran, Allah kimseyi evlatla sınamasın." derken eli farkında olmadan göbeğine gitmişti.

 

Boran'ın eli de Derya'nın elinin üstüne kapandı karısının sırtını göğsüne dayayıp çekirdek ailesini kolları arasına aldı,

 

"Amin cennetim..." dedi tüm kalbiyle. "Yarın evimize geçelim burda gir çık üşüteceksin diye aklım çıkıyor, ilaç da alamazsın hasta olsan."

 

Derya olduğu yere daha çok sokuldu,

 

"Babam iyi gibi, bizim kadar bile şaşırmadı annenin gidişine." deyince Boran burukça gülümsedi,

 

"Onlar hiç bir zaman bir olmadı ki Deryam, kalpleri hep birbirine uzaktı. Bu ayrılık ikisini de hafifletti, annemin sesi de daha keyifli geliyor. Zeynep ile konuştum 'Bilmesem annem gezmeye geldi sanırım, öyle keyifli' diyor."

 

Derin bir nefes aldı Derya,

 

"Allah o Doğan denen herifi sürüm sürüm süründürsün, kaç kişinin hayatını kendi hırsı uğruna mahvetmiş, daha da pişman değilim diyor. Şeytan diyor ki..." diye yükseldiğinde Boran'ın parmağını dudaklarında hissetti,

 

"Sen şeytana uyma güzelim, hamilesin negatif herşey uzak dursun benim karımdan." dedi.

 

Dudaklarında ki parmağa öpücük kondurdu Derya,

 

"Zelfi de bizimle gelsin diyorum, güvenlik anlamında sorun kalmadı sanırım."diye sordu kocasına.

 

"Hüseyin Karacahan'a tutuklama kararı çıktı, iki adamı da yaptığı ne pislik varsa anlatmış. Cihan da seni kaçırmaktan hapis... Tehlike arz edecek kimse kalmadı."

 

Derya yönünü kocasına döndü,

 

"Bende buna şaşkınım ya şikayetçi bile olmadık, ne demeye hapse atmışlar ki? İyi bir avukat beş dakikada çıkarır Cihan'ı." dedi içini kemiren kurdu açığa çıkarıp.

 

Karısının masmavi gözlerinde ki merhamet denizlerini gören Boran gülümsedi,

 

"İyi bir avukatları yok demek ki Derya hanım, herkes benim kadar şanslı değil." deyip burnunun ucuna bir öpücük kondurdu.

 

"Hım..." dedi Derya avukatlığının övülmesine hiç dayanamaz tereyağı gibi erirdi. Dışarıya pek çaktırmasa da Boran bunları bilecek kadar yakındı karısına "Çok mu şanslısın sen? Memnunsun yani hayatından?" Diyerek işve cilve moduna geçti.

 

Boran gamzeleri belli olacak kadar gülümsedi,

 

"Hiç bu kadar memnun olmamıştım avukat hanım, bir de senin küçük boyundan olsa böyle sarı saçlar, mavi gözler... Babacım, deyip peşimde dolaşsa..." Deyip alt dudağını dişleri arasına alıp başını iki yana sallayarak serbest bıraktı."Dünya da cenneti bulmuş bir adam olurum."

 

Karısının gözleri gülüşünde, gamzesin de, dudakların da dolaşıp gece rengi gözlerinde durdu,

 

"Boran... Ben bu hamilelik boyunca bir tek seni aşereceğim sanırım, Allah razı olsun Ülkü'den yasakları kaldırdı. Yoksa sen böyle yanımdayken sana kanamasaydım ne olacaktı benim halim?" Deyip cevap için aralanan dudakları kavradı.

 

Bu gelişi memnuniyetle karşılayan Boran'ın keyfi her biri başka dertler ile uğraşan Mardin ağalarını kıskandıracak kadar yerindeydi.

 

Ertesi sabah Zelfi ve Ayşe ile beraber kendi evlerinin yolunu tuttular.

 

Zelfi kendisine kurtuluş yolu açan Nazlı hanımın, Hesna'nın yanında olduğunu duyunca geçmiş olsuna giden Derya'nın peşine takıldı.

 

Nazlı o sabah yardım elini uzatmasa, güven verip umudunu kesmiş yüreğine bir umut ışığı yakmasa hâlâ aynı kabusun içinde debeleniyor olabilirdi Zelfi. Olanları her düşündüğünde olduğu gibi midesi bulanmaya başlayınca bahçe kapısından buyur edildikleri büyük eve verdi dikkatini, görkemli ama sıcak duruyordu. Aynı Derya ablasının evi gibi, evlerde sahiplerine mi benziyordu acaba? Hesna hanım nasıl biriydi ki? Yada Hüseyin Ağa'nın karısı Gülhan hanım.

 

Merak etme seni suçlamazlar diyerek aklına düşen kurtları def etmişti Derya ama kapı önüne gelince sindikleri yerden çıkmak için fırsat kollar oldular. Nasıl güzel karşılanan bilirdi ki? Kadının kızı, oğlu dahası kocası Zelfi yüzünden hapisteyken buraya ne akla hizmet gelmişti?

 

Zelfi aklında ki karmaşayı düzene sokmaya çalışırken evin kapısı da aralandı, ellilerini geçmiş olmasına rağmen güzelliğinden çok birşey kaybetmemiş Gülhan hanım gülümseyerek karşıladı onları.

 

Derya ablası, Gülhan hanım diyerek hitap etmese bu kadar güler yüzle misafirini kapı da karşılayan kadının evin hanım ağası olduğuna ihtimal vermezdi.

 

Kendisini de anne sıcaklığı ile karşılayıp Derya ablasından farklı muamele etmeyen kadın ile iyice şaşakaldı. Belki de kim olduğunu bilmiyordu da böyle sıcak davranıyordu.

 

Zelfi'nin kendi çok sesli düşünce korosu hem çalıp hem oynarken, buyur edilip koltuklara yerleşilmişti bile...

 

Derya,

 

"Gülhan hanım, çok geçmiş olsun. Ne diyeceğimi bilmiyorum inanın nasıl üzüldüğümü anlatamam, üç gündür durup durup Hesna'yı düşünüyorum." Deyince Gülhan hanımında yüzünde tutmaya çok çabaladığı belli olan gülümsemesi önce buruklaştı sonra söndü.

 

"Yandık kavrulduk Derya kızım, Bekir'im bilmiyordu daha sürpriz yapacak müjde verecekti. Sahip çıkamadım kızıma, onu da soldurdular gözümün içine baka baka... Allah çektirdiğini çekmeden canını almasın o Hüseyin Ağa'nın." Derken dolan gözlerini şalının ucuyla silip toparlandı hızlıca, "Sen de gebesin yavrum, kusura bakma acım taze tutamadım kendimi... Hamileyken biri bin gelir insana, üzülme sen imtihanı veren rabbim sabrını da verir elbet." derken böylesi hızlı toparlanıyor oluşu Zelfi'nin hayran bakışını kuvvetlendirdi.

 

Nasıl böyle güzel kalpli bir kadının Zelal gibi kızı olurdu? Aklına Cihan gelince onda kararsız kaldı, eskiden olsa onada sayar söverdi de son yaptıklarından sonra araftaydı.

 

"Sağlığı nasıl? Kolay bir şey atlatmadı?" diyerek sohbete devam eden Derya'ya,

 

"Bebek pek küçükmüş yavrum, anneye zarar vermemiş düşerken. Daha tutunmaya çalışırken nasibi kesilmiş torunumun. Sen de az badire atlatmadın Derya kızım yiyecek ekmeği olsa o da tutunurdu. Gençler daha, rabbimin hazinesi geniş bizimde hanemizi şeneltir inşallah."

 

Kadının metanetli duruşu karşısında,

 

"İnşallah..." Diyerek duasına ortakçı oldular.

 

O sırada merdivenlerden inen Nazlı ile Zelfi'nin gözleri kesişti, Nazlı tanısa da emin olamadı. Karşısında upuzun saçları sırtına dökülen, teni pırıl pırıl yanan kadınla o gün zorla konuşturğu gözlerinin feri solmuş kadın aynı kişi miydi?

 

Onların bakışması diğerlerinin de ilgisini çekerken uzun blr bir sessizlik salonu esir aldı. Nazlı gelip Zelfi'nin tam karşısında durduğunda ikisinin de gözlerinden birer damla yaş kurtulup yanaklarında ince bir yol izledi.

 

Sonun da sesini zor da olsa buldu Zelfi,

 

"Nazlı hanım." dedi çatallanan sesiyle "size teşekkür etmeye kelimelerim yetmiyor, bana öyle bir anda umut oldunuz ki..." Dedi daha söyleyecek çok şeyi vardı ama ağlamak istemiyordu.

 

Artık ağlamak istemiyordu.

 

Boğazında ki yumruyu zorla yolcu etti Nazlı, gülümsemeye çalıştı,

 

"Ben her kadının yapması gerekeni yaptım güzelim. İki kızım var, seni görüp de nasıl görmemiş gibi hayatıma devam ederdim." deyip Zelfi'nin dalga dalga dökülen saçlarına dokundu şevkatle. "Güneş gibi parlıyorsun, tam da olması gerektiği güzellikte." deyince genç kadının gözünden bir damla daha kurtuldu.

 

Gerçekten parlıyor muydu? Zelfi'ye sorsan bütün ışıkları sönmüş oyuncakları paslanmış bir lunapark gibiydi.

 

Nazlı ise onun içinde ki kıyameti okuyacak kadar görüp geçirmiş bir kadındı. Bir abla gibi kollarını doladı cehennemden çekip çıkarmak için günlerce uğraştığı kadına.

 

Merdivenlerde Hesna görünmese o da ağlamak üzereydi ama şakaya vurup ortamı toparlanayı tercih etti, Nazlı demek ağlanacak her olay da gülecek bir yer bulup dik durmak demekti. Adı Nazlı olup hiç nazlanmamış bir kadındı o.

 

Zelfi'nin kulağına fısıldadı,

 

"Güzel bir ağlama seansı yapsak ikimize de iyi gelirdi ama bu Hesna meydanı bize bırakmaz. Kaç gündür ağlıyor yolunu açmayalım olur mu güzelim." deyip bi adım geri çıkarak Zelfi'nin göz altlarını sildi.

 

"Az daha gelmesen görümceliğin gereğini yapacaktım Hesna..." deyip ortamı havasını değiştirdi.

 

Derya ile tanışıp hoş geldiniz dediği sırada Hesna da ortama dahil olmuştu.

 

Açık buğday saçları minik bir toka ile arkada toplamış, üzerine boyu dizlerinde, yeşil gözlerine uygun bir elbise giymiş nazenin bir çiçek gibiydi.

 

"Sen görümcelik yap Nazlı abla, başım gözüm üstüne." dedi günlerdir elini bırakmayan kadına.

 

"Bak anne inanmıyor görümcelik yapacağıma, çok şımartık biz bu gelini çok. Müsait zamanda iki doz Döne kadına maruz bırakalım da kendine gelsin." Dedi gülerek.

 

Zelfi dahil bahsedilenin kim olduğunu anlarken espiri Fransız kalan tek kişi gözlerini kısmış konuyu kavrama çalışan Derya'ydı.

 

Nazlı ona gülümseyerek sadece dudaklarını kıpırdattı,

 

"Kayınvalidem!"

 

Peşi sıra da dudaklarını ileri büzüp burnunu kıruştırdığında gözleri çizgi gibi kısılmıştı.

 

Onun bu hali hepsini tebessüm ettirdi. Hesna'yı yanı başına alan Derya geçmiş olsun dilekleri iletti. Günlerdir ağlamaktan küçülmüş gözlerine bakınca içi gitti.

 

Birbirine çok da tanıdık olmayan kadınlar güzel anlaşmış sohbet derinleşmişti ki Derya da o samimiyete güvenerek sormakta mahsur görmedi,

 

"Gülhan hanım haddim değil elbette ama biz Cihan'dan şikayetçi dahi olmadık. Bekir Ağa iyi bir avukat ile kardeşini hapisten kolayca çıkarabilir." Dedi.

 

Gülhan hanım ve Nazlı tedirginlikle göz göze geldi.

 

"Estafurullah Derya kızım..." demesine kalmadan Hesna'nın şaşkın sesi duyuldu,

 

"Abim hapiste mi?" Dedi Aralık kalan dudakları, büyümüş gözleri ile şok olduğu belliydi.

 

Gülhan hanım bu kez,

 

"Hesna'm..." dedi ama o sözü de yarım kaldı.

 

"Kaç gündür soruyorum, geçiştiyorsunuz. Geçmiş olsun demek için bile uğramayacak biri mi? Niye yalan söylediniz. Bekir'in gücü yetiyor madem niye garip gibi içerde bıraktınız." derken gözleri çoktan dolmuştu.

 

"Gülüm abisi de kızgın Cihan'a, biraz kafasını toplasın diye ellemedi. Bırakır mıyız hiç." Diyen de Nazlıydı. Bekir'e diyecek tek sözü yoktu ama içi içini yemişti kaç gündür. Cihan'ın yeri onda hep ayrıydı.

 

"O adamla içerde bırakınca mı kafasını toplayacak?" deyip Derya'ya döndü.

 

Sizi, bizi, hanımağalı falan boşverdi,

 

"Senin gücün yeter Derya abla, çıkar abimi. O kötü biri değil." derken bu kez göz yaşlarını Cihan için akıttı.

 

Bir kere gelmedi diye ne çok üzülmüş de ses edememişti. Suçluysa da Hüseyin Ağa denen o adamla aynı yerde olması kanına dokunuyordu.

 

"Ağlama güzelim, ben Boran ile konuşurum. Gerekirse kendim gider ifade veririm. Sen daha fazla üzülme yeter ki." Dedi güven veren sesiyle.

 

Tam o saatlerde Mirza, Cihan ile görüşmüş ama ne kadar dil döksede avukat tutmaya ikna edenememiş olarak geri dönüyordu. Kendini bu şekilde yakacağını bilse asla yanlız bırakmadı. Fakat aklını karıştıran başka birşey vardı, arkadaşının gözlerinde başka bir acı yer yapmıştı. Sanki o acı yıllardır ordaymış da artık saklamaya gücü yetmiyormuş gibi...

 

Bekir'i aramayı düşündü ama cesaret edemedi, adam çok kızgın bir o kadar da haklıydı. Miran abisi olsa belki bir şansı olurdu da Mirza'nın Bekir ile pek arkadaşlığı yoktu.

 

Boran'a dese, adam hamile karısını kaçıran Cihan'dan şikayetçi bile olmamıştı. Bundan fazlası yüzsüzlük olurdu.

 

Aklını kemiren kurtları bir kenara itip arabasını hastanenin önünde durdurdu. Yanında ki koltuğa bıraktığı Şakayık buketine bakarak iç çekti. Günlerdir evliliği için yeni bir başlangıç inşa etmeye çalışıyordu. Ülkü'nün istediği o iki göz odaları, kahve içecek bir çift berjerleri vardı artık. Hatta küçük bir mutfak, oturma odası ve kocaman bir giyinme odası da...

 

Ülkü yoktu ama...

 

Bir kere daha elini tutar mıydı Mirza'nın, onu son olaylara kadar bir kere incitmemiş kocasına verecek bir şansı daha olmalıydı. Mirza onun için yaşadığı şehri, emek emek kurduğu şirketi bırakmış asla dönmem dediği konağa dönmüştü. Sadece geçen çalkantılı dönemde bu konaktan ve içindekilerden neden nefret ettiğini unutup, ailesi ile yeni bir sayfa açmak istemişti. Fakat çocukken yatılı okullara atıp ilgilenmeyen ailesi, bu kez de verdikleri sahte ilginin altından evliliğinin temeline dinamit döşemiş dahası fitili de Mirza'ya ateşletmişlerdi.

 

Kurnazdı Arjin hanım, yıllarca oğlundan esirgediği anne şefkatini silah olarak kullanıp, gelinini saf dışı bırakmak için yalanlara, hatta başka bir kadının varlığına başvuracak kadar da belden aşağı oynuyordu.

 

Ülkü diğer kadın meselesini duyduysa işte o zaman Mirza defterini açılmamak üzere kapatırdı ki her kadın böyle yapmalıydı.

 

Aklında ki düşünceleri bir kenara itip elinde çiçek buketiyle indi arabasından, hastaneye girdiğinde ezbere bildiği yolu takip edip Çiğdem çiçeğinin odasına ilerledi.

 

Ülkü ise günlerdir Mirza'dan bir adım beklemiş ama umudunu uzun süre taze tutamamıştı, belki de restin kendisi ile ilgisi bile yoktu... İçinde kıpır kıpır eden kelebekler usulca durulup kozalarına çekilmişti. Mirza niye peşinden koşsundu ki... Bu evlilik için ne yapmıştı Ülkü, ne fedakarlığı vardı... Neyinden ödün vermişti... Hiç koskoca bir hiç... Belki ilk günden olanı biteni Mirza'ya anlatsa yaralarını bu kadar derinleşmeden saracaklardı.

 

Gelen iş teklifini bile doğru düzgün düşünememişti, Mirza evliliklerinden vazgeçtiyse Mardin'de iyi bir iş bulmanın ne anlamı vardı. Bilgisayar başında, eli klavyede aklı bambaşka yerlerde dikkatini toplamaya çalışıyordu, tıklanan kapı ile başını ekrandan çevirdi.

 

Görmeyi en çok istediği ama zerre beklemediği bir sima vardı karşısında Mirza...

 

Elinde en sevdiği çiçekten özenle seçilmiş bir buket, yorgun ama umut dolu gözlerle sızdı içeri.

Nefesini tuttuğunu, yutkunamadığını soluksuz kalınca ancak farketti Ülkü... Çok özlemişti, çok beklemişti, odaya dolan kokusuna bile hasretti.

 

Ama toparladı kendini, gelecekti madem kaç gündür neredeydi? Evden aşırdığı tişörtlerinde bile adamın kokusu kalmamıştı.

 

Boğazını küçük bir öksürük ile temizleyip kilitli kaldığı gözlerden çekti bakışlarını tekrar ekrana döndü,

 

"Hangi rüzgar attı sizi Mirza Ağa? Bu ziyareti neye borçluyuz?" Diye sordu gözünün sürekli çiçek buketine kaymasına engel olmaya çalışarak.

 

Cevap alamayınca el mecbur bakışları tekrar buluştu. Sırtını duvara yaslamış hayran bakışlar ile onu izleyen adamı görünce zar zor tekrar yutkunmaya çalıştı.

 

Bu kadar özlemiş, yolunu beklemişken tavırlı olmak çok zordu ama içini dökmeden de rahat edemeyecek kadar dolmuştu,

 

"Elinde çiçek yanlış adrestesin, en son hatırladığım annen senin için Civan Ağa'nın kızını ayarlıyordu. Gerçi şakayık sever mi bilmiyorum..." diyerek ilk mermiyi fırlattı.

 

Mirza korktuğunun başına geldiğini anladığında duruşunu dikleştirdi.

 

"Benim böyle bir işin içinde olacağıma gerçekten ihtimal veriyor musun? Ben sana, bize bunu yapar mıyım Ülkü." diye sorduğunda bakışlarının ağırlığıyla ezildi kadın.

 

Yapmazdı ama Mirza adına verilen sözlerden habersiz o kızın etrafında oluşunu sindiremiyordu Ülkü.

 

"Yapmazsın..." dedi itiraf ederek "Ben varken yapmazsın." Diye de ekledi. "Belki yanlış olan da bu, ben çıksam hayatınızdan, ailene kendi annene babası gibi davranacak bir gelin getirirsin. Boy boy çocuklar doğurup, işten geldiğinde giyinip süslenip aç mısın diyerek peşinde dolanacak bir karın olur." derkense söyledikleri ilk kendi boğazını yaktı.

 

Mirza sadece baktı Ülkü'nün gözlerine ne cevap verdi, ne de bunlar olmayacak diyerek onu yalanladı.

 

Hâlbuki kadın deli gibi duymak istiyordu, karşı çıksın 'bunlar önemli değil ben seni istiyorum' desin.

 

Tekrar bakışlarını kaçırıp ayağa kalktı,

 

Kapıya doğru adımlarken hayal kırıklığını belli etmemek için kuyruğu dik tutup devam etti,

 

"Sen de haklısın aslında, ben sana bakacağıma sen bana baktın bunca zaman. Yemek taşıdın, kapılarda bekledin. Ben senin için hiç bir fedakârlık yapmamışken, sen koskoca şirketi, İstanbul'da ki bütün düzenini arkada bıraktın. Bizim ilişkimizin terazisi baştan yanlış tarafa eğilmiş, önüne bir çorba koymamış kadına iyi bile sabrettin." dedi içini yaksa da kılıcının iki tarafını da keskin tuttu.

 

Mirza'nın eksiği suçu varsa onun da vardı. Belki en başından kredisini sınırsız sanmıştı, oysa Mirza'nın sabrının sınırı Ülkü'ye göre oldukça yüksekti. Kendisi bu kadar sabırlı ve anlayışlı olamazdı doğrusu...

 

Mirza ise karısını çok iyi tanıyordu, kılıcı çoğunlukla kendi için keser Mirza'ya içten içe minnet duysa da dile getirmezdi. Gerçekten yolun sonuna mı gelmişlerdi.

 

Ülkü'yü ilk gördüğü gün aklına geldi, baba tarafından kuzeni Salim'in evlendiği günün sabahı konağın avlusuna adeta fırlattığı kıza hakaretler yağdırdığını duyarak uyanmıştı. Ne olduğunu anlamak için en üst katta ki odasından başını avluya uzattığında şerefsizin,

 

"Kız değil bu, kaç kişinin artığı kimbilir." Diyerek kızı hırpalayışı ile kanı donmuştu.

 

Salim bilmiyordu ama Mirza onun erkekliğini kurtarmak için oynadığı bu oyunu ilk dakika da anlamıştı. İstanbul'da çok içip dilinin bağını kaybettiği gece hiç bir kadına karşı uyanmayan bedenini ağlayarak, Mardin'e dönmeyeceğini düşündüğü kuzenine anlatmıştı. Mirza sabahına onu yüzlemediği ve konu bir daha açılmadığı için sarhoşken anlattıklarının farkında bile değildi.

 

Farkında olmadığı birşey daha vardı, o da düğünden son dakika haberi olan Mirza'nın tüm geceyi yolda geçirip Mardin'e ulaştığıydı...

 

Mirza bu adam müsvettesinin böylesi küçüleceğini düşünmüyordu ama görünen o ki yanılmıştı. Kendini toparlayıp aşağı indiğinde avlunun ortasında ağlayan kızcağızın başına gelecekleri ön görüyordu.

 

Ya birine kuma verilecek yada karısı ölmüş kendinden yaşça çok büyük çocuklu bir adama dadı niyetine karılıkda ettirilecekti.

 

Herkes bir köşeye çekilmiş kızı ayıplayan fısıltı kazanları kaynatırken, emin adımlarla ilerleyip kızın kolunu kavradığında korkuyla kıvrılan cılız beden içini yaktı.

 

"Korkma benimle gel." Dediğinde başında dikilenin Salim olmadığını anlayan kız şaşkınlıkla kaldırdı başını, "Bir doktora gidelim bakalım sorun kimdeymiş?" Diye devam ettiğinde Salim kuduz bir köpek gibi üstüne atılsa da Mirza ondan önce yumruğunu çenesine indirmişti bile.

 

"Bırak karımı!" diyerek tekrar üstüne atılan adamı kolaylıkla savuşturdu Mirza,

 

"Ne karısı ulan, ne karısı şerefsiz! Kendi adını ak edeceksin diye bu kızı harcayacaksın öyle mi?" dediğinde Salim avludakilere göz gezdirdi hızlıca.

 

"Kes sesini!" Diyerek tısladığında artık çok geç olduğunu da biliyordu.

 

"Bu it sana dokundu mu?" diye sordu kıza usulca, kızın başını iki yana sallayıp gözlerini kaçırması ise son nokta olmuştu.

 

Soluğu hastanede aldıklarında kapının önünde koca bir kalabalık bu işin çözümünü bekliyordu.

 

Mirza hiç bir kadının bunu yaşamak zorunda kalmasını istemezdi ama bu bağnaz kitleyi de başka türlü ikna etmek mümkün değildi.

 

Onunla aynı fikirde biri daha vardı, odasından hışımla çıkıp bu gürültülü topluluğun ne derdi olduğunu sorgulayan Ülkü,

 

"Burası hastane bu kadar gürültü yapmanızın mantıklı bir açıklaması vardır umarım?" Diye önünde ki insanlara çıkıştığında Salim'in annesi gelini olan Ferda'yı ileri itti,

 

"Hele bak şu kıza doktor hanım, kendi kız değildir bir de oğluma iftira atıp kurtulmaya çalışıyor." Demesiyle Ülkü'nün çığrından çıkan öfkesi ile çarpıştı,

 

"Siz kim oluyorsunuz da bir kadına bu kadar insanın içinde bu şekilde davranıyorsunuz." Diye başlayan sonrasında kapıda ki herkesi tek tek paylayıp Ferda'la odasına girmesi ile son bulan büyük bir kaos başladı.

 

Beş dakika kadar sonra odadan çıktığında gözleri ateş saçıyordu. Etrafta bu işte ki damat adayını arayan bakışında ki ateş Mirza'yı buldu,

 

"Sen misin kocası olacak Şerefs-" Diyemeden kaşlarını çattı Mirza,

 

"Doktor hanım sinirinizi anlıyorum ama doğru hedefe ulaşmadan harcamayın." Dedi onun gibi kaşlarını çatarak. Ülkü'nün kaşları havalandı karşında ki adamın yakışıklı yüzünü istemsizce süzdü.

 

Aynı anlarda Mirza da bu kadar güzel bir kadının böylesi cesaret ile bu topraklarda çok barınamayacağını düşünüyordu.

 

Anlamsızca uzayan bakışmayı Salim başına geleceği bilmeden öne çıkan adımı böldü,

 

"Yaptın mı muayenesini doktor hanım." deyip belindeki silah görünecek şekilde ceketini geri itip, elini beline koydu imalı bir bakışla Ülkü'ye yaklaştı "Dediğim gibi değil mi?" Diyerek tehditkar şekilde aralarında mesafeyi azalttığında Mirza müdahale edecek oldu fakat Ülkü'nün elini göğsüne dayayıp durdurmasını hiç mi hiç beklemiyordu. Ondandır ki bir anlık duraksadığında duydukları ile iyice şaşırdı.

 

Ülkü Mirza'yı durdurup onu tehdit eden şerefsize aynı tehditkar ifade ile baktı,

 

"Kızımızın muayenesi bitti, kendisi el değmemiş bir çiçek fakat sizde durum aynı değil galiba" deyip gözleri ile kasıklarını işaret ederek "Kuş ötmüyor mu?" Dediğinde sesi koridorda ki herkesin duyacağı kadar yüksekti.

 

Salim'in ateş saçan gözlerinden zerre korkmadan devam etti,

 

"Boş kaleye gol atamayan sensin birde kızı suçlu çıkarıp, erkeklik taslayacaksın öyle mi? Önce sen git erkekliğini ispat eder bir rapor getir."deyince Silahına davranan adamın erkekliği bundan ibaretti işte. Savunmasız bir kadına silah çekmek.

 

Fakat Ülkü ne korktu, ne geri çekildi, silaha manalı bir bakış atıp,

 

"O elinde ki rapor değil, senin erkek olmadığının kanıtı." diyerek ateşe körükle gitmeye devam etti.

 

Salim dişlerini sıkarken Mirza tek hamlede elimdeki silahı alıp adamı karşı duvara çarptı.

 

Dişinin arasından tıklayarak,

 

"Burdan hemen def olup gitmezsen, İstanbul'da olup biten her şeyi anlatırım. Bir daha bu kızın adını anmayacaksın, doktordan da uzak dur!" Diyerek ikisinin duyacağı şekilde konuştu.

 

Karşısında ki arsızın zorlukla yutkunduğuna şahit olduğunda yakasını bıraktı.

 

Önce Salim, peşi sıra da aradığını bulamamış ahali kayboldu hastane koridorundan, Mirza kaldı bir başına aklında Ferda için yapılacaklar listesi, kalbinde doktor hanımı gördü göreli kafasını karıştıran bir kıpırtı.

 

Mirza'yı bugüne döndüren Ülkü'nün aralarındaki mesafeyi kapatması oldu,

 

"Herşey için teşekkür ederim, sen olmasan aşka inanmadan, sevip sevilmeden ölüp gidecektim. Bırakalım da aklımızda güzel anılar kalsın daha fazla yıpratmayalım birbirinizi" diyen kadın ne kadar da haklıydı. Mirza'nın Ülkü'nün duvarlarını yıkması hiç kolay olmamıştı, elinde ki çiçek buketleri ile kaç defa hastane çıkışında beklemiş ondan tarafa dönmeden çekip giden kadın göz ucuyla bile yüzüne bakmamıştı.

 

İkisini çok farklı insanlar olsalar da en önemli ortak noktaları inatlarıydı. Ve Ülkü'nün inadını aşan Mirza olmuştu,

 

"Daha ne kadar elinde çiçekle burada bekleyeceksin?" diyerek ilk adımı tersleyerek de olsa atmış,

 

"Yakında elim boş olacak onun için bu çiçekleri kabul etsen iyi edersin. Biraz daha beni kapında süründürürsen, işini cesur bir kadın için batırmış bir adamla muhatap olacaksın. Kabul edersin ki işsiz biri için şakayık buketi almak biraz lüks bir jest." Derken yüzünde hoş bir tebessüm, sözlerinde gerçeğin mizaha sarılmış hali vardı.

 

İkisi de aynı anı hatırlamış olacak ki gözleri Mirza'nın elinde bukete düştü,

 

"İş batıracak kadar kapımda beklediğine değsin isterdim, çok üzgünüm." diyen kadının sesinde ki sitem Mirza'nın içini deldi geçti.

 

Elindeki bukete aldırmadan karısının bedenini kendine çekip aralarında ki mesafeyi sıfırlayan Mirza'ya karşı koymayan narin beden cesaret verdi,

 

"Değmedi mi?" diye sordu Mirza, ilk tufanda yıkılmak için fazla sağlam bir aşk inşa etmişlerdi.

 

Zorla yutkundu Ülkü,

 

"Değdi mi?" diye sordu ikna edilmek için çırpınan kalbine inat,

 

Mirza'nın bedenini saran kolu biraz daha sıkılaştı,

 

"Senle olan her an, her saniye ömre bedeldi Ülkü. Ben senin bencillik diye kendine yapıştırdığın etiketin nedenini bilecek kadar seni tanıyorum. Sen de benim ailem sandığım insanlara niye bir şans vermek istediğimi biliyorsun. Biz birbirimizin yaralarına ne zaman kör olduk esas o zaman kaybettik. Yine beraber saralım yaralarımızı, yarayı açandan medet umacak kadar aptal bu adama bir şans daha ver olmaz mı?" dediğinde Ülkü ile nefesleri karışır haldeydi.

 

En güzel cevap hasret kaldığı dudaklara kavuşmak değil miydi? Ülkü'de öyle yaptı, günlerdir hasretiyle yandığı dudaklara kavuştu. En güzel şekilde kabul edilip, zevkle ağırlandı.

 

 

Oyyy ne uzun bölüm oldu, keseyim dedikçe yazasım geldi. Fırsatım olsa hergün yeni bölüm atacak bir yazma isteğim var ama kullanıcı adım gibi zamansızım a dostlar...

Oy vermeyi ve bol yorum yapmayı unutmayın.

 

Ben hemen yeni bölüme başlıyayım da Cihan'ım daha fazla oralarda kalmasın.

 

Zelfi'nin de az az aklını karıştıralım...

 

Eeee var mı başka güzel fikriniz kime ne olsun?

 

 

Bölüm : 21.12.2024 13:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...