35. Bölüm

33. Bölüm

Zaman Sızım
zamansizim84

Bekir hızlı adımlarla yeni evinin yolunu tuttu, Hesna bugün biraz daha iyi diyerek, babası ve kardeşinin yokluğunda başına yıkılan bir Dünya sıkıntılı ile nasıl çözüm bulacağının derdine düşmüştü. Gel gör ki öğleden sonra sesini duymak için aradığı karısı telefonu açmadı, merak içinde annesini arayınca da Cihan'ın durumunu öğrendiği için tepkili olduğunu anlamış oldu.

 

İşin aslı bugün güvendiği bir avukatı kardeşine yollamış ama vekâletini vermeye ikna edememişti. Cihan'ın büyük yıkılacağını biliyordu ama bu kadarını Bekir de beklemiyordu. Sanki Dünya'dan elini eteğini çekmiş gibi...

 

Eve girer girmez annesi karşıladı,

 

"Kimden öğrendi anne?" deyince,

 

"Derya hanım kızım, şikayetçi olmadık aslında kolayca çıkabilir falan deyince iyice sana bilendi Hesna. Abimin ne suçu var bilmiyormuş diye ağlıyor kaç saattir." Diyerek durumu hızlıca özetleyen annesine minnetle baktı,

 

"Tamam annem, ben gönlünü alırım üzülme sen." deyip merdivenlere yöneldi.

 

Derya hanıma da akıl sır erdiremiyordu. Hesna'nın yerinde o da olabilirdi, nasıl bunu görmezden geliyordu. Peşinde silahlı adamlar varken plan kurup Cihan'ı mort ettiğini, daha az önce en iyi adamı Cengiz'den öğrenmişti. Tabii o da aralarından su sızmayan Murat'tan alıyordu bilgiyi. İlginç bir kadındı, dahası aşiret toplantısında ki dik hali Mardin kadını için çok önemli bir adımdı. Kendini harcayacak adamları tek kalemde harcaması, Hesna'nın ona hayranlığını daha da artırmıştı.

 

Odalarının kapısına geldiğinde kilitli olduğunu farkedince durumun sandığında ciddi olduğunu anladı.

 

Bu Cihan'da şeytan tüyü vardı, yoksa karısının abi deyip dilinden düşürmediği adamı, Nazlı'nın da kardeşim diyerek dilinden düşürmüyor olmasının başka bir açıklaması olamazdı.

 

"Hesna'm..." dedi kapıyı tıklayarak ama ses veren olmadı,

 

"Beni kapı önüne attın demek küçük hanım? O abin çıkınca bunun hesabını ona soracağım haberin olsun." diyince,

 

"Hiç üste çıkma Bekir Ağa, abimi içerde sen bırakmışsın. Kal kapılarda kimsesiz gibi de aklın başına gelsin?" diyerek belki de evlilikleri boyunca ilk defa kocasına rest çekti Hesna.

 

Şaşkınlıkla kaşları havalandı adamın bunca aylık evlikiğinde ilk tribini Cihan yüzünden mi yemişti yani. Kesin burnundan getirecekti o kıt akıllı kardeşinin.

 

"Gülüm bırakır mıyım hiç, avukat yolladım. Vekaletini vermedi o abin, elimi kolu bağladı ne yapabilirim." diyerek karısını yumuşatmaya çalıştı.

 

"Sen gitseydin kabul ederdi, el gibi avukat yollarsan kabul etmez tabii." diye daha da yükseldi Hesna.

 

Karısının içinden nasıl bir cadı çıkmıştı böyle, çok şaşkındı Bekir. Ama günler sonra yaşam belirtisi gösterdiği içinde sevinen yanını görmezden gelemedi.

 

"Gülüm aç kapıyı da öyle konuşalım, kocaya böyle yapılır mı hiç çok günah." diyerek biraz vicdanına oynadı karısının.

 

İçerden dertli bir nefes alış ve burnunu çeke çeke ilerleyen adım sesleri geldi.

 

Beklediği ses kilitten geldi, peşi sıra kapı açıldı. Dudakları bükülmüş, ağlamaktan gözleri küçülmüş karısı ile burun buruna geldiler.

 

"O abini seni böyle ağlattığı için bir daha döveceğim." dedi göz altlarını okşarken, fakat bu farkında olmadan yaptığı itirafı Hesna hava da kaptı,

 

"Ne zaman dövdün? Gelmedi ki hiç." diyerek meraklı ama kızmaya hazır gözlerle baktı sevdiği adama.

 

"Hastaneye geldiği gün dövdüm Hesna, ağzını burnunu kırdım. Hiç bana kızma haketti. Siz kadınlar fazla merhametlisiniz, açık söylüyorum sen ve annem bu kadar üzülüyor olmasa parmağımı kıpırdatmadan o delikte dersini almasını beklerim." dedi açılmış kapının verdiği rahatlıkla biraz evvelkine göre daha sertti sesi.

 

"Bilmiyormuş ki Bekir, bilse yapar mıydı?" diyerek tutunduğu tek dala biraz daha sarıldı Hesna.

 

Karısının yorgun bedenini göğsüne sakladı,

 

"Bilecekti Hesna, eşeğini sağlam kazığa bağlayıp görünene kör olmayacaktı. Annem, ben kaç kere konuştuk... Senin bildiğin kadar bilmediğin de var. Benim evladımın kanı kardeşmin eline bulaştı. Kusura bakma ben senin kadar merhametli değilim. Cihan da kendine merhametli değil, hatasının farkında. Yani sandığın aksine oraya terk edilmiş değil, sadece kendi cezasını kendi kesti. Hepsi bu güzel karım..." diyerek içini döktü.

 

"Deme öyle!" Diyerek hemen itiraz etti Hesna, Bekir'in Cihan'ın yüzüne çoktan vurduğu acı gerçeği inkar etti "Bizim bebeğimizin kanı onun eline bulaşmadı, duyarsa çok üzülür sakın duymasın. Tamam suçluysa çekmiş işte kaç gündür, ikna edelim çıksın oradan. O adamın yanında daha fazla durmasın." diyerek onu saran kollara daha çok sokuldu.

 

Bak işte burda karısına hak veriyordu Bekir. Babası ile bir arada olmak Cihan için bile olsa fazla ağır bir cezaydı.

 

"Tamam güzelim, ben bi çaresini bulacağım sen üzülme." Deyip başının üstüne öpücük kondurdu.

 

Sonra muzur tarafı ağır bastı,

 

"Sen ne güzel dikleniyordun öyle, az da yüzüme yüzüme say söyle bakayım. Ne cadı karım varmışta haberim yokmuş. Kedi diye sevip okşadığımız aslan yavrusuymuş."

 

Az önce ki cesareti nereye kaçtıysa fazlaca derinlerde olmalıydı. Hesna arasa da bulamadı o kadını,

 

"Yaaa... Bekiiiir..." Diye yine kedi modunu aktif etti.

 

Günlerdir göz yaşını ekmeğine katık eden karısının azıcık da olsa gülen yüzü ile Bekir'in içine bahar geldi.

 

"Bekir yoluna köle olsun, senin güzel kalbine ölürüm Hesna'm..." Diyerek dudaklarından şefkatli bir öpücük çaldı.

 

O sırada tıklatılan kapıları ile ayrıldılar,

 

"Nazlı gidiyor çocuklar, köyden aradılar Duru huysuzluk ediyormuş. O Döne iyi bile bıraktı bu kadar hayret." Diye söylenerek Nazlı'nın gidişini haber etti Gülhan hanım.

 

"En zor anımızda yanımızdaydı anne, sağ olsun. Duru küçük daha arar annesini." diyerek merdivenlere yönelen kayınvalidesinin peşine takıldı Hesna da.

 

Bekir ise Cemille ilgli kulağına çalınanların dedikodu olması duasıyla onları takip etti. Nazlı çok aklı başında güçlü bir kadındı, o aileyle de iki beden büyüktü. Cahil yaşında ettiği bir hatayı bu zamanına kadar bir şekilde sürdürmüştü. Ammavelakin duyduklarının aslı varsa o konakta taş taş üstünde kalmayacaktı.

 

Vedalaşıp binbir teşekkür ile uğurladılar Nazlı'yı içlerine sinmeyen geleceğine...

 

*******

 

Mirza ve Ülkü baş başa yedikleri akşam yemeğinden sonra konağa doğru yola çıktıklarında araba da üstüne konuşulup anlaşılmış gibi bir sessizlik vardı.

 

Ülkü yeni süt liman olmuşken ayrı ev mevzunu açmak istemiyor ama artık bir göz odada da yaşamak istemiyordu. Şu geçen süreçte daha iyi anlamıştı ki, Aladağ konağında hanımdan sayılmak için hanımlık etmek gerekiyordu. Kimse ricadan, lüftenden kısaca kibarlıktan anlamıyordu. Bir tek Hediye diğer çalışanlardan farklı olarak saygıda kusur etmiyor, geri kalan herkes Arjin hanımdan gördüğü burnu büyüklüğü hanımlık sanıyor. Ülkü hadlerini bildirmediği için terbiyesizlik etmekte bir behis görmüyorlardı.

 

Ama madem o konağa dönüyordu, Narin'den de akıl aldığı üzere kendi düzenini kurup ayna tekniğine geçmeliydi. Ne demişti Narin, onlar güzel sözden anlamaz Ülkü, sana nasıl geliyorlarsa sende öyle git. Ülkü aslında Arjin hanımı toplum içinde bir çok defa rezil etmişti ama bunu hiç bir zaman sinsilikle yapmamıştı. Bütün kartlar masada açıktı, şimdi ise oyun satranca sönmüş her hamlenin hesap edilmesi gereken noktaya gelinmişti.

 

Narin'in kaldığı odaya geçmek istese abes olur muydu?

 

Eltisinin yerinde gözü varmış konumuna düşmeyi hiç istemezdi.

 

Tadilat yapalım dese Mirza odamı seviyorum diye o katı istemişti, hayır demezdi ama içine sinmeme olasılığı daha fazlaydı. Üst katta başka kalan olmadığı için mahremiyet bir tık daha

fazlaydı...

 

Ülkü bunları düşünürken arabanın durmasıyla konağa geldiklerini bile fark etmediğini anladı,

 

"İyi misin Çiğdem çiçeğim?" Diyen adam da halini anlamıştı.

 

Mirza yemekte yeni odalarından, daha doğrusu mini evlerinden bahsetmek istemiş sonra sürpriz olmasını daha heyecanlı bulmuştu.

 

Şimdi ise emin olamıyordu, Ülkü o kadar sessizdi ki bu konağa gelmeyi hiç istemediği fazlaca belliydi.

 

"İyiyim canım, yorgunum sadece..." diyen kadını üstelemedi, buraya gelmek istemediğini söylerse verecek hazır bir cevabı yoktu.

 

El ele ikinci kata ulaştıklarında Ülkü üçüncü kat için adım atmıştı ki Mirza'nın durduğunu fark etti, elinin üzerine naif bir öpücük konduran kocası,

 

"Sana bir sürprizim var, karşına elim boş çıkmak istemedim. Beş gündür bunu hazırlamak için uğraştım." deyince Ülkü'nün aklından bir sürü şey geçti ama hiç birinin ucunu tutamadı.

 

"Gel güzelim" diyen adamın peşine takıldı el mecbur.

 

"Mirza nereye?" dese de adımları sorgusuz takip ediyordu kalbinin sahibini. Sonunda misafir odaklarının olduğu cephede durduklarında burasının konağın en bağımsız köşesi olduğu fark etti. Mardin'e değil de arkada ki küçük avluya bakan odalar ev ahalisinin pek tercihi değildi.

 

Mirza cebinden bir anahtar çıkarıp Ülkü'ye verdi,

 

"Kapısını sadece ikimizin açacağı küçük bir evimiz var artık." deyip kilidi işaret etti.

 

Ülkü ise öylece kaldı, elindeki ahşap kız figürlü anahtarlık o kadar sevinliydi ki ona bakarken gülümsediğini Mirza gülüşünden öpünce ancak fark etti,

 

"Bu kadar basit şeylerle mutlu olan bir kadını, ben nasıl üzebildim..." derken iç hesaplaşması bitmeyecek gibiydi.

 

Ülkü de onun yanağından öpüp kapıyı açmak için öne geçti,

 

İçeri girdiklerinde Mirza anahtarı alıp hemen kapının yanında ki anahtarlığın yapboz parçası gibi yerine oturduğu askına astı. Elini tekrar cebine atıp aynı Ülkü'ye verdiğine benzeyen ama erkek figürü olanını da yanında ki boşluğa yerleştirdi.

 

El ele tutuşan anahtarlık çiftine bayıldı Ülkü. Sonra ise oturma alanına, duvarda ki fotoğraf köşesine, minik ama kullanışlı mutfakçıklarına bakmaya doyamadı. Bu küçücük yaşam alanına böylesi ihtiyacı olduğunu hiç fark etmemişti. Sonra kemerle ayrılmış yatak odalarına geçtiler, balayındayken kaldıkları otelde tüllerle çevrili yatağa bayılmıştı Ülkü ve şimdi karşısında odan bile güzeli vardı. Giyinme odasından bahsetmek bile istemiyordu hayal etse bu kadar güzelini gözünün önüne getirmezdi. Eşyalarının bir kısmını kutularda tuttuğu küçücük odalarından buraya geçmek devrim gibiydi.

 

Odanın ortasında takılarının ve saatlerin konulması için özel dizayn edilmiş ada dolaba aşkla bakarken beline dolanan kollarla o da kendini ardındaki adamın güvenmekten vazgeçmediği sıcaklığına yasladı.

 

"Yıllarca ikimizi o küçücük odaya mahkum ettiğim için özür dilerim güzelim, buna ihtiyacının olduğunu fark edemediğim için, en güzel zamanlarımızı heba ettiğim." dediği sırada Ülkü hızlıca geriye dönüp parmaklarını Mirza'nın dudaklarına kapattı.

 

"Gideceğiz diye ikimizin de önemsenemediği şeyleri tek başına üstlenmekten vazgeç Mirza. Bunu daha önce istesem benden esirgeyecek değildin. Dahası evi otel gibi kullandığım konusunda fazlasıyla haklıydın." Deyince

 

"Ülkü..." diyerek itiraz edecek oldu Mirza, o lafları ettiğine eşekler gibi pişmandı. Doğruyu söylemişti ama bu onu haklı yapmazdı.

 

Ülkü onu konuşturmadı,

 

"Haklıydın Mirza ben çok düşündüm, tamam işim severek yapıyorum. Yıllarımı verdim, vereceğim de... Ama dünyaya da bir kere geliyorum. Ben annem gibi olmak istemiyorum Mirza, yıllarca babamı suçladım. Annemi aldatmadığı halde onu ihanetle suçladım. Sen yokken çok düşündüm bunu niye yaptım diye."

 

Mirza duydukları karşısında çok şaşkındı, bunlar Ülkü'nün girilmez karasularıydı. Öyle ki annesi bile aksine inandıramamış pes etmişti.

 

Sevdiğin kadının saçlarından bir tutamı kulağının arkasına itti,

 

"Cevabı buldun mu güzelim?" Diyerek anlatması için teşvik etti.

 

Dolan gözlerini kaçırdı Ülkü,

 

"Buldum, içimi çok deştim ama derinlere sakladığım o sebebi buldum Mirza. Babam bizden sonra mutluydu, o hep kalabalık bir aile isterdi ama annemi beni dünyaya getirmek için bile zor ikna etmişti. İki aylıkken bırakıp işe başladığında biraz ananemin, biraz babannemin elinde gezerek büyümüşüm. Ne zaman ki bezden kurtuldum o zaman da kreş faslı başladı. Annemden çok babam vardı benim. Ama babamın beraber çocuk büyüttüğü bir karısı yoktu." derken gözünden bir damla kurtulup yanağında yuvarlandı.

 

Mirza ilk defa bu yanını dinlediği hikâyeye şaşkındı. Göz yaşını narince yakalayıp kirpiklerinden öptü karısını.

 

"Benimle o oynardı, derdimi o dinlerdi. Toplantılarıma babam gelir, okulda bir sorun olursa babam aranırdı. Sonra biraz daha büyüdüğüm de evde ki kavga sesleri de büyüdü. Babamın masum istekleri vardı, bana kardeş gibi, beraber oturulan akşam yemekleri gibi, ailecek yakılacak mangalın başında sohbet ederek oturmak gibi. Babam hep kendinden verdi, anneme alan açtı. Annemse o özveriyle açılan alanı hep işiyle doldurdu."

 

Tam burda gözleri Mirza'nın gözlerini bulup devam etti,

 

"Derken bir gün babam vazgeçti, anneme boşanma davası açıp benim velayetimi istedi. Mahkeme beni babama vermedi, anneme ihtiyaç duyacak yaştaymışım." Deyip histerikçe güldü, "Nerden bilsin ki hakim, benim hiç annemin olmadığını."

 

Derin bir nefesi alıp bıraktı Ülkü,

 

"Annem başarısızlığı hazmedemeyen bir kadındı, babamı diliyle hiç suçlamadı ama beden dili çok öfkeliydi. Benimle mecburen daha çok ilgilenir oldu. Derken çok geçmeden babam evlendi, etrafta annemi aldattığı dedikoduları dolaşmaya başladı. İkisi de inkar etti bunun böyle olmadığını anlatmaya çalıştı ama o kazan bir kere kaynamaya başlamıştı. Babamın evliliği ilk senesinde ikiz kardeşlerimle taçlandı. Yeni karısı işine ara verip büyük bir aşkla çocuklarını büyütmeye başladı." Derken iç çektiğinde Mirza onu kucaklayıp giyinme odasından çıkardı. Yatak başlığına sırtını verip karısını göğüsüne yasladı.

 

"Ben babamı niye silmişim biliyor musun Mirza? O gittikten sonra ben hiç mutlu olamadım ama o çok mutlu bir yuva kurdu. Tek eksiği bendim onu tek üzen benim olmamamdı. Beni ise artık mutlu eden kimse kalmamıştı. Ona kızgındım çocukluk öfkesiyle annemin bile inanmadığı o aldatma hikayelerine inandım. Babamın kötü biri olduğuna inanırsam gittiğine daha az üzülürüm sandım. Aramızda onun örmeye çalıştığı bütün köprüleri yıkıp attım. Ben annesiz bir çocuktum, üstüne bir de kendimi babasız bıraktım."

 

Tenine değen sıcaklık ile Ülkü'nün ağladığını anladı Mirza,

 

"Çiğdem çiçeğim!" diyerek daha da sıkı sarıldı göğsünde hıçkırıklara boğulan kadına.

 

"Mirza ben... Ben babamı... Çok özledim." diyerek kesik kesik konuşan kadın içini yaktı Mirza'nın.

 

Ülkü'nün babası mükemmel bir adamdı, Mirza onun tanışmak için kendisine ulaştığı zamanlarda kararsız da olsa bu hamleyi kabul etmiş. Karşısında bu kadar beyefendi bir adam bulacağına hiç ihtimal vermediğinden oldukçada şaşırmıştı.

 

Kayınvalidesi de eski eşinden yana hiç olumsuz birşey anlatmaz hatta kendini suçlarken, Ülkü'nün ısrarla babasına bilenir olması ancak şimdi anlam kazanmıştı.

 

Ülkü için ise bu patlama asla bu âna ait olmamalıydı, yaşadığı bir duygu boşalmasıydı fakat hiç mi hiç sırası değildi. Niye böyle bir anda patlamıştı ki?

 

O küçücük odadan da, kutularda duran eşyalarından da son zamana kadar şikayetçi bile değildi.

 

Biraz daha derini kurcalayınca görümcesi ile Mirza'ya layık görülen kızın konuşmasının ucunda buldu fitili, ateş o gece yanmaya başlamıştı. Annesi gibi geride kalan, aşık olduğu adamı elinden kaçırıp mutsuzluğa mahkum olmuş bir kadın olmak korkusu o gece ateşlenmişti.

 

Ağlaması iç çekişlere döndüğünde,

 

"Babamı tanısan çok seversin, biliyor musun?" Dedi devasa bir pişmanlık balonu içinde patlamış tüm bedenini işgal etmişti.

 

"Ben babanla tanışıyorum Ülkü." derken bunu söylemekten çok emin olmasa da aralarında ki bağın karısının sandığı kadar kopuk olmadığını bilsin istemişti.

 

Ülkü yattığı göğüsten başını ayırıp sorgulayıcı bakışlarını kocasına dikti,

 

"Nasıl yani...?"

 

Derin bir nefes alıp verdi Mirza,

 

"Şöyle yani, nişanlı olduğumuz dönemde şirkete gelip tanışmak istemişti, boğazda güzel bir yemek yedik kendisiyle. Benimle tanıştı, her kız babası gibi üstü örtülü tehdit etti. Seni üzersem bacaklarımı kıracağını imâ etti. O günden beri de ara ara görüşüyoruz. Ama bana sorarsan beni sevdi, yani için rahat olsun." diyen adamın her sözüyle daha da açılan ağzını zorla kapatıp yutkundu Ülkü.

 

"Sana inanmıyorum Mirza, daha benim bilmediğim başka sırların var mı?" Diyerek şaşkınlığını dile döktü.

 

"Yani var bir iki birşeyler de onlarda bana kalsın karıcığım erkek adamın o kadar defosu olur." Demesiyle kafasına yataktaki süs yastıklarından birini yemesi bir oldu.

 

"Defoymuş... Ne defon var da ben bilmiyorum Mirza efendi... Hı... Anlat bi bakayım sen!" Derken yastık darbeleri her boşlukta Mirza'yı yakalamayı başarıyordu.

 

"Kız dur! Şaka yaptım!" dese de yastığı yakalayıp Ülkü'nün elinden alana kadar ikisi de nefes nefese kalmıştı. Bu kez Mirza Ülkü'nün sırtını yatakla birleştirdiği gibi ağırlığının bir kısmını üstüne vererek karısının hareket alanını sınırlayıp gıdıklamaya başladı. Kendini kurtaramayan Ülkü'nün gözlerinden bu kez gelmekten damlayan yaşları izledi Mirza.

 

"Tercihin ben olduğum için teşekkür ederim Çiğdem çiçeğim." dediğinde bu güne kadar annesinin yolundan giden Ülkü'nün artık babasına hak verdiğini biliyordu. Onun için bu küçücük hamlenin taşıdığı anlamın, bu evde oturacakları sofraların ne anlama geldiğinin farkındaydı.

 

Dudakları bu geceyi taçlandırmak ister gibi birleştiğinde ilk günden bu yana sönmeyen o ateş hep aralarındaydı. Masum başlayan öpücük çabucak çığrından çıktı, Ülkü'nün aceleci parmakları Mirza'nın gömleğinin düğmelerine savaş açtı, kısa süre de zafer kazanıp dokunmak istediği tene ulaştı. Bu zaferine karşılık üzerinde ki bluzdan olmuştu ama manzarasına değerdi. Mirza'nın sırtı yatakla buluştuğunda, Ülkü üstünde ki son parçayı da çıkarıp kirli bir savaş başlattı. Mirza kontrolü kaybedip tekrar işgale başladığında iki tarafta çok şey kaybederken, birbirine doymuş olarak yatağa serilene kadar daha tatlı bir mağlubiyet yaşamamışlardı. Aşk buydu işte sevdiğine kaybetmek en büyük kazançtı.

 

******

 

"Yaaa Boran pişmiştir onlar bak ne güzel koktu ver artık." diye nazlanan kadından Mardin aşiret ağalarının korkuyla yaka silkiyor olması traji komik değilde neydi?

 

"Cennetim, azcık sabret tam pişince kabukları açılır zaten. Böyle acele edersen içleri çiğ kalır kabuğunu soyamazsın." diyerek zaman kazanmaya çalıştı Boran.

 

"Ben mi acele ediyorum, senin kızın tutturdu Kestane de kestane diye. Küçükler pişmiştir Boran vallahi bebeğin bir yanında kestane şeklinde leke çıkacak az daha yiyemezsem." diyerek şansını zorlayan Derya aşerdiğinde içinden çıkan bu sabırsız kadından hiç memnun değildi. Bütün karizması yerle bir oluyordu. Az önce bilimsel hiç bir açıklaması olmayan bir hurafeyle Boran'ın elinden kestane koparmaya çalıştığına inanamıyordu.

 

"Saçmalama karıcım o dediğinin gerçekliği yok." Diyen Boran Derya'dan bir onay cümlesi bekledi ama bulamadı. "Yok öyle birşey desene güzelim." Dediğinde Derya burnunu havaya dikip biraz yana dönerek hamileyken gelen yeni güncellemesiyle trip moduna geçti. Boran normalde asla böyle huyları olmayan kadına şaşıp kalıyor, ne diyeceğini ne yapacağını kestiremiyordu.

 

Şöminenin içine yerleştirdiği ızgaradan küçük bir kestane seçip soğuması için kenara aldı. İşini şansa bırakamaz, kızında kestane lekesi çıkarsa vicdan azabından uyuyamazdı.

 

"Bak buraya aldım soğusun biraz sabret olmaz mı?" Deyince mavilerini ışıldatarak gülümseyen kadına fazlaca aşıktı. "Deryam ben yarın Nevşehir'e gideyim diyorum. Annem için bir düzen kurmak lazım, zaten aramız yeni yeni düzeliyordu tekrar soğukluk girmesin." derken kafası karışık gibiydi.

 

Derya biraz evvelki şımarık halinden hemen sıyrıldı,

 

"Çok iyi düşünmüşsün, ben de gelmek isterim ama yola izin yok hâlâ." deyip elini yeni yeni belli olan karnına götürdü.

 

"Ben yokken konağa geç istersen, iki bilemedin üç güne dönmüş olurum." Dediğinde dudaklarını büktü Derya,

 

"Yani burda yokluğun daha zorlar beni, konakta kızlara falan sarıyorum zaman bi şekilde geçiyor." Dedi.

 

"Çok mu zor benim yokluğum?" diyen Boran kabukları ayıkladığı kestaneyi Derya'nın dudaklarına uzattı.

 

Gözleri kestaneye ulaşmanın mutluluğu ile kapanan kadın ise kısa bir an bu kavuşmanın tadını çıkardı, gözlerini açtığında başı biraz yana eğilmiş hayran gözlerle kendisine bakan adama en güzel tebessümünü sundu.

"Zor olmaz mı? Bi kere sen yokken kimse bana Dünya'nın sekizinci harikasıymışım gibi bakmıyor. Sonra birde seni görmediğimde geçirdiğim Boran ataklarım var, elim ayağım titriyor seni öpmeden de geçmiyor. Az biraz depomu yapsam." deyip bakışlarını Boran'ın dudaklarına düşürdü.

 

Zorlukla yutkunan Boran,

 

"Sen beni yakmadan şu kestaneleri bir kurtaralım, sonra depolama çalışmalarına gönüllü olarak katılacağım güzelim." dediğinde,

 

"Bir küçük avans alsaydım." diyen Derya Boran'ı karşısındaki ateşten çok yakıyordu.

 

"Başlarsam duramam Derya, sana karşı iradem sıfır biliyorsun." Deyince kıkırdayan karısına bakıp gamzeleri belli olacak kadar güldü. "Esas ben sensiz ne yapacağım cennetim." deyip şakağına bir öpücük kondurdu.

 

"Eee... Anlat bakalım Karacahanlarda durumlar nasıl?" Dedi konuyu dağıtarak.

 

Derin bir nefes alıp verdi Derya,

 

"Beklediğimden iyi ama genel olarak çok kötü, Hesna Cihan'ın hapiste olduğunu bile bilmiyormuş benim yüzümden öğrendi. Ve anlamadığım bir şekilde Cihan'a çok düşkün, Bekir Ağa mecbur kurtaracak Cihan'ı. Hanımcılık bunu gerektirir."

 

"Bekir avukat yollamış ama Cihan kabul etmiyor, kendi istenedikçe de kimse birşey yapamaz." dedi Boran.

 

Duydukları ile Derya'nın kaşları havalandı,

 

"Bir de Derya Acar'a yok desin bakalım." Diyerek olaya dahil olmak istediğini üstü örtülü de olsa Boran'a belli etti.

 

"O Derya Acar'ın bir de Hanoğlu'su var niye eklenmiyor bakayım hı?" diye yalandan çıkıştı Boran.

 

"Derya Hanoğlu sana özel kocacım, naz yapar, trip atar, kocası seviyor diye beceremese de içli köfte öğrenmeye çalışır." Deyip gamzesinden öptü kocasını, "Derya Acar öyle mi ya, Allah kimseyi eline düşürmesin." derken kulağını çekip bir de tahtaya vurdu. Sanki çok başka bir insandan bahsediyor gibi...

 

Ateşten bütün kestaneleri kurtarmış olan Boran tek hamlede Derya'yı kucağına çekti.

 

"İkisine de ayrı hayranım ama Derya Hanoğlu bana özel kalsın." dediğinde Derya depoları doldurmak için sevdiği adamın dudaklarına çok yakındı. Mesafeyi ise Boran kapatıp ikisini de yaktı...

 

Ertesi gün Boran'ı yolcu eden Derya soluğu Cihan ile görüşmek için hapishanede aldı. Bekleme odasında ki sandalyede oturmuş odayı incelerken gelen gardiyan,

 

"Cihan Karacahan avukat istemediğini belirtti." dedi düz bir tonda.

 

Derya bunu zaten bekliyordu,

 

"Adımı söylediniz mi?" Diye sordu çok bilmiş adama.

 

"Avukat hanım, bugün Bekir Ağa memleketin en ünlü iki avukatını buraya getirdi. Adam onları kabul etmemiş seni mi edecek. Paralı yer buldun diye gelmişsin buraya." dediğinde Derya sakince gülümsedi.

 

"Gidip görevinizin gerektirdiği gibi Derya Acar Hanoğlu geldi der misiniz? Yoksa sizi üst mercilere şikayet mi etmeliyim?" Diye sordu.

 

Elindeki evraka daha dikkatli baktı, sonra gözleri kısıldı biraz dişlerinin arasında bir küfür mırıldandı. Derya bu manzarayı keyifle izledi,

 

"Birşey mi dediniz memur bey." Demekten de geri kalmadı.

 

"Ben tekrar usülünce haber vereyim Derya hanım." diye geveledi ağzının içinde.

 

Tırıs tırıs geldiği yolu giden adama güldü Derya, Hanoğlu soyadının bu kadarcık olsun sefasını sürmeyecekse o kadar sıkıntıyı niye çekmişti canım...

 

Oturduğu sandalyede keyifle arkasına yaslandı, çok geçmeden Cihan Karacahan görüşme odasına gelmişti bile, zaten onu o delikten çıkmaya başka bir isim ikna edemezdi.

 

Karşısında ki sandalyeyi çekip oturan adam daha günler öncesi gördüğü adamla hiç benzemiyordu. Saç sakal birine karışmış, üzerinde her zaman olan jilet gibi takım elbiseyle uzaktan yakından alakası olmayan basit bir tişört ve eşofman altı. Bu Cihan'ın Karacahanlarla tek bağı soyadıydı.

 

"Neden buradasın avukat hanım, halimi görüp dalga geçecek kadın da değilsin ki. Herkes hakettiği yerde işte bırak adalet tecelli etsin." dediğinde konuya bodoslama dalan adam Derya'yı şaşırtmayı başardı.

 

"Adalet için burdayım Cihan Ağa." Dedi son kısma baskı yaparak. "Sana sadece iki soru soracağım ve bunların cevaplarına göre konuşacaklar çımız şekillenecek." Dediğinde.

 

"En son ağalığı almıştınız elimden hanım ağam. İşin açığı o zaman çok öfkelenmiştim, şimdi ise umrumda bile değil. Merak ettiğin ne varsa sor cevap vermek boynumun borcu." Diyerek geriye yaslandı. Bal rengi gözlerini Derya'nın mavilerine kısa bir an değdi. Kadın bilmese de adam yaptıklarından çok utanıyordu.

 

Derya ise derin bir nefes aldı, bu adamın açık sözlülüğü farkında olmadan merhamet damarına baskı yapıyordu,

 

"Kardeşinin azmettiricisi olduğu Elif Hanoğlu cinayeti ile ilgili bilgin var mıydı?" dediğinde Cihan başını yorgunca iki yana salladı,

 

"Zelal'den şüphe etmemi sağlayacak tek bir delil yada hareket görmedim." Sonra gülmekten çok uzak bir gülüş belirdi dudağının kıyısında "Baksamda görmüyormuşum zaten avukat hanım öyle aptal bir adamım." diye bitirdi sözünü.

 

Derya da aptal olduğunu düşünmüştü zamanında doğruya doğru, ama işin aslı öyle değildi Cihan'ın tek sorunu kardeşine şüphe duymasına engel olacak kadar güven ve sevgi duymasıydı. Gerisi de Zelal'in kurnazlığının ürünüydü.

 

"Açıkçası aptal olduğunu düşündüğüm bir dönem olmuştu ama artık öyle düşünmüyorum." diyerek yüzüne de söyledi.

 

" Çok incesiniz avukat hanım." diyen Cihan bu sohbeti bir hafta kadar öncesi kaçırmaya çalıştığı kadınlar ediyor olduğuna inanamıyordu.

 

Derya incesiniz sözünü küçük bir baş hareketi ile onayladı, inceydi tabii ki sonuçta hakaret etmemişti ya sadece Cihan'ın kendi ile tespitini onaylamıştı,

 

"İkinci soru, cinayetin tek şahidi Zelfi'nin aşiretinize bağlı bir köyde yıllarca alıkonulduğu hakkında bilgin var mıydı?" dediğinde Cihan'ın duyduğu isimle içi tekrar kavruldu. Biraz evvel sırtını dayadığı sandalyeden ayrıldı, dik tutmak için zor güç bulduğu omuzları düştü.

 

Masaya kollarını dayayıp Derya ile ilk defa bakışlarını kaçırmadan göz göze geldi,

 

"Bilseydim..." deyip duraksadığında gözlerinden cehennem ateşi geçti. Bilseydim..." diye tekrar etti kendini "Değil beş yıl bir an dahi o zülme uğramasına izin vermezdim." deyip iki avuç içiyle şakalarına baskı yaptı, "Ben bu veballe nasıl yaşayacağım avukat hanım. Düşündükçe aklımı kaçırıyorum." Diye inleyen adamla Ela'nın Derya'ya okumadığı ifade düştü aklına. Hamilesin kaldıramazsın deyip sümenin altına itmişti. Derya da ısrarcı olmamıştı. Zelfi'nin hâlinden ürkekliğinden aklına gelenler midesini yetrince bulandırıyordu.

 

Görünen o ki kendisine okutulmayan ifade Cihan'a sansürsüz sunulmuştu.

 

Derya, adamın gözlerinde samimi pişmanlığı görüyordu, sorduğu soruların cevaplarını bildiğinden buradaydı. En ufak şüphesi olsa bu hapishanenin önünden bile geçmezdi.

 

Derya Cihan'a biraz zaman verip önündeki vekalet kâğıdını ona doğru ittip görüş alanına soktu,

 

"Bana vekalet verip dışarı çıkacaksın, burada kendi kendini bitirdiğin pişmanlığının bize hiç bir faydası yok." Diyerek açık oynadı.

 

"Kimin ne işine yararım ki? Burası bile fazla bana." Diyen Cihan'a en ters bakışını attı Derya,

 

"Bu yaptığın bencillik, abini yanlız bırakarak mı kendini affettireceksin Cihan Ağa?" Diye sordu.

 

Abisimi kalmıştı, annesi bile bundan sonra yüzüne bakmasa hakkıydı. Bekir, Gülhan hanımın en yumuşak karnıydı. Emanetim dediği zaman kendi canından iki evladını bile gözü görmediği olurdu.

 

Cihan az önce başına baskı yaptığı avuç içlerini açarak ellerini Derya'ya uzattı,

 

"Bak avukat hanım, bu ellerde kendi öz yeğenimin kanı var, kimseyi yanlız bıraktığım yok. Abim sildi beni..." Dedi sona doğru kısılan sesiyle.

 

Kendi abisinden bu sözleri duymuş gibi irkildi Derya, görünen o ki Cihan'ın bu bitik halinde Bekir'in sırtını dönüşünün payı büyüktü. Yolladığı avukatları da bu yüzden kabul etmiyordu demek ki,

 

"Abini bilmiyorum ama Hesna 'abim bir ziyaretime bile gelmedi' Diye çok üzülüyor haberin olsun. Gerçi hapiste olduğunu da saklamışlar ben söylemiş bulundum. En son 'ben o Bekir Ağa'ya sorarım.' diye söyleniyordu. Yani özetle Hesna abinle aynı fikirde değil, e bu kale de kendini affettirmek için sana yeter." deyince ilk defa Cihan'ın gözünde minik bir ışık gördü.

 

"Hesna bana kızgın değil mi?" diyen sorusu ise içine minik bir umut doğduğunu belli ediyordu.

 

Amacına fazlasıyla ulaşan Derya, vekalet kâğıdını Cihan'a doğru tekrar itti,

 

"Çok naz ettin ama imzala şunu da gideyim tek işim sen değilsin." diye tribini de attı.

 

Karşısında ki kadının gözlerindeki merhameti görmese, tavrını belki ciddiye alırdı Cihan ama ellerinin içine acıyla bakışını görmüştü bir kere.

 

Uzatılan kağıdı imzalayıp ileti itti Derya gibi.

 

Vekaleti katlayıp çantasına koyduğu gibi ayaklandı kadın, buranın havasını oldum olası sevmezdi. Allah hak etmeyen kimseyi düşürmesindi.

 

Kapıya doğru iki adım atıp durdu,

 

"Yarın öğleden sonra çıkmış olursun, içerde hesabın varsa kapat diye söylüyorum." dediğinde hâlâ sandalyesinde oturan Cihan başını salladı. Kapıdan çıkmak için arkasını dönmüştü ki,

 

"Derya hanım." diyen sesle duraksadı bedenini yarımca döndürerek Cihan'a baktı. "Buraya geldiğine seni asla pişman etmeyeceğim." dediğinde o da sadece başını salladı.

 

Başka şartlar altında karşılaşsalar dost edinilecek iyi bir adamdı Cihan...

 

Kendi düşündüğüne güldü Derya, daha kaçırılmasının haftası olmamıştı. Pınar olsa sen akıllanmazsın deyip bir dünya azar çekerdi.

 

Konağa doğru yola çıktığında Hesna'yı arayıp son durumu haber vermeyi de ihmal etmedi.

 

Konakta ise işler karışmıştı, Dilber hanım yoktu. Türkan hanım oğlu ile eski gelini arasında sıkışmış, torununu en az zararla kurtarmak derdindeydi.

 

Zeynep babanne, yeni huzur bulmuş konağın yine ıssız kalışından mahsundu.

 

Mutfak ahalisi de Dilber hanımın yıllardır oluşturduğu düzeni devam ettirmek için uğraşsa da ortada ciddi bir otorite boşluğu vardı. Türkan hanım hiç bir zaman Dilber'in karasularında gezmemiş, evin hanımının kim olduğunu fazlasıyla kabul edip, bunun altını da kalın çizgilerle çizmişti. Aralarında sessiz bir anlaşmaya varmış gibi yıllardır yaşayıp gitmişlerdi.

 

Derya'nın hakimiyeti bölüşen tavrı, evin çalışanları ile olan sıcak ilişkisi ara ara da olsa muftağa girip yemek yapıyor oluşu kendiliğinden bir devir teslime dönüşmüş, Dilber hanımın boşluğunu bu evde yaşamasa da Derya'nın doldurması beklenir olmuştu.

 

"Hanımlar kolay gelsin." Diyerek mutfağa girdiğinde kimsenin onu yadırgamaması bu yüzdendi.

 

Hepsi tebessümle selamını aldıklarında,

 

"Ne pişiyor akşama? Şöyle ekşili bir karışık dolma mı yapsak?" Dediğinde sulanan ağzını saklayamadığı da bir gerçekti. Hamile değilken tatlıya dayanamayan o kadın gitmiş, turşuları tabak tabak götüren, hergün başka bir yöresel lezzete aş eren bir kadın gelmişti. Konağın emektarı Gülümser hanım bunu 'ye tatlıyı doğur atlıyı, ye ekşiyi doğur Ayşe'yi' teorisine dayanak yapıp kızınız olacak hanım ağam diyerek Boran'ın hep söylediği tahminini destekliyordu.

 

Zelfi güldü,

 

"Bol sumaklı, nar ekşili değil mi Derya Abla?" dediğinde Derya'nın yutkunuşu ile hepsi gülüştü.

 

"Aynen Zelfi'cim, bol ekşili... Yaz gelsede taze yapraklardan sarma yapsak onun yerini hiç biri tutmuyor." Deyip Ayşe'ye döndü, "Siz içi yapadurun bizim Zelfi ile biraz konuşacaklarımız var. Sarmaya yetişiriz."

 

Ayşe başını iki yana salladı,

 

"Hiç heves etme Derya abla seni sarma tenceresinin yakınına bile yanaştırmayacağım, sen dayanamayıp çiğ sarmaları yedin. Sonra karnın ağrıyınca, Boran ağamdan fırçayı biz yedik."

   

Derya dudaklarını büktü,

 

"Zaten kocam burda yok üstüme gelmeyin, ağlarım susturamazsınız." dediğinde bunun her an gerçek olma ihtimali hanımları tedirgin etti.

 

"Tamam biz içi biraz pişiririz, o zaman, hanımım sende üç taneden fazla yemezsen sorun olmaz." diyerek Gülümser hanım çözüm ürettiğinde ortayı bulmuş oldukları için içleri rahattı.

 

Derya, Zelfi'yi yanına alarak iki kız kardeşin kaldığı odaya geçti, iki baza bir gardroptan oluşan sade odada iki bazaya karşılıklı oturduklarında,

 

"Zelfi, söyleyeceklerim seni üzecekse ya da incitecekse şimdiden özür dilerim. Niyetim asla iyileştirmeye çalıştığın yaraların kabuklarını kaşımak değil." dediğinde çikolata kahvesi gözler tereddütle onu buldu,

 

"Estafurullah Derya abla sen her zaman iyiliğini düşündün." dedi açık yüreklilikle.

 

Mavi gözlerini Zelfi'nin dalga dalga saçlarında gezdirdi Derya, saçlarını o adama silah olmasın diye kestiğini söylemişti. Bir kadının en zayıf noktalarından biri saçı değil miydi? Annesi bile tararken canını yakmamak için nasıl narin severdi, Derya saçından sürüklenmeyi bırak, saçlarının çekileceği kız kavgasına bile karışmamıştı ki o acıyı anlayabildiğini düşünmüyordu.

 

"O beş yılda ne yaşadın, ne kadar incindin anlamam mümkün değil biliyorum." dediğinde Zelfi burukça baktı yüzüne,

 

"Anlama Derya abla, kimse anlamasın... Dilerim Rabbimden hiç bir kadın bu kadar aciz bırakılarak sınanmasın." Duası döküldü dudaklarından.

 

Yürekten bir amin dedi Derya, sonra konuşmak istediği esas konuya geçti,

 

"Biraz evvel Cihan Karacahan'ın vekaletini aldım. Gerekli itirazları yaptım yarın hapisten çıkmış olacak." demesiyle Zelfi'nin yüzü buruldu, yumruk olan elleri titreyen bedenini zaptetmek içindi.

 

"Zelfi'm onun hiç bir suçu yok diyemem ama o da mağdur be güzelim... Sen kardeşin için katlanmışsın, o da kardeşi için iyi birşey yaptığını sanıyormuş. Senin durumunu bilse, Cihan Karacahan sessiz kalmazdı." deyince,

 

"Derya abla adını anmadan konuşsak, o ismi duyunca bile midem bulanıyor benim..." derken zorla yutkunduğuna şahit oldu Derya.

 

Yanına oturup yumruk olmuş elini avuçlarının arasına aldı,

 

"Tamam güzelim, istersen hiç konuşmayız. Ben sadece arkandan iş yapıyor olmak istemedim. Nasıl pişman olduğunu gözümle gördüm, bu davayı çözmek için ona dışarda ihtiyacım olacak." diyerek esas derdini anlattı.

 

Zelfi'nin daldığı kuyuların derinleştiğini dalgonlakan bakışlarından anlamıştı, kollarını şefkatle sardı anasız kuzuya. Kaç yaşında olursan ol, anne sevgisi ihtiyaçtı çünkü...

 

Derya da annesini hâlâ çok özlüyordu.

 

Zelfi'nin ağlayarak uyuya kalan narin bedenini yatağa uzandırmaya çalıştığında cenin pozisyonu alışını içi acıyarak izledi. Üzerini örtüp çıktı odadan, Zelfi yaşadığı herşeyi Cihan Karacahan ile özdeşleşmişti. Adının geçmesine bile tahammülü olmadığını daha önceleri de fark etmişti ama bu denli bedensel tepki veriyor olması hiç sağlıklı değildi.

 

Psikolojik destek alması gereken kadını ikna etmeyi aklının blr köşesine yazarak mutfağa döndü.

 

Yemeğe yardım etti bir, iki ekşili dolma aşırdı. Aklını dağıtmak için çabaladı ama ne Zelfi'nin yok olmak ister gibi küçülen bedeni aklından çıktı, ne de eli göbeğinin üzerinden ayrıldı.

 

Ertesi gün olacaklardan habersiz uyuyup yeni güne uyandılar, öğlene doğru Boran'ın aramasını cevapladığında karşısında sesini özlediği kocası değil Dilber hanım vardı,

 

"Derya kızım, Zelfi'yi kurtarmamıza yardım eden kadını hatırlıyor musun?" diyerek konuya dalınca kaşları çatıldı Derya'nın,

 

"Evet hatırlıyorum Nazlı hanımı, hatta iki gün önce tanıştım da kendisiyle çok hoş bir kadın." dedi.

 

Dilber hanım sıkıntılıca nefes alıp verdi, o kadına çok şey borçluydu,

 

"Derya, Nazlı'nın üstüne kuma getirmişler. Kabul etmeyince de odaya kitlemişler. Kurtar onu kızım..."

 

  

Evet bölümü bitirdim sonunda, aslında iki gün önce biterdi ama aşrı aşrı memleketten yatılı misafirim gelince bugüne kaldı.

 

Evim halay çekerken size bölüm yazıyor olmamın mantıklı bir açıklaması olsaydı keşke...🤔

 

Zelfi ve Cihan'ın karşılaşmasının vakti geldi, ama görünen o ki birşeyler hiç kolay olmayacak.🥰

 

Bol bol yorum= Çabuk gelen yeni bölüm.

 

     

 

   

Bölüm : 01.01.2025 14:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...