
Arkadaşlar Bolu'da ki facia da hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyorum.
Yangını soğutma çalışmaları sürerken, daha belki insanların bedenleri o cehennemden çıkarılmamışken kayak yapacak kadar duyarsız olabilen komşu otel tatilcilerini ise kınamaya bile değer bulmuyorum.
O oteldeki ihmaller zincirini görmezden gelen her bir kişiyi ise Allah'ın adaletine havale ediyorum çünkü bizimki iş görecek gibi durmuyor. Malesef bir kesimimiz herşeye kör sağır olmuş öz eleştiriden uzak bir millet olup çıktı.
Son olarak bölüm için gerçekten şartlarımı çok zorlandım, ne misafirimden vazgeçtim ne de sizlerden🥰
Tek ricam oy ve yorumlarınızı esirgemeyin...
Buyrun başlayalım,
Yol mu etrafından akıyordu, yoksa arabamı hareket halindeydi fark edemeyeceği kadar dağılmıştı Cihan...
Niye...?
Neden...?
Nasıl bu kadar zalim olabilmişlerdi?
Zelfi'yi yakıp, kibriti de Cihan'ın eline tutuşturarak ortadan kaybolan kendi babası, gözünden sakındığı kız kardeşiydi...
Hüseyin Karacahan'ı tanıyordu, Bayram Ağa'nın konağının hizmetçisini oğluna denk bulmamış olabilirdi. Öyle bir adamdı, Bekir'in, Fatma'ya diye gidip Hesna'yı istediği gün eve döndüklerinde de kızılca kıyameti koparmıştı. Oğlunu yolundan çevirmeyince de 'sana da besleme yakışırdı.' diyerek kışkırtmıştı. Ama Bekir akıllı adamdı, karısını doğru seçmiş dünyada cenneti bulmuştu. Mutluydu abisi, gerçekten mutlu ve huzurluydu... Yitirdikleri can aklına gelince yine avuçları içinde köz var gibi sızladı.
Kendini Yorgi ustanın dükkanı önünde bulduğunda buraya nasıl geldiğinin bile farkında değildi.
Eski ama bakımlı dükkanın kapısından girdiğinde kapıda ki minik zilin sesi ile elinde uğraştığı küçük kutu ve tornavidayı bırakmadan gözlüklerinin üzerinden gelene baktı yaşlı kurt.
"Müsade varmı usta?" Dedi Cihan'ın bitik sesi...
"Sana her zaman ağa oğlu, gel bakalım." deyip yaptığı işe devam ettiğinde...
Düşük omuzlarına aldırmadan köşedeki masayı geçip sandalyeye yerleşti Cihan.
Yorgi ustanın antika üzerine yıllarını verdiği dükkanında tarih kokardı. Eski değildi hiç şey, üzerinde yaşanmışlık taşıyordu. Çekmeden bezi alıp masaya dizilmiş gümüşlerden birini parlatmaya başladı.
İçinde kaynayan kazanı alıp nereye gideceğini bilememiş, kendini burda bulmuştu. Zelfi'nin evlendiğini öğrendiği gün olduğu gibi...
Keşke... Dedi keşke beklemeseydim... En azından beni bilse bu yalana inanmazdı...
Bu dükkâna ilk girdiği güne gitti elindeki gümüş çerçeveli aynayı parlatırken...
Zelfi'nin okuldan çıkıp eve gitmek yerine iki kız arkadaşı ile kol kola çarşıya ilerlediğini görünce istemsiz peşlerine takılmıştı.
Kendine dönen gözlerden kaçamasa da nereye gittiklerini görmek merakına yenik düştü. Zelfi pek çarşı pazar gezen biri değildi, konaktan okula, okuldan konağa gider gelirdi.
Kızlar ilerlerken vitrinin birinin önünde ayakları çakılmış gibi duran kızla yanındaki kızlarda mecburen durdu. Vitrindeki gümüş kaplama antika tarak takımına öyle aşkla bakıyordu ki Cihan hakkı olsa kıskandırdı bu bakışı.
Hevesle dükkana girişini, bir zaman dil döküp, omuzları ve yüzü düşmüş çıkışını az öteden ilgiyle izledi Cihan. Kızlar koluna girip çekeleseler de, Zelfi dudakları aşağı bükülmüş küçük bir çocuktan farksız son kez vitrine bakıp devam etmişti yoluna.
Peşi sıra dükkana giren Cihan,
"Kolay gelsin usta." dediğinde yaşlı adam elindeki işi bırakmadan gözlüklerinin üzerinden baktı her gelene yaptığı, başını salladı usulca.
"Az evvel ki kızın beğendiği tarak takımını paketler misin?" deyince elindeki işi bırakıp geriye yaslandı ihtiyar,
"O takım satılık değil, hanım kıza söz verdim o gelip alana kadar vitrinde ama satılık değil." dedi sonuna gelince baskın ses tonuna geçerek.
Eli alnına gitti çaresizce sağa sola bakındı Cihan,
"Ustam kaç paraysa on mislini vereyim." dedi sonunda çözümü parada bularak.
İhtiyarın kaşları çatıldı,
"Benim sözüm satılık değil delikanlı, sözü satılık insandan da uzak dur sana nasihatım olsun." deyip konuşmanın bittiğini belli etmek için yine elindeki işe odaklandı.
Cihan baltayı taşa vurduğunu fark etti ama çok geçti. Dükkânın her yanında antikalar vardı ama toz tanesi bile yoktu bu karmaşaya tezat bir temizlik düzen vardı.
"Ustam..." dedi en nihayetinde "Ben de o kıza hediye edeceğim ya, sözünü çiğnemiş sayılmazsın." Suyuna giderek.
Gözlerini işinden ayırmayan adam,
"Sebep?" dedi...
Sebep...
Aşığım ona demek geldi dilinin ucuna ama kimseye itiraf etmediği bu gerçeği bir yabancıyla paylaşmak istemedi.
"Ne yapacaksın sebebini, sen paranı al, ben aynalı tarağı... Hem sözünü de çiğnemiş sayılmazsın." dedi ısrar ederek.
"Sevdalı mısın?" dediğinde gözleri artık Cihan'ın üzerindeydi.
"Sevdalıysam ne yapacaksın usta?" diye çıkıştı. Kendini bu kadar açık edişine sinirlenmişti aslında. Buralar küçük yerdi, Zelfi'yi zor duruma düşürecek bir dedikodunun kilidini açmak istemezdi.
"Sınayacağım..." diyen adamın cevabını ise zerre miskal beklemiyordu.
"Anlamadım?" Dedi boş bir bakışla.
"Bana bak ağa oğlu, sen o aynayı göz boyayıp kız tavlamak için istiyorsan bu dükkandan toz bezi bile satmam sana. Yok sevdalıyım onun peşindeyim diyorsan bir hafta buraya gelip benimle çalışacak, gümüş parlatıp, toz alacaksın." dediğinde tanındığını düşünmediğinden afalladı Cihan.
İkisi de birbirine baktı, Cihan adamı adam Cihan'ı tarttı.
" Şimdi mi başlıyorum yarın sabah mı geleyim?" diye sordu sonunda.
İhtiyarın kaşları hafifçe havalandı, dudak büktü inceden,
"Yarın sabah sekizde burda ol." Deyip tekrar işine döndüğünde bunun konuşma bitti demek olduğu açıktı.
Ertesi sabah sekizde dükkanın kapısındaydı Cihan ama ihtiyar ancak dokuzda geldi. Ağa oğlunu, kapının önünde üzerine dikilmiş sorgulayıcı bakışara rağmen kendini bekler halde bulunca bir artı puan yazdı hanesine.
İçeri geçince iki çayla kuru birer simit koydu ortaya ses etmeden ikramını kabul eden genç adama akşama kadar toz aldırdı, rafları dizdirdi, beğenmedi eski haline getirmesini buyurdu... En son eline özel yapım bşr bez verip kararmış gümüşleri önüne yağdı...
Bu imtihan bir hafta sürdü, o eziyet ettikçe Cihan sebat ediyordu. Üstelik babası da işi gücü serdi diye canına okuduğu için sabaha kadar da otelin işleri ile uğraşıyor bir of dahi demeden haftayı tamamlamaya çalışıyordu.
Son ve gün öğlene doğru Yorgi usta Cihan'ı ilk defa karşısına alıp, bir haftadır uğruna emek verdiği antika tarak setini önüne koymuştu.
"Bir tarağa bile ulaşmak için böylesi emek gereken bir hayatta, bir gönle girmek kolay değildir Ağa oğlu... Ama sende o ışık var, sırma saçlı kız şanslıymış yolu sana düşmüş." diyerek bir haftanın sonunu, dostluklarının ise başını getirmişti.
Dakikalardır elindeki bezle aynı aynayı ovan gence döndü,
"Hayırdır ağa oğlu? Seni buraya her rüzgar atmaz." diyerek laf attı ihtiyar.
Cihan elindeki aynayı bırakıp, gümüş bir şamdana uzandı onu silmeye başlarken,
"Sırma saçlı kızı buldum usta" Dedi düz tutmaya çalıştığı sesiyle.
Yanındaki adamın yanıp tüten içinin kokusunu alacak kadar görüp geçirmişti Yorgi usta,
"Anladığım o ki kaybettiğin gibi bulamamışsın ha sevdalı?" dediğinde çenesi kasıldı Cihan'ın,
"Beş sene cehennemde yakmışlar onu usta... Her gün yanmış da ben burda nelerin derdindeymişim... Ne sırma saçı kalmış, ne ok ok kirpikleri, ne aydan parlak teni... Bir tek dimdik tuttuğu başı var eski Zelfi'yi hatırlatan. Karşıma çıktı da tanımadım... Tanıyamadım..." Diye düzelti sözünü.
İçinden ise doğrusu geçti, o olduğuna inanmak istemedin Cihan, senin gözünden sakındığını o halde görmeyi kabullenemedin...
Başını kuma gömersen gerçek değişir sandın...
İhtimalini bile aklına yaklaştırmazken, için için bildin o olduğunu da konduramadın...
Yoksa niye yüzüne bakıp kalasın, akrabasıdır o olamaz dedin kafanı yine kuma gömdün...
Ustanın ilk defa işleyen eli durdu, gerekmedikçe göz teması kurmazdı, hele de dertleşirken rahat anlatsın diye yönünü bile ona çevirmezdi, fakat bu kez Cihan'ın çektiği acı elle tutulacak kadar somuttu sanki,
"Ne diyorsun oğlum sen? Ne cehennemi kim ne etmiş kızcağıza?" dediğinde Cihan dudak içlerini ısırarak acısını yuttu.
Bildiği kadarının, dili vardığı kadarını anlattı ustaya...
"Bunca işi yapmışlar ustam, zalimliklerinin önüne de adımı perde diye çekmişler. Adımı duymak, içinde olduğum ortamda nefes almak dahi istemiyor... Başlamadan bitirmişler bizi..." Diyebildi.
Uzun bir sessizlik oldu ikisinin de konuştuları gerçeği sindirmek için zamana ihtiyacı vardı, sonunda ustanın sesi böldü ağır havayı,
"İnsan..." deyip duraksadı biraz. "Nisyandan gelir bilir misin bu sözü?" Diye sordu.
Başını iki yana salladı Cihan,
"O ne demek usta?" dedi çare arar bir merakla.
" Arapçada insan kelimesinin kökü nisyandır oğul, nisyandan geliriz yani... Nisyan ise unutmak demektir... Derler ki Allah ölümü dağlara taşlara vermişte kaldıramamış dile gelip isyan etmişler... İnsana vermiş peşine ilacını da unutmak olarak eklemiş..." Dedi sözünü dinleten otoriter, bariton sesiyle.
Cihan boğazında ki yumruyu savuşturmak için yutkunmaya çalıştı ama faydası olmadı, usta devam etti,
"Demem o ki ağa oğlu dört kitapta da ölüm vardır, öte dünyada hayat vardır. Birdir özümüz, hepimiz de nisyandan geliriz... Ölümü bile unutup yoluna giden insan oğlu senin adının hatırlattığı şeyleri de unutur. Unutturursun, kötüyü iyiyle, eskiyi yeniyle takas eder sararsın yaralarını ama en büyük ilaç zamandır. Zaman ver ona, ona da kendine de..." bekledi biraz bu duyduklarını kafasında tartıp ölçsün diye. Esas diyeceği gerideydi çünkü Cihan'a derince bir nefes alıp verecek kadar zaman tanıdı, sonra devam etti,
"Şimdi söyle bakalım ağa oğlu, sindirebilecek misin? Seni ittikçe daha sıkı tutabilecek misin? Yükü omzuna almak kolay taşıyabilecek misin? Yarı yolda bırakacaksan, yorulacaksan, yapmazsın ya gönlünü kıracaksan hiç girme bu işe, boyunu aşarsa sende boğulursun." Dedi ve işine döndü Cihan'a hem umut verdi hemde muhasebesi yapılacak bir yol açıp önüne serdi...
Bir zaman daha dediklerini düşünerek orda oyalanıp ihtiyarın yanından ayrıldı. Asil'i yeriyle unutmuştu. Samimi arkadaşıydı ama çok sık gelmezdi buralara, üniversiteyi beraber okumuş aşkın uzaktan da olsa sevmek olduğunu Asil'den öğrenmişti. Dokunmadan, beraber bir geleceği hayal edemeyerek de olsa vazgeçmeden sevmek... O zamanlar saçma gelirdi Cihan'a ama Asil bu dertle ergenliğinden beri mücadele ediyordu.
Otele döndüğünde arkadaşını yemeğe inmek üzereyken yakaladı, Asil'in çekelemesiyle alakart restoranda bir masaya karşılıklı yerleştiler.
Sipariş ettikleri yemekler gelirken Cihan hâlâ dalgındı,
"Artık anlatsan mı Cihan? Ne naz ettin oğlum be!" diye sitem etti Asil.
"Nerden başlayıp ne anlatayım, kolay sanıyorsun Asil, ben nereden başlayacağımı bile bilmiyorum. Babam da, Zelal de hapiste..." Dediğinde kaşları hayret ile önce havalanıp sonra çatılan arkadaşının haline histerikçe güldü, "Dur daha yeni başladık oğlum, ağalıktan da olduk. Yeni bir hanım ağamız var, içimizden geçti resmen. Dedi ki senden ağa olmaz Cihan, arkandan iş çeviriyorlar anlamıyorsun... Senin adına zulüm ediyorlar görmüyorsun..." deyip çatalı sertçe tabağının kenarına bıraktı zaten içi almıyordu zoraki bir çabaydı yemek yemek.
"Oğlum bi sıradan anlat anasını satayım, kafamı çorba ettin." dedi Asil.
"Hakikaten ben ne işe yararım, babam dedim işinin peşine koştum aptal yerine koydu..." Derken büyük bir yudum su içti, "Bacım dedim, yoluna canımı ortaya koydum, sırtımdan hançerledi. Abimin sözünü dinlesem şimdi baba olmak için hevesle hazırlık yapıyor olacaktı. Benim aptallıkçğım yüzünden yeğenimin kanı elime bulaştı... Anlat deme bu kadar oluyor Asil, gücüm yok al bu anlattıklarımı kafanda bir bütün yap..."
"Cihan, ablamın yaptığını ben boynuma vebal ettim diye bana kızıyordun. Bak sen de bacından sınanıyorsun, şükür ki yükün benim kadar ağır değil." dedi Zelfi'yi bilmediğinden.
Anlatacak gücü yoktu Cihan'ın, senin ablan benim bacımın yanında kırk tas suyla yıkanmış kalır diyemedi...
Konuyu değiştirmek en iyisiydi,
"Onu boş verelim de benim başka bir derdim var, burdan gitmesi gereken bir kadın var Asil, öz ablam saydığım bir kadın. İki kız ile sığınacağı güvenilir yer lazım... İş güç değil problem, kocası hapiste ama çok tutmazlar iki üç aya çıkar şerefsiz. Başlarında destursuz giremeyeceği bir çatı olması lazım. Buralardan ne kadar uzak olursa o kadar iyi." Dediğinde karşısında ki adamın düşünen gözleri kısıldı.
"Evli mi hâlâ?" diye sordu ilk olarak,
"Resmi nikah zaten yoktu, dini nikahtan da boşadı. Ama yakasından düşmez, onun için uzak olursa iyi olur."
Asil için Cihan'ın zamanında kurtardığı can öyle kıymetliydi ki, tükenmez bir kredisi vardı. Cihan asla bunu kabul etmese de, Asil hep minnet duygusu ile kavrulmuştu. Ve bir kişi daha minnet borçluydu, Ömer Bey...
"Aklıma bir yol geliyor ama sen ne dersin bilmiyorum." diyerek lafa girdi.
"Anlat bakalım önce, sonra yerini yaparsın." dedi Asil'i bu kadar iyi tanıyor olması biraz irite ediciydi en azından Asil için...
"Ömer abilerin evde üç çalışanı var, biri yanında evleniyor. Dolayısıyla evde yatılı çalışacak bir kişilik yer olacak." Deyince Cihan kirli sakal olmaktan uzaklaşmaya başlayan sakalını karıştırdı,
"Çocuklar var, istemeye bilirler." dedi sesli düşünerek.
"Çok küçük değillerse sorun olmaz bence." diyerek kendi fikrini belli etti Asil.
"Büyük yedinci sınıf, küçüğü daha beş yaşında ama çok akıllı, uslu bir çocuktur. Zorluk çıkaracak yaşta değiller."
Asil'in aklına daha da yattı bu mevzu,
"Süleyman baba varken rahatsızlık veremez kocası, Ömer abinin de gözü üstlerinde olur. Yanlız Elmas hanımla çalışmak zordur, huysuz, takıntılı bir kadın biliyorsun." dedi uyarmak adına.
"Yurt dışına yollayın diye teklif ettim, yada yazlık bir yerde kalın ben her türlü masrafı karşılarım dedim ama Nazlı asla kabul etmiyor. Kendi ayaklarının üzerinde duracakmış, ikna edemedim. Bi zaman denesin şansını, bakalım bizim kız mı yaman, Elmas hanım mı? Kayınvalidesiden alışıktır idare edebilir bence." dediğinde Asil'in ilgisini çekmişti.
"Elmas hanımın tadını kaçıracak kadar dişli mi?" dedi merakla.
"Bunu izlemek hepiniz için keyifli olur..." dedi Cihan yüzünde buruk bir tebessüm ile.
Nazlı'yı yeni bir hayat beklerken oğluyla zaman geçirip hasret gideren Miran, Bekir'e geçmiş olsun dileyip destek olmak için şirkete gelmişti.
İki arkadaş Bekir'in başını kaldıramadığı işleri yüzünden iki çift söz edecek zamanı zor bulmuşlardı.
Bekir, Cihan'ın akılsızlığı yüzünden başına gelenleri, aşiret toplantısını ve sonrasında oluşturdukları düzeni kısaca anlattı. Hepsinden dönüş vardı da kaybolan cana yoktu... En zoruna giden de burasıydı ya...
Miran kardeşini Mirza'nın böyle önemli bir işe ön ayak olmasına hem şaşırmış hem de mutlu olmuştu. İstanbul'a gelirken ki heyecanına bakılırsa Ülkü ile de arayı düzeltmiş olmalıydı. En azından birinden biri mutluydu, sevindi Mirza adına...
Bekir ise Miran'ın dağılmış haline üzülmekten başka birşey yapamıyor olmanın mahcubiyetini yaşıyordu. Canan'ın bu süreçte hem yorup, hem yorulduğu fazlaca belliydi.
Yine de ilk fırsatta Asım için gelmiş olması, bir baba olarak çabası Bekir'i mutlu etmişti.
"Bence Canan'ı ne yapıp edip psikolojik destek almaya ikna etmen lazım, çocukluğundan bu yana yaşadıkları hiç kolay değil... Yorulmuş olması çok normal değil mi?" Diye sordu Miran'a.
"Kabul etmiyor Bekir, zorlama tedavinin fayda etmeyeceğini biliyorum." deyip derin bir nefes aldı. "Kendimi çok yanlış bir denklemin içine soktum."
"Narin çok zorlanıyor ama bir şekilde de gemisini yürütüyor. Ne yalan söyleyeyim yardım almadan bu derece tek başına çıkışıyor olması çok şaşırttı."
Miran da dünden beri şoktaydı,
"Ben de en az senin kadar şaşkınım Bekir. Sanki konakta üç yıl zaman geçirdiğim kadın Narin değilmiş gibi... Gözümle görüp kulağımla duymasam inanmam bu halinden sonra." derken telefonu çaldı.
Açıp kulağına götürdüğünde,
"Efendim Mirza." deyip dinledikçe rengi sarardı. Peşi sıra elindeki çay bardağını yere düşürerek oturduğu yerden kalkmasıyla Bekir seyrinde gitmeyen birşeyler olduğunu anladı.
"Ne diyorsun oğlum sen?" derken oda da volta atar gibi sağa sola adımlıyordu.
Bekir de kendi masasından kalkıp yanına geldiğinde telefon açık olmasına rağmen kulağından düşercesine kolu boşlukta sallandı. Arkadaşının halini beğenmeyen adam telefonu elinden çekip kendi kulağına götürdü,
"Mirza ne oldu?" diye sorduğun da,
"Bekir abi, malesef bebeği kaybettik... Canan kriz geçiriyor. Alıştırarak söyleyecektim ama baş etmemiz mümkün değil. Abimi yanlız bırakma hemen İstanbul'a gelin." Dedi Mirza'nın bitkin ama telaşlı sesi.
"Tamam aslanım sen yengene göz kulak ol, burası bende. En kısa zamanda orda olacağız." Deyip kapattı.
Miran olduğu yerde heykel gibi kalmışken,
"Miran gel otur şöyle kardeşim..." Deyip masasının ilerisindeki oturma alanına götürdü, sanki yürüyen bir cenazeye eşlik ediyor gibiydi.
Onu koltuğa oturttuğunda masasında ki telefondan sekreterini arayıp İstanbul'a ilk uçuş için iki kişilik bilet kesmesini söyleyip kapattı.
Peşi sıra ceketinin iç cebinden cep telefonunu çıkarıp parmağını bir ismin üzerinde bekletti. Düşünüp tartsa da arayacak başka kimsesi yoktu.
Ekranda ki ismin üzerine tıklayıp kulağına götürdü telefonu, karşıdan üçüncü çalışın sonuna doğru tereddütlü bir ses duyuldu,
"Abi?" Dedi Cihan şaşkınlığını saklayamadan,
"Neredesin?" diye sordu Bekir. Saat akşam olmuştu.
"Oteldeyim, Asil burada..." Diye sorusunu sorguladığını belli eden ama renkte vermeyen açıklamasını yaptı Cihan.
"Yeni eve geç, ben birkaç gün yokum. Buralar sana emanet Cihan, hâlâ kızgınım affettim sanma. Sadece bir mecburiyet!" deyip yüzüne kapattı.
Koltukta donmuş gibi hareketsiz karşı duvara bakan adama ne diyeceğini bilemedi. Tıpkı dakikalar önce Miran'ın kendisine ne diyeceğini bilemediği, üzülme diyemediği gibi... Bekir'in kaybettiği can küçüktü, kucağına alacağının hayalini bile kurmaya zaman vermeden yitip gitmişti ama Miran öyle değildi. Kucağına almış, konusunu içine çekmiş yaşayacağını ummuştu.
"Miran..." dedi ne diyeceğini bilemedinden, "Kardeşim Canan iyi değilmiş, güçlü olman lazım." deyip karşısına oturdu.
Hafifçe burnunu çekti Miran,
"Üzülmeye de hakkım, zamanım yok değil mi Bekir. Hayatım darmadağın oldu, herkes istediği gibi at koşturdu. Narin istediğini aldı çekildi, Canan ona hırslandı bizi hiç olmayacak hallere düşürdü. Benim üzülmeye bile hakkım zamanım yok..." deyip ayaklandı.
"Gidelim Canan'ın yanına ama bak göreceksin, biz evladının acısıyla yanan birer anne baba olmayı bile beceremeyeceğiz." diyerek odadan çıktığın da Bekir sadece peşi sıra onu takip etti.
Cihan ise kal gelmiş gibi Asil'e baktı,
"Eve git dedi lan... Eve git dedi oğlum..." diye sevinirken bile buruktu. Affetmeyeceğini kolay olamayacağını biliyordu ama yine de dar zaman da ilk arayacağı olmak mutluluk sebebiydi Cihan için...
Asil güldü onun haline,
"Sanırsın yavuklusu çağırdı, tipe bak." deyip kahkahayı bastı.
"Si...tir git!" Deyip ayaklandı. "Benim odada kalırsın, sakın para vermeye kalkıp da beni buraya getirtme. Ağzını burnunu kırarım bilesin." Diyerek de eklemesini yapıp oradan ayrıldı.
Bekir'in yeni aldığı eve giden yolda ise kafası karma karışıktı. Hesna ile yüz yüze gelmeye hazır değildi ama biliyordu ki hiç bir zaman da hazır olmayacaktı.
Malikaneye geldiğin de kapıda Cengiz ile karşılaştı,
"Hoşgeldin Cihan Ağam" Demesiyle bir bas selamı verdi.
"Abiö nereye gitti Cengiz?" Diye sordu.
"Miran Aladağ'ın bebeği vefat etmiş ağam, İstanbul'a gitti onunla. Yanlız bırakılacak gibi değildi." diyerek buraya gelmesine vesile durumu anlattı.
"Başı sağolsun..." diyebildi. Abisi ile Miran acılarında bile birdi.
Yavaş adımlarla eve doğru yürüdü, bu kadar büyük olması abisinin büyük bir aile istediğinin dışa vurumu olsa gerekti. Bilmediği ise o evde hep bir yerinin olacağıydı. Herşeye rağmen...
Kapıyı çaldığında beklediği bir çalışanın açmasıydı Hesna'nın değil.
Hesna ise tam tersi Cihan'ın geleceğini duyduğundan beri kapı zilini kolluyordu. Gülhan annesine ne güzel sürpriz olacaktı...
Cihan şaşkınlıkla kala kaldığında Hesna sarılmak ister gibi bir adım öne atıp sonra farkındalıkla durdu. O kadar samimiyetleri yoktu, hiç olmamıştı. Belki hiç de olmayacaktı...
Yine de gülen yüzünü soldurmadı,
"Abi hoşgeldin." dedi coşkuyla "Gel buyur, Gülhan annem çok sevinecek seni görünce, uzanmıştı biraz sürpriz olsun dedim haber vermedim." Diyerek bıcır bıcır konuşa konuşa oturma alanına yürürken Cihan onun konaktaki halinden eser olmadığını fark etti. Sanki konak gezmeye gelen bir turist gibi yabancı, emanet, korkakça olurdu hareketleri. Hüseyin Ağa'nın sürekli onaylamaz bakışının da üzerinde olduğunu düşününce, Hesna hiç konağı evi sayamamış olmalıydı.
"Hoşbulduk yenge." diyebildi sesini saklandığı yerden bulabildiğinde.
Hesna ise sevince karışık bir burukluk içindeydi, karşısında ki adam Cihan Abisi gibi değildi,hem bedenen hem ruhen çökmüş bir harabeye benziyordu. Uzayan sakalı çökmüş yüzünü gizlemeye yetmiyor, kararmış göz altları yorgunluğunu ele veriyordu.
"Yemek hazırlayayım mı? Belki fırsat bulamamışsındır yemeye." dedi Cihan'ın bu halini sindirmek için biraz zamana ihtiyacı vardı. İçinden ağlamak gelirken gülmek çok zordu. Düşen yüzünü fark etti Cihan ama çok yanlış anladı,
"Hesna abim dediği için geldim, beni görmek istemezsen anlarım gözüne gözükmem." dedi Zelfi'nin adına bile tahammül edemediği yine aklını yokladı. Belki Hesna da yüz yüze gelince bebeklerinin ölümüne sebep olduğunu hatırlayıp üzülmüştü.
Hesna ise bu son cümle ile usulca koltuğa oturdu, zira ayakta duracak hali yoktu,
"O nasıl söz abi? Senin ne suçun var? Bilsen yapar mıydın, ilk sen babana karşı dururdun. Sen beni tanımasan da ben seni tanıdım konakta geçen zamanda." dedi sonunda ki cümleye azıcık sitem karıştırmış olabilirdi.
Cihan koltukta öne eğilip dirsekleri dizlerine dayayarak başına iki eli arasına aldı. Yüzüne bakacak yüzü bulamadı kendinde.
"Yenge biz senin sevgine, saygına layık insanlar değiliz. Ne ben, ne babam... Sen çabaladıkça aile olmak için gözümüzün içine baktıkça görmezden geldik. Dahası Zelal yüzünden ben senin kalbini kırdım. Sen hâlâ abi diyorsun ya ben yerin dibine giriyorum." diye tamamlandı sözünü.
Akan bir damla göz yaşını Cihan görmeden sildi Hesna,
"Benim ailem Bekir ve Gülhan annem, başka da kimsem yok. Oysa daha beş altı yaşlarında bir çocukken abisi olan kızlara çok özenirdim. Çocuk aklı bu ya annemi abim olsun diye darlardım." deyip burukça tebessüm etti. "Konağa gelipte senin Zelal'e ettiğin abiliği görünce, sanki o küçük çocukmuşum gibi imrendim biliyor musun? Sonra dedim ki benim de abim, kocamın tek erkek kardeşi. Zamanla beni de tanır sever, abilik eder..."
Cihan yerden zor kaldırdığı gözlerini Hesna'ya çevirdi,
"Ne umdun ne buldun..." dedi yiten cana tekrar yanarak.
Hesna ise hemen toparlandı, bu bir insanın omzuna yıkılamayacak kadar ağır bir yüktü.
"Abi..." dedi yine abi... "Allah'ın takdiri böyleymiş, yalan söyleyemem çok üzüldük, üzüldüm... Ama hiç seni suçlamadım. Senin sandığının aksine babanızın tehlikeli yanını daha önce fark etmiştim. Bekir'den umduğunu bulamadıkça sana yüklendiğini fark ettiğim gibi. Abini dinlemene engel olmak için yaptığı oyunları gördüm çünkü hiç gizlemedi benden... Sanki ayağını denk al der gibi pervasızdı bana karşı."
Cihan yaşının üstünde bir farkındalık ile konuşan kıza karşı bir tık daha rahat hissetti. En azından anlaşılıyor olmak bile çok kıymetliydi.
"Cihan abi... Benim hiç olmayan abim olur musun? Söz hiç üzmem seni..." diye de ekledi şakayla karışık.
Karşısında ki adamın günlerdir çektiği vicdan azabının üzerine kova kova su döken Hesna, bir dilim tatlı uğruna dayak yiyen ama o gün kaderinin yönü değişen Hesna... Kocaman kalbinin mükâfatı Bekir olan Hesna.
"Olurum Hesna, sen bunu istediğine pişman olma diye bu kez abim gibi bir abi olurum hemde." Deyince karşısında ki yeşil gözler sevinçle ışıldadı. Onun sevincini ise daha hasret dolu bir ses böldü,
"Cihan! Ne zaman geldin? Ah annem abin kıyamadı değil mi? Bekir'im nerde, ah yufka yürekli oğlum benim..." diyerek nefes almadan konuşarak merdivenleri inen kadın anne değil candı...
Cihan annesini kollarının altına alıp sarıldı sıkı sıkı, peşi sıra da kedi gibi bakan Hesna'ya gülümsedi,
"Gel abisi, sende gel tamam olalım." Deyince pıtı pıtı yürüyüp Gülhan annesinin yanında yerini aldı.
İşte o saatlerde Zelfi öğleden sonra Cihan'ın Derya ablasına bıraktığı ama yatağının üzerine bırakıp yok saydığı paketle bakışıyordu. Şık karton çantanın içinde bir sandık vardı da içinde ne olduğu muammaydı işte.
Derya niye almıştı ki bu paketi, Zelfi kabul etmez deyip geçseydi ya... Sağ el baş parmağı yine sol bileğinde ki kesiğin üzerinde gezerken, Cihan'ın suçsuzluğu vicdanının kapılarını yokluyordu yine... Sıkıntılı bir nefes alıp verdikten sonra sandığa uzandı, eski değilde daha çok antika denebilecek bir kutuydu.
Parmakları üzerinde ki oymalar da sedef işlemelerde gezindi. Önündeki çengel kilidi kaydırıp kapağını aralayınca ise ağzı açık, gözlerini kırpamaz olarak kaldı öylece.

Bu yıllar önce Zelfi'nin Yorgi Usta'nın dükkanında görüp beğendiği tarak setiydi. Tarağa uzanan elinin titrediğini o an fark etti. Tesadüf olmak için fazla iğne deliği bir iş değil miydi?
İyi de Cihan Ağa bunu nereden bilsin, dahası niye bulup getirsin...?
O gün dükkanın önünden geçerken hayran olup dükkâna daldığı, ustaya ben alacağım maaşımı alınca, ne olur satma kimseye diye yalvardığı geldi aklına. Ne küçük şeylerle mutlu olurdum diye düşündü. 'Birde şimdiki haline bak Zelfi' dedi iç sesi 'Derya ablan olmasa tarayacak saçın, gözünü süsleyen kirpiğin bile yoktu.'
Fırçayı alıp iki eli ile okşadı parlak dış yüzeyini...
Eskiden olsa havalara uçardı ama sadece burukça gülümsedi, eski Zelfi'nin yaşam enerjisini hatırlayarak.
Beş yıl değil de beş ömür geçmiş gibi uzak geldi anılar, kızların bir ağa oğlundan bahsettiklerini hatta Şeyda'nın "Her okul çıkışı görmüyorum, bak bugün de peşime takıldı." Diye kendi kendine kura kura ilerlediği sırada onun bu hallerini bildiğinden sadece dinlemiş gibi yapıyordu. Anası babası başında biri olarak fazlaca uçarı bir kızdı. Zelfi'nin ailesi başında olsa evlilik hayalleri kuracağına okuluna daha da asılır, okumak için çırpınırdı. Onun için kimden bahsettiğine bile kulak vermemişti. Vitrin de aynayı görünce de konuşan arkadaşının lafını ağzında bırakıp dükkana daldığını hayal meyal hatırlıyordu.
Belki de tesadüftü...
Öyle olması en iyisiydi, tesadüf olmalıydı...
Yine de bu hediyeyi kabul edemezdi,ne münasebetti canım. Niye böyle bir şey almıştı ki?
Ne alsa münasebetsiz olmazdı Zelfi? Diyen iç sesine dudak büktü. Cihan'dan gelecek herşeye kapıları kapalıydı.
Yok yok... Geri vermeliydi de nasıl?
Ofladığı sırada kapısı tıklatıldı, başını kapıya çevirince gelenin Nazlı olduğunu gördü,
"Zelfi, Duru'nun uyku bebeğini gördün mü ablacım?" dedi yara bere içinde de olsa yaşam enerjisini hemen geri toplayan kadına hayrandı Zelfi.
"Salonda ki pufun üstündeydi abla bulurum ben şimdi." deyip ayaklanacak oldu.
"Acelesi yok canım, uyudu şimdi. Su almaya inince onu da alırım inme sen." derken gözleri yataktaki aynalı tarağa takıldı.
"Ooo... Zelfi hanım bu taraklarını iyi sakla Duru görürse bırakmaz. Süslü prenses o biliyorsun." Dedi.
Zelfi için ise fırsat bu fırsattı,
"Abla, müsaitsen gelsene biraz konuşalım." deyince Nazlı'nın şakacı tavrı silindi hemen, içeri girip kapıyı kapattı,
"Ne oldu güzelim, biri birşey mi dedi?" diyerek aklına gelen ihtimalleri kafasında sıralamaya başladı.
"Abla bu tarak takımını bugün Cihan Ağa benim için getirmiş." deyince Nazlı'nın kaşları alnına değeyazdı.
"Cihan?" dedi ciddi misin der gibi...
Zelfi onun bu tavrından daha çok rahatsız oldu, demek ki herkese özel hediyeler veren biri değildi. Niye ona bu kadar beğeneceği, hatta eskiden olsa sevinçten bayılacağı, bir hediye almayı tercih etmişti.
"Abla bunu bana getirmiş ama ben kabul edemem. Geri vermek için bile olsa karşı karşıya gelmek istemiyorum. Sen versen olur mu? Usülünce anlatırsın istemediğimi... Benden özür dilemesine gerek yok, bunun hiçbir şeye faydası da yok." derken gergince bileğindeki kesik izinin üzerine gitti sağ eli.
Nazlı usulca yatağın ucuna oturdu, aklı bu kızı gördüğü ilk sabaha gitti. O halini tek bir kelime ile anlatsa, Zelfi de gördüğüne sadece ümitsizlik diyebilirdi. Ümidini yitiren insandan geriye ne kalırdı? Koca bir hiç...
"Zelfi, ablacım... Bugün Derya hanıma gelen tay için, Cihan'ın kapısını kimler kimler çalmadı. Hep derdi ki 'Canımdan can isteyin, Bal kızın tayını istemeyin.' bak kendi eliyle getirip Derya hanıma verdi. Demek istedi ki 'Canımdan can isteyin vereyim.' anlıyor musun?"
Derin bir nefes alıp verdi Zelfi,
"Anlıyorum abla, üzüntüsünü, mahcubiyetini... Pişmanlığında samimi görüyorum. Sorun şu ki benden uzakta yaşasın bunları. Ben kime hesap sorayım, Zelal içerde, Şilan içerde, Hüseyin Ağa içerde, hatta babam bile hapisteymiş benim. Halbuki yıllarca ben Cihan Karacahan'a lanet okudum, beddualar ettim. Ölmesin, sürünsün göreyim diye yalvardım Allah'a." deyince Nazlı iliklerine kadar ürperdi,
"Allah korusun." dedi hızlıca.
"Korusun abla, ayağına taş değmesin ama benden uzakta. O isim bile tüylerimi diken diken ediyor, adını anınca midem bulanıyor." dedi adeta titreyerek.
"Canım..."deyip elini avuçlarının içine aldı Nazlı "Senin destek alman gerekiyor biliyorsun bunu." dedi buram buram abla şefkati kokan sesiyle.
"Abla benim yaşadıklarımı anlatarak, tekrar yaşayacak gücüm yok, nelerden geçtim bilmiyorsunuz. Senin bende bir kere görüp deliye döndüğün hali ben kaç kez yaşadım." derken sıkı sıkı kapattı gözlerini, sonra eli kulaklarına gitmek için kurtuldu Nazlı'nın elinden... Ne ara ayaklarını topladı, ne ara cenin pozisyonunda tortop oldu Nazlı anlayamadı bile.
Hemen kollarını sardı Zelfi'ye ikisininde gözlerinden sicim gibi yaşlar aktı. Zelfi bu içindeki patlamayı o kadar uzun zamandır tutuyordu ki durulması dakikalar aldı çeyrek saati geçti yarıma yaklaştı. Bulduğu güvenilir sinede ilk defa abla değil kardeş oldu. Dik duran değil destek alan oldu. Ömründe bu duyguyu bir Deryada tatmıştı, şimdi de Nazlı aynı sıcaklığı veriyordu.
Durulan ama ağlamaktan da bitap düşen kızı yatağa yatırıp üzerini örttü Nazlı. Tarakları sandığa yerleştirip gözünün önünden aldı. Mesele tarak da değildi anlamıştı...
Uyuduğuna emin olunca çıktı odadan elinde sedef işlemeli bir sandıkla. Bunu Cihan'a nasıl verecekti? En iyisi bir süre göz önünden çekmekti.
Sabah şiş gözler ve baş ağrısı ile uyandı. O kadar ağlamanın sonu elbette bu olacaktı.
Kahvaltıda durgundu, sonrasında da öyle, kendi kendine kalmaya biraz kafa dağıtmaya ihtiyacı vardı. Çareyi açık lise kaydı için başvuru yapmaya gitmekte buldu. Yıllar sonra ilk defa tek başına dışarı çıkacağından biraz korku biraz da heyecan kalbinde dolaştı.
Kot pantolonun üzerine düz ekru bir kazak giyip siyah montunu giydi, azıcık da makyaj yapınca lisede ki hallerine benzer olmuştu.
Derya'nın taksi çağırıp sıkı sıkı kırk tenbihle uğurlanasına hem gülmek, hemde içi çıkana kadar ağlamak istiyordu. Kalbi güzel kadına hergün daha çok bağlanıyordu.
Taksiye binip gitmek istediği yerin adını söyleyerek camdan Mardin'i seyrederek yola koyuldu.
Elindeki önceden hazır ettiği evraklarla kaydını yaptırmış çıkacakken lisede derslerine giren Edebiyat öğretmeni ile karşılaşmayı ise hiç beklemiyordu. Fakat esas şaşırtıcı olan öğrencinin öğretmeni tanıyor olması değil, öğretmenin de Zelfi'yi tekde tanımış olmasıydı.
"Merhaba hocam" diyerek selam vermeye mecbur hissetti Zelfi. İlk atama olarak Mardin'e gelmiş olan Serkan hocanın yaşı en fazla otuz civarıydı. Derslerine girdiği vakit diğer hocaların aksine eğlenceli ders anlatımı ve arkadaşça yaklaşımıyla kendini sevdiren biriydi.
"Zelfi." diyen adam gördüğü yüz karşısında şaşkın gibiydi. " Merhaba, uzun zaman oldu seni görmeyeli, nerelerdeydin birden ortadan kayboldun." dediğinde yüzünü düz tutmakta zorlandı Zelfi,
"Bazı sorunlar yaşadım hocam, ara vermek zorunda kaldım. Ama kararlıyım son dönemi açıktan tamamlayıp üniversite sınavına gireceğim." dedi tutunduğu tek dala sıkıca sarılarak.
Serkan'ın Zelfi'yi süzen bakışı karşısındaki genç kadının da radarından kaçmadı. Huzursuzca yerinde kıpırdandı Zelfi.
"Senin adına sevindim, adliyelerin cesur olduğu kadar güzel de olan avukatlara, savcılara, hakimelere ihtiyacı var. Umarım hedefin hâlâ aynıdır, cüppenin nasıl yakışacağını ön görebiliyorum." dediğinde üniversite hedefine kadar hatırlanıyor olmak bir tık daha şaşırttı Zelfi'yi.
Artık öğretmen öğrenci de olmadıklarına göre mesafesini korumakta fayda vardı.
Tam gitmesi gerektiğine dair birşeyler söyleyecekken karşı odadan çıkan Hesna ile göz göze geldi, o sırada Serkan hoca da Türk hava yolları ile yarışmaya karar vermiş olacak ki,
"İşlerin bittiyse sana kahve ısmarlamak isterim, artık öğretmen öğrenci de değiliz, bence bunu değerlendirmeliyiz." deyince kendini istemediği sularda, boyu geçen derinliklerde hissetti Zelfi.
En son isteyeceği şey hayatına birini almak ya da buna dair umut vermekti. Kendi yağında kavrulup gidecek, erkek cinsinden uzak huzurlu bir ömür sürecekti.
"Hocam, ben çalışıyorum. İzin alıp geldim bir an önce dönmem gerekiyor." diyerek yolunu kapatmak istedi.
Hesna ise Zelfi'yi gördüğüne fazlaca memnun arayı kapatıp konuşan ikilinin sohbetini bölmeyi umursamayarak araya girdi,
"Zelfi canım, ne güzel tesadüf oldu. Nasılsın iyi misin?" Diyen enerjik sesiyle.
"Merhaba Hesna hanım, iyiyim çok
şükür siz nasılsınız? Çok iyi gördüm sizi..." dedi daha bir kaç gün önce geçmiş olsuna gittiği ve ağlayarak gerisinde bıraktığı ama şuan tüm yaşam enerjisi ile karşısında duran kadına.
"Daha iyiyim canım, liseyi bitirmek için kayıt yaptırdım. Sanırım sen de öyle?" dedi Serkan'ı ölümüne yok sayarak.
Zira o adamın Zelfi'ye bakışını hiç beğenmemişti. Kıza yürüyeceği hatta koşacağı besbelliydi.
Bir de sabah Nazlı arayıp Cihan'ın hediye ettiği tarak setini Zelfi'nin geri verirmek istediğini, kardeşinin hediyesinin dahi kabul edilmediğini duyunca çok üzüleceğini dert yanmıştı. Hesna zamanında Cihan'ın gömleğini ütüleyip adasına götürdüğünde, istemeden şahit olduğu ve günlerdir zihnini kurcalayan denklemi çözmüştü.
Zelfi oydu, Zelal'in o evli mutlu diyerek Cihan'ı kandırdığı ama cehenneme attığı kadın... Cihan abisinin zamanında aşık olduğu kadın...
Hatta Hesna lise ikinci sınıfta okuldan alınıp açıktan okumaya devam etmeden önce; uzun saçları, zaman zaman kızlara ve bazen hocalara karşı dik tavrıyla dikkat çeken Zelfi'yi hatırlıyordu. Okulun ilk gününden beri dikkat çeken bir kızdı.
Ortada bir tarak seti varsa o beline kadar dalga dalga saçlara hayran bir Cihan Ağa olduğu da açıktı. Şimdi ki zamanda böyle bir hediye veriyor olması ise Hesna'nın yerinden bakınca ilanı aşktan başka bir şey değildi.
Ne yani şimdi, bu mavi gözleri fıldır fıldır dönen adama gelecekte ki eltisini kaptıracak hiç değildi.
Tek korkusu yine Nazlı'nın içi yanarak anlattığı Zelfi'nin Cihan adını duymaya bile tahammülü olmamasıydı.
Ve biliyordu ki bu rahatsızlığı Cihan duyarsa aşkından ölse bir daha Zelfi'nin yoluna çıkmaz, gözüne gözükmezdi.
Hesna gerçekten Cihan'ı onun sandığından daha iyi tanıyıp gözlemlemişti.
"Evet son dönem için kayıt yaptırdım, tesadüf Serkan hocamla karşılaştık." deyip yanında ki adamın kim olduğunu izah ettiğinde Hesna göz ucuyla adama baktı.
Serkan içinse fırsat bu fırsattı, Hesna'ya küçük bir baş selamı verip teklifini yeniledi,
"Zelfi çok tutmam seni kahvemizi içelim, nerede çalışıyorsan ben seni bırakırım." dediğinde inceden gözleri kıstı Hesna.
Zelfi ise bu teklifin gittiği yolun sonunu çoktan anlamış örecek bariyer arıyordu, zamanında öğretmeni olan bu adamı kırmak istemiyordu ama burdan kaçmak için uzanacak bir yardım elini de asla reddetmezdi.
"Canım işe döneceksen Cihan abim kapıda beni bekliyor." deyip öğretmen beye göz ucuyla baktı "Seni de bırakabiliriz, ne de olsa aynı yere gideceğiz." Derken dışardan rahat içerdense gol için totem yapmış bir taraftar gibi gergindi.
Zelfi'nin adamı reddetmek için kıvrandığını görmüş ilk taşını satranç tahtasında ileri sürmüştü.
Bu adamdan kaçmak için Cihan'ın kullandığı arabaya binmeyi kabul ederse bu ikili için küçük ama Hesna'nın çöp çatanlık aşkı için büyük bir adım atmış olacaktı.
Hesna'nın kafasında dönem tilkilerden bi haber Zelfi denize düşse yılana sarılır mı onun hesabındaydı. Serkan hoca ve apaçık imalarıyla kahve içmeye gitmek mi? Yoksa Hesna hanımın da olduğu bir arabada Cihan ile yolculuk etmek mi?
Kırk katır mı?
Kırk satır mı?
"Serkan hocam aslında işe geç kaldım, Hesna hanımlar ile dönsem çok iyi olacak." dediğinde adamın bozulduğu fark etse de görmezden geldi, çok daha önemli bir derdi vardı adına tahammülü edemediği adamla yol gitmek gibi...
Hesna ise içinde zafer çığlıkları atıyordu, Cihan ona bir adım gelip abin olurum dediyse, o da Zelal'in zalimce Cihan'dan kopardığı kızı abisine doğru çekecekti. Artık elinden bunun için ne gelirse...
İyi kız kardeşler öyle yapardı.
Hemen Zelfi'nin koluna girdi,
"Ay seni gördüğüm iyi oldu Zelfi, balık dönüyor gibi. Kendimi fazla yordum birden, tam iyileşmiş sayılmam aslında." diyerek işini garantiye almayı da ihmal etmedi.
"Ya öyle mi? Hemen geçelim o zaman tutunun bana." diyen Zelfi ise şüphesiz ortamda en saf niyetli kişiydi.
Serkan hocaya kısaca veda edip binanın çıkışına yürüdüler.
Arabanın önünde sigarasını içen Cihan ise karşısında birden beliren manzaranın serap olup olmadığını sorguluyordu.
Wuuuhuuu çok zor şartlar altında yazdığım bir bölüm oldu arkadaşlar.
Vallahi alkışı hak ettim 👏🏻👏🏻👏🏻
Hesna acemi çöp çatanım❤️
Nazlım gönlü güzelim✨
Canan~Miran Masal bebek 😔
Ömer Bey~Asil ve Elmas
hanım... Nazlı'nın kitabının kahramanları burda çok kısa tutacağım, onlarla Beyaz sevda kitabında buluşacağız.
Bol bol oy... Bol bol yorum...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 119.92k Okunma |
11.71k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |