41. Bölüm

38. Bölüm

Zaman Sızım
zamansizim84

 

Merhaba arkadaşlar,

 

Geçen bölüm Canan'ın iç dünyasını ve Miran'ın pişmanlıklarını okuduk, okurlarımdan farklı tepkiler geldi. Miran'ı haksız bulan da oldu, kendini fazla suçladığını düşünende.

 

Aslında herkes kendi odağında haklı, benim ne anlattığımdan ziyade sizde hangi duyguyu uyandırdığı önemli...

 

Ahmet Şerif İzgören'in çok güzel bir tespiti var. Der ki,

    

"Ahmet'in Mehmet ile ilgili anlattıkları Mehmet hakkında çok birşey ifade etmez ama Ahmet hakkında çok şey ifade eder..."

 

Yani aslında hepimiz kendi aynamıza yansıtıp yorumluyoruz olayları.

 

Miran ve Mirza sevilmeden büyümüş iki kardeş, Miran ağa olsun diye sorumluluklar altında ezilirken, Mirza yuvadan atılan civciv misali sevgisiz ilgisiz büyümüş.

 

Miran'ın yerinden hayata bakınca, yaptığı gelecek planı ve sevdiği kadın basit bir plan ile elinden alınmış. O zamana kadar Canan ile evlenip mutlu olacağına inanmış adam kendini Narin ile evli olarak bulmuş.

 

Ben karaktersiz erkek karakterler yazan biri olmadığım için siz alışık değilsiniz ama Miran'ın yerinde başkası olsa Narin'e dünyayı dar ederdi.

 

Narin de hâlâ içten içe Miran diye yanmazdı.

 

Bence de bu hikaye de ki

üç kişi hem eşit ölçüde suçlu, hemde farklı oranlarda mağdur.

  

Canan'ın son halini Selma'ya benzetiyorum. O da Devran'ı çok kolay harcamıştı, çünkü sevilmeyi sevmiş ve hep sevileceğini düşünmüştü.

 

Kimsenin kalbi kimseye zimmetli değil, sevilmediği daha kötüsü sayılmadığı yerden ne olursa olsun gitmeyi bilmeli insan oğlu...

 

Kimseyi aklamak, kimseye yüklemek gibi bir gayem yok... Aksine hepsini aynı oran da övüp aynı oranda gömüyorum.

 

Ay, Cihan bile masum çıktı bu hikayede kime ne olmaz?

 

Ben bile kimin sonu nereye gider kestiremiyorum☺️

 

Küçük bir zaman atlaması olacak iki ay kadarcık bakalım geçen zamanda neler olmuş,

 

 

  

İki ay sonra,

 

Sade döşenmiş odanın huzur veren ortamı iyi geliyordu Narin'e. Bebeğini kardeşine emanet etmiş, kendisi için birşeyler yapmanın zamanı geldiğini düşünerek içinden çıkamadığı duygularını alıp psikoloğun yolunu tutmuştu.

 

"Miran Beyden vazgeçemeyişini neye bağlıyorsun Narin?" diyen İnci hanımın sorusuyla dudak büktü Narin, bu üçüncü seanslarıydı ve utanarak da olsa yaptığı herşeyi ve sonuçlarını anlattığı kadına ne cevap vereceğini düşündü,

 

"Ben onun sevdiği için neler yapabildiğini, sevince nasıl birine dönüştüğünü gördüm İnci hanım. O Canan'ın hem ailesi, hem arkadaşı, hem sevgilisiydi." dedi sona doğru kısılan sesiyle.

 

"Sahiplenici tavrımı sizi etkiledi?" diye sordu bu kez genç kadın,

 

Biraz düşündü Narin, Canan'ın sahiplenilmeye ihtiyacı vardı belki ama onun yoktu. Kapı gibi ailesi vardı, her koşulda herşeye rağmen destek olan,

 

"Sanmıyorum, benim bir aileye de sahiplenilmeye de ihtiyacım yoktu. Zaten bu yanını sevmiş olsam Miran'ı sevmiş olmam ki. Bu bir ihtiyaç yada bağımlılık olmaz mı? Ben bana yokmuşum gibi davranırken de seviyordum onu." Dediğinde bunu gerçekten sorguluyordu.

 

Gülümsedi İnci hanım, Narin çok hatalar yapmış olsada akıllı bir kadındı. Sorgulaması gereken yerleri nokta atışı buluyordu.

 

"Çok doğru Narin, bunu çoğu insan ayırt edemiyor biliyor musun?" dedi onu onaylayıp teşvik ederek.

 

"Ben neden ondan vazgeçemiyorum İnci hanım, daha ne zamana kadar canım yanacak?" Dedi dolan gözlerini savuşturmak için üst dudağını ısırarak.

 

"Vazgeçmek istemiyor olabilir misin?" denmesini asla beklemiyordu.

 

Karşısında ki kadının şaşkınlıkla açılan gözlerini görünce gülümsedi İnci hanım,

 

"İstemesem neden buraya geleyim?" dedi haklı bir isyan olduğunu düşünerek bir tık da yükseldi hatta.

 

"Herşeyi deneyip ondan vazgeçemediğine ikna olmak için." derken doğru damara bastığını Narin'in yükselen sesinden anlamıştı İnci.

 

Gözlerini kapatıp derin bir nefes alıp verdi Narin,

 

"Adını telefonda her görüşümde önce kalbim tekliyor, sonra acı verecek kadar hızlı bir çırpınma. Halbuki sadece oğlunu görmek için arıyor, medeniyet gereği halimi hatrımı sorması dışında bir iletişimiz yok. O kapıma geldiği gece orda bayılıp düşmemek için ne çok çabaladım bilmiyorsunuz." dedi isyanla yanarak.

 

"Hani sevince insanın içinde kelebekler uçuşuyordu, benim sadece canım yanıyor. Bundan bile şikayetçi değilim, acısı bile hoşuma gidiyor ama gitmemeli. Ben bir anneyim aklım başımda olmalı." Diye tamamladı kendini.

 

Onun yükselişine tezat sakin bir tebessüm ile izleyen kadına bakarken omuzları düştü,

 

"Bizim için bir umut vardıysa da ben ellerimle yok ettim, sevsem mutsuz olacağını bile bile kurban eder miydim? Sevmek değil takıntı benim ki... Çekip alın içimden bu hisleri." dedi artık göz yaşlarını tutamazken.

 

İnci kendi koltuğundan kalkıp Narin'in karşısında ki sandalyeye oturdu.

   

"Sen takıntılı bir aşık değilsin Narin, öyle olsan hâlâ planlar kurup mutsuzda olsa benimle olsun derdin." deyip gözlerine baktı. "Bunu istiyor musun? Hâlâ planların var mı?"

 

Hızlıca itiraz etti,

 

"Hayır hayır... Asla yok. Çocuksu bir bencillikle yaptım ben onları. Çok pişmanım ama hiç birşeyi düzeltmeye gücüm yetmiyor. Ben kendi evladımdan, anneli babalı mutlu bir ailede büyüme ihtimalini çaldım İnci hanım. Nasıl büyük bir bencillik, nasıl kör olmuş gözler." Derken pişmanlıkla kavruluyordu Narin.

 

İnci dudaklarını ıslattı yavaşça,

 

"Gerçekçi olacağım Narin, benden beklediğin duygularını senden söküp almam ise yanlış yerdesin. Ben sadece hastalıklı bir sevgiyi fark ettirip olması gereken yere çekebilirim." derken Narin'in ağlamaktan kızarmış gök mavisi gözlerine bakıyordu. "Sen yanlışlarını kendin bulmuş, cezalarını kendin kesmiş akıllı bir kadınsın. İçini acıtan hisleri söküp alamam, o senin kalbinin seçimi..." Dediğinde dudakları bir çocuk gibi büküldü Narin'in.

 

"Onun kalbi beni seçmedi... Bu hislerle ölmeye mahkum muyum yani...?" derken acı bir kabuleniş içindeydi.

 

"Değilsin ama kendi içinde çözmen gerekecek, daha klasik bir tabirle zamana bırakmalısın. Bir bakmışsın bir sabah içindeki yangın sönmüş, belki başka bir beyaz atlı prens dikkatini çekmiş..." derken kıkırdadı ikisi de. "Zaman ver kendine, sen içinden söküp atmaya çalıştıkça daha sıkı kökler salar içinde."

 

Kabullenişini taçlandırır gibi derin bir nefes aldı Narin. Teşekkür edip çıktı odadan.

 

Peşi sıra gelecek danışanından önce bahçeye çıkıp nefeslendi İnci.

 

Mardin'e bahar gelmeye başlamıştı, insanların içine de öyle... Narin'in baş edemediği duygularını çoşturan bahar mevsimi de biraz suçlu değil miydi? İnsanın eti kemiği kadar ruhu da hasta olurdu, Narin belki iki yıl kadar önce tanışmış olsalar zor bir danışan olabilecekken, hayat bir psikoloğun yapabileceğinden fazlasını yapıp tüm sivri köşelerine törpü vurmuştu. Narin artık sadece çaresiz bir aşık, iyi bir anneydi.

 

İçeri geçip koltuğuna tekrar kurulduğun yaralı ama güçlü bir kadın gelip oturdu karşısına,

 

"Hoş geldin Zelfi'cim." Dedi tüm güler yüzüyle.

 

Karşısında kaynak da olsa beline kadar saçları, artık kendini toparladığı için işlem uygulamadan da gür duran kirpiklerinin süslediği kahve derin gözleri ile ışıl ışıl bir kadın vardı. Tabii dışardan bakan gözler için, o gözler neden hiç etek giymediğini bilmez sorgulamazdı ama işin ilmini bilen bir göz için üzerinde ki pantolonun engel oluşturma çabası olduğu apaçıktı.

 

"Hoşbuldum İnci hanım."dedi artık bu koltuğa otururken daha hevesliydi Zelfi, burdan çok yorgun çıksa da sonrasında gelen hafifleme hissini sevmişti. Çok yol aldığını düşünmüyordu ama başlamış olmak bile içinde ki umudu parlatıyordu.

 

"Nasıl gidiyor düğün hazırlıkları?" diye sordu sık sık görüştüğü danışanının hayat akışına hakim olduğu için.

 

Burukça gülümsedi Zelfi,

 

"İyi... Ev neredeyse hazır sayılır. Düğünün detayları ile uğraşıyoruz." derken inceden bir heyecan duyduğu belliydi.

 

"Elbiseni seçtin mi yoksa hâlâ etek detayı seni tedbirgin ediyor mu?" diye sordu İnci.

 

Yerinde huzursuzca kıpırdandı Zelfi,

 

"Denedim ama..." derken gözlerini kapatıp bacaklarını birbirine bastırdı refleks ile " Kendimi çok savunmasız hissediyorum İnci hanım, sanırım buna hazır değilim." dediğinde elleri inceden titremeye başlamıştı.

  

"Tamam güzelim, denemiş olan bile çok büyük başarı senin için. Gurur duydum bu cesaretinden dolayı." Dedi hemen konuyu kapatıp, yüreklendirirken.

 

"Peki Ayşe'nin evleniyor olaması sende hangi duyguları uyandırıyor?" diye sordu bu kez.

 

Derin bir nefes alıp dudak büktü Zelfi,

 

"Yani... Evliliğin yatak odası boyutunu yok sayarak bakıyorum olaylara. Bazen ortam da şakalaşmalar imâlar oluyor, kadın ortamları bilirsiniz. Derya abla sever Ayşe'yi utandırmayı, işte o anlarda o pisliğin kokusunu tüm hücrelerimde hissediyorum, keskin bir mide bulantısı onu takip ediyor." Derken ekşiyen yüzü bu konun da kapanması gerektiğinin delili gibiydi.

 

İnci önündeki defterine küçük notlar alıp,

 

"Ayşe'yi Murat'tan korumak gibi bir iç güdü hissediyor musun?" deyince kaşları hafif çatıldı genç kadının,

 

"Hayır Murat kötü biri değil, evliliğin içinde yaşananların benim yaşadığımla alakası yok, bunun farkındayım." dedi tüm netliği ile.

 

İnci gülümsedi Zelfi'ye bu tür soruları daha önce de farklı şekillerde sormuş bilinç altının durumunu anlamaya çalışmıştı. Fakat hiç birinde şuan ki kadar net cevaplar almamış, daha çok geçiştirilmişti.

 

"Aynen öyle güzelim, cinsellik tabu olduğu ve konuşulması dahi çoğu kesimde sıkıntı yarattığı için genelde insanlar bahsettiğin şakaları yaparken bile suçlanıyorlar. Tabii ki insanın mahremini konuşması hoş değil ama yokmuş gibi davranmak kadınların kendine bile cahil kalmasına sebep biliyor muysun?" Diye sordu konuyu bilinçli olarak uzatarak.

 

"Hatta çoğu kadın orgazm olmadan yaşayıp ölüyor, öyle bir bilinçsizlik söz konusu." dediğinde Zelfi'nin boş bakışları ile nokta atışı yaptığını anladı,

 

"Toplumumuzda özellikle de kadının baskılı yetiştiği kesimlerde, sevişmek, erkeğe karşılık vermek, zevk alıp, aldığı zevki belli etmek ayıplanmış inananabiliyor musun? Oysa ne sex yapmak, ne de sevişmek tek taraflı eylemler değiller." Diyerek yeni bir zarf attı Zelfi'ye, beklediği soru gecikmedi,

 

"İkisi arasında ne fark var ki?" derken kaçırdığı gözlerine alışıktı İnci,

 

"Duygu farkı var güzelim, biri işin teknik kısmı diyebiliriz. İki tarafta zevk alır ama arada duygular olmasa da yapılabilir. Bedensel ihtiyaçlarını karşılayıp yoluna bakan insanlar da var... Sevişmek için ise birbirine duygular ile bağlı iki kişi gerekir, bedensel hazdan önce ruhlar karışmak ister ve bedenleri bu arzularına alet ederler." Diyerek bilimselliğe birazda öznellik katarak anlattı fikrini.

  

Zelfi'nin yine bileğinde ki kesik izine dokunmaya başladığını görünce durması gereken yere ulaştığını fark etti. Bu günlük bu sularda bu kadar gezmek yeterdi.

 

Fakat beklemediği bir soru geldi,

 

"Orgazm ne demek, yani ben sadece erkekler için olan bir durum olduğunu sanıyordum." Dediğinde gözleri İnci'nin gözleri dışında her yerde dolaşıyordu.

 

Fakat İnci ilk defa bu kadar açık bir merakla kendine gelen danışanında ki ilerlemeye mutlu oldu,

 

"Erkeğin ulaştığı zirve gibi kadında doğru bir ön sevişme ve doğru yaklaşımla zirveyi görebilir Zelfi, en zirveye yükselip oradan birden düşmek gibi korkutucu tanımlanan ama çok iyi hissettiren bedesel bir tepki."

 

Zelfi'nin kaşları hafifçe havalandı ama konuyu da hızla kapattı,

 

"Elbise yerine şık bir tulum almayı düşünüyorum, hatta Derya abla ile bir kaç model denedik." derken az önce ki soruyu da cevabını da yok sayıyordu.

 

İnci ona uyum sağlamakta gecikmedi,

 

"Bencede sana çok yakışır, hatta sonra bana da düğün fotoğraflarını gösterebilirsin." Deyip ona uydu.

 

"Düğüne Cihan Bey de davetli mi?" diyerek başka bir mayınlı bölgeye adım attı İnci,

 

Eskiden ismi geçince bile yüzü buruşan kadın yoktu artık ama ondan bahsetmekten de hoşlanmıyor olduğunu saklamadı.

 

Hızlıca dudak büktü,

 

"Gelmesi için bir sebep yok, yakınımız değil sonuçta ama gelirse git denmeyecek kadar da insanlarla bağ kurdu." Diyerek rahatsızlığını belli etti farketmeden.

 

Anlayacağını bir mimikten bile anlayabilecek donanıma sahip olan İnci burdan da alacağını alıp,

 

"Peki Serkan Bey ile iletişiminiz nasıl?" Diyerek son kozunu oynadı. Bugün resmen tüm tuşlara basmış olmasına rağmen Zelfi'nin her zaman ki kaçış arayan tavrı yoktu.

 

"Bana çok yardımcı oluyor Serkan hoca, sık sık karşılaşıyoruz ve bunların bir kısmının tesadüf olmadığını anlayacak fırsatım oldu." dediğinde bu kez geçiştirilmediği için bir taşını daha ileri oynadı İnci,

 

"Belki bir kahve içebilirsiniz, ne dersin?" Dedi.

 

Bileğindeki kesiği üzerinden onlarca kez geçen baş parmağı yine aynı hattı gezdi,

 

"Serkan hoca da benim sınırlarımın aşılmasını bekleyecek sabrı görmüyorum, ben elini tutmak için bile aylarca çaba harcayacağım ve o her zaman olana değil sırada ki aşamaya odaklı olacak. Öğretmenken de öyleydi, ne istediğini bilen ve aceleci bir kişiliği var. Dahası başımdan geçenleri bilmiyor yada çok yüzeysel bir şekilde kulaktan dolma duydu... Bilmiyorum." Diye tamamlandı cümlesini.

 

"Bu konuyu eni boyu düşünmüş olman ondan bir erkek olarak etkileniyor olduğundan mı?" Diye sordu İnci tek kaşını hafifçe kaldırarak.

 

Dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana salladı Zelfi,

 

"Sadece çok ısrarcı olması beni bahaneler üretmeye itiyor. O adım atmaya çalıştıkça ben daha da geriliyorum ama asla fark etmiyor." dedi rahatsızlığını dile dökerek. "Hatta ilk karşılaşmamızda o kadar üzerime geldi ki kendimi o adamın sürdüğü arabaya binecek kadar zor durumda hissettim." dedi iki ay öncesini hatırlayarak.

 

"O adam? Cihan?" diye sordu İnci bile şaşırmıştı,

 

"Evet, o derece gerilmiştim."

 

"Ondan rahatsız olmadın mı? Yani Murat'tan başkası ile tek yolculuk yapamadığını sanıyordum." diyerek isminin anılmasından olan rahatsızlığın konuyu kapatmasını istemediğinden o diye bahsettiği Cihan'dan.

   

"Yok olmadım, yani yanlız değildik Hesna da vardı ama benim tavrımın farkında olduğunu için iletişim kurmuyor. Bir de..." deyip duraksadı söyleyip söylememekte tereddüt etti, sonra ise neyi niye sakladığını düşünüp konuşmaya başladı "Ondan korkmuyorum, hatta saçma şekilde güven duyuyorum. Bunu benim de aklım almıyor, kabullenemiyorum. Adını anamadığın birine neden güvenirsin ki?" Deyip dudak büktü.

 

İnci ise tuttuğu ipin ucunu bırakmayacak kadar akıllı ve tecrübeliydi,

 

"Niye güvenirsin?" dedi Zelfi'nin içinde açılan itiraf kutusunu, o kapatmadan araya girmeliydi.

 

"Bilmiyorum ama onu görmek istemediğimi söylediğimden beri beni rahatsız edecek tek hareketi olmadı." Deyip dudak büktü "Hesna ile iletişimi çok güzel, açık öğretim de beraber olduğumuz için bu geçen zamanda bir kaç kez karşılaştık hiç sınırını aşmadı. Hatta bazen denk geliyoruz bi şekilde, küçük bir baş selamından öteye gitmiyor." Dediğinde İnci onu tamamlandı,

 

"Sınırlarına saygı duyması güven duygunu perçinliyor mu?" Diye sorarak.

 

"Belki..." dedi Zelfi emin olamadan.

 

" Zelfi kendini aşıyorsun farkında mısın?" diyerek ilerledikleri zorlu yolu hatırlattı İnci.

 

"Sayenizde İnci hanım ama daha çok yolum var, çok zorlu ve uzun bir yol." deyip iç çekti.

 

Seansın bitişiyle vedalaşıp ayrıldı artık arkadaş gibi sohbet eder olduğu İnci hanımın danışmanlık merkezinden.

 

Zelfi destek almayı kabul edince, Derya kılı kırk yaran bir araştırma ile İnci hanımı bulmuştu. Evlilik ve Cinsellik terapisi de veren genç yaşına rağmen kendini çok iyi geliştirmiş bir kadındı. Eşinin görevi dolayısıyla Mardin'e gelmiş olması ise Allah'ın bir lütfu olsa gerekti.

 

Yaklaşımı doktordan çok yakın bir arkadaş gibi olunca içini dökmek bir kaç seansın sonunda kaçınılmaz olmuştu. Zelfi bile en mahrem detaylara kadar anlayabildiğine şaşkınken, İnci'nin nokta atışı acıyan yaralarını bulmasına hem o zaman hemde şuan şaşırıyordu. Kendisinin bile fark etmediği detayları tek mimikten yakalıyordu.

 

Düğün Derya ve Boran'ın yeni evinin bahçesinde olacağı için, hazırlıklar da o evde yapılıyordu. El mecbur konağın değil malikanenin yolunu tuttu. Psikolojik destek almaya karar verdiği günden beri konakta kalıyor mecbur olmadıkça buraya gelmiyordu. İki ev ilerdeki Karacahanların malikanesine gözü takıldı. Bir zamanlar en büyük düşmanı bildiği insanlar bu kadar yanınındayken içini yokladı. Ne huzursuzluk, ne güvensizlik yoktu orda. Hesna zaten yakın arkadaşı olup çıkmış ondan Gülhan hanımı, eşini ve Cihan Karacahan'ı dinlemek eskisi gibi rahatsız etmekten çok sevimli sıcak bir ailenin yaşamını dinlemek gibiydi.

 

O hanenin kurdu Hüseyin Karacahan ve kızı Zelal'di, onlar temizlenince geriye sıcak bir yuva kalmıştı.

 

Ayşe ve Murat'ın yaşayacakları eve doğru adımladı kapı açık olduğuna göre Ayşe içerde olmalıydı. Bugün mutfağı yerleştirecek olduklarından işleri çoktu. Fakat daha mutfağa girmeden duyduğu inleme benzeri sesle kalakaldı, ayakları ne ileri ne geri bir adım atamıyordu. Göz ucuyla bakınca Murat'ın tezgahla kendisi arasına sıkıştırdığı Ayşe'nin dudaklarına tekrar kapanışını gördü, bedenini kıza bastırışını Ayşe'nin parmaklarının adamın saçlarına dalışını... Midesi bulanmaya başlayınca, gözlerini kapatıp başını çevirdi ama çok geçti. Karşıdaki lavaboya kendini gürültülü bir şekilde attığında iki güne düğünü olan çiftte panikle ayrıldı.

 

Ayşe, Murat'ı itip kapanından kurtulduğu gibi ablasının peşine koşarken, Murat ilk defa öpüşüne karşılık veren Ayşe'nin şaşkınlığı içindeydi. Çok mu ileri gittim derken saçında dolaşan parmaklardan yüz bulmuş azıcık kontrolü kaybetmişti. Aptal bir sırıtışla kalakaldığını fark edince topladı kendini, onları bu halde Zelfi gördüyse hiç hoş olmamıştı. Kızcağız zaten kendini zor toparlıyordu. Güvendiği tek tük insanlardan biriyken, Murat güvenini kaybetmek asla istemezdi. Onu o köy evinden aldıklarında bitmiş hali, kurtulmanın sevinciyle dizlerinin üzerine düşerek döktüğü göz yaşları hiç aklından silinmiyordu.

 

Banyonun kapısından 'Abla iyi misin?' Diyen Ayşe'nin sesini duyunca iyice yüzünü ekşitti Murat 'iyi halt ettin Murat efendi, şimdi nasıl o kızla yüz yüze bakacaksınız?' diye payladı kendini. Usulca evden çıkıp, bugün karşılaşmamanın en iyisi olduğunu düşünerek şirkete geçti.

 

Zelfi içinde ne var ne yok çıkarırken, Ayşe utancını bile unutmuş ablasının halinin derdine düşmüştü. Zelfi'yi toparlayamayacağını anlayınca mutfaktan telefonunu bulup Derya'yı aradı.

 

Ne olduğunu bilmese de göbeğini tutup koşturarak gelen kadın bu iki sahipsiz canın gerçekten ablası olmuştu.

 

"Zelfi ne oldu güzelim, iyi misin?" Diyerek beti benzi atmış kıza yaklaştı.

 

Oturduğu taş zeminden güçlükle doğruldu Zelfi, Derya hamileydi midesi bu durumu kaldırmaya bilirdi. Klozetin kapağını kapatıp sifona basarak kalktı yerden lavaboda elini yüzünü yıkadığı sırada Ayşe'nin kırmızı bir domatese dönüşerek olanı anlatışını fark etse de ses edecek gücü yoktu.

 

Derya koluna girip dışarı çıkardı Zelfi'yi içeri girmekten vazgeçerek bahçenin ilerisinde kalan çiçekliğin yanındaki banka oturttu.

 

"İyi misin Zelfi, İnci hanıma gidelim ister misin?" dedi çareyi profesyonel bir elde arayarak.

 

Derin bir nefesi içini çekip saçlarını tek elinde toplayıp geriye savurdu Zelfi,

 

"İyiyim Derya abla, hadi gidip muftağı yerleştirelim. Midemi üşüttüm sanırım, oluyor öyle arada. Midem hassastır biraz." deyince kalkmaya çalıştığı banka Derya'nın elinde tutup çekişi ile geri oturdu,

 

"Zelfi'm gördüğün onlar için nasıl normal ise, kötü etkilenmen de senin için normal bundan kaçma." Deyince Zelfi'nin gözünden yaşlar süzülmeye başladı,

"Böyle normal mi olur Derya abla? Böyle normal mi olur? Burnumdan o pisliğin kokusu gitmiyor, uykumda bile sırt üstü dönsem sıçrayarak uyanıp ağlamaya başlıyorum. Rüyalarımda pis bedeni bedenimi adice tekrar tekrar eziyor. Böyle normal mi olur anasını satayım, tam iyileşeceğim dediğim her anda tekrar dibe vuruyorum. Ben bunca eziyeti niye çektim Derya abla? Kime ne kötülük etmiştim ben... Bittim yeter kaldıramıyorum artık, bak görüyor musun bu kesiği." deyip bileğini gösterdi Derya'ya "Ben bu kesiği attığım gün ölmeliydim, ölüp kurtulmalıydım." Diyerek saçlarını çekiştirerek ağlamaya devam etti.

 

Ayşe kendi evinin duvarına sırtını verip yere oturmuş ağlıyordu. Tahmin ediyor ama konduramıyordu duyduklarını, zaten bilmekle, duymak çok farklıydı. Canım dediğinin canını ne çok yakmışlardı.

   

Derya ikisinin arasında çaresiz gözlerini dolaştırdı, hangisini teselli edecekti. Dahası böyle bir adiliğin tesellisi olur muydu? Zelfi'yi kucağına çekip sardı sımsıkı, karnında ki bebeği, canı... Kızı olacağını öğrendiği günden beri daha çok hassaslaşmıştı. 'Allah'ım hiç bir canı canilerin elinde ziyanet etme.' diye dua etti kollarında durulmaya çalışan kızın sırtını sıvazlarken, ne zaman akmaya başladığını bilmediği göz yaşlarını silip gözünü avluda dolaştırdı, Murat'ı bulup Ayşe ile ilgilenmesini rica edecekti ama araba bahçede yoktu. Gözü yola değince karşı kaldırımda Cihan'ı gördü. Arabasına binmek üzereyken öylece katılmış, bir heykele dönmüştü sanki.

Kaç dakikadır oradaydı, neyi ne kadar duymuştu bilmiyordu Derya, korumalardan uzaklaşmak için bahçenin ucuna gelmişti ama Cihan'ı yada bir başkasını hesaba katmamıştı.

Zelfi onu fark etmeden içeri girmeleri lazımdı, ya da Cihan gitmeliydi. Bugünlük bu kadar yıkım yeterde artardı bile, kendilerine bakan adamla göz göze geldiğinde sadece dudaklarını kıpırtdattı Derya,

 

"Git..." diyebildi Cihan'a.

  

Bu komut da onun duydukları ile donmuş zihninin kilidini kırdı. Uyuşuk hareketlerle arabaya attı kendini, gidecekti... İşe gitmek için çıkmıştı evden ama artık istikamet farklıydı.

 

Dakikalarca sıktığı direksiyonun kontrolünü kaybedecek kadar dağılıp toparlanan zihniyle sürdüğü arabasını ceza evinin önüne park etti.

 

Günler önce Zelal ile özel görüş talep etmiş araya kaç kişiyi sokup izin çıkarmıştı ama yüzleşecek gücü kendinde bir türlü bulamadığından erteledikçe ertelenmişti.

 

Hüseyin Karacahan'ın avukatını aradı,

 

"Söylediğim belgeleri hazır ettin mi avukat?" Derken sesinde bir katilin buz tutturan tonu vardı. Halbuki gerçek katil şu taş duvarların arasındaydı, Zelfi'nin masum hayallerinin katili, Cihan'ın sevdasının katili, kardeşlik duygusunun katili... Zelal.

 

"Hazır Cihan Bey." Dedi adam telaşla "Bakın ben de emir kuluyum, lütfen olayları bu çerçevede değerlendirelim." dedi mide bulandıran sesiyle.

 

"Bundan sonra benim emrimin kulusun avukat, tek yamuğunu göreyim, tek bir yanlışını yakalayayım. O dosya da Zelfi ile ilgili benden sakladığın her detayı kendi kızının ifadesinden okuttururum sana." diyerek susturdu adi pisliği.

 

"Ceza evinin önündeyim on dakika içinde burda ol. Yoksa olacaklardan ben mesul olmam." Deyip yüzüne kapattı telefonu.

 

Bu kadar şerefsiz insan nasıl bir araya gelip de bir insanın hayatını mahvedebilirdi.

 

Ziyaret günü olmadığı için bomboş olan park alanında alnını direksiyona yasladı...

 

Zelfi..

    

Ah Zelfi...

 

Duydukları boğazından aşmayan bir lokma gibi nefesini keserken, o nasıl güçlü bir insandı ki hâlâ yaşayabiliyordu. İnancı olmasa torpidoda ki silahı çoktan kafasına sıkmıştı Cihan.

 

Sevdiği canın uykusun da bile huzuru yoktu...

 

O şerefsizin hesabını da görecekti ama Devran çoktan icabına bakmıştı Yakup pisliğinin... Her gün ettiğinin bin mislini çekiyordu girdiği delikte. İçi soğuyor muydu? Asla... Vücudunda ki tüm deliklerden kan gelene kadar eziyet edilmeliydi böyle mahluklara.

 

Yüzüne tokat attığı gün gözlerinde gördüğü kin gelip oturdu zihnine.

 

'Hiç sevmeyecek seni Cihan...

 

Yaralarını sarmana müsade etmeyecek...

 

Belki bir gün başkasının elini tutup önünden geçip gidecek ama sana zerre yer yok onun hayatında...'

 

En zalim yargıç vicdanlı bir insanın kendini yargılayan vicdanı değil miydi?

 

İçi yanıyordu Cihan'ın, kendi iç yangının dumanı gözünü yaşartıyordu ama ağlayacak dağılacak anda değildi. Yakıp yıkmaksa eğer zalimi en canı acıyacak yerden vurmasını da bilirdi.

 

Madem Cihan fazla güvendiği için yanmıştı, Hüseyin Ağa da Zelal de o güvenin ateşinde yanacaklardı.

 

Yanına park eden lüks araca tiksinerek baktı, kimbilir kaç masumun sesini bastırmanın hakkıyla alınmıştı. Arabadan elinde evrak çantası ile inen adamı görmek bile midesini bulandırıyordu.

 

Derin bir nefes alıp dağılmış ifadesini toplayarak arabasından indi,

 

"Evrakları ver!" dedi karşında korkudan titrediğini belli etmemeye çalışan adama.

 

Titreyen eliyle uzattığı kağıtları söküp aldı, tek tek göz gezdirdi hepsine nokta kadar hataya tahammülü yoktu,

 

"Bunları Zelal'e hiçbirşey belli etmeden imzalatacaksın, babamın emri olduğunu söyle yeter. Senin ne tür bir pislik olduğunu iyi biliyordur. Eğer bu evraklar imzalanmazsa seni bırak Mardin, Türkiye de iş yapamaz hale getiririm. Babamın ipini çekmişim sana acıyacak değilim." dedi gözleri evraklarda olarak.

 

"Endişe etmeyin Cihan Bey, Zelal hanım bana güvenir sorun olmadan imzalatırım." dediğinde sağ eli ile kağıtları savurarak göğsüne yapıştırdı Cihan,

 

"Ben endişe etmiyorum avukat, beceremezsen sen kendi akıbetin için endişe et!" Deyip göz işaretiyle ceza evinin kapısını işaret ettiğinde adam hafifçe yutkunup kaçışı olmayan yöne ilerledi.

 

Cihan yeni yeni ısınmaya başlamış havaya aldırmadan bir sigara yakıp arabanın kaputuna yasladı yorgun düşmüş bedenini.

 

"İnşallah bu işi becerirsin avukat." Diye kendi kendine söylendi, "Gerçi becersende beceremezsen de yiyeceğin dayak garanti..." deyip dumanı içine çekti.

 

Geçen zaman yanıp sönen sigaralar üzerinden dönerken elinde ki bitmiş paketi buluşturduğu sırada karşıdan gelen beden ile duraksadı. Elindeki evrakı uzatan avukat,

 

"Şüphelenmedi bile, tam istediğiniz gibi." derken inceden bir gurur sesinin arkasından seziliyordu.

 

Cihan kaputtan yavaşça çekti bedenini, madem iyi bir yalancı olduğu için kendiyle gurur duyuyordu ödülünü de vermek lazımdı.

 

Elimdeki evraka uzanacağını sanan adamın çenesine öyle öfkeli bir yumruk indirdi ki, kağıtlar bir yana avukat diğer yana savruldu.

 

Bir yumrukta yıkılacağını beklemeyen Cihan'ın hazırda beklettiği ikinci yumruğu havada kalırken,

 

"Bir yumrukluk canın yok, kalkıştığın işlere bak." Dedi tükürür gibi.

 

Yerdeki kağıt tomarını alıp,

 

"Bir daha pis bir işi kılıfına uydurmaya çalışır mesleğini alet edersen karşında beni bulursun, şimdi s....tir git bir daha karşıma çıkma." deyip az evvel onun çıktığı kapıdan içeri girdi.

 

Vedat komserin ve daha üst mevkiden aracıların sayesinde ayarladığı özel görüş için odaya alındı.

 

Az sonra odaya her zaman şıkır şıkır full makyaj gezen Zelal ile alakası dahi kalmamış bir beden girdi.

 

Kot pantolonunun üzerine siyah düz bir tişört giymiş özensizce pantolonun üzerine bırakmıştı. Saçları tepesinde sabah yapıldığı belli dağılmış bir at kuyruğu ile toplanmıştı.

 

Tek birşey aynıydı havaya diktiği burnu...

 

Cihan onun içeri girip karşısında ki sandalyeye kuruluşunu boş gözlerle izledi ama Zelal bu günü bekler gibiydi,

 

"Oooo... Abilerin bi tanesi gözüm yollarda kaldı aylardır nerdesin? Beni buralarda unuttun sandım." Deyip dudak büktü mızmız bir çocuk gibi.

 

Cevap vermedi Cihan yıllarca bu sahte tavrı, yalancı mimikleri nasıl fark etmediğini sorguluyordu.

 

"Ne oldu abisi, kardeşi için ölüme giden abim pişman mı olmuş, ah yazık... Kıyamam..." dedi yalandan yüzünü buruşturarak.

 

Cihan yine cevap vermedi bu da Zelal'i tedirgin etti, karşısında ki Cihan Karacahan değildi sanki.

 

Yine de belli etmedi, az evvel babasından haber almış iki aydır parasızlıktan kıvrandığı bu çukurda paraya kavuşmuştu. Cihan akıllı bir adamdı ama kötü değildi, bir kötünün kafası nasıl çalışır bilmez anlamazdı.

 

Yani eskiden öyleydi, fakat o köprünün altından çok sular aktığını içerdeki Zelal bilemezdi tabii...

 

Cihan elindeki rulo yaptığı evrakı yukarı kaldırıp açarak,

 

"Bu evrakı imzaladın değil mi Zelal?" dedi yedi kat yabancı bir sesle.

 

Kaşları inceden çatılan Zelal evrakta imzası olan yeri gördü, iyi de bunun Cihan da ne işi vardı. Avukat bir süre evrak imzalatmıştı, babasına yamuk yapamayacağını bildiğinden ilk bir ikisine göz ucuyla baksa da çoğunu okumamıştı.

 

"Şimdi bunun bende ne aradığını sorguluyor olmalısın..." Derken sesi dümdüzdü Cihan'ın "Okuyalım bakalım ne yazıyor burada." deyip kağıtta Zelal Karacahan'ın şirkette ki bütün hisselerini ve diğer haklarını Hesna Karacahan'a devrettiği ile ilgili kısmı sesli okudu.

 

Zelal'in kocaman olmuş gözlerine baktı ama Cihan yine buz gibi bir ifadeyle.

 

"Baban, abim Hesna ile evlenince neyi var neyi yok seninle benim üzerime yapmış biliyor muydun?" Diye sordu alaycı bir tavırla. "Bende ki de soru tabii ki biliyordun, siz birbirinizden birşey saklamasınız." Diye tamamladı kendini.

 

Zelal kağıdı almak için ileri atıldığında bileğinden yakalandı, ilk defa Cihan onun canı yanacak mı diye düşünmeden tutuyordu kolunu. Ve o heybetli güçlü beden orantısız güç uygulamaktan çekinmeyerek geri savurdu tuttuğu bileği.

 

Her hareketi tavrı yabancı olan bu adamı ilk defa görüyordu Zelal ama geri de durmadı,

 

"Benim olanı o beslemeye yedirtmem duydun mu beni? Ben Zelal Karacahan'ım o kim ki benim olana sahip çıkacak?" diyerek arsızca çıkıştı.

 

"O kim biliyor musun? O benim kız kardeşim, ben de onun abisiyim!" diye yükseldi Cihan ama Zelal kirli oynardı,

 

"Ha bebeklerinin katilinin sen olduğunu unuttular yani... O Bekir abime de yazıklar olsun, seni hâlâ evine alacak kadar basiretsiz demek ki." deyince bu darbe Cihan'ı sarstı.

 

"Ne oldu sustun? Kardeş falan diyordun, ben Elif'e sebep olduysam sende kendi yeğenine sebep oldun Cihan Karacahan, ne farkımız var?" dedi yüzsüzce.

 

İkisi de ayakta birininin yüzüne düşmana bakar gibi bakarken sessizlik çöktü odaya. İki adım geri gitti kardeşinin sırtından vurduğu adam, buraya hazırlıklı geldiği için kendini tebrik etti. Deri ceketinin iç cebinden Derya ve Boran'ın farklı ortamlarda çekilmiş çoğu sosyal medyalarında yer alan fotoğraflarının olduğu onlarca fotoğrafı masanın üzerine bıraktı.

 

"Bak sen burda çürürken onlar ne kadar mutlu..." deyip ileri itti fotoğrafları "bak bak çekinme, yenilgini gör, yüzleş. Bana gelince bir bebek gitti ama sandığın gibi yada umduğun gibi aramıza duvarlar örmedi. Hesna bir an bile beni suçlamadı... Ben elimdeki kanı da biliyorum kimin elime bulaştırdığını da. Hesabını da öyle güzel soracağım ki baban da sen de bu delikte bir lokma ekmeğe muhtaç olacak hale geleceksiniz. Saltanat bitti prenses, baban artık padişah değil." dedi son darbeyi vurarak.

 

Bunu sindirebilecek mide Zelal de var mıydı? Asla... Tekrar saldırdı hemde daha da can yakacak başka bir yerden,

 

"Hesna pek yüce gönüllüymüş afetmiş seni... Peki ya Zelfi affetti mi? Yada affedebilir mi?" Deyip az evvel Cihan'ın açtığı mesafeyi kapattı "O kız 'Cihan ağam sağolsun sende benim payıma düştün' Diyen adamın ırzına geçişini unutacak mı sanıyorsun. Sen o kızın kafasında tecavüz ile özdeşleştin kırk suyla yıkansan aklanamazsın Cihan Ağa." dediğinde eli nasıl kalktı 'asla bir kadına el kaldırmam' diyen beyni kontrolden nasıl çıktı anlamadı Cihan.

 

Tokadı Zelal'in suratında patladı...

 

Zelal'in yana düşen başı kahkahalar atarak geri dönene kadar da bu yaptığına inanamadı. İnsanlar böyle katil oluyorlardı demek ki...

 

"Ne oldu Cihan Ağam acıttı mı? Boran beni sevmiyorsa kimse de kimseyi sevmeyecek. Hele sen o hizmetçi kız için öyle yanıp tutuşamazsın, o kim ki öylesi bir sevgiye layık olsun." dedi kahkahaları arasında.

 

Bu kız deliydi, tımarhanelik hastaydı...

 

Nasıl oynamış nasıl inandırmıştı Cihan'ı kendine...

 

Son darbe ağır gelse de toparlandı Cihan.

 

"Benim adım da Cihan Karacahan ise Zelfi'ye kendimi affettireceğim. Sen burda çürürken ben onu pamuklara sarmalayıp saracağım. Esas sen kendini iyi kolla Zelal hanım, bana miden bulanmadan anlattığın adiliği sana yaptıklarında bakalım böyle keyifli kalabilecek misin?" deyip iki adımda yaklaştı Zelal'e kulağına eğilip,

 

"Artık gardiyan mı olur? Mahkum mu olur? Nerde sıkıştırılırsın, kimden yardım dilersin bilmem. Tek bildiğim yaşattığını sana yaşatacağım ve seni kimse kurtaramayacak. Arkanı hep kolla çünkü bu anlattıklarım en aklına gelmedik bir anda olacak." deyip çıkıp gitti.

 

Geriye ilk defa korkmuş bir Zelal bırakarak...

 

 

   

 

Ayyyy dokunmayın çok fenayımmmm...

 

Bu yüzleş çok önceden olmalıydı ama ben yazacak gücü kendinde bir türlü bulamıyordum. Cihan kadar canım yandı sanki...

 

Bu bölüm bol bol Zelfi~Cihan okuduk, başlarda da azıcık Narin'i dinledik.

 

Ahalinin gerisi ne alemde acep ola?

 

Bol bol yorum bekliyorum arkadaşlar 🥰

    

Beni motive edin ki Zelfi ~ Cihan karşılaşmasını yazabileyim 🫣

 

   

Bölüm : 27.01.2025 21:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...