Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@zamansizim84

Zelal'in aklımı bulandırıp çekip gitmesinden sonra olduğum yere yığılıp kaldım, kafam da geriye ittiğim pek çok soru saklandıkları yerden bunu beklemiş gibi boy gösterdi.


Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama Bekir'in avluda ki sesini duyunca toparlanmam gerektiğini fark ettim.


İki seçenek vardı, ya Zelal'in dedikleri doğruydu ve Bekir bunun için tedirgindi. Ya da Zelal gerçek bir manyaktı ve bunları yazacak hayal gücüne sahip olduğu için Bekir beni ondan uzak tutmaya çalışıyordu.


Üzerime günlük bir elbise giyip, akşamki gerginlikle inceleyemediğim odada dolaştım. Makyaj masasının yanında büyükçe bir kitaplık vardı. Benim yıllardır isteyipte kavuşamadığım hazine işte ellerimin yetişeceği yerdeydi.


Kendime bir kitap seçip camın önündeki berjerlerden birine yerleştim. Kitabın içine dalarak okudum, aklımı Zelal'in söylediklerinden uzak tutmanın en kolay yolu bu olmuştu.


Ne kadar zaman geçti bilmiyorum kapı tıklanması ile zamanın farkına vardım.


Odaya giren Bekir,


"Ben de seni arıyordum güzelim" deyip elimdeki kitaba baktı. "Konağın karmaşasından en iyi kaçış yolu, iyi düşünmüşsün. Bu kadar hızlı ilerlediğine göre okumayı seviyorsun." diye ardı ardına kurdu cümlelerini.


"İzinsiz aldım ama?" dedim tereddütle.


"Benim olan herşey senin Hesna izne gerek yok." dedi tüm netliği ile. Hatta birazda bozuldu söylediğime.


Yatağa oturup sırtını yatak başlığına verdi, bilgisayarını açıp dizleri üzerine yerleştirdi. Ekrana bakarken kısılan gözleri, arada -tahminimce düşünürken yapıyor bunu- karıştırdığı kirli sakalları, sıcacık kahve gözleri izlenesi bir tablo gibiydi.


O kadar dalmışım ki başını bana çevirdiğinde far görmüş tavşan misali kalakaldım. Göz kırpıp ekrana döndü,


"Elindeki kitaptan daha çok ilgini çektiğime sevindim." derken sesi düz ama kıvrılan dudakları imalıydı.


Yer yarılsa da içine girsem, niye seyrediyorsun kızım adamı, diye kendime kızsamda gözlerimin ona kaymasına mani olamıyordum.


Kitaba dikkatimi tekrar verip kaldığım yerden devam ettim. Bi zaman sonra Bekir'in çalan telefonu ile dikkatim dağıldı.


"Efendim Cengiz?" deyip karşıyı dinledi.


"Kim çözmüş davayı yeni avukat mı bulmuşlar?"


Cengiz ne dediyse kaşları havalandı,


"Bak sen gelin ağaya" deyip keyifli bir kahkaha attı. "Vallahi helal olsun. Hain kimmiş?" diye sordu.


İyice merakımı celbetbişti, hain kim? Şaşırdığı gelin ağa kim?


"Anladım Cengiz, tamam Murat'a da selam söyle." Deyip kapattı.


Keyfi yerine gelmiş olacak ki bilgisayarı da kapatıp yanda olan komidinin üzerine bıraktı.


"Hesna, burda sigara içsem rahatsız olur musun?" diye sordu.


"Olmam" dedim hızlıca hâlâ fikrimin sorulmasına şaşırdığım için alel acele konuştum.


Karşımdaki berjere oturup sigarasını yaktı, biçimli parmaklarına sigara yakıştı, bu düşündüğüme kendim de şaşırdım ben sigaradan hiç haz etmezdim.


"Boran Ağa'nın düğününe seni getirdiler mi?" diye sordu.


Başımı iki yana salladım burukça,


"Gelin ağa'yı da görmedin o zaman?" Diye sordu.


"Fatma anlattı, daha doğrusu onlar yengemle konuştuğu kadar duydum. Çok güzel diyorlar..." dedim.


"Güzelliğini beni ilgilendirmez Allah sahibine bağışlasın da, çok akıllı birine benziyor Hesna. Boran kendini bir toparlarsa Mardin için korkmam daha." dedi sigarasını küllükte çevirdi bir tur.


"Niye korkuyorsun Mardin için?" diye sordum.


"Sen mutlu musun bu topraklarda kadın olmaktan?" diye soruma soru ile karşılık verdi.


"Bilmem mutsuzluğumun sebebini hiç bu topraklarda aramadım." diye itiraf ettim.


"Çirkin bir düzen var Hesna, kadının söz hakkı yok, seçme hakkı yok. Yarın üstüne kuma getirsem senin arkanda kim durur." deyince kanım damarım da dondu. Yutkunamadım, kimi getirecekti? Sevip de alamadığı kimse onu mu?


"Kuma mı getireceksin?" Diye döküldü dudaklarımdan.


Sesim nasıl çıktıysa Bekir'in kaşları çatıldı,


"Tabii ki hayır Hesna, sohbet ediyoruz. Örnek olarak söyledim buraların kadını nasıl ezdiğini, söz hakkı vermediğini anlatmaya çalışıyorum."


Gözlerine baktım sıcak kahveleri aklımdan geçenleri okumak ister gibi kısılmıştı,


"Sana birşey sorabilir miyim?" dedim açık olmaya karar vererek.


Başıyla onayladı hemen,


"Neden evlendin?" dedim.


Sorum onu bocalattı,


"Olayların nasıl geliştiğini sen de biliyorsun Hesna." dedi kaçamak bir cevapla.


"O akşam amcamlara zaten gönülsüz geldin, kapıda çiçeği verirken bile Fatma'nın yüzüne bakmadın. Karşına çıkmasam, benim yerimde yüzüne bakmadığın kadın oturuyor olacaktı. Benim bir haftadır tanıdığım Bekir Ağa sevmediği kızı istemeye gelmez." dedim nasıl devam edeceğimi bilemeyince sustum.


Bir sigara daha yaktı efkarla, bir eli burun kemerini alnını ovdu. Nihayet benimle göz göze geldi,


"Haklısın gelmez..." dedi sadece.


Bu kadar mıydı? Diyecek başka sözü yok muydu?


"Anladım." dedim ama gözlerimin dolmasına mani olamadım. Başkasını sevdiği doğruydu demek ki. Mecburen Fatma'ya razı olmuştu.


Koltuktan kalkıp banyoya yürüdüm, yüzümü yıkadım defalarca. Gözlerime dolan yaşları savuşturmak için...


Banyodan çıktığım da Bekir oda da yoktu. Gözümden bir damla yaş daha yanağıma süzüldü. Yatağa uzanıp dizlerimi karnıma çektim, ağlarken uyuya kalmışım.


Uyandığımda üzerimde ince bir battaniye vardı. Bekir karşımdaki koltukta kitap oluyordu. Havanın neredeyse kararmış olduğunu görünce yatakta doğrulup ayaklarımı aşağı sarkıttım.


"Günaydın uykucu." derken sesi oldukça normaldi. Sanki benden kaçmamış gibi, ben ağlayarak uyuyakalmamışım gibi...


"Günaydın" dedim neşesiz sesimle.


"Elini yüzünü yıkada yemeğe inelim bizi bekliyorlar." deyip ve başımı sallayıp yataktan kalktım. Elimi yüzümü yıkayıp saçlarıma çeki düzen verdim.


Beraber indik merdivenleri sofranın kurulduğu büyük salona geldiğimizde masanın hazır olduğunu görünce utandım. İlk gün için hiç yakışık alır davranışlar sergilememiştim.


"Oooo... Gelin hanım teşrif etmişler. Zahmet etmeseydiniz odanıza yollardık biz yemekleri Hesna hanım." diye çatallı dilini çıkardı Zelal. Gülhan anne uyarıp susturmaya çalışsa da takacak bir tip değildi.


"Kızı niye susturuyorsun Gülhan, Mardin'den kız aldık buranın usül adetini bilmiyorsa gelin hanımın ayıbı." diyen Hüseyin Karacahan ile başım önüme düştü.


"Benim karımın bir ayıbı yok baba sabah önüne konulan kahvaltıya kadar hazırlayan Hesna'ydı. Adet de töre de biliyor ama uygulamayacak.


Kimse benim karımdan hizmet beklemesin. Biz yemeği dışarda yiyeceğiz size afiyet olsun." dediği gibi elimi tutup kapıya yürüyen adam ile peşinden sürüklendim.


Konaktan çıkmadan,


"Başını kaldır Hesna, sen müsade edersen seni ezerler, etmeyeceksin." dedi bıçak kadar keskin sesiyle.


"Zelal neyse de babana nasıl karşı gelirim." dedim.


Konuşmadı şehrin içinde küçük bir lokantaya geldik. Salaş ama sevimli bir mekandı.


Yemekleri söyledik, sessizce gelmesini bekledik. Konuşmuyordu o konuşmayınca benim bütün yollarım tükeniyordu.


Yemeğin yanına ne zaman söylediğini fark etmediğim rakısını doldurdu, küçük bir yudum alıp kadehi masaya bıraktı,


"Sen benim babamın saygı duyalacak bir adam olduğunu mu sanıyorsun?" deyince neye uğradığımı şaşırdım. En son ne konuşmuştuk diye düşündüm hatta. 'Zelal neyse de babana nasıl karşı gelirim?' Diye sorduğum aklıma geldi.


"Bir kadını öldürmek için illa çekip vurmak mı gerekir Hesna? İnsan en çok yanlızlıktan, sayılmamaktan ölmez mi?" Diye sordu bu kez.


"Ölür..." dedim düşünmeden, en iyi ben bilirdim beden yaşasa da ruh ölüyordu.


"işte benim annemi de babam öldürdü..." deyip elindeki kadehin dibini görüp masaya bıraktı.


Bekir bana kendini açıyordu, biz olalım diye açıyordu. Ben ne yapacaktım peki açtığı bu kapıdan sonuna kadar içeri süzülmek ona karışmak istediğimi fark ettim. Başkasını seviyorsa da kapıları bana açıktı, şans vermekten başka ne yapabilirdik.


Yeni bir kadeh doldururken,


"Annem ile kan davası bitsin diye evleniyor, bir yıl sonra da ben doğuyorum. Kız olmadığıma çok lanet okumuş biliyor musun?" dedi alaycı bir gülüşle.


"Neden?" dedim anlatmaktan vazgeçmesin diye.


"Kız doğurdu deyip üstüne kuma alamadığı için, Gülhan anneye aşık hatta kara sevdalı... Bahanesi kalmayınca psikolojik şiddet başlıyor. Delirtmek için elinden geleni ardına koymuyor, aylarca benim yüzüme bakmıyor. Sonunda büyük ağa yani dedem bakıyor olacak gibi değil müsede ediyor evlenmesine, babamın elinde hiç bir bahanesi yokken hemde..."


"Annen karşı çıkmıyor mu?" diye sordum.


"Annem canından bezmiş Hesna, kocasından çok celladı sanki." Deyip duraksadı "Bir kişi karşı çıkmış sadece"


"kim?" dedim merakla.


"Bayram Hanoğlu... O zaman daha ağalık elinde değil ama yeri göğü oynatmış olmaz diye. Babam dinlememiş tabii Gülhan annem istememiş umursamayan adam, Bayram Ağa'yı mı takacak."


"Gülhan anneye de yazık." diye döküldü dudaklarımdan.


Başını salladı usulca,


"Annem ben yedi yaşındaydım öldü, o zamana kadar da babamla bir birine selamı bile olmayan iki yabancıydılar. Annem asla konuşmaz, seslese cevap vermez yok sayardı. En büyük destekçisi de Gülhan anneydi. İki kadın kendilerine yapılan haksızlığın intikamını aldılar Hüseyin ağadan. Gülhan anneye ölesiye aşıktır, takıntı derecesinde ama asla aynı karşılığı bulamadı. Sevilmeyen bir adam olarak ölmeye mahkum..." dediğinde evde ki soğukluk daha anlamlı geldi.


"Gelelim bize..." dediğinde derin bir nefes aldım. Gözlerini gözlerine diktim "Fatma'ya çiçeği verirken bizi izledin mi?" diye sordu.


"İzledim avluya Fatma'dan daha çok baktın." dediğimde yarım bir gülüş ile başını salladı.


"Gülhan anne ile babannen uzaktan akraba olur. Ben altı, yedi yaşlarındayken sizin eve gelmiştik. Annem beyaz bir elbise giymişti, siyah saçları şalından omuzlarına dökülmüş, burnundaki hızması ile öyle güzeldi ki o gün saatlerce annemi izlemiştim. Annem gülmezdi Hesna, konuşmazdı ama o gün sizin avluda kadınlarla gülüşüp sohbet ederken çok mutluydu. Diğer kadınlar kimdi hatırlamıyorum çok küçüktüm."


"Belki annem de oradaydı" dedim iç çekerek. Dudak büktü çocuk gibi...


"Zelal, Fatma'yı diline doladı ama asla yüz vermedim, ta ki annem rüyama girene kadar. O avludaki büyük sedirde beyaz elbiseli altın kemerli biz kızı dizlerine yatırmış saçlarını okşuyordu. Kızı uyuttu üstünü örttü, başının altına yastık koyup yanıma geldi. Boyuma eğilince anladım hâlâ çocuktum rüyamda,


"Oğlum, benim gitmem lazım. Sen bu güzel kızın yanında otur korkmasın." dedi.


Gözlerim dolu dolu anlattıklarını dinliyordum, sanki karşımda o yaşlarda ki hali vardı.


"Eline yapıştım, anne bende geleyim beni bırakıp gitme diye yalvardım. Olmaz dedi, yanlızlıktan korkuyor annesi bana emanet etti, ben de sana emanet ediyorum Bekir sakın yanından ayrılma." Deyip masanın üstündeki elime uzandı.


Benimse gözlerimden akan yaşlar boynumu ıslatıyordu.


"Ben o avlu da seni arıyordum, aradığımın Fatma olmadığını kapıdan girer girmez anlamıştım. Mutfak da seni beyaz elbiseyle görünce çok şaşırdım Hesna, taktığın kemerin şekline kadar rüyadakiyle aynıydı. Sonrasını biliyorsun zaten..." dedi parmaklarımı okşarken.


Elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim,


"Annelerimiz arkadaş mıydı acaba?" dedim hevesle.


"Bilmiyorum güzelim..." Elimini biraz daha sıkı tuttu. "Hesna ben annemi ilk kez rüyam da gördüm, çocukken o kadar ağlamıştım da yine rüyama gelmemişti. Senin için geldiyse bir bildiği vardır. Hımm?"


"Beni annenin mezarına götürür müsün? En büyük teşekkürü ona borçluyum galiba." dediğim de dudağı kıvrıldı.


"Yarın ilk işimiz olsun."


"yarın ilk işimiz olsun."


Sıcak kahveleri öyle içine çekiyordu ki kaybolmamak elde değildi.


Şimdi anlamıştım beni o evden bir an önce çekip almasının sebebini, kapıya adam bırakması, yengemi korkutması hiç biri boşuna değildi. Allah bana Bekir'i yollamıştı gölgesine sığınayım diye değil elini tutup dimdik ayakta durayım diye.


Sorsam söyler miydi benden öncesini... Tam ağzımı açacaktım ki tek el silah sesi duyuldu caddenin karşısından, peşi sıra büyük bir karmaşa... Herkes dışarı çıksa da Bekir yanımdan ayrılmadı.


"Korkma güzelim şimdi anlarız ne olduğunu" deyip telefonu kulağına götürdü. Alo bile demeden karşıyı dinledi. "Hadi bee..." dedi şaşkınlıkla. "İyice anla mevzuyu, konuşuruz."


Sandalyeye yaslanıp küçük bir kahkaha daha attı.


"Neler oluyor?" dedim keyfine anlam veremeyerek.


"Cengiz gelip anlatacak biraz sonra hanım ağam sabırlı ol." deyip iki kahve söyledi.


Masa toplanıp kahveler gelene kadar ortamın karmaşasının dinmesini bekledik.


Kahveler ve peşi sıra Cengiz geldi. Oturmasını işaret eden Bekir ile sandalye çekip bana da küçük bir baş selamı verip oturdu.


"Ağam Hanoğlularıdan Boran Ağa ve Devran ağa eşleriyle karşıya geldi bizden sonra. Çetin iti de peşleri sıra geldi, ağzı yüzü dağılmış... Bugün hain olduğu ortaya çıkınca Devran ağa benzetmiş diyorlar. Hırslanmış içerde Devran ağaya silah çekmiş..." deyince


"Hiiii!" dedim elim dudaklarıma kapandı.


Bekir uzanıp elimi tutunca, Cengiz ikimize baktı sonra ellerimize.


Bekir boğazını temizleyince, toparlanıp anlatmaya devam etti,


"Yeni hanım ağa da Boran Ağa'nın silahını çekip vurmuş Çetin'i. Vallahi polisler bile şokta..." dediğinde ağzım açık dinliyordum anlattıklarını. Ben silah görsem düşer bayılırım herhalde, bu nasıl bir kadın kocasının belinden silah çekiyor.


Bekir kahvesinden keyifli bir yudum içti,


"Boran da deliydi ama desene bu sefer tam dengini bulmuş."


"Vallahi şoktayım ağam, baksan hanım hanımcık tırnağı kırılsa üç gün ağlar dersin ama ikidir şaşırtıyor Derya hanım." diyerek hayretini dile getirdi Cengiz. Ardından da müsade isteyip çıktı.


"Sen silah kullanmayı biliyor musun hanım ağam?" diye sordu bu kez.


"Bırak kullanmayı ben o silahı görsem düşer bayılırdım." Diye itiraf ettim.


"Bayılmak yok! Yeni günün ne getireceği belli olmaz biz atış talimi yapalım seninle." dedi ciddi ciddi.


Sessiz kaldım hafif çakır keyif olmuştu zaten şaka mı ciddi mi tam çözemiyordum.


Biten kahvelerle konağın yolunu tuttuk.


Odamıza çıkarken Gülhan anneyle karşılaştık bizi bekliyordu.


"Bekir oğlum..." deyip boynuna sarıldı. "Sen onlara bakma annem ben Hesna'mı ezdirmem."


Bekir başının üzerinden öptü kendini evlatlarından ayırmayan kadını,


"Biliyorum ana hiç şüphem yok ama duracakları yeri de karşılarında kim olduğunu da arada unutuyorlar hatırlatmak istedim." Dedi mahcup bakan kadına.


"Yarın sabah bağ evine gidelim diyoruz havalar soğumadan Hesna'yı da gezdirmiş oluruz ne dersin." Diye sordu.


"Olur anne gideriz... İyi geceler." deyip beni merdivenlere doğru çekmeye başladı.


"iyi geceler Gülhan anne" dedim.


"iyi geceler kızım." dedi.


Odaya geldiğimiz de Bekir banyoya geçti ben üzerime gecelik giyip sabahlık geçirdim. Benim pamuklu pijamalarım nerdeydi arkadaş kaldım bu bir karış şeylerle burda.


En iyisi Bekir gelmeden yatağa girmek diye düşünüp giyinme odasından çıktığım gibi sert bir göğse çarpmam bir oldu. Belinde havlusu karşımda olan adam ile burun burunayduk. Bir eli çarpıştığımızda belimi bulmuştu. Benim sağ elim onun göğsünde...


Boğazım niye kurudu arkadaş benim...


Yağmurdan kaçarken doluya tutulduğum için sanırım.


Başımı kaldırıp gözlerine baktım bir gaflet, gözleri iki ateş topu gibiydi. Belimde ki eli bulunduğu noktayı okşadı yavaş hareketlerle. Diğer eli sabahlığın kuşağını çözdüğünde gerdanım gözleri önüne serildi. Kalbim ağzından çıkmak için üstün bir çaba harcıyordu.


Yutkunduğunda adem elmasını izledim, ben ne ara bu hale gelmiştim. En son yatağa kaçmaya çalışıyordum.


Bir adım geriye atmaya çalıştım ama oda benimle hareket edince anlamı olmadı.


"Bekir..." dedim kendine gelsin diye.


"Sen benim adımı söyler miydin?" diye fısıldadı kulağıma, nefesi değdiği her yeri yakıyordu acaba haberi var mıydı?


    

Ben ne diyeceğimi düşünürken kulağımın altına dudakları değdi önce, ateş gibi dağladı değdiği yeri ardından öpücükler sıralamaya başladı aynı noktaya yavaş yavaş aşağı inerek. Başım kendiliğinden yana düşerken, ne ara kendimi kaptırdığımı düşünüyordum.

Belimdeki eli omurgam boyunca okşayarak yukarı çıktı, aynı hattı bir elektrik akımı takip edip bedenimi titretti.


Boynunu talan eden dudaklarının bıraktığı his çok farklı ama çok güzeldi.


Üzerime doğru attığı adımlarla yatağa kadar geldik. Bu nokta da bacaklarımın titrediğini fark ettim.


"Korkuyor musun benden? diye fısıldadı kulağıma.


Başımı iki yana salladım, zira sesim çıkacak gibi değildi.


"Korkma asla incitmem seni. En güzel emanetim..." Deyip belimi daha sıkı sardı "Bu gecelikler sonum olabilir Hesna..." dediğin de kıkırdadım. "Beyaz sana çok yakışıyor..." deyip yatağa uzanmamı sağladı. Bu noktada yutkunmama engel olamadım, işin sonu nereye gidiyordu. Onun üstünde sadece bir havlu benim üstümde olmasa daha iyi bir gecelik vardı.


Burnunu tenimi koklayarak göğsüme kadar indirdi. Kalbimin üzerine bir öpücük bıraktı. Üzerimden çekilip pikeyi bedenime örttü. Alnına derin bir öpücük bıraktı,


"Giyinip geliyorum, sana tavsiye ben gelene kadar uyumuş ol." Deyip göz kırptı.


Kalbim ağzımda atıyor, adam bana uyu diyor. Uyku mu bıraktın? Bütün bedenim cayır cayır yanıyordu, bir tarafım gidişinden şikayetçi, diğer yanım derin bir oh çekme peşindeydi.


Çok geçmeden üst bedeni çıplak altında bir şort ile Bekir de gelip yatağa girdi.


İkimizin başı da kendi yastığında birbirimize bakarak uzandık bir süre. Sonunda kolunu yana açarak sırt üstü uzandı.


"Gel bakalım yerine yerleş..." dedi şakacı bir tavırla. Kedi gibi sokuldum hemen bu daveti dünden bekliyormuş gibi. Güldü bu halime, bende o an gelen cesaretle boynuna bir öpücük kondurdum. Gülüşü durdu, bedenime yapışık bedeni gerildi,


"Hesnaaa!" dedi uyarır tonda.


"Efendim...." dedim uslu uslu...


"Uslu kız taklidi yapma güzelim uslu kız ol." Deyip saçlarımdan öpüp ışığı kapattı.


Huzurlu bir geceye gözlerimizi yumduk, sabah ise başı göğsümde bir Bekir ile uyandım. Dudaklarını teminde hissediyordum, nefesi boynunda geziyordu. Biz bu hale nasıl gelmiştik...


O üzerimden kalkmadan yataktan çıkmam mümkün değildi, elim saçlarına gitti istemsiz, parmaklarım yumuşacık saçlarında dolaşırken göğsümde kıpırdandı.


"Bekir..." diye seslendim yumuşaksık bir sesle. Hımm'layıp daha çok yerleşti olduğu yere. "Bekir kalkmamız lazım bağ evine gidilecekti unuttun mu?" dedim.


Sanki ona söylemiyormuşum gibi uykusuna devam eden adamla ne yapacağımı şaşırmıştım. "Beki-" diyordum ki sözümü kesti. "Adımı mı ezberliyorsun hatun? Kocacım, hayatım, sevgilim yok mu senin sözlükte." diye söylendi.


Ben adını zor söylüyorum adamın derdine bak...


Birden üstümde hareketlenip bacak arama yerleşti, kollarımı iki yana sabitleyip ağırlığını vermese de üzerime uzandı, akşamkinden de tehlikeli halimiz sesimin içime kaçmasını sağlarken,


"Bekliyorum..." dedi nefesi dudaklarıma çarparak


Heyecanla inip kalkan göğsüm ona çarpıp geri dönüyordu,


"Diyemem utanıyorum." dedim zor bulduğum sesimle. Gözleri gözlerimde oylandı biraz sonra yavaşça boynuma eğilip öpücükler sıralamaya başladı, üstümdeki ağırlığı, boynumda gezen dudakları ile dudağımı ısırdım ağzımdan bir inleme kaçmak üzereydi.


"Bekir... Dur..." deyip tekrar dudaklarımı ısırdım, bu adam bana ne yapıyordu öpüşü göğüslerime doğru inerken altında kıvranmamak için büyük bir çaba harcıyordum. Öyle kodlanmıştı beynime karşılık veremezsin, inleyemezsin, o dokunur sen karşılık veremezsin.


Göğsümde elini hissettiğim an bir "Ah..." firar etti dudaklarımdan.


"Aferin benim güzelime işte böyle ses ver bana." dediğinde yerin dibine girmek istediğimden haberi yoktu.


Bu yaşadığım çok fazlaydı, akşam olanlar bunların yanında çok masumdu.


"Bekir lütfen..." dediğimde sesim boğuk çıkmıştı.


"Aradığınız Bekir'e ulaşılamıyor, hayatım, kocacım, sevgilim demeyi deneyin" Dedi bir telesekter ciddiyetinde bedenini bana bastırdığında ise tüm kırmızı alarmlar aynı anda çalmaya başladı. Herşeyiyle onu hissediyordum.


Çıkmazdan kurtulmak için onun açtığı yoldan gitmem gerektiğini anladım,


"H-hayatım lüften" Dediğim de dudakları kıvrıldı,


"Lütfen ne?" dedi anlamazdan gelerek.


"Lütfen üzerimden kalkar mısın?" dedim.


"Hayatımı unuttun." dedi beni zor durumda bırakmaya devam ederek.


"Hayatım üzerimden kalkar mısın?" dedim son gücümle.


"Tabii ki istemen yeter karıcığım." dedi kendini yana atarken.


Hızla kalkıp banyoya kaçtım, göğsümü sıkıştıran bir duygu vardı, içimde birşeyler yükselip sıkışmış gibi. Kalbim çok hızlı atıyordu, Bekir bana her ne yapıyorsa bundan rahatsız değildim sadece utanmama mani olamıyordum.


Hazırlanıp yola çıktık, kahvaltı bağ evinde edileceği için erken kalkmamız iyi olmuştu. Yolda Bekir'in annesinin mezarını ziyaret ettik, dualar okuyup mezarında ki çiçekleri suladık. Bakımlı bir kabirdi, benim ailemin aksine, hüzünlendim. Kabirlerine bile sahip çıkamamıştım. On yaşında bir çocuk olarak ne yapabilirdim bilmiyorum ama şimdi ne yapmam gerektiğini biliyorum.


Benim halimi anlamış gibi göğsüne çekti bedenimi,


"Bundan sonra sık sık gideriz kabirlerine çiçekler eker, dua ederiz. Üzülme güzelim..." Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım. Sesim çıkacak gibi değildi.


Bağ evine geldik,Yüksek duvarlarla çevrili eski konak tarzında inşa edilmiş ev çok güzeldi, az ilerde haralar vardı. Atların sesi evden zaman zaman duyulurken, gözümü asil siyah attan anlamıyordum.


Kahvaltı sofrası burada ki çalışanlar tarafından kurulurken, atının üstünde Zelal göründü,peşi sıra da Cihan Ağa ikisi şakalaşıp yarış ederken onları izlemeye dalmışım.


Küçük abisi Bekir'in aksine Zelal'in bütün nazını çekiyor ne isterse yapıyordu. Bununsa iki erkek kardeşi birbirinden uzaklaştırdığını görebiliyordum. Bekir fazla objektifken, Cihan Ağa kardeşinin her kusuruna kördü.


Omzuma dolanan kol ile daldığım yerden başımı çevirdim,


"Sen de ata binmek ister misin?" diye sordu hayat arkadaşım.


"En son dokuz yaşımda babamla binmiştim. O zaman da çok korkmuştum atlardan ama şimdi farkettim ki hâlâ korkuyorum."


Gözleri şefkatle kısıldı, dudağında küçük bir tebessümle,


"Beraber bineriz korkmana gerek yok." deyip şakağımdan öptü. "İster misin karıcım?"


Sabah ki halimiz aklıma gelince kulaklarıma kadar kızardım.


"İsterim..." Dedim başını eğip kulağı bana yaklaştırdı. Omzumda ki kolu belime indi. Verdiği mesaj çok netti.


"Duyamadım..." diye fısıldadı.


"İsterim kocacım" dedim el mecbur. Gülüşü dişlerini sergileyecek kadar büyüdü.


"Çabuk öğreniyorsun." deyip elimi tutarak haraya doğru yürüdü.


Seyrettiğim siyah atın önünde durduk,


" Bu benim atım güzelim adı Gölge, gel kahvaltı hazır olana kadar gezelim biraz." deyip kendisi tek hamlede atın üzerine yerleşip elini bana uzattı. "Ayağını şuraya bas" diyerek bana elini uzattı dediğini yaptığım anda beni hızla çekip önüne aldı.


Sırtım göğsüyle bir bütün olurken, kolunun birini belime sardı.


"Hazır mısın?" diye fısıldadı kulağıma. Kalbim ağzımda atıyordu. Atın üzerinde olmak bir tarafa Bekir'in üzerimde ki etkisi beni daha çok zorluyordu.


Başımı salladım usulca, saçlarımda ki tokayı çekti,


"Kokun rüzgara karışsın, rüzgarın bana..." deyip atı hareket ettirdi.


Kısa zaman sonra rüzgarla yarışacak kadar hızlanmıştık. Çok güzel bir duyguydu hatta hayatımda ilk defa bu kadar özgür hissediyordum. Saçlarım rüzgarda savruluyor, belimdeki sahiplenen kolun sahibi güven veriyordu. İlerleyip ırmak kenarında durduk. Heyecandan hızlanan nefeslerim ve yüzüm de kocaman bir gülümseme ile manzarayı izledim.


"Bu çok güzeldi Bekir, hiç bu kadar özgür hissetmemiştim" diye itiraf ettim. Çenesini sağ yanımdan omzuna yasladı.


"Sen kanadı kırılmış bir kuşsun, benim görevim de seni tekrar gök yüzüne kavuşturmak. Özgürsün Hesna, okumak istersen okul, çalışmak istersen iş... Benim eşimsin ama bu özgür olmayacağın anlamına gelmez. Güven bana, sırtını yasla ikimizi hiç bir kuvvet deviremez." dedi tane tane.


Heyecanla bedenimi ona çevirdim,


"Okula devam edebilir miyim gerçekten?" diye sordum sıcak kahvelerine bakarak. "Karşı çıkmazlar mı?"


Gözleri gözlerimde başını iki yana salladı hafifçe,


"Kimse karışamaz sana, sen benim eşimsin." Deyip burnunu burnuna dokundurdu. Nefesi dudaklarıma çarpıyordu, "Hesna..." İsmim döküldü dudaklarından ama ilk defa kendi adım kulağıma bu kadar güzel geldi. Bir dua gibi...


Belimdeki eli olduğu yeri okşarken benim elim kirli sakallarının sakladığı çehresini buldu. Ona dokunmak tamamlanmak gibiydi, eksik herşey yerini bulmuştu sanki.


Dudakları dudaklarımı kavradığın da tamamlandık, bütün taşlar yerine oturdu. Sıcaklığı tüm bedenimi sararken dudaklarımı aralayıp onu kabul ettim. Öpüşünü derinleştirirken sanki yıllardır bu anı beklemiş, aramışçasına birbirimize kandık. Belimi okşayan eli sıkılaşıp beni daha çok kendine çektiğinde,ben de kendimi ona karşılık verirken buldum. Heryer, herşey yanıyordu sanki.


Dudaklarımız ayrıldı alınlarımız birleşti, nefeslerimiz kalp atışlarımız kadar düzensizdi. Eli saçlarımın arasına karıştı. Ordan boynumu okşayarak kolyeme indi,


"Anka kuşum..." dedi sıcacık oldum.


Dudaklarım kıvrıldı, iyi ki Bekir hayatıma dahil olmuştu. Benim de parmaklarım yüzünde dolaştı. Gözlerimiz kapalıydı hâlâ,


"Benden saklama kendini Hesna, senin için ilk olan herşey benim içinde ilk. Bana karşılık ver ki doğru yolda olduğumu bileyim." dediklerini anladığım da donup kaldım.


Hiç kimseye dokunmamış, kendini helaline saklamış bir adam hangi duanın karşılığı olabilirdi. Tertemiz bir sayfa açılmıştı ikimiz için, içimde öyle güzel çiçekler açtı ki, gül bahçesine döndü kurumuş topraklarım.


"Bekir..." Diye döküldü ismi dudaklarımdan kollarım boynuna dolandı ilk defa çekinmeden.


"Güzel kadınım..." deyip tek koluyla sardı beni. Altımızda hareket eden at ile küçük bir çığlık kaçtı dudaklarımdan. "Şşş... Ben varken korkma..."Deyip saçlarımı okşadı.


"Korkmam, sen varsan korkmam ben." dediğimde alnımdan öptü. Gözlerinden gözlerine güven aktı, sadakat, sevgi...


    

Eski konumumuza dönüp bu kez yavaş adımlarla geldiğimiz yolu döndük, bedenim bedeniyle bütün ellerimiz atın yularının üstünde bir olmuş. Başı zaman zaman boynunda çok çok güzel bir andı.


Kurulmuş sofra da yerini almış Zelal ve Cihan ağanın bizi izleyen gözleri eşliğinde attan indik. Elimi tutan Bekir ile sofrada ki yerlerimizi aldık.


"Bekir ağam evlilik yaradı, yüzün güler oldu." dedi Cihan tabağına birşeyler alırken,


"Darısı başına Cihan seni ne zaman evlendiriyoruz." dedi ilk defa sohbet ettiklerine şahit oluyordum.


Keyfi kaçsa da belli etmemeye çalışarak,


"Zelal senin başını bağladığına göre sıra bana gelmiştir herhalde. Değil mi abisi?" deyip kız kardeşine döndü.


"Sana öyle bir kız bulacağım ki haberiniz tüm Mardin'i sallayacak Cihan Ağam." Dedi büyük bir keyifle.


"Öyle büyük bir aşk hikayesi diyorsun?" dedi Bekir tek kaşını kaldırarak.


Aralarında sözsüz sözler vardı, ben anlayamıyordum.


"Aşka kefil olamam ama haberi Mardin'i sallayacak ona eminim." dedi çayını keyifle yudumlayıp arkasına yaslanırken.


Bekir'in kaşları hafif çatıldı,


"İnşallah başını belaya sokmazsın Zelal." Dedi başını iki yana sallayarak.


"O Zelal Karacahan başı belaya girmez, onun dağ gibi babası var." diyen Hüseyin Karacahan sohbete kendini dahil etti.


Hepimiz sessiz kalırken çalan telefon sesi gerginliği böldü.


"Ooo Boran Ağa döndün mü?" diyerek açtı kayınpederim telefonu, Zelal'in kulakları adeta bir tilki gibi dikildi.


Karşıyı bir süre dinleyip,


"Tabii buyrun bağ evindeyiz bekliyoruz." deyip kapattı.


"Gülhan hanım, Boran ile eşi hayırlı olsun demek için gelecekler, hazırlık yapın." deyince Cihan elindeki çay bardağını sertçe masaya bıraktı.


"Düğüne zahmet etmemiş şimdi ne demeye gelecekmiş." dedi sertçe.


"Düğün benim, ben senin kadar takılmadım Cihan, üstelik Boran benim arkadaşım küseceksem ben küserim sana ne oluyor." dedi Bekir.


"Oğlum arayıp müsade istedi bizde verdik, o da bizi saymış hayırlı olsun demeye geliyor boşa büyütme." dedi ortayı bulan Hüseyin ağa ile Zelal ve peşi sıra Cihan sofradan kalkıp içeri geçtiler.


"Gülhan kızına dikkat et, hanım ağaya saygısızlık etmesin." Diyen adam kızının yüzüne ayrı, arkasından ayrı konuşuyordu.


"Kızı şımartıp başımıza çıkaran sensin Hüseyin ağa, terbiyesizlik edeceği belli ben nasıl mani olabilirim." dedi kollarını masaya koyup öne eğilerek. "Zamanın da dinleseydin yerli yersiz arkasında durmasaydın ben terbiyesini verirdim. Şimdi yapacak bir şey yok." dedi kocasının gözlerinin içine bakarak.


    

"Gülhan, kadının huyunu suyunu bilmiyoruz tatsızlık çıkmasın. Beni Bayram Ağa ile karşı karşıya getirmeyin." dedi esas derdini belli ederek.


Bekir çayından keyifli bir yudum içip arkasına yaslanırken,


"Merak etmeyin yeni hanım ağa bizim yarım akıllıya uymaz, seviyesine düşeceğini hiç sanmıyorum." dedi.


"Dün bir bugün iki nerden biliyorsun?" dedi Hüseyin ağa.


"Var bir bildiğim ki konuşuyorum baba." Deyip benim tabağıma birşeyler bıraktı.


"Bunlar bitecek Hesna." dedi konuyu kapatarak.


Bekir ile babası sedirlerde otururken masayı toplayıp içeri geçtik. Üzerime daha doğru düzgün bir elbise giysem iyi olacaktı. Derya hanımı çok merak ettiğim de ayrı bir gerçekti.


Boydan uzun bir elbise giyip odanın arkaya bakan balkonuna çıktım. İlerki ağaçlığa bakarken elim dudaklarıma gitti. O beni öpmüştü ama benim karşılık verişim ilkti. Dudaklarımız buluşunca içinden ona akan sevgiye kayıtsız kalamamıştım.


Cesaretime hâlâ şaşsam da tekrar öpmesi için zaman kolladığım doğruydu.


Yan odadan Cihan Ağanın sesini duyunca istemeden kulak misafiri oldum.


'O kadın buraya gelmeyecek Boran Ağa, Zelal'i daha fazla çiğnetmem sana.' Dedi sesi sert ve otoriter çıkıyordu.


Karşıdan ne duyduysa iyice sinirlendiğini adım seslerinden anlıyordum.


'Alo...' Dedi ama belli ki telefon yüzüne kapandı.


'Lannn..." dediğini duydum peşi sıra bir gürültü geldi. Muhtemelen telefonu duvara fırlattı çünkü ses bizim odada çınladı.


'Bunun hesabını vereceksin Boran Ağa. Bacımın gözünden döktüğün her damla yaşın hesabını vereceksin." diye söylenerek yan balkona çıktı.


Beni gördüğü gibi iyice gerilirken,


"Laf mı dinliyordun gelin hanım?" dedi hıncını benden çıkaracağını anlayıp içeri girdim hemen.


Odaya girip yüzüme biraz renk verdim, o sıra kapı çalınıp içeri Zelal'in girmesi ile dün akıttığı zehir aklıma doldu.


Beni süzüp,


"Aferin güzel olmuşsun, sen de bu konağın gelin ağasısın." deyip elindeki keseyi makyaj masasına bıraktı. " Takı getirmemişsindir, bunları tak eli kolu boş saygısızlık olur hanım ağaya..." dedip omzuma vurdu dostane bir tavırla.


Dediği doğruydu, takı getirmek hiç aklıma gelmemişti. Getirdiği takılar abartıda olsa taktım, usülü bilmediğim için Zelal bile olsa yol gösterilmesi hoşuma gitmişti.


Büyük demir kapının açıldığını duyunca aşağı inmek için merdivenlere yöneldim. Mutfağın camından dış kapıyı izleyen kızlar beni fark etmedi.


Sadece kahvaltıyı hazırken gördüğüm için hiç birini tanımıyordum.


"Offff... Boran Ağa'yı yakından görmekte nasipmiş. Adam taş..." dedi birisi.


"Taş tabii Zelal hanım kaç senedir boşuna mı yanıp tutuşuyor Boran, Boran diye..." dedi uzun boylu olanı.


"Dedi de ne oldu yüzüne bile bakmadı." diye keyiflendi en arkada kalan.


En öndeki tekrar konuştu,


"Susun hanım ağa indi arabadan." deyince hepsi cama yapıştı.


"Kızzz... Çok güzel kadın yaaa... Övdüydüler de bu kadar olacağını tahmin etmediydim." dedi uzun olan hayranlığını gizlemeden.


"Yanlız Dilan hanıma gerçekten çok benziyor. Babası muradına eremedi ama Boran Ağa gelin diye getirmiş sanki Dilan hanımı." diye bir tespitte bulundu en arkada kalanı.


Dilan hanım kimdi ki?


"Zelal hanım derdine yansın, şu kadının güzelliğine, asaletine bak..." dedikleri anda arkamda birinin olduğunu hissedip döndüm.


Zelal tam karşımda kapının koluna yaslanmış kızları dinliyordu.


En öndeki sarışın kız,


"Kahveleri ben yaparım kimse heves etmesin bu çifti yakından görmezsem çatlarım." diyerek arkasını döndüğü gibi bizimle göz göze geldi. Yutkunuşunun sesini duydum diyebilirim öyle bir korku geçti gözlerinden.


"H-hanımım..." diye kekeledi.


"Kahveleri Hesna yapacak, sizinle sonra hesaplaşacağız." deyip bana döndü. "Sen çık hoş geldiniz de Hesna, benim burda biraz işim var." dediğinde canıma minnetti kendimi avluya attım.


Gülhan anne ile karşılıklı oturmuş kadını inceledim istemeden. Üzerinde buz mavi yarım kol elbisesi diz hizasında bitiyordu. Saçları sarıya yakın karamel renginde, mavi gözlerini ortaya çıkaran hafif bir makyaj yapmıştı. Boynunda zarif bir kolye, parmağında gösterişsiz bir alyans, bileğinde sadece şık bir saat vardı.


Zelal'in beni kuyumcu vitrinine çevirmekte ki samimiyetini sorguladım geç olsa da.


" Hoş geldiniz." dedim titrek çıkan sesimle, aklım içerde kalmıştı kızları öldürmezdi inşallah.


"Hoş bulduk" diyen Derya hanım elini uzatınca ışıl ışıl gözlerini gördüm. El sıkışıp sarıldı samimiyetle.


" Bekir'imin hanımı Hesnam." diyerek Gülhan hanım beni tanıttı. "Darısı Cihan'ıma inşallah" dedi iç çekerek.


Zelal içerden gelip annesinin yanına hoş geldiniz demeye gerek duymadan yerleşti.


" Hesna kahveleri yap, getir. Boran ağa orta içer ona göre yapasın." diyerek beni hizmetçi yerine koymasıyla, Gülhan anne mahcupca bana baktı, ortamın gerilimini hissettirmemek için,


"Kızım Zelal" diyerek tanıştırdı.


Zoraki bir tonda "Hoş geldin" diyen Zelal karşısındaki kadını baştan aşağı süzerken, bakışları oldukça rahatsız ediciydi.


"Siz kahvenizi nasıl içersiniz?" diye araya girmemle bana döndü Derya hanım, ama Zelal'in amacını anladığı gözlerinden belliydi. Bekir haklı bu kadın oldukça akıllı, Zelal'in seviyesine düşmeyeceğini tek cümlede gösterdi,


"Boran nasıl seviyorsa bende öyle seviyorum" dedi ima dolu bir sesle.


Zelal gözleriyle öldürmeye çalışıyordu karşısında ki kadını, onunda zerre umrunda değildi yada öyle davranıyordu.


İçeri geçip kahveleri yaptım hemen, açıkçası o ortamda olmak istemedim. Pişen kahveler ile tekrar avluya çıktığımda Zelal kılıcını çekmiş taarruza kalkmıştı,


"Zeynep'in sayesinde sende konak gelini olmuşsun, nasıl kandırdın Boran ağayı." diyerek karşısında ki mavi gözlere dikti gözlerini.


Derya hanım gözlerime bakarak teşekkür edip kahvesini aldı, gayet sakin Zelal'e döndü,


"Boran'ın kandırılacak yaş ve akılda bir adam değil Zelalcim. Öyle olsa bana kalmadan buralarda kendini akıllı sanan birine kapılıp giderdi." dediğinde Zelal taş kesildi ama diyecek söz de bulamadı. Kızaran teni sinirini belli ederken. Beylerin kahvelerini de servis edip sedire oturdum.


Kahvesini içip fincanını yanında ki sehpaya bırakan Derya hanım çantasından iki kutu çıkarıp içindeki bileziklerle bana döndü.


"Düğününüz de bulunamadık, kardeşlerimizin yanında olmamız gerekiyordu. Benim annem yıllar önce vefat ettiği için evin annesi benim. Tekrar kusurumuza bakmayın hediyelerimizi şimdi getirmek nasip oldu." dediğin de tek ilgimi çeken onun da annesiz oluşuydu.


Kardeşi için evlendi söylentileri kulağıma gelmişti ama Boran Ağa'nın ara ara bizim sedire değen gözü, Derya hanımın Zelal'e olan tavrı hiç de kardeşleri için evlenmiş iki insana benzemiyordu.


"Başınız sağolsun, ne kusuru teşekkür ederim." deyip bilezikleri takmasına yardımcı oldum.


"Çok mutlu olursunuz inşallah." deyip sarılınca şaşırdım, ilk gördüğüm de çekindiğim görüntüsü ve duruşu beni heyecanlandırsa da insana kendini çabuk sevdiren bir yapısı olduğu belliydi.


Bu kadının akşam kocasının belinden silah çekip birini vurduğunu biliyordum ama aklım almıyordu. Naif, kibar ama dimdik bir duruşu vardı.


Derya hanımın çalan telefonu sohbeti bölerken.


" Efendim" dedi.


..........

"Ben şu ara dava kabul etmiyorum" diye açıklama yaptı.

.........

"Size Kenan beyin numarasını yolluyorum, kendisine güvenebilirsiniz."

............

"rica ederim. İyi günler." deyip telefonu kapattığında,


"Kusura bakmayın, açmam gerekiyordu." dedi kibarca.


"Ben hanım ağa oldum uğraşamam deseydin keşke" diyen Zelal şansını zorlamaya kararlı görünüyordu.


Hafif bir tebessüm ile Zelal'e döndü,


"Bir daha ki arayana öyle derim Zelalcim. Yada sen konuş istersen benim yerime." dedi sesinin en sakin ve tatlı tonuyla. Asla Zelal'in seviyesine düşmeyeceğini belli ederek.


Gözünün biri bu sedirde olan Boran Ağa gerilimi fark edip ayaklanırken Gülhan anne ortamı yumuşatmak derdindeydi.


"Ayağınıza sağlık kızım, huzurunuz daim olsun." dedi tüm içtenliği ile.


   

Gülhan anneye sarılıp teşekkür eden Derya hanım,


"Hesna'cım tanıştığımıza memnun oldum" deyip bana da sarıldı. Boran Ağa'nın yanına geçti. Zelal sanki orda yokmuş gibi...


Yapabileceği en iyi karşılık da buydu, yok saymak.


Boran Ağa eşinin kapısını açıp binmesini bekledi. Bekirle uzun uzun vedalaşıp Bağ evinden ayrıldı.


    


      


     


    

     

Loading...
0%