
Merhabalar canlar,
Şimdi size bir soru,
Miran ve Narin'i ne yapalım...
Bunu niye soruyorum?
Bazen yorumlarda yazarcım sakın bunları beraber yazma gibi tepkiler alıyorum.
Bazı arkadaşlar Canan'ın akıllanıp ilişkiyi toparlanmasını istiyor...
Bi kısımda Narin'in pişmanlığını görüp Asım bebek için de olsa bu ikisine bir şans vermemden yana...
Ben kafamda birşeyleri kurar kurar bozarım işin açığı sonunu bilmeden yazıyorum bazı şeyleri, kalemim beni peşine sürüklüyor...
Ama sizin genel olarak fikrinizi de bilmeyi istiyorum.
Unutmayın yaşla beraber duygular da değişiyor, hatta bazen doğrularda...
Buna en güzel örnek Al yazmalım filmidir bence. Çocukken yada ilk genç kızlık dönemimde Asya'ya kızardım İlyas'ı değilde Cemşit'i seçiyor diye... Kalbinde başkası varken Cemşitle oluyor diye...
Şimdi ki yaşımdan bakınca kadın en doğrusunu yapmış o çaresiz cahil haliyle diyorum. Cemşit adam gibi adamken, İlyas kim ki diyorum...
Neyse bunu da burda bir konuşup rahatlayalım herkes fikrini doğru yanlış demeden yazsın, kiminin doğrusu kiminin yanlışı olabilir. Kimse kimseyi yargılamasın...
Oy sınırı 120 yorum sınırı 200 haydi bakalım meydan okur görsün...
Seviyorum sizi...🥰❤️🧿
Hostesten yardım alarak kangurusuna yerleştirdiği oğlu ve koluna asılı bebek çantası ile uçaktan indi Narin, İstanbul'un deniz kokan havasını ciğerlerine çektip soluklandı biraz...
Miran dediğini yapmış kendi gelemediği için onlara bilet yollayıp davet etmişti.
Oğlunu görmek ve aylardır sadece anne olarak yaşayan Narin'e bir farklılık yaratmaktan öte bir amacı yoktu. Bunu Narin de biliyordu ama gümbürdeyen kalbine söz anlatmak, aklına anlatmak kadar kolay değildi.
Havaalanın içine götüren otobüse yöneldi, kendisine yer veren kişiye teşekkür ederek oturduğunda Asım'ın yanaklarını severek,
"Oğlum biz babaya mı geldik." Deyip öptü mis kokan boynundan.
"Babba... Babba..." deyince gülümsedi.
Miran'ın sırf bu kelimeleri duymak için yol gelip gittiğini düşününce tebessüm etti.
"Babba... annecim herşeye rağmen iyi ki babba..." Diyerek oğlunun başına yanağını yasladı.
Valizini beklerken içi içine sığmıyordu, artık o da heyecanını bastırmaya çalışmıyordu. Kabullenmek daha az canını yakacaktı belki...
Miran'ı seviyordu ve bunun bir karşılığı olması şart değildi. Bu Narin'in sorunuydu...
Evet kesinlikle öyleydi... İçinde yaşadığı sürece kimseyi ilgilendirmezdi...
Hatalara düşmüş olması bu hakkı elinden almış gibi hissettiğinde psikolojik destek bile almıştı. Gel gelelim vardığı nokta burasıydı, Miran'ı seviyordu ve bu duygu içinde kendi kendine sönmeye mahkumdu.
Vaktinden evvel söküp atmaya çalışmak daha çok canını yakıyordu.
Gelen melodi sesi ile çantanın bölmesinden telefonunu çıkarıp kulağına götürdü,
"Narin rahat inebildin mi uçaktan, Asım korkup ağlamadı değil mi?" diyen ses bir tık telaşlı mıydı Narin'e mi öyle geliyordu.
Asımdan önce kendisini sorması ise Miran'a aşık olmasının sebeplerinden en büyüğüydü. Her detayı düşünmeye çalışan, her an destek olacak bir eş.
Doğu kültüründe daha çok ama yurdun her yerinde de bulunan erkek cinsi varlıklar, çocuğu sadece annenin baktığı babanın tek görevinin sevmek olduğunu sanırlar.
Miran'ın Canan'ın hayatındaki her detayı düşünüşü, onun çocuksu yanlarını görmezden gelip hatalarını ustaca örtüşü, hayatın tamamını paylaşmaya çalışan yanı çalmıştı ya Narin'in gönlünü...
Babası öyle değildi mesela çocuklarına düşkündü ama sadece severdi, annesi babasından ilgi görmek için kırk türlü katakülli çevirir nazla niyazla ilgisini üstünde tutmaya çalışırdı. Abisi de babasının yolundan gidiyordu, eşiyle odaların da olan odada kalıyor sanki konak içinde iki yabancıya dönüşüyorlardı.
Şey gibi... Evli değil de cinsel birliktelik için bir arada yaşayan iki kişi gibi... Annesi eşine bir söz etse arkasında durmaz, kadın kendi gücüyle aile içinde var olmaya çalışırdı.
Aklında ki düşünceler öyle esir alıyordu ki Narin'i bazen geç cevap verdiğini fark etmiyordu bile,
"Narin!" Diyen endişeli sesi duyduğunda da öyle oldu,
"İndik Miran merak etme, valizi bekliyorum. Asım'ın keyfi yerinde etraf farklı geldi her detayı izliyor." dedi içini rahatlatmak için.
"Tamam, ben çıktığınızda tam karşıda olacağım. Bekliyorum." deyip kapattı.
O sırada gelen valizini zorda olsa aldı Narin, çekeceğinden sürükleyerek çıkışa yürüdü...
Buzlu cam kapı aralanınca dışarda ki kalabalık biraz ürküttü, yıllar vardı Mardin'den çıkmayalı...
Bocalayışı el kaldırıp kendini fark ettiren Miran'a kadardı. Onu gördüğü an bütün şehir tanıdıkmış gibi bir gönül rahatlığı çöktü üzerine.
Valizi çekerek Miran'a doğru ilerledi, yüzünde ki tebessüme karşılık vermeye çalıştı elinden geldiğince. Miran ona tebessüm ederek bakmazdı ki hiç... Canan'ın arkadaşıyken bir baş selamından öteye gitmezlerdi, konakta ise Narin yokmuş gibi yaşayan donuk ifadeli bir adam vardı sadece.
Dudaklarını birbirine bastırma isteğini zor zaptediyordu, bu şekilde nasıl bir iletişimleri olacak bilmiyor, yanlış anlaşılacak birşey yapmaktan ödü kopuyordu.
Mesafe azaldıkça Asım'ın çırpınıp babasına atılmaya çalışıyor olması ile rahatlıkladı Narin oğlu ilgiyi kendi üzerine çekmiş anneye babasını rahatlıkla izleyecek fırsatı sunmuştu.
"Babam... Sen bana mı geldin oğlum. Korkmadın mı uçaktan babacım..."
Babasına ulaşmak için Narin'e bağlı olduğu halde kollarını açıp çırpınan oğluna biraz daha yaklaştı Miran,
"Babba..." Diye resmen çığlık atan oğluna
"Aslan oğlum benim, anneyi üzmemiş aferin ona." deyip Asım'ın başına bir öpücük kondurdu.
Da bu yakınlık Narin'e fazlaydı, Asım'ın çığlıkları olmasa kalbinin atışı dışardan duyulur haldeydi.
"Hoş geldin Narin." Diyen Miran elindeki valize uzanınca,
"Sen Asım'ı al ben valizi getirebilirim, sadece çekiyorum zaten bir ağırlı yok." Dedi hoş bulduk bile demeden.
Ama Miran dinlemedi, valizi elinden aldığı gibi bir de sırtına dokunup ilerleyecekleri tarafa yönlendirdi.
Arada Asım ile sohbetini devam ettirerek arabaya kadar ilerlediler.
Gerçek bir çift gibi...
Narin'in boğazına kocaman bir yumru oturdu, Canan bu adamı nasıl elinin tersi ile itmişti. Peki ya Miran...
Çok üzülmüş olacağını son şansına kadar uğraşacağını biliyordu Canan için... Kendisine bir adım gelmemiş olsa da onun peşinden koşacağını biliyordu.
Aklında dolananlara cevap bulamadan arabaya ulaştılar, arka koltuğa yerleştirilmiş bebek koltuğunı bekliyordu Narin, daha bir çok detayla Miran'ın babalığa nasıl yakışacağını yerinde izleyeceğini bildiği gibi.
Valizi bağaja koyup,
"Şimdi oğlumu alabilirim annesi." Diyerek onlara dönünce kangurunun klipslerini açıp oğlunu babasına uzattı, Asım zaten kollarını babasına ulaşmak için açmıştı çoktan.
Oğlunun boyun girintisine burnunu yaslayıp kokusunu içine çeken Miran'ın gözleri kapandı huzurla. Kızına doyamamıştı, oğluna da hasret çekiyordu. Şu koku için binlerce kilometre yol giderdi hiç de gözüne gelmezdi ama hafta sonu gelecek yabancı ortak grubu ile ilgilenmesi gerekiyordu.
"Babba..." Deyip sakallarına elini süren oğluna hayranlıkla baktı Miran, gerçekten Narin ile olan ilişkilerinden bağımsızdı Asım. Hiç bir zaman keşke olmasaydı, doğmasaydı dememişti. Sadece Narin'in annelik etmekten uzak bir kadın olarak davrandığı dönemde şanssız bir bebek olduğunu düşünüp kahrolmuştu.
Bir zamanlar vücudu bozulacak diye bebeğine süt vermeyen Narin'in şimdi ki hali fazla beklenmedikti.
At kuyruğu topladığı sarıya çalan saçları, her zaman makyajla ön plana çıkardığı ama şuan sadece kendi maviliğine bırakılmış gözleri pantolon tişört olarak giydiği sade kombini... Bu kadın o Narin değildi...
İyi ki de değildi...
Oğlunu öyle bir anneyle bırakmak akıl alacak bir iş olamazdı.
Asım'ın rengi annesinden şekli babasından gözleri neşe saçıyordu.
" Gel bakalım hasret gidermeye evde devam ederiz, anne de yorgun ayakta bekletmeyelim değil mi oğlum." Deyip Asım'ı oto koltuğuna yerleştirdi.
Dolanıp binmesi için Narin'in kapısını da açtı, kendisi direksiyona geçtiğinde nihayet yola çıkabildiler.
" Nasılsın Narin, uçak yolculuğu kısa da sürse yoruyor." Diyen Miran ile ilk defa gündelik bir sohbet içindeydiler,
"Asım korkup ağlayacak, susturamayacağım diye korkup sıktım kendimi. Ama öyle olmadı çok şükür. İlk kalkışta korktu biraz, emzirdiğim için dikkatini dağıttım çok sürmeden de uyudu zaten. Üzmedi beni..." Deyince tebessüm etti Miran.
Uçak kalkarken değişen hava basıncını bebeklerin kulağı dengeleyemediği için kalkış sırasında emzirmek gerektiğini okumuş ama Narin'e nasıl söyleyeceğini bilememişti.
Onunda aynı şekilde araştırma yaptığını, oğlunu için her detayı düşündüğünü bilmek içini ferahlatıyordu.
Asım huysuzlaşmaya başlayınca kucağına aldığı oğlu Narin'in tişörtünün yakasını çekiştirince acıktığını anlayıp emzirme önlüğünü çıkardı genç anne, gerekli mahremiyeti sağlayıp oğlunu göğsüne aldığında aynadan Miranla kesişen gözlerini kaçırdı hızla.
Miran da küçük bir öksürük ile boğazını temizledi,
"Camlar filmli rahat olabilirsin." demesini ise hiç beklemiyordu.
Neyi beklemiyorsun Narin, yok denecek bir gecelikle adamın odasına giden sen değil miydin? Görmediğim şey değil rahat ol diyor işte... Diyerek kendi kendini payladı. Utançla yanakları kızardı...
Miran ise bilerek zarf atmıştı, yeni tanıdığı bu kadınla odasına neredeyse yok denecek bir gecelikle dalan kadın aynı kişiydi aslında. Bu değişimi aklı almıyor, Narin'in iyi bir oyuncu olduğu gerçeğini şeytanı kulağına bazen fısıldıyordu.
Kulaklıklarına kadar kızaran Narin'i nereye koymak lazımdı işte bunu bilmiyordu Miran. Kadının gözlerinde saklamaya çalıştığı hayran bakışı, hızlanan kalbini fark ediyordu ama Narin eskisi gibi istediğini söküp almaya çalışan o kadın değildi.
Canan ile yolların ayrıldığını Mirza ve Ülkü'den öğrendiğini biliyor bir atak yapacağını sanıyordu ama Narin eskisinden de uzak duruyordu.
Asım tekrar uyuyunca yolu sessizce bitirdiler.
Uyuyan oğlunu Narin'den aldı Miran, bahçe içindeki iki katlı villaya doğru ilerledi. Kapının ziline dokununca içine bir ağırlık çöktü Narin'in evde biri mi vardı. Yoksa Cananla mı barışmışlardı...
Aklında sayısız komplo teorisi akıp gitti kısacık zamanda. Beş yaş yaşlandı...
Neyse ki kapıyı kırklarının ortalarında güler yüzlü bir kadın açtı,
"Hoşgeldiniz..." Diye şakıyacak olan sesi uyuyan Asım'ı görünce kısıldı hemen.
"Oy kuzum uçak çok yorar bebekleri, getir beşiğine yatıralım ablacım." Deyip önden ilerlediğinde Miran onun bu haline güldü,
"Saniye abla." Diyerek kadını tanıttı. "Biraz fazla anaç ve panik biridir. Birazdan seni unuttu diye de panik olacak." Deyip içeri girdi.
Narin içindeki saçma teorilerin üzerine kendine açıklama yapılması ile iyice rahatladı.
Alt katta ki misafir odasına konulmuş bir beşik ile kendisi için hazırlık yapılmıştı.
Miran Asım'ı beşiğe koyunca çıktı odadan yanında Saniye hanım ile.
"Ayakkabılarını çıkar ablacım, bebek var ayakla geziyorsun hâlâ."diye Miran'ın paylanışını şaşkınlıkla izledi Narin.
Kendi de usulca çıkardı ayakkabılarını, evinde ayakkabı ile gezmiyordu ama Miran öyle girince birşey diyememişti.
Miran'ın ayakkabılarını eline alan kadın ona döndü, tam da Miran'ın bahsettiği panikle,
"Ayy... Gülüm unutum ben seni bebeği görünce. Hoşgeldiniz..." deyince tebessüm etti Narin.
"Hoş buldum, hiç sorun değil." Dediğinde.
"Yoldan geldin bak bu odayı sana hazırladım ablam, içerde banyo da var. Sen soyun dökün ben yemeği hazır edeyim." Deyip yerdeki diğer ayakkabı çiftini de alarak uzaklaştı.
Bir yandan da Miran'a söyleniyordu,
"Bak o bastığın yerleri sil Miran, bir daha da ayakkabı ile girersen ben yokum ona göre evin bereketi kaçar yahu, nerden çıkıyor bu sosyetik adetler bilmem ki."
Narin'in şaşkın bakışı Miran'ı güldürdü.
"Bak bunu Mardin'de kimseye anlatma, kimse ağadan saymaz beni." derken paspas ile ayakkabı ile girilen
yerleri siliyordu.
Kıkırtısına engel olamadı,
"Gül gül sen birazdan sana da sorgu suale başlar o zaman göreceğim ben seni." Diyen Miran haklıydı kaçmak lazımdı.
Odaya geçip beşikte ki oğlunun üzerinden yeleğini çıkardı usulca, saçlarını ıslatmadan kısa bir duş alıp, dizlerinde biten elbisesini banyoda giyinip çıktı.
Asım'ın hâlâ uyuduğunu görünce çıktı odadan mutfaktan gelen tıkırtıları takip edip yemek hazırlayam Saniye hanımın yanına geldi,
"Kolay gelsin yardım edeyim size." dediğinde kadının kendini bir görümce, hatta kayınvalide edasıyla süzüşü gözünden kaçmadı.
"Yoldan geldin kızım yorulmuşsundur, hem küçük bebeği olan kadını her fırsatta dinlendirmek gerekir. Kolay değil analık..." Deyip diyeceğini dese mi demese mi bir tarttı ama açık sözlü biri olduğunu ilk geldiği dakika anlamıştı Narin "Tek başına bir damla bebekle uğraşmak hiç kolay değil. Anan atan yakınında mı? İşinin ucundan tutanın var mı?" Deyince ilk dakikadan bu sorguyu beklemeyen Narin bocaladı.
Bu kadının neyi ne kadar bildiğini sorguluyordu kafasında,
"Annemler yardımcı oluyor, kız kardeşim sık sık uğruyor. İdare ediyorum..." Dedi.
"İyi madem şurada tabaklar sofrayı kuruver sende, benim çıkmam lazım ama akşama doğru gelirim. Miran'ın işi varmış yanlız kalma yabancı yerde." Dediğinde ses etmedi Narin gösterdiği dolaptan iki kişilik servis açtı masaya.
Saniye hanım Miran'ın gelişi ile çıkarken, Asım da hâlâ uyuyor olunca kaldılar başbaşa...
İlk defa baş başa yemek yiyor oldukları gerçeği Narin'in içini burktu. Keşke Saniye hanım gitmeseydi, eski Narin'in fırsat olarak göreceği anlar şimdi ki Narin için ecel terleri döktüren zamanlardı.
Miran'ın onu oturtup çorbaları servis etmesiyle yemeğe başladılar. Kaşık sesinden başka ses olmayan ortam insanı daha da geriyordu,
"Geçen hafta Bekir buradaydı ama apar topar döndü. Hesna hamileymiş duymuşsundur belki kurbanlar kestirip dağıtacağım diyordu."
Çorbasını yutarken açılan sohbete uyum sağladı Narin,
"Nermin söyledi, Mardin'de kuş uçsa gelip anlatıyor sağ olsun. Bir kaç ay önce de düşük yapmış sanırım eşi... Karacahanlar bu ara çok zor zamanlar geçirdiler." Diyerek aynı toprağına insanı olmanın avantajını kullanıp sohbeti devam ettirdi.
"Öyle... Cihan ayrı, Zelal ayrı üzdü Bekir'i. Babasını hiç saymıyorum bile..." Dedi Miran.
"Hesna ile Gülhan hanım çok iyi anlaşıyorlar, Bekir Ağa da bir hafta içinde evlendi ama seviyor karısını, bütün Mardin'in dilindeler. Allah çocuklarını da sağlıkla kucaklarına almak nasip etsin." Diyerek duyduğunu bildiğini anlattı.
"Tanışnışıyor musunuz Hesna ile?" Deyip salatadan çatalına aldı Miran.
"Yok..." Dedi ama sonra aklına gelenle duraksadı Narin "yani Asım'ın bebek mevlidinde varlardı ama kalabalık içinde bir merhabalaştık tanıştık sayılmaz." Deyip o günün akşamını hatırlayarak sustu.
İkisi de aynı anları hatırladıkları için gözlerini kaçırdılar, Narin bayılıp düştüğü anı hatırladı. Miran babasından yediği tokadı, yerin dibine girmek istediği bir zaman dilimiydi ama dik durması gerekiyordu.
Uyanan Asım'ın sesi kurtarıcı oldu Narin masadan kalkıp oğlunun yanına koşturdu,
"Annem... Uyandın mı sen? Bak nerelere geldik kuzum."deyip kucağına alıp terini, bezini kontrol etti.
Masaya döndüğünde nerden geldiğini anlamadığı mama sandalyesi çoktan Asım için hazır edilmişti.
Ama Miran oğlunu kendi kucağına aldı,
"Babam Saniye abla yoğurt yaptı senin için yiyelim mi? Seviyor musun sen yoğurt?" diyerek tezgahtaki minik kavanoza yöneldi. "Ben yedirsem yer değil mi Narin?" Diye hevesle soran adamla az önceki konuyu unutup gitti kadın.
"Biraz ılınsın yer tabii, bakayım soğuk mu?" Diye elindeki kavanozu alıp baktı.
"Biz geldiğimizde çıkarmıştı Saniye abla."
Miran'ın dediği zamanda dolaptan çıkmış olacak ki ılıktı kavanozun dışı.
Çantasından mama kaşığını bulup verdi Narin, elini çenesinin altına koyup oğluna yoğurt yediren adamı izledi...
Dil dönüşünü...
Bir elinde peçete ile temiz iş çıkarmaya çalışıyor oluşunu...
Oğlunun gülüşü ile aydınlanan çehresini...
Kendi yemeğini unutuşunu...
Bir manzara hem bu kadar güzel, hem de bu kadar can yakıcı olmamalıydı...
Dolan gözlerini saklayıp savuşturmak için kendini o kadar sıktı ki sonunda çene kemiğine bir ağrı saplandı.
Mutfağı toparlayıp salona geçtiler, Miran oyun halısına yatırıp oyuncaklar ile çevrelediği oğluyla oyunlar oynadı, gıdıkladı, sevdi, öptü, kokladı...
Hasret giderdi...
Ta ki akşam üzerine kadar, Miran'ın katılması gereken bir iş yemeği vardı ve hiç gitmek istemese de hazırlanmak için üst kata çıktı. Mirza'nın İstanbul'da ki işleri güzel ilerliyor yeni bir ortaklık için görüşmeleri Miran yürütüyordu.
Narin onun gidişinden fırsat bulup oğlunu emzirirken aynı evde iki yabancı olduklarının acısı içine çöktü, ne bekliyordu ki. Olacak olan en fazla buydu... Konuşacak sohbet edecek konuları bile yoktu.
Çok geçmeden beyaz gömleği açık gri pantolonu, düzgün taranmış saçları ile karşısında bulduğu adamın nereye gittiğini, kimler ile olacağını sormamak için kendi kendini yedi Narin. Bu aşk ateşten bir gömlekti ve gönüllü olarak giydiği gömlek onu cayır cayır yakıyordu.
Miran gömleğinin kollarını katlarken,
"Saniye abla gelir birazdan, bende işi bağlarsam yemekten erken kaçarım. İlk günden yanlız bırakmak istemezdim ama maalesef gitmem gerekiyor." Deyince seyre daldığını ancak fark etti.
İnşallah Miran fark etmemiştir diyerek gözlerini kaçırdı,
"Sorun değil sen işinle ilgilen, aklın bizde kalmasın."
Halbuki kalsın istiyordu, Miran nereye giderse gitsin aklı Narin de kalsın, kalbi Narin diye atsın...
Koşa koşa ona gelsin...
Miran gözlerini kaçıran kadının farkındaydı, bakışında ki beğeninin, aşkın. Ah Narin dedi içten içe bir ateşe düştün kaç kişiyi yaktın...
En çok da Asım'ı...
"Oğlum... Ben gidiyorum ama geç olmadan geleceğim paşam. Anneyi yorup üzme tamam mı?" Diyerek oğlunun boynunu koklayarak öptü.
Bir de oh... Çekti hayat bulmuş gibi...
Kucağında oğluyla uğurlandılar Miran'ı...
Dönüp geldiler içeri ama içini kemiren bir kurt vardı kadının, Miran Canan'ı gerçekten unuttumu...
Konaktayken ayrı odada kalırdı Miran, herkes bunu bilir ama bilmiyormuş gibi yapardı. En çok da Narin...
Miran yokken girdiği odada Canan'ın izlerini hep bulurdu, bazen bir fular, bazen toka, parfüm kokan bir tişört...
Oğlunu bel oyuntusuna yerleştirip yukarı çıkan merdivenlere yöneldi...
Duş alıp çıktığı için bütün kaç Miran kokuyordu, gözleri kapandı hüzünle... Bunu kendime niye yapıyorum? En çok sorguladığı şey buydu son zamanlarda...
Ama durmadı içindeki bu ateşin sönmesi için Canan'dan bir iz bulmalıydı, Miran'dan ümidini kesmesinin yolu buysa onu da yapacak canı yana yana o izlere şahit olacaktı.
İçeri girince her zaman olduğunun aksine dağınık bir oda buldu Narin, oğluyla biraz daha fazla vakit geçirmek için hazırlanmayı son dakikaya bırakmıştı demek ki...
Ferah bir odaydı çok eşya olmayan, büyük bir gardrop, çift kişilik bir yatak iki komidin. Camın önünde bir berjer vardı üzerine bir iki kıyafet rastgele bırakılmıştı. Yatak örtüsü düzgünce örtülmüş ama üzerine takmayı düşünüp vazgeçmiş olacak ki iki kravat dağınıkça duruyordu.
Komidin sağ tarafta olan komidinin üzerinde iki fotoğraf çerçevesi vardı, yan durdukları için ışık yansıyor fotoğraflar Narin'in baktığı yerden görülmüyordu.
Biri Canan'dı belki ikisi de...
"Anninii" diyen oğlunun başını öpüp korkunun ecele faydası olmadığını en iyi bilen insan olarak yürüdü o tarafa...
Yaklaştıkça fotoğraflardan biri netleşti Asım'ın gülerken çekilmiş bir pozuydu bu. Hatta Narin çekip yollamıştı...
İkincisini görmek için eline aldığında içi acıdı Narin'in...
Küçücük bir bebek vardı çerçevenin içinde, ne gülecek kadar büyümüştü, ne de küvözden çıkıp kucağa alınacak kadar sağlıklıydı...
Resmin altında Miran'ın el yazısıyla 'Masalım' yazıyordu...
Miran'ın kızı Masal... Diye tekrar etti kendine...
Aldığı yere aynı şekilde bıraktı çerçeveleri...
En korktuğu yere yöneldi yatağın örtüsünü açıp yastığın yanına baktı içi korkuyla titreyerek.
Orda aradığını bulacağını biliyordu çünkü, hep orada bulmuştu tecrübeliydi...
Yastığın ucundan görünen penye kumaşı görünce kalbine bir ok saplandı. Gözünden bir damla kendine yol bulup yuvarlandı.
Oğlu o göz yaşının üzerine elini koydu hemen,
"Annini..."
Şeytan çoktan sazını eline almıştı, bak diyordu Narin iyi bak. Canan gitse de izi burda bak... Bıkmadın mı onun izlerini toplamaktan...
Göğsünde benim adım yazıyor demişti değil mi? O dövmeyi görse kesilir miydi umudu? Kalbinin üzerinde Canan yazan adamdan doğurdu belki arsız yüreği...
Örtüyü örtmek için havalandırdı tekrar ama tek eli ile zordu, Asım ike yatağın diğer yanına geçip o yandan da çekip düzeltecek oldu ama o anda gördü az evvel dünyasını alaşağı eden penyenin üzerinde ki sevimli fil desenlerini... Uzanıp aldı refleks ile elindeki bir bebek zıbınıydı, Masal'ın olmalıydı...
İçine dolan ferahlıktan cesaret alıp iki yastığıda havalandırıp baktı yoktu başka birşey, hiç bir eşya...
Ne toka, ne fular, ne kıyafet...
Kıvrılan dudağının farkında olmadan, odayı nasıl bulduysa o halde bırakıp indi aşağı.
Çok sürmedi Saniye hanım geldi, Asım uyuyunca ikisi birer kahve alıp karşılıklı oturduklar...
Kadın geldiğinden beri içinde kurtlanan sözleri tutmak için uğraşıyordu farkındaydı Narin,
"Abla ne soracaksan sor, en fazla cevap alamazsın." Deyince küçük bir kahkaha attı Saniye.
"Ben de az değilim diyorsun ha gelin hanım?" diyen kadına ah bir bilsen neler neler ettim korkar kaçarsın diyemedi Narin. Gülümsedi kibarca,
"Sor bakalım az mıymışım çok muymuşum?" dedi.
"Sen bu Miran'ı niye bıraktın kızım? Aldattı diye adam boşanır mı? Bak el kadar bebeyle sen kalmışsın ortada." deyince elindeki kahve zehir oldu Narin'e.
Ne dese ne düşünse bilemedi, bu aldatma lafının aslı neydi. Bu kadın bilmediği lafı konuşacak birine de benzemiyordu.
Miran buraya birilerini mi getiriyordu da böyle demişti...
"Abla..." Dedi ama devamını toparlamadı "Sen nerden duydun bunu?" deyip kaynağa inmek en mantıklısı geldi sonunda.
"Kendi söyledi o boyu devrilesice Miran, sen hamileyken aldatmış seni, sende kapının önüne koymuşsun adamı!" Diye söylendi sinirle.
Narin ne diyecekti ki şimdi, muhtemelen kadın niye ayrıldınız diye sormuş Miran da okkanın altına kendini atmıştı her zaman ki gibi.
Narin'in kaçan rengini görünce Saniye iyice bilendi,
"Bak ben haksızlığa susacak kadın değilim, bu lafı duydum çektim gittim daha da bakmazdım yüzüne de Mirza oğlum aradı. Abla onun anlattığı gibi değil dedi, işin içinde iş var dedi... Ben Mirza'yı bilirim, Mardin'e yerleşene kadar bu evde onun işini görürdüm. Hizmetçi muamelesi yapmaz abla sayardı, bende öyle severim." Deyince işin içini anlamaya başladı Narin.
Saniye devam etti,
"Bekar erkek adam bunlar ama Miran kendi diyene kadar ben ne onun, ne kardeşinin yanlış bir işini görmedim. Neler gördü kızım bu gözler, karısının yatağına kadın atan haysiyetsizler gördük." Deyip elinde ki kahveyi ortaya bıraktı.
"Yanlış anlama dediğimi, aldatmış çek sineye otur demiyorum ama kocanı böyle altın tepside millete bırakıp, kendin saçını süpürge ederek o adamın bebeğini büyümekte akıllı kadın işi değil. Nikâhın duraydı sürüm sürüm süründürseydin bu haytayı." deyince artık duramadı Narin.
Miran onu teorik olarak aldatmış sayılırdı ama işin aslı da öyle değildi işte, birinin sizi aldatması için önce sizin olmalıydı ki başkasına gitmesi suç olsun. Bunu bu kadına nasıl anlatacaktı?
"Mirza abinin dediği gibi işin içinde iş var abla, ama şunu bil Miran'ın suçu yok bu işte." Diyebildi sadece.
Kadının gözleri şüphe ile kısıldı,
"Sen hâlâ seviyorsun bu oğlanı, kıyamayışın ondan, gururuna dokundu çektin gittin demek ki." Diye bir çıkarım da bulundu başı doğru sonu yanlış olsada ses etmedi Narin.
"Bak kaç aydır yanındayım bir yanlışını görmedim, vallahi kendi ağzıyla demese duysam da inanmazdım. Biri aklını çeldi yanlış yaptıysa bırakma yuvanı... Süründür ama dizinin dibinde sürünsün. Böyle İstanbul'un kurtlar sofrasına genç yakışıklı adam bırakılır mı? Para da var... Meraklısı çok olur Saniye abla dediydi dersin. Sonra dizini dövme."
Burukça gülümsedi Narin dizini dövüyordu da sebepleri çok farklıydı.
Kapı yavaşça tıklatılınca,
"Geldi senin ki, hadi karşılada sen yokken kapıya her gelişinde gül yüzün aklına düşsün. Ben ne ettim deyip o dizini dövsün." Deyip giden Narin'in arkasından söylenmeye devam etti. "Bundan güzelini nerde bulup da bu sabinin canını yaktın ki Miran, ah Miran su gibi kızı kiminle aldattın."
Narin kapıyı açınca karşısında Miran'ı buldu tam da beklediği gibi, Saniye hanımdan aldığı gazla gülümsedi biraz,
" Hoşgeldin."
Ama cevap Miran'ın da beklemediği başka bir sesten geldi.
"Oo... Demek sonunda istediğini aldın Narin." diyen Canan'dan.
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Hesna kapıda Bekir'i uğurluyor Bekir ise son bir aydır gözüne yeniden ışık gelmiş kardeşini bekliyordu, havalar iyice ısınmış Mardin'de yaz insanları zorlar olmuştu.
"Bekiiir..." dedi Hesna sonunu uzattı hep birşey isteyeceğinde yaptığı gibi.
"Söyle güzeller güzeli karım." diye karşılık almayı beklemiyordu. Hemen dönüp arkasına baktı Gülhan annesi duydu mu diye. "Hem nazlanıp hem utanmıyor musun, seni yiyesim geliyor küçük hanım." Diyen kocası yanağından bir öpücük çalınca hem hoşuna gitti hem paniği arttı.
"Ya Bekiir" dedi bu kez daha az uzatarak. "Akşama gelirken fıstıklı baklava alsana, çok canım çekiyor."
"Gülüm baklava sana feda olsun da doktor şekere dikkat edin dedi." Deyince dudaklarını büken karısına yine kıyamadı "Ben yedireceğim ellerimle, fazlasını istemek yok." Deyip burnuna dokundu işaret parmağı ile "anlaştık mı?"
Hemen gülleri açtı Hesna'nın,
"Anlaştık... Anlaşmaz mıyız hiç? Bizde sizin güzel gönlünüzü görürüz Bekir Ağam..." Diye de cilvelendi.
Bekir karısının dudağına kapı eşiğinde yapışmamak için nefsiyle cebelleşirken karşı evden telaşlı bir gürültü koptu.
Devran, Murat, Ayşe hatta Ela hanım bile koşturuyordu,
"Ne oldu ki?" Diyen Hesna'ya dudak büktü Bekir. Çok sürmeden önlerinden hızla geçip giden arabaya bakıp kaldılar.
Ayşe peşlerinden tırnakları ısırarak bakıyordu,
"Ayşe ne oldu canım, hayır mı?" Diye seslendi Hesna.
Bu arada Cihan da dışarı çıkmıştı,
"Hesna abla, Derya ablayı doğuma götürüyorlar." Dedi panikle.
"Ee.. erken değil mi daha?" Derken korku yüreğini yoklamıştı çoktan.
"Bilmiyorum ki, suyu gelince..."deyip erkeklen varlığını fark ederek sustu.
Bekir,
"Boran yok burda, hay Allah'ım ya." Dedi onun adına içi sıkılarak.
O Hesna hastanede diye yolu bitirememişti, doğum da uzakta olsa kafayı yerdi muhtemelen Boran da yiyor olmalıydı.
"Yaa yok mu Boran Ağa?" dedi Hesna da üzülerek.
Cihan ise kendi derdindeydi, bebek doğunca Zelfi bu tarafa daha çok gelirdi değil mi?
Artık görünce selamını alıyor, ortam müsaitse iki söz konuşabiliyorlardı. Bunun insanlık için küçük ama Cihan için ne büyük bir adım olduğunu ancak çeken bilirdi.
Bekir işe gidince Devran'ı arayıp yapabilecekleri birşey olup olmadığını sordu ama,
"Işınlanmayı bulduysan Boran lazım Bekir." Deyişi ile karşıdaki adamın nasıl çaresiz kaldığını da anlamış oldu. Cihan da böyle çaresiz mi kalmıştı Hesna'nın yanında...
Kardeşi ile arayı düzelmişti ama Cihan'ın hâlâ uzak halleri vardı. Bunu da zamanında ağır konuşmasına bağlıyordu Bekir. Biraz fazlaca ağır konuşmuş kardeşinin bunalımına bir körükte kendisi olmuştu. Ama olayların esas yananının kardeşi ve Zelfi olduğunu nerden bilebilirdi ki?
Hele de Cihan'ın o kıza yıllardır aşık olduğu aklının ucuna gelmezdi.
Akşam üzeri hastaneye uğrayıp bir hayırlı olsun dedi, herkes pek mutluydu içi ısındı Bekir'in, bir kaç ay sonra kendisi de böyle mutlu mu olacaktı. Boran'ın ayakları yere değmiyor dudakları gülmekten kavuşmuyordu.
İmrenmedim dese Allah çarpardı...
Fıstıklı baklavasını alıp evin yolunu tuttu eliyle yedirip içirip besledi karısını... Karnındaki canı ile beraber sarıp göğsünde uyuttu.
Saçları yastığına, göğsüne saçılmış uyuyan helalini izledi, Hesna'nın parmağının ucu kesilse canı yanıyordu Bekir'in, daha ağır bir zulme uğradığını düşünmeye bile tahammülü yoktu. Cihan nasıl bir cehennemden geçiyordu, kızcağız neler çekmişti kim bilir? Dahası şimdi bir de ileri geri konuşanlar vardı...
Kadın kısmının bazısı, güzel ve dul olunca düşman biliyordu karşıdakini... Şüphesiz ya kendine güvenci yoktu yada kocasına... Ama karşıyı kötü bilmek kolaydı, içindeki hırsı böyle söndürürdü kimisi...
Geçen on günün sonunda bebek hayırlamaya gittiler hep beraber. Hesna kendi gidip Gülce kızı görse de illa Bekir de görsün istiyordu.
Hal böyle olunca peşlerine takılan Cihan ve olmazsa olmazşarı Gülhan hanım ile Hanoğlularının kapısına maaile dayandılar.
Kapıyı Zelfi'nin açması bu gece için piyangoydu Cihan'a,
"Buyrun hoşgeldiniz."derken ilk defa bu kadar güler yüzlü haline denk gelmişti.
Dışarda yüzü gülmüyordu pek, hatta son dedikodulardan sonra daha da mesafeli olmuştu insanlar ile.
Bekir ve Hesna içeri girerken Gülhan hanım,
"Nasılsın Zelfi kızım, pek iyi gördüm seni." deyip yanaklarını okşadı genç kızın.
"Çok sağolun iyiyim, siz nasılsınız?" Dedi ışıl ışıl gülümsemesi ile.
"Bende iyiyim şükür, Hesna'yı bıraksak burdan çıkmayacak ölüyor bebek için. Bizimki doğsa da sizde rahat etseniz." Dedi birazda abartarak.
"Estağfurullah o nasıl söz, Derya abla çok sever misafiri. Ama Boran ağam kızını kıskanıyor biraz." dedi sonuna doğru sesini kısarak.
Gülhan hanım da ona uyup kıkırdadı yaşına tezat bir canlılıkla.
"Daha dur Nevşehir'den kız aldı geldi hanımağa yaptı buralara. Birileri de onun kızının peşine düşsün o zaman gör sen Boran Ağayı." deyince yine gülüştüler.
Cihan, Zelfi'yi böyle bir ortamda ilk defa görüyordu. Annesi ile yakınlığı olmadık hayaller kurduracak kadar aklını başından almıştı.
"Sizde hoş geldiniz." Deyince ancak fark etti annesinin iletlerleyip kendisinin kaldığını, dalıp gittiğini.
"Hoş buldum, nasılsın?" Dedi
"İyiyiz Gülce neşe getirdi evimize, siz nasılsınız?" dedi Cihan'ın her senli hitabına sizle cevap veriyor olsa da gülen gözleri yeterdi şimdilik Cihan için.
Seni gördüm iyi oldum demek vardı ama yuttu Cihan,
"Affedilmek hafifletti yükümü daha iyiyim." deyince biraz buruk da olsa gülümsedi Zelfi.
"Bekir abi ile aranızın düzelmesine sevindim." dedi kendini işin içine katmadan.
Kapı ağzında bu kadar sohbet ediliyordu, fazlası göze batardı.
Elinde ki hediye paketini Zelfi'ye uzattı,
"Gülce için... Sana vereyim de durduk yere Boran Ağa'nın şimşeklerini üstüme çekmeyeyim." Dedi tay mevzusuna atıf yaparak.
"Sizden sonra üç gün söylendi 'benim karıma tay almak ona mı kalmış' diye" Deyip kıkırdadı Zelfi.
Azıcık bilse şu gülüşü Cihan'ın içinde ne baharlara çiçek açtırıyor, belki daha fazla gülerdi.
Fakat başını çevirip kendine hayranlıkla bakan bal rengi gözleri görünce bocaladı.
Bu adam niye bu kadar güzel bakıyordu, dahası Zelfi bundan niye rahatsız değildi.
Serkan hocanın bakışından kaçmak için kırk bahane uydururken, Cihan'ın bakışı, gülüşü, sözü niye rahatsız etmiyordu.
Tamam suçu yoktu, konuşup çözmüşlerdi ama hâlâ adını anamadığı bir yabancıydı işte...
Bu rahatlık nerden geliyordu, cevabını bulamadığı sorularla yüzü düştü Zelfi'nin, gülüşü yavaşça soldu.
Cihan'ın diken üstünde olan aklı ise ona baktı diye rahatsız olup gülüşünü esirgediğini düşündü. İçi ezildi biraz evvel sevinçle çiçek açan bahar dallarına kırağı düştü.
"Zelfi..." Dedi acı bir kabullenişle, "Gülmek sana çok yakışıyor."
Fakat gözleri artık o gülüşün yer ettiği simada değildi, gülüşü solacaksa yönünü bile dönmezdi.
O gülsün Cihan sadece duysa da olurdu, hatta uzaktan şahit olsa da... Gözündeki ışığın sönüşüne sebep olacaksa yok olurdu, yine Zelfi'ye gölge etmezdi.
Bir gülüşünden bahar olup, bir yüz eğişinden zemheri gelir mi? Geliyordu Cihan'a... Umutları hep pamuk ipliklerinin ucundaydı işte...
"Eğer ben baktım diye solduysa gülüşün, bakmam ben... Yeter ki gül sen."deyip ilerledi koltuklara yerleşen kalabalığa.
Geri de aklı karman çorman olmuş bir Zelfi bıraktığını bilemedi, bakışından rahatsız oldu sandığı kız aslında onun hayran bakışına takılı kalmıştı.
Çok derin bakıyordu bu adam içimi gör der gibi şeffaftı sanki...
Zelfi görmüştü ama anlamanın getireceği sorumluluğu alacak kadar iyi değildi henüz.
Yine de yanlış anlaması içine battı Zelfi'nin, hastanede ki gibi bir huzursuzluk geldi oturdu sinesine.
Ardı sıra bakıp kaldığını ne giden bildi, ne de geride kalan...
Koltuklarda ki ahali ise bambaşka bir alemdeydi, Boran omzuna yatırdığı kızını kimseye vermek istemiyor, Devran onun bu hali ile dalga geçiyor. Derya onlara gülmemek için dişlerini sıkıyordu. Koca koca adamlar çocuk gibi olmuşlardı.
Sonunda dayanamayıp el attı duruma,
"Boran ben alayım Gülce'yi hayatım karnını doyurmak lazım." Deyince el mecbur kızını eşine verdi.
Hanımlar toparlanıp kış bahçesi olarak kullanılan alana geçerken geride kalanlar hâlâ Boran ile uğraşıyorlardı.
"Ay Bekir de böyle olursa yandık yani." Dedi Hesna.
Gülhan hanım güldü,
"Daha beter olursa hiç şaşma." Dedi gelinin sözüne karşılık.
"Deme anne ya buldumcuk oldu koca koca ağalar. Şu hallerini millet görse sözlerinin hükmü kalmaz." Deyip Derya'nın kucağında ki Gülce'ye sokuldu biraz.
Sözsüz bir 'kucağıma alabilir miyim' demekti bu.
Derya, Hesna'nın kollarına bıraktı kızını,
"Gazını çıkar bakalım Hesna teyzesi elin alışsın." Diye de takıldı.
Onlar kendi sohbetine dalsa da Ela'nın gözü Zelfi'deydi.
"Zelfi'nin moralini bozacak birşey mi oldu?" diye sordu ortamda ki kadınlara.
Ayşe çayları dağıtıyor, Zelfi ikramlıkları getiriyordu ama yüzündeki dalgınlık artık her ifadesini bilen, dikkatle üstüne titretyen Hanoğlu gelinleri için kolay okunur olmuştu.
"Abimden mi rahatsız oldu ki?" Diye sessizce aklına ilk düşeni söyledi Hesna ama ihtimali bile içini burkmuştu.
Gülhan hanım ortamı sessizce dinlerken kapıda ki sohbetleri geldi aklına, hiç de Cihan'dan rahatsız olmuş gibi değildi Zelfi.
Ben bir bakayım deyip ayaklanan Ela mutfağın yolunu tuttu, biraz kızlara yardım etti, biraz nabız yokladı ama bir sonuca varamadı.
Mutfaktan dönerken beylerin sohbetine kulak kabarttı ama Cihan'ın sesi soluğu yoktu, sadece ortamda vardı o kadar.
Kış bahçesi olarak kullanılan balkona çıkınca ona dönen bakışlara karşı iki elini göğüs hizasında yana açtı. Birşey bulamadım der gibi...
Çaylar içildi sohbetler edildi, bu ahali artık birbirine alışmış, sohbetler koyulur olmuştu.
Bir zamanlar Devran'ın ayak izine bile kurşun sıkacak olan Cihan'ınsa pek sesi çıkmıyordu. Fırsatını bulunca sigarasını alıp kapıya çıktı, insan bir kere doğru insanlara yanlış yapınca ne zaman yüzlerine baksa aklına kendi hatası düşüyordu.
Yaktığı sigaradan derin bir nefesi ciğerine çekti, tek dert ortağı da buydu zaten... Kime ne anlatacaktı ki Cihan, kendim ettim kendim buldum türküsü tam da ona göreydi...
Bir heves gelmişti bu eve ama şimdi otursa olmuyor, kalkıp gitse hiç olmuyordu.
Köşedeki kamelyaya götürdü onu adımları, bu evlerde en sevdiği yan bahçeleri, yeşiller içindeki peyzajları olmuştu zaten, konak gibi taş duvar soğukluğu yoktu. Ev gibi, yuva gibi hissettiriyordu...
İlkini bitirdiği sigarasının peşine ikinciyi yaktı, başını çevirse muftak penceresinden onu izleyen kızı görecekti ama bu akşamlık hakkını kullandığını düşündüğünden hiç bakmadı o yana.
Zelfi ise yanaklarının içini ısıra ısıra yara etti, Cihan yanlış anlamıştı ve bırak anladığı gibi kalsın diyemiyordu. Hesna'dan biliyordu herşeyi kendine nasıl dert edindiğini, en ufak şeyi günlerce kafasına takıp kendini üzdüğünü.
Biten sigarasının peşine ikinciyi yakmasıyla emin oldu içerden düşüncelere dalıp kaçtığına. Çayını bile içmemişti, ilk bardağı elinde soğutup bırakmıştı öylece...
Anlık bir kararla zarif bir kupaya çay doldurdu, Duru'nun zamanında Cihan dayım çok sever diye bıcır bıcır konuşup anlattığı limonlu kurabiyelerden de bir tabak yaptı, kimseye yakalanmamak için etrafı kollayarak mutfaktan bahçeye açılan kapıdan Cihan'ın yanına çıktı.
Yine elinde bir tepsi yine Cihan'ın yanına gidiyordu...
Attığı her adım kararsızlıklar ile doluydu ama bu adımlarını peşi peşine atmasına engel olmuyordu işte.
Tepsiyi kamelyanın masasına bırakıp karşısına oturduğunda Cihan'dan başka heryere bakıyordu. Burada olmayı sindirmeliydi önce, biraz zamana ihtiyacı vardı.
Cihan ise bu gelişe ne desin, daha ne kadar şaşırsın bilemez haldeydi. Öyleki sigarasının izmariti elini yakınca ancak kendine geldi.
Elini yakan sigarayı söndürüp küllüğe bastırdı.
"Zelfi..." diyebildi sesini bulduğun da...
"Duru bu kurabiyeleri sevdiğinizi söylemişti." Cevabını almayı ise asla beklemiyordu.
O söyledi de sen de aklında mı tuttun...
"Çay da içmediniz..." Diye ekledi Zelfi kendine şaşırdığı bir cesaret ile.
"Severim..." Diyebildi Cihan 'senin elin değdiyse daha çok severim' diye de ekledi içinden bunu birgün sesli de söyleyecekti... "Eline sağlık." diyebildi şimdilik.
Cihan çaya uzanıp bir yudum aldı, azıcık sakinleşmesi lazımdı...
Sessizlik oldu bir zaman... Sonra,
"Gülce çok tatlı değil mi?" Diye sordu Zelfi konuşacak birşey bulamayarak.
Onun bu konuşma çabası güldürdü Cihan'ı,
"Boran Ağa bırakmadı ki görelim." Dedi sohbeti devam ettirmek adına.
Zelfi de güldü içinden gelerek ve en önemlisi ondan sakınmadığını belli ederek,
"Gülce'yi sevmek için ondan gizli geliyor Devran ağa." Diye de ekledi.
Hakkaten öyleydi, Boran kapıdan çıkıyor. Devran bacadan damlıyordu, işin güzeli Ela da Gülce için ölüyordu
Ee.. o zaman onlara da bir bebek şarttı değil mi? Nasıl olsa onlarda evliydi artık. Tuğra da durumu kabullenmişti.
"Devran'ın oğlu büyümüştür tabii, ben en son bebekken görmüştüm." Dedi Cihan. Devran ile aralarına giren uçurum oldukça büyüktü.
"Tuğra büyüdü beş yaşını bitiriyor ama çok akıllı bir abi oldu. Hepimiz kıskanmasını bekliyorduk. Boran Ağamla, Devran ağam ondan daha çocuk." Deyince ikisinin de aklına az evvel içerde ki tatlı atışmaları geldi gülümsediler.
"Hesna da bizim evi neşelendirecek ama bakalım Bekir Ağa neler yapacak?" Dedi abisinin baba oluşunu düşünmek bile sıcacık bir histi Cihan da.
Sanki baba olmak için, büyüklük etmek için doğmuştu Bekir.
"Konu Hesna olunca takındığı tavra bakarsak Boran Ağa'mdan farkı olmayacak gibi." Diyerek kendi fikrini belli etti Zelfi.
İkisi de bir birine kaçamak bakışlar atsa da göz göze olmak zordu. Zelfi gözlerini kaçırmadan Cihan kaçıyordu çünkü. Kapıda ki gibi gülüşü yine gözlerinin önünde solarsa kendine bu şansı bir daha vermezdi Cihan.
"Hesna'nın bayıldığı gün ki sınavın sonucu belli oldu mu?" Diye sordu bu kez. Biliyordu halbuki Hesna kalmıştı, Zelfi geçmiş mi diye soramamış içi içini yemiş durmuştu kaç gündür.
Bu kez yüzü daha da güldü kızın,
"Geçmişim... Son dersimdi o zaten mezun sayılırım artık. Bu yıl kaçtı ama seneye üniversite sınavına da gireceğim." Dedi saklamadığı bir heyecanla.
"Sevindim bitirmene, o gün hocan sınav önemli gitme falan deyince... Merak ettim, bizim yüzümüzden yıl kaybetmeme sevindim."
Zelfi'nin Zelal Karacahan ve hırsları yüzünden kaybettiği geri gelmeyecek beş yılı, acısı geçmeyecek yaraları ve pek çok hayal kırıklığı vardı...
Yine de sorumluluğu kendisi almayı tercih etti,
"Sizinle gelmeyi ben istedim, Hesna'yı öyle bırakamazdım. Kendisi benim hali hazırda tek arkadaşım." Dedi tüm içtenliği ile.
"İyi bir eş, iyi bir kardeş, iyi bir arkadaş..." Diye ekledi Cihan, Zelfi başını hafifçe sallayarak onayladı onu,
"Bekir abi çok şanslı... Hele de evlilik hikayelerini bilince."
Cihan küçük kahkahasını tutamadı,
"Hepimizi şok ettiği bir akşamdı..." dedi gülüşü arasında.
Zelfi onun neşeli gülüşünü izledi, kısılan gözlerini hep üzgün gördüğü bal rengi gözlerinin içindeki minik yıldızları...
İçinde kıpır kıpır bir şeyler oynadı sanki, Cihan'ı gülüyorken izlemek görsel bir şölen olmalıydı.
Kendini ikidir, yıllarca zalim bildiği bir adamı teselli ederken buluyordu. Uzun boyu, heybetli bedeni, öfkelendiği zaman ateş saçan gözlerine rağmen Zelfi onun hep sarılması gereken yanına şahit oluyordu.
Bekir Karacahan'dan istediğini alamayan Hüseyin Ağa'nın, elindeki ikinci oğlunu şansa bırakmayacak kadar otoriter bir tavırla ve kendi amacına hizmet edecek şekilde manipüle ederek büyüttüğü ortaydı...
"İnsan gönlünün sultanını ilk bakışta anlarmış ama kavuşmak her zaman Bekir Ağa gibi bir haftaya kısmet olmuyor..." dedi Cihan.
İçinde büyüttüğü yumağın ucunu verdi Zelfi'ye... Düşünüp de kim bu Sultan derdi belki...
Evet... 5500 kelimelik bir bölüm ile geldim.
Kadınlar günümüz kutlu olsun sevgili kadın okurlarım.
Emekçi olmayan kadın var mı bilmiyorum ama hakkını savunamayab çok kadın var bunu biliyorum.
Çalışıp aldığı paraya benim diyemeyen, emeği hem evde hem işte sömürülen.
Allah'tan korkmayan, kuldan utanmıyor malesef... E caydıracak kanunda iş görmeyince kadınların hesabı mahşere kalıyor...
Üzülüyorum çok çok üzülüyorum, bir annenin büyüttüğü erkek başka bçr annenin emeğini, gözünün bebeği evladını kıyıp hayattan koparıyor.
Ben bir erkek çocuk annesi olarak tüm annelere sesleniyorum, namus diye kızınıza ne öğretiyorsanız oğlunuza da öğretin.
Kızınız bir ev işini biliyorsa, oğlunuzda bilsin...
Hiç bir erkek de kendine bakamıyor olduğu için evlendirilmesin...
Birbirimize hayat arkadaşı olamazsak iyi anne baba da olamayız.
Neyse diyecek çok şeyim var ama şununla son vereceğim.
Kadın benim param dedi diye o parayı kadından alıp sobaya atacak kadar karaktersiz adam müsvetteleri var bu Dünya'da.
Allah yolumuzu yolsuza düşürmesin...
⭐⭐⭐ Dokunun ki güçlü kadınlarımız burda olsun parlasın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 119.99k Okunma |
11.73k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |