56. Bölüm

49. Bölüm

Zaman Sızım
zamansizim84

Telefonum beni deli etmese daha yazacaktım ama Perşembe günü bu eziyetten kurtulacağım inşallah...

 

Bölüm kısa ama çok önemli ayrıntılar var dikkatli okurlarımdan kaçmaz...

 

Oy sınırı 250 😉

 

Ellenizden öper...

 

Buyrun başlayalım...

 

 

❤️❤️❤️

 

 

Hani bazen büyükler der ki, onun yaşı geçti bu saatten sonra kimseyi beğenip evlenemez. Bu söz bana çok doğru gelir, çünkü insan belli bir yaştan önce daha toleranslıdır.

 

Hayatın acı tarafını tecrübe etmediği için meraklı bir çocuğun elinin yanacağını bilmeden ateşe uzanması gibi pervasız değildi hiç bir adımı.

  

İşte Zelfi de yaşı küçük tecrübesi yaşından büyük olduğunu için elinin yanıp yapmayacağını ince ince tartmak istiyordu.

  

Gönlünün aşka tecrübesiz tarafı mıknatıs gibi Cihan'a çekilse de, mantığı dizginlere sıkı sıkı asılıyor. Kabuk tutmak bilmeyen yaralarına tuz basıp bir bir yerlerini hatırlatıyordu.

 

Sabah bir bahane bulup konağa geçerken aklında Ela hanım ile istişare etmek vardı, Derya ablası onu anlıyorsa da yaraları birbirine denk değildi... İyi ki de değildi. Keşke kimse Zelfi'nin yaralarını anlayacak acı tecrübeler ile sınanmasaydı.

  

Ama Ela'nın ilk evliliğinde çok incitildiğini ara ara geçen sohbetlerden anlamıştı, yaralar denk olunca konuşmadan da anlaşılıyordu çoğu zaman.

 

Fakat gel gör ki umduğunu değil bulduğunu yaşamak vardı kısmette, Ela ile Dilan hanımın sohbetine kulak misafiri oldu. Hiç huyu olmasa da konu kendi olunca yaptığı yanlış gelmedi.

 

Karacahan aşiretinin hâlâ Hüseyin Ağa'ya bağlı olan cahil kısmı Zelfi'nin peşindeydi, ölüsünü görmeden huzura etmezler diyordu Dilan hanım.

   

Bu acıtmamıştı tahmin ediyordu Zelfi...

  

Ama Cihan'ı bu evliliğe zor ikna ettik sözü bıçak gibi batmıştı sol yanına...

 

Nefesi kesilmişti tek sözle...

 

Zelfi, evlilik, zorla ikna olmak...

 

Neye ikna etmişlerdi Cihan'ı...

 

Nasıl ikna etmişlerdi...

 

Dahası Cihan ile bir evlilik mevzu bahis olmuş da üstüne birde ikna etmek mi gerekmişti?

 

Zelfi bu işin neresindeydi?

 

Zelfi'nin iradesi niye yok sayılmıştı.

 

En kötüsü de, niye yok sayılan iradesi değilde, Cihan'ın evliliği istemiyor oluşu canını yakmıştı.

 

Bu can yangını aslında Zelfi'nin çoktan Cihan'ı seçen kalbini ne çok kırmıştı.

 

Dahası da vardı, şahit olduğu konuşmanın belki de en önemli kısmı burasıydı, Gülhan hanımın böyle bir evlilik mevzuna asla razı gelmeyeceği gerçeği...

 

Buna çok takılmamıştı Zelfi, hatta Gülhan hanımın günlerdir anlam veremediği tüm davranışları anlam kazanmıştı.

 

Oğluna Zelfi'yi yakıştıramıyor oluşuna alınamazdı ki Zelfi, kendisi de kendini Cihan'ın yanına yakıştıramıyordu.

 

Cihan'a mesaj yazıp nerede buluşacak ise kendisi geleceğini bildirdi.

 

Saat bire yaklaşırken siyah pantolon üzerine ince siyah bir kazak giyip hazırlandı.

 

Akşam kolaylıkla kabul gören kapıdan alma teklifinin reddedilişi ilk darbeydi Cihan için, otelin teras kafesinde çok göz önünde olmayan bir masa hazırlatmış Zelfi'yi beklerken iyi olanı ümit edip, kötü olana da hazırlıklı olmak bu adamın bitmez arafıydı.

 

Derken beklenen an geldi, simsiyah kombiniyle içinin karabulutlarını belli ederek geldi genç kadın.

 

Kaçırılan gözlerden, gülmeyen yüzünden ilk umut dalları kırıldı Cihan'ın ama vazgeçmek yoktu,

  

"Hoş geldin." Dedi tüm aksini gösteren emarelere inat.

 

Zora ki bir tebessüm ile,

 

"Hoş buldum." Dedi Zelfi.

 

Cihan'ın özellikle çok küçük olmayan masa tercihi sayesinde mesafelerini koruyarak karşılıklı oturdular.

 

Nereden başlayacaktı adam, sabaha kadar bu anın provasını yapmıştı ama... Şuanki gerçeklik hiç bir provaya uymuyordu.

 

Bir şey olmuştu... Dünden bu güne değişen birşey olmuş olmalıydı...i

 

"Nasılsın Zelfi?" Dedi önceki sohbetlerine güvenerek.

 

"İyiyim, hayattayım bundan büyük şükür sebebi de olamaz değil mi?" Diyen kadına ne diyeceğini bilemedi ama kaşları da inceden çatıldı.

 

"Siz nasılsınız?" Diyen ses çok soğuktu, ne hastane bahçesinde teselli veren kıza benziyordu, ne de çayla kurabiye getirip sohbet açan Zelfi'ye.

 

Düşen yüzünü toparlamaya çalıştı ama pek de başarılı olamadı adam,

 

"Hatrımı usulen değilde gerçekten soran Zelfi olsan, kötüysem de iyi olurdum ama karşımda ki kadın o Zelfi değil gibi." Dedi kırık bir tebessüm ile.

 

Bu kadar açık bir ilk adım beklemeyen Zelfi dolan gözlerini kaçırdı hızla.

 

Cevap vermedi, veremedi...

 

Sessizlik masayı esir aldı bir süre, çay istendi... Servis edildi...

   

İkisi de bardağına el sürmese de...

 

Derin bir nefes alıp verdi Cihan, inceldiği yerden kopacaktı belki ama açık olmaktan başka şansı da yoktu.

 

"Ne söyleyeceğimi bilir ama duymak istemez gibisin Zelfi." Dedi bir yerden başlamak lazımdı değil mi?

 

Bunu da beklemiyordu Zelfi...

 

İşin aslı sabah duydukları olmasa Cihan'ın ilanı aşkını duymak için can atan bir yanı vardı. Fakat o yanı duydukları ile öyle derine sinmişti ki bulup çıkarmak şu dakika mümkün değildi.

 

"Olmayacak bir duayı dile dökmeye gerek var mı sizce?" Dedi dilinin bıçak kesiği gibi kestiğini bilemezdi.

 

O kesikten ve Cihan'ın içine akan kanından haberi olsa dilini bu kadar keskin tutmazdı.

   

İçine akan kanın kokusu burnuna doldu adamın, bir kesik bu kadar soyut ama acısı böylesi somut olmamalıydı...

 

O kan gerçekten aksa, bunca can yakmazdı...

 

Derince yutkundu Cihan,

 

"Ben de ki seni çok hafife alıyorsun Zelfi... Sen benim en masum duamdın, sonra haram bilip vazgeçemediğim günahım oldun, şimdi ise olmayacak bir dua deyip silip atacağın kadar sende yerim yokken bile tek umudumsun."

 

Bu kez dolan gözlerini kaçırmadı Zelfi, niye bu kadar zordu. Cihan'ın elini tutmak, adının yanına adını koymak niye bu kadar zordu.

 

Ne olurdu herkesin ki gibi basit korkuları olup da, sevdiğim için değer diyerek gözlerini karartıp adım atacak kadar acılara cahil olsaydı...

 

"Adınızı anamayan bir kadından nasıl bir umudunuz olabilir?" Dedi kadın savunma kalelerini sağlam tutarak.

 

Düşündü adam, şu hayatta kaç kişi sevdiği adını ağzına alamıyor diye kahrolmuştur... Belki de hiç...

   

Adı umrunda mıydı ki Cihan'ın...

 

Zelfi söylemedikçe adın ne kıymeti vardı?

 

Çikolata kahvesi gözlere dikti gözlerini,

 

"Cihan diyemezsen tekrar koy adımı... Sen ne anarsan ben o olurum Zelfi... Sen her Cihan deyişinde 'Cihan güzeli...' diyemeyeceksem adımın ne önemi var."

 

Cihan güzeli... Cihanın en güzeli...

 

Cihan'ın güzeli olmayacaksa, Cihan olmak da boşaydı işte...

 

Darmadumandı Zelfi...

 

Böyle sevmek olur muydu?

 

Bu neyin ödülü?

  

Bu ödüle layık bulunmamak neyin cezasıydı?

 

Cihan'a baktı belki ilk defa çekinmeden...

 

Bal rengi gözlerindeki kırgın umuda... Geniş omuzlarına, heybetli vücuduna rağmen Zelfi'nin aklına korku uğratmayan naifliğine... Dik tutmaya çalıştığı duruşunun kırıldığını belli etmeme çabasına...

 

Bu adama sırtını dayasa sarsılmaz bir dağı olurdu kadının...

 

Zor ikna olduğu bir nikah için bu ısrarı fazla değil miydi?

 

Madem seviyordu niye zorla ikna edilmişti?

 

Sevse de başkasının ellerinin değdiği bir kadını nikahına almak ağır geliyor olabilirdi, o zaman niye bu masadaydılar?

 

Tek sebep buldu aciz aklı bu işe, vicdan azabı...

   

Babası ve Zelal'in yaptıklarının vicdan azabı, bir yılan gibi adamın boynuna dolanmıştı, dudaklarını birbirine bastırıp alt dudağını dişleri ile ezdi kadın,

 

"Sizde ki beni görüyorum, ama onun üzerini örten bir vicdan azabınızı da görüyorum. Son yaşananlar üzerine tuz biber oldu ama bu bizi birbirimize mecbur etmez, etmemeli..." Dediğinde,

 

"Zelfi!" Diyen Cihan'ı tek elini kaldırarak susturdu,

 

"Ben yerimi de haddimi de biliyorum, ne yanınıza yakışırım ne şanınıza... Annenizin hayalindeki gelin olmadığım da ortada..." Derken kısılan sesine lanet etti.

 

Hani alınmamıştı Gülhan hanıma?

 

Yalandı işte...

  

Onun Hesna'ya kol kanat gerişine nasılda imrenmişti. Anneliğine hayran olduğu kadının yüz çevirişine böylesi içerlediğini kendi de çatlayan sesiyle fark edebilmişti.

 

Zelfi kendi içinde bile kendiyle yüzleşemezken içini başkasına dökmek ne güçtü?

 

Peki ya o içi dökmeden içini görene sırtını dönmek...

 

Annesinin bu evliliği istemeyeceği Cihan şimdiye kadar aklına bile gelmemişti...

 

Annesi istemez miydi Zelfi'yi?

 

İsterdi... O Cihan kimi seviyorsa onu isterdi...

  

Zelfi bu fikre nasıl kapılmıştı?

 

Bunları da bir bir bulmalıydı ama önce,

 

"Kim karar veriyor bu dediklerine? Yere batsın benim şanım... Benim şanım arkamdan çevrilen işlerin farkına varmadığımda yerle bir oldu." Diyerek kendi ile ilgili ön yargılara açıklık getirdi.

 

Zelfi'nin aklına adama attığı tokat geldi kuruldu, gözünden bir damla akıp kendine yol buldu.

 

Bir damla göz yaşında iki kişi boğulur muydu?

 

Başı sağa eğildi,

 

"Bir şansı bize çok görme Zelfi, tek bir şans istiyorum. Sınırları sen koy, adımı sen koy, sen de ki yerime de sen ad koy... Tek bir şans..." dedi Cihan elinde avucunda ne varsa ortaya koydu...

 

Kadının boğazında ki yumru büyüdü de büyüdü...

 

Bir damla daha süzüldü gözünden adamın silmek için can attığı ama seyretmekten öteye geçemediği...

 

Başını iki yana salladı Zelfi, içinden Cihan'a koşan kadına inat yuttu o yumruyu...

 

"Yapamam..." Dedi sayfalarca yazıya inat bir dolulukla...

 

Cihan, hayatında ilk defa kalabalık içinde akmaya azmetmiş gözlerini tutmak için üst dudağını dişleri ile ezdi ,

 

"Sadece elimi tut... Ötesi yok Zelfi... Elini tutmama izin ver, yaraların iyileşsin ben seyredeyim. Bir adım öteye zorlamam, sınırlarını aşmam... Sadece elimi tut." Dedi neredeyse yalvararak."Birşey olmuş dünden bugüne... Seni benden uzak tutan bir şey olmuş..."

 

Ne şanı, ne ağalığı, ne erkeklik gururu vardı...

 

Sadece Cihan vardı...

 

Hepsi yıllar önce Zelfi'nin özgürlüğünü zapteden şerefsizin ayakları altında ezilip yok olmuştu.

 

Zelfi'ye sevdalı bir Cihan vardı.

  

Onun da Zelfi de adı dahi yoktu...

 

"Özür dilerim..." Dedi cesaret edemediği herşey için özür diledi Zelfi.

 

Anlatamazdı ki nasıl derdi annen beni istemiyor diye...

 

Sen de zorla ikna edilmişsin ama neden bu kadar ısrar...?

 

Soramadı... Ağır geldi incinmiş gururuna...

 

Oysa dün gece Cihan'ın söylediği türkü kulaklarında çınlayarak uyurken ne kadar olabilir gelmişti herşey...

 

Kalkıp gittiği...

 

Masada vazgeçmeyeceğim diye and içen adamı kendi enkazı altında bırakarak...

 

Kadın gitti...

  

Adam seyretti...

 

Ümit gitti yeis kaldı...

 

✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨

 

Haftasonu oğlunu görmek için gelen Miran, Ülkü'nün kocasını örgütlenmesi ile organize edilen pazar kahvaltısında bulmuştu kendini. Narin'in de heves edişini kıramamış yapılan plana uyum sağlamıştı.

 

Yapılmaya çalışılanı anlamazdan geliyor olması, anlamadığı anlamına gelmiyordu. Ülkü'nün eski eltisini yine yeniden eltisi olarak görmek istediği oldukça açıktı.

 

Narin'i ise gerçekten tanıyamıyordu, bu kadın Narin ise Miran'ın hayatını mahveden o kadın kimdi? Bunca yaptığına değmediği ortadaydı, ne geçmişti kadının eline? Tek başına büyütmeye çalıştığı gül gibi bir evlattan başka ne karı olmuştu Narin'in.

 

O burnu düşse yerden almaz tavrıyla tüm Mardin'e şan olmuş kadının egosu, üstüne kuma getirilen ağa kızına dönüşmüştü. Artık arkasından konuşulan sadece bu sıfatıydı.

 

Geldikleri lüks kahvaltı salonunda bile üzerlerinde dolanan gözlerin farkındaydı adam ama tek odağı oğluydu. Oğlunun annesinin de iyi vakit geçiriyor olmasına seviniyordu tabii, Narin'in tek başına sırtladığı yüke eli geldiğince omuz veriyordu ama bu kadının yanlız bir anne olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

 

Asım artık yaşını geçtiği için sofradaki pek çok şeyi yiyebiliyorken oğluna kahvaltı etmesi için yardım eden Miran'ın keyfi yerindeydi.

 

Canan o geceden sonra şirkete de gelmiş, iletişim kurmaya çalışmıştı fakat adamın keskin tavırlarından yüz bulamayıp kabuğuna çekilmişti.

 

Miran'ın, Canan'ı her gördüğünde burnun ucunda hissettiği bir koku vardı. Masal bebeği toprağına emanet ettikleri gün yağmura karışan bebek ve toprak kokusu. Birbirine hiç yakışmamış bu koku burnunun direğini sızlatıyordu. Tamamen psikolojik olduğunu bilsede bunu aşamıyordu adam.

 

Tabağına bırakılan börek dilimi ile çıktı anlık daldığı düşüncelerin derinliğinden,

 

"Asım doydu ama sen yiyemedin Miran." Diyerek samimi bir tebessüm ile ona bakıyordu Narin.

 

Mavi gözlerini zarif bir makyaj ile ortaya çıkarmıştı, uzun zamandır görmediği kadar kendine özenliydi kadın. Eski Narin değildi o başka boyuttu, giyimi, makyajı, takısı, çantası... Bu karşısında ki kadın sadece bakımlıydı, göze batmak için değil mutlu hissetmek için kendine özen gösteren bir anneydi.

 

"Sağol Narin." Dedi kibarca.

 

Ülkü'nün ikisi üzerinde ki bakışının farkındaydı ve muhtemelen Narin'e de gaz verecek kadar bu ilişkinin kurtarılabilir olduğunu düşünen kadının yanlış yolda olduğunu Mirza'ya anlatmalıydı.

 

Nasıl ki Canan defteri kapanmışsa Narin defteri de kapalıydı Miran için, şu an ki çabasını görse de kadının yaptıklarını unutamıyordu adam.

 

Masal bebeğin ölümünden sorumlu tutmuyordu Narin'i, ama bu sonuca çıkan olaylar silsilesinden bağımsız da bakamıyordu.

 

Narin hayatına bir işgalci gibi çökmemiş olsa kızı toprağın altında olur muydu? Acaba Canan bugün dönüştüğü kadına dönüşür müydü?

 

Bu sorular zihninde dönerken Narin için aklında açmaya çalıştığı temiz sayfadan geçmişin gölgelerini silip atamıyordu.

 

Bunca yaranın üzerine birşey olmamış gibi devam etmek, yeniden şans vermek akıl kârı değildi.

 

Narin'e bu umudu vermek onun kendini yaktığı ateşe benzin dökmekten beterdi ve bunu Ülkü yapıyorsa o da yapmamalıydı.

 

İçilen keyif çayları ve edilen sohbetlerin üzerine hanımlar beraberce lavaboya gittiğinde,

 

"Mirza." Dedi Miran bu gün ilk defa ciddiyetini belli edecek ses tonuyla konuşarak "Ülkü, Narin'e ümit veriyor. Lütfen söyle yapmasın, bu yaptığı Narin'e iyilik değil, bizden olmadı olmaz... Olmayacak duaya amin dedirtmesin abicim."

 

Mirza da durumun farkındaydı, Ülkü onu dahi bu işin oluruna insndırmıştı ama abisinden o ışığı alamamıştı genç adam,

 

"Açıkçası şuraya gelene kadar Narin'inden çok beni inandırdı sizden olacağına. Ama sende o bakışı görmüyorum abi, sanki karşında ki kadına kör gibisin. Narin'i değil de Asım'ın annesini görüyorsun. Ona hayatında bir tek bu sıfatla yer bulmuşsun."

 

Mirza'nın tespiti dibine kadar doğru olduğu gibi Narin ve Ülkü'nün de gündemiydi.

 

" Narin... Zamana ihtiyacınız var, kolay şeyler yaşamadınız. Miran abinin de kapanmamış yaraları var." Dedi Ülkü...

 

Narin dolan gözlerini akmasınlar diye tavana dikti,

 

"Benim bu adamın ilgisine, sevgisine, şefkatine ihtiyacım var Ülkü. Deli gibi hasretim biliyor musun? İlk defa bu kadar yakın, konuşuyor benimle... Cevapsız bırakmıyor, tabağına bıraktığım yemeği ötelemiyor ama mesafesi çok net. Ben gözlerinin ardında eski Narin'i unutmadığını görüyorum, çok hata yaptım ve pişmanlığım beş para etmiyor işte..." Derken yanağına süzülen yaşı sildi çabucak.

 

Ülkü sarıldı ne diyeceğini bilemediği kadına,

 

"Özür dilerim ben de seni ümitlendirdim. Mutlu ol, mutlu

olun istedim... Miran abide çok yalnız Narin onunda bir aileye ihtiyacı var." Diyebildi.

 

İçini çekti Narin...

 

Ah dedi... Ah... Şimdiki aklım olsa...

 

Belki de geç kalınmış bir pişmanlıktı.

 

"Miran benim kapanmayan yaram Ülkü, ben de onda kapanmayacak yaralar açtım. Niye şifa olsun bana..."

  

Ülkü, Narin'i alıp hava alması için mekanın bahçesine çıkarken kabinlerden birinde onları sessizce dinleyen birinin varlığından haberdar değillerdi. Ve uzun vadede bu kadın ile kesişecek yollarından da...

 

Miran'ın oğluyla doyasıya vakit geçirmiş olmanın huzurunu yaşadığı masaya geri dönen hanımlar ile hesabı ödeyip ayaklandılar. Çıkarken beyler bir masaya selam verip vedalaştı, hanımlar masada kadınlar ile tanışmadıkları için sadece birbirlerine tebessüm ettiler.

 

Mekândan çıkınca Ülkü,

 

"Onlar kimdi Mirza?" Diye sordu.

 

"Civan Ağa'nın büyük oğlu ile gelini." Cevabını ise hiç mi hiç beklemiyordu.

 

Hani şu kızını Mirza'ya vermek isteyen Civan Ağa'nın oğlu muydu içerdeki adam.

 

Mirza karısının çatılan kaşından anladı ne düşündüğünü.

 

Annesi Arjin hanım o adamın kızına daha Ülkü evdeyken söz vermiş, bundan da hiç utanmamıştı.

 

"Dağhan burda yaşamıyor Ülkü, ailesinin tutumunu onaylanmadığı için yıllar önce çekti gitti. Kayseri'de evlendi, eşiyle gezmeye gelmişler..." Diyerek açıklama yaptı.

 

Ülkü deyin bir nefes alıp verdi, diyecek sözü yoktu...

 

Narin, oğluşu ile evine giderken Miran ve Mirza Ülkü'yü konağa bırakıp şirkete geçtiler.

 

Konağın görkemli kapısından giren gelinini bir avcı edasıyla bekliyordu Arjin hanım,

 

"Gelin hanım arabada ki Miran mıydı?" Diye sordu.

    

"Size de hayırlı günler Arjin hanım(!) evet Miran abiydi." Diyerek cevapladı Ülkü.

 

"Nereye gittiler, insan bir inip selam verirdi." Diye söylenen kadına ne dese boşa nefes tüketmekti biliyordu ama susamadı.

 

"Doğacak bebeği ve ölmesinden korktuğu karısı için bir anne olarak ettiğiniz iyi dileklerinizi unutmamış olabilir." Dedi.

 

Uzun zamandır kendisini muhatap almayan gelininin cüretine şaşırmadı Arjin hanım. Hâlâ Narin'i elinden kaçıran oğluna kızgındı.

 

"Benim iyi dileklerimle olmuyormuş olanlar ama bak anne duası almayanın da işi rast gitmiyor. Ne oldu Canan, yalan oldu gitti... Ne izi ne tozu kaldı." Dedi bilmiş bir burnu havadalıkla.

 

"Bu sizin söylediklerinizin oğlunuzu kırdığı gerçeğini değiştirmez Arjin hanım. Dahası oğullarınız ile bir sorununuz varsa onlarla konuşup çözün." Deyip minik evlerinin olduğu kata çıkmaya başladı.

 

"El kızının koynuna giren anasını tanıyor da sanki..." Diye söylenen kadını duymazdan gelmek en iyisiydi.

 

Anahtarı ile kapıyı açıp içeri girdiğinde iki göz odanın böylesine huzur vereceğini hiç düşünmemişti.

 

Mirza ile yeni bir başlangıç yapmışlar o ortaya ikisi için huzurlu bir yaşam alanı koymuş, Ülkü ise evliliğinin tadını çıkarabileceği çalışma saatleri olan Tüp bebek merkezi yöneticiliğini kabul etmişti.

 

Evlilikleri ikinci baharı değil ilk baharı yaşıyordu çünkü evlendikten sonra kendilerine ayırdıkları özel bir zamanları olmamıştı.

 

Akşama çok vardı belki ama Ülkü şimdiden hazırlıklara başladı, çeşit çeşit mezeler, güzel bir ana yemek ve tatlı ile akşam için şahane bir sofra kurdu.

 

Konakta kurulan sofralara nadiren oturdukları için ahali de onlar yokmuş gibi yaşar olmuştu.

 

Üzerine düz üstü askılı elbisesini de giyip saçlarını zarif bir topuz yaparak ince boynunu ortaya çıkardı.

 

Mirza ise hiç olmadığı kadar hevesle geliyordu konağa, kapısını eşinin açtığı bir mahremiyet alanına ne çok ihtiyaçları olduğunu bu kadar geç fark ettiği için kendine kızsa da zararın neresinden dönülse kardı.

 

Çiçekçinin önünden geçerken durdurdu arabasını, uzun zamandır Şakayık buketi götürmüyordu Çiğdem çiçeğine...

 

Nihayet konağa vardığında annesi şansını bu kez küçük oğlunda denese de istediği tepkiyi de desteği de alamadı. Arjin hanımın artık Miran'ı kaybettiğini anlaması gerekiyordu.

 

Gerisinde hırslı bir anne bırakarak önüne geldiği kapıyı tıklattı, karşısında tüm zarafetiyle duran Ülkü'nün bu hallerine hem bayılıyor hemde yadırgıyordu.

 

Her an bi yerlerden nöbetten dönmüş, hastane kokan o yorgun kadın çıkacaktı sanki...

 

Elindeki buketi uzattı karşındaki güzelliğe, bu kadının boynuna ve köprücük kemiğine şiirler yazası vardı...

 

Evet evet bunu bir gün mutlaka yapmalıydı...

 

"Hoşgeldin..." Diyen karısının boynundan kokusunu içine çekerek bir öpücük çaldı.

  

"Hoş buldum Çiğdem çiçeğim..." Deyip kurulmuş sofrayı görünce uzunca bir ıslık çaldı adam,

  

"Hayırdır doktor hanım?"

 

Adamın yanağına rujunun izini bırakarak vurguluca öpücük kondurdu kadın,

 

"Ona gecenin sonunda sen karar verirsin hayır mı? Şer mi?"

 

Mirza karısının cilveli söyleyişi karşısında alt dudağını dişleri ile ezdi. Bu kadının acıması yoktu, yakıp kül ediyordu...

Sofraya geçildi sohbetler edildi, laf lafı açtı... Gönül kilitleri kırıldı, muhabbet eşleri birbirine düğüm düğüm bağladı.

 

Tatlıyı servis ederken kendini Mirza'nın dizine otururken buldu Ülkü, beline dolanan kol dudağına kapanan dudaklar ile anladı ki adamın gözü tabakta ki tatlı da değil...

 

Keyifle karşılık verdi hatta o da kollarını boynuna doladı öpücüğü derinleştirdi.

 

Nefes nefese kopabildiğinde,

 

"Mirza..." Dedi...

 

"Çiğdemim..." Diye karşılık aldı...

  

Eteğinin altına sızmaya çalışan eli tutup göbeğinin biraz altına yerleştirdi, gözlerinde kilitli kalmış gözlerde ki şehvet meraka evrilirken dudaklarına doğru fısıldadı...

 

"Mirza... Baba olacaksın sevgilim..."

 

 

 

 

 

Evet bir geçiş bölümü ile karşınızdayım...

 

Hem Cihan ve Zelfi için olması gereken bir geçişti...

 

Hem de Aladağ konağı ahalisi için belki de son huzurlu günlerdi.

 

Gümbür gümbür geleceğim inşallah...

 

    

   

Bölüm : 06.05.2025 22:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...