
Selam arkadaşlar, yeni bölüm için hevesle bekleyenlere selam olsun.
Tüm merak ettikleriniz ile beraber buradayım...
Öncelikle Gülşah başkanımızı rahmetle anıyorum, mekânı cennet olsun inşallah 🤲🏻
Manisa 2025 iki başkan kaybetti, Tüm Türkiye olarak acımız büyük...
Bölümü yavaş yavaş ve sindire sindire yazdım, duygudan duyguya geçmek kolay olmadı. Ama ne yazdıysam yaşamış kadar yoruluyorum. Kafamda onlarla kurulu bir dünya var.
Bölüm 6000 kelime yorum sınırı 400 olsun. Zorlamayalım ama aşalım olur mu? Duygularınızı benimle paylaşın 😉
Hadi buyrun,
Miran direksiyonu tutuşunu biraz daha sıkılaştırırken gaz pedalına daha da yüklendi. Ne demekti Canan Hanım burada...? Canan'ın konakta ne işi vardı? Hem de Firuze'nin karşısında... Avucunun ayısı ile direksiyona bir kere daha vurdu... Olayı kendi kendine tekrar ettikçe bu eylemi de tekrar ediyordu...
Sakin kalabilmek için derin bir nefes alıp bıraktı, faydası olduğu söylenemezdi ama deniyordu...
Adı gibi biliyordu Canan bu evliliği duyup da geldi... Yine yeniden bir şeyleri duyup peşine düşen kadına artık ne diyeceğini bile bilmiyordu. Daha aylar öncesi İstanbul'daki evde Narin üstüne yürüyüşü aklına gelince aynı şeyleri Firuze de yapması ihtimalini düşünerek biraz daha hızlandı.
Daha bugün konuşmuşlardı Canan'ı, olanı biteni... İyi ki dedi, iyi ki sormuşsun Firuze, iyi ki anlatmışım...
Karımın aklında soru işareti kalmayacak şekilde kendimi onu açmışım...
Firuze'nin aklında soru işareti kalmış mıydı? Kalsa bu kadar sakin bir şekilde arayıp Canan Hanım burada der miydi? Demezdi...
İşin açığı bu telaşın içine düşmemiş olsa Firuze'nin telefonda hayatım değişene, sesindeki özgüvenli o tınıya kafa yormayı tercih ederdi Miran.
Konağın önünde sert bir frenle durduğunda, son kez derin bir nefes alıp vererek sakinleşmeye çalıştı. Arabadan inip kapısını serçe kapattığında bu hareketleri aslında gelen fırtının habercisi gibiydi.
Firuze o acı fren sesini de, kapının çarpılışını da duydu... Miran'ı aradığından beri Canan onunla muhatap olmamıştı. Daha doğrusu Arjin Hanım araya girip misafirden saymadığı eski geliniyle hesaplaşmak derdine düşmüştü. Olanları zaten az çok bilen Firuze sadece onları dinlemeyi tercih etmişti. Mirza ülkü'yü alıp ortamdan uzaklaştığı için avluda sadece üç kadın vardı.
Konağın tarihi ahşap kapısı da bir hışımla açıldığında hepsinin bakışları aynı yöne döndü.
At binmeye gittikleri için Miran'ın üzerinde spor kıyafetler vardı. Koyu renk kot pantolonu, üzerindeki balıkçı yaka ince triko kazağı, deri montu ile Canan'a bu adamı neden terk ettim dedirtecek kadar yakışıklıydı Miran.
Aradığını bulamamış, kimse tarafından istediği gibi sevilmemiş... Geçen kısacık zamanda Miran'ı deli gibi özlemişti Canan.
Miran'ın gözleri avluda dolandı, Arjin Hanım ve Canan'ın yüzü ona dönükken sırtı kapıya dönük Firuze'yi kızıl saçlarından tanıyabildi. Onun da kapıya dönüşü ile bir an neden geldiğini unutup kendini karısını inceler buldu. Bugüne kadar ne topuklu ayakkabı giydiğini görmüştü, ne de şık giyinmek gibi bir gayreti olurdu. Elbette ki giydiğini kendine yakıştırıyordu ama şu an karşısında gördüğü iddialı kadından çok uzaktı.
Miran'ın gelişi ile rahat bir nefes alan Firuze'nin dudaklarında güzel bir tebessüm filizlendi.
Gülümseyen dudaklara mı? Yoksa onları böylesi güzel çerçeveleyen bordo rujamı odaklansın bilemedi adam...
Konağa gelirken yaptığı bin bir nefes egzersizinin yapamadığını Firuze'nin tek tebessümü yapmış Miran'ın bütün sinirini çekip almıştı.
Öyle ki dudaklarından karısının ismi döküldü,
"Firuze..."
Adamın kendisini inceleyen bakışlarının farkındaydı genç kadın, ama o bakışı odalarında kendi mahremlerinde görmek istemişti. Burada Miran'ın eski karısının önünde değil. Yine de duruşunu bozmadı,
"Hoş geldin hayatım." Dedi telefondaki oyuna devam ederek.
Birkaç adımla Firuze'nin yanındaki yerini aldı Miran, çok hoş bulmuştum ama bunu baş başa kaldıklarında söylemeyi tercih etti.
"Niye avluda bekliyorsun üşümüşsün!" Dedi kızın soğuktan anlaşmış yanaklarında parmaklarımın tersini dolaştırarak.
Firuze cevap vermeden elini avucunu alıp arabanın anahtarını parmakları arasına sıkıştırdı,
"Sen arabaya geç ben hemen geliyorum." Diye de ekledi.
Avluya girdiği andan beri arkasındaki kadına gözlerini bile değdirmeyen kocasına itiraz etmek istemedi Firuze, dudaklarını kısa bir an birbirine bastırıp,
"Peki... Sen nasıl istersen." Diyerek kısa bir an arkasında kalmış Canan'a baktı. Kadının gözlerindeki hayret ve yıkım anlık bir bakışta dahi fark edilebilir haldeydi.
Topuklu ayakkabısının ardında bıraktığı ritmik tıkırtıyı geride kalanlara hediye ederek arabaya yürüdü.
Miran'a orada bırakmak içine sinmiyordu ama o yüzleşmeyi izlemek istediğinden de emin değildi.
Karısının uzaklaşmasını sakince izleyen Miran'ın gözlerini Canan'a döndüğünde öfke bürümüştü,
"Senin. Burada. Ne. İşin. Var?" Dedi sesi yüksekti ama asla bağırmıyordu. Ki Canan bağırmasını bu ses tonu ve tonlamaya tercih ederdi.
"M-Miran..." Dedi kekeleyerek ama devamını getiremedi. Sustu...
Miran berdele mecbur edildiyse ailesine öfkesinden Canan'a tekrar kapılarını açabilirdi. Kadının niyeti bu durumu kullanıp tekrar Miran'ın yanında kendine yer bulmaktı. Gel gör ki karşısında ne Firuze gibi dişli ve güzel bir kadın, ne de ona hayranlıkla bakan bir Miran bekliyordu...
Planı aslında Firuze'yi gördüğünde çökmüştü ama Miran'ın güzelliği tav olmayacağını bildiğinden içinde küçük bir umudu diri tutmaya çalışmıştı.
"Senin. Burada. Ne. İşin. Var?" Diye herkes biraz daha yüksek perdeden tekrar etti adam.
Canan ne diyeceğini bilemedi, hafifçe kuruyan dudaklarını ıslattı...
"Berdel olmuş diye duydum, sana destek olmak için gelmiştim." Diye saçma bir neden sundu ortaya.
Miran'ın gülmekten çok uzak minik kahkahasını duydu,
"Bana destek olmaya geldin?" Dedin dalga geçer bir tonda. "Ben kızımızı bile tek başıma gömdüm o zaman neredeydin Canan!"
Arjin Hanım'ın sessizce izlediği bu sahnede görünmeyen çokça izleyici vardı ama hiçbiri başını çıkarıp da avluda ne olduğuna bakacak gücü kendilerinde bulamıyordu.
"Özür dilerim" diyen ancak fısıltıdan ibaret bir ses duyuldu. Misafir kulakların duymayacağı kadar sessizdi bu...
Miran sadece dudak büktü o sessiz ve geç kalmış özre...
"Ne özrüne ne de sana ihtiyacım yok Canan... Sana öfkem bile yok... Karımın karşısına dikilmemiş olsaydın, şu anki kadar da sinirli olmazdım. Benden" deyip minik bir es verdi "Daha da önemlisi karından uzak dur." Diyerek sırtını dönüp çıktı konaktan...
Arabanın sağ koltuğunda kendisini bekleyen peri kızına doğru huzurla yürüdü...
Arabayı çalıştırıp kararmış havanın içerisinde konaktan uzaklaşana kadar sürdü. Firuze sessizdi, Miran sessizdi... Ama bu sessizlik huzursuzluk vermiyordu. Aksine ikisi de birbirinden güç alarak ilerlediler bir zaman.
Yolun tenhalaştığı bir noktada arabayı sağa çekip durdu Miran. Firuze aslında çok şey söylemek istiyordu ama parmakları sadece kucağındaki çantasının kulpuyla oynayabiliyordu. Dudakları sanki mühürlenmiş gibi bir söz bulup aralanamıyordu.
Ne diyecekti ki? Ne denirdi? Niye gelmiş dese? Cevabı merak etmiyordu... Sen ona ne söyledin dese...? Miran ile bu kadını konuşmak istemiyordu. Aralarındaki sessizlik büyüye dursun,
"Gün Işığım..." Diyen sesle daldığı düşüncelerden sıyrılıp orman yeşili gözlerinin Miran'a çevirdi.
Telefonda hayatım demek kolaydı da yüzüne karşı konuşmak niye bu kadar zordu. Miran'ın kendisini tekrar süzdüğünü fark etti, oturunca üzerindeki palto aralanmış içindeki elbisenin örtemediği bacakları görünür olmuştu. Bir saat kadar önce adamın karşısına üzerinde palto da yokken çıkmaya cesareti vardı ama şu anda o cesareti kendi içinde arayıp bulamıyordu. Dudağının kıyısını ısırarak başını kaldırıp yanına baktı.
Adamın bakışlarındaki derinliği fark ettiğinde gözlerini tekrar dizleri üzerindeki ellerine çevirdi. Boynundan başlayıp yanaklarına, hatta kulaklarına kadar kızardığını hissediyordu.
Kalbim niye bu kadar hızlı atıyordu ki sanki Miran'la ilk defa mı yalnızdı...?
O kendi kalbinin sesini dinlerken peşi peşine iki emniyet kemeri açılış sesi duydu, Miran'ın bedenini kendine yaklaştığını fark etti ama başını çevirip bakmaya cesaretini toparlayamadı.
Oysa ki baksa gelecek hamleyi tahmin eder, attığı kocaman çığlık arabanın içine doldurmazdı.
Yan koltukta oturan karısını tek hamleyle kollarının altından kavrayıp, yanlamasına kucağına oturttu Miran...
Kızım korkuyla attığı çığlık bugün kulaklarına ulaşmış en güzel ses olabilirdi,
"Karım benim için mi hazırlanmış?" Dedi çillerle süslü yanağını okşarken... Bu kadının kanına da, aklına da, usul usul kalbine de işlediğini biliyordu.
İşin ilginci her zaman iradesinin güçlülüğü ile övünen Miran, kucağında oturan kadına karşı duyduğu arzuya çok yabancıydı.
"Yaaa Miraaaan!" Diyen diye nazlıca sitem eden kadına derin bir tebessüm ile baktı.
Firuze'nin gözleri Miran'ın gülüşüne kaydığında, bulunduğu konumun tekrar farkına varıp dudağını ısırdı genç kız ateşe odun attığını bilmeden,
"Yapma Firuze!" Deyip ısırdığı dudağını okşayarak dişlerinin eziyetinden kurtaran adama kirpiklerinin altından bakan kızın adamın gözlerinde gördüğü şehvet ilkti.
Miran'ın gözlerinde en çok merhameti, şefkati sevdiğini sanırdı ama şu dakika emin oldu ki Miran hep ona böyle baksın istiyordu. Bu bakış gerçek bir kadın gibi hissettiriyordu.
Adamın baş parmağı dudağının üzerinde baskı yaparak gezindiğinde gözleri kapandı, istekle arananan dudaklarının nasıl davetkar olduğundan bi haber içli bir nefes aldı.
Bu da Miran'ın iradesine inen son darbe oldu, sakin olmayan bir kavuşma ile Firuze'nin alt dudağını kavradı. İlk öpüşmenin masumluğunu bozmayacak kadar narin ama bir o kadar istekli...
Dudaklarında hissettiği baskıyla kapanmış gözlerini açtı Firuze, nefesi nefesine karışan adamı hissetti. Öpüşmek dedikleri şey bu kadar güzel bir his miydi? Adeta bulutların üzerine doğru yükseliyordu. Tutunmak ihtiyacı ile Miran'ın omuzlarını kavradığında, kocası elini kızıl saçlarına daldırıp tüm bedenini kendine yasladı. İçinde kıpırdanan hisleri tanımıyordu ama sevmişti. O da Miran'ın saçlarına daldırdı elini...
Başını yana eğip onu taklit ederek öpüşüne karşılık verdiğinde adamın genzinden yükselen inilti gururunu okşadı. Çirkin, sıska ve güzellikten uzak bir kız çocuğu gibi hissetmiyordu.
Arzulanan, sevilen, değer gören bir kadındı...
Kocasının belinden kavrayıp kendine bastırması ile aynı inilti kendi dudaklarından koptu.
Bu ses Miran'ı biraz hoyratlaştırsa da durması gereken yeri biliyordu, önce konuşmaları lazımdı...
Usulca geri çekilip karısının dağılmış rujuna, şişmiş dudaklarına, arzuyla koyulmuş gözlerine baktı. İlkel bir dürtü o dudaklara mıknatıs gibi tekrar yapışmayı arzulasada durdurdu kendini.
Karısının gözlerinde tereddüt görmemişti ama sormakta boynunun borcuydu,
"Üzüm buğusu..." Dedi alınlarını birbirine yaslarken, "Seni üzecek birşey konuşuldu mu? Aklına soru işareti olacak tavır? Bir söz... Anlat bana güzelim... İçine yük etme hiçbir şeyi..." Dedi sesindeki özen, koruma iç güdüsü ve şefkat sarıp sarmaladı kucağında ki kızı...
Bulunduğu konumu sindirmeye bile vakti olmamamıştı Firuze'nin, az evvelki öpücükle bulutların üzerinde bir yaşam olduğunu keşfetmişti ve oradan inmek istemeyen yanını geriye itmek çok zordu.
Başını iki yana salladı hafifçe, burnu Miran'ın burnuna sataştı bu hamlesiyle,
"Geldiği gibi gidecek güzelim, onu bir daha görmeyeceksin." Dedi adamın kendinden emin sesi.
Kesik bir nefes aldı genç kız,
"Bugün o kadının umurunda olmadığını söyledin, duydum ve inandım Miran. Sözün benim için yeterliydi ama nasipmiş gözümle de gördüm, içim de şüphenin kırıntısı bile yok. Anlatacağım diye yorma kendini..." Dediğinde adamın kalbini nasıl ısıttığını bilmiyordu.
"Sen hangi duamın kabulüsün bir bilsem..." Deyip alnını kızın alnından uzaklaştırdı.
Az evvel yüreğinin kaldırmadığı manzarayı bir kere daha izledi, insanın içinin güzelliği dışına yansıdığı zaman karşıdakini yakıp kül edecek bir etkisi oluyordu demek ki...
Firuze'nin masum güzelliğini Miran'ı her anlamda kuşatmasını başka bir açıklaması olamazdı.
Dudaklarından aldığı lezzete müptela olacağını ilk öpücükten anlamıştı...
Karısının gözlerine baktığında onun yeşillerinin ve kendi dudaklarında oyalandığını fark etti, anlaşılan oynadıkları bu yeni oyunu sevmişti Firuze...
O halde biraz daha oynamaktan zarar gelmezdi...
Bir elin karısını kısa eteğinden açılmış bacağında dolanırken tekrar dudaklarına uzandı, anında aldığı karşılık ile dudakları kıvrılsada Firuze'yi öpmek daha önemli bir işti. Karısının istekle kendine gelişini daha sonra düşünecekti...
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Sabah'ın ilk ışıkları ile gözlerini açtı Zelfi, bulandığı kokudan derin bir nefesi içine çekti. Dudağımın kıyısını ısırarak bulunduğu konumu tekrar algılamaya çalıştı. Cihan'ın sol kolu yastığı olmuş, sağ kolu ise belinden sarılıp sırtına dolanmıştı, saçlarını hissettiği şefkatli dokunuşlara bakılırsa Cihan çoktan uyanmıştı.
Rahatı yerinde miydi?
Fazlasıyla...
Bu hale nasıl gelmişlerdi?
Gece olanlar aklına doldu Zelfi'nin...
"Sana çok aşığım Cihan." Dediğinde kısa sayılmayacak bir zaman Cihan'ın algılamasını beklemişti, algılıyor ama gerçekliğine inanamıyor gibiydi...
İtiraf etmek, göz göze bakıp da cevap alamamak Zelfi'yi utandırırken gözlerini kaçırıp uzaklaşmak istedi.
Cihan ancak o anda kendini toparlayabildi, duyduğunun gerçekliğinin farkındaydı ama bunu duyacağına inancı birkaç gece önce fazlasıyla azalmıştı...
Zelfi'nin geri çekilmek için yaptığı hamleyi boşa düşürdü önce, sağ eli panikle havaalanıp, sırtına uzaklaşmak isteyen Zelfi'yi durduracak kadar hafif bir hamle yaptı.
Meftunu olduğu çikolata kahvesi gözler yeniden kendine döndüğünde,
"Zelfi..." Derken sevdiğinin ismi bir şükür gibi döküldü dudaklarından... Gözünden kurtulup akan bir damla yaşın farkındaydı ama umurunda değildi...
Sevdiği kadın sana aşığım derken, yıllardır süren Sevda karşılığını bulmuşken tabii ki ağlayacaktı...
"Bir kere daha söyle kurban olduğum..." Dedi tekrar duymak isteyerek.
Zelfi gözlerini kaçırmamak için kendiyle büyük savaş veriyordu ama başardı gözlerini çekmedi bal rengi gözlerden,
"Seni çok seviyorum Cihan, mutlu olacağız buna inanıyorum..."
Cihan'ın usulca kapanan gözlerinden birer damla yaş daha şakaklarına doğru yol buldu, o gözlerini açmadan Zelfi'nin masum isteği kulaklarına doldu,
"Cihan güzeli desene bana..."
Uyandı uyanalı ismini anıyordu Cihan'ın ama, duymak istediğini baygınken bile söyleyen adam bir türlü söylememişti...
Sırtında uzaklaşmasın diye duran elin uzunca saçlarına doğru uzandığını fark etti, peşi sıra hafifçe yan dönen Cihan'ın bir kolu başına yastık olurken dudaklarını alnında hissetti...
Dudakları alnına öpücük bıraktı, kokusunu içine çekerek uzun ve derin bir öpücük armağan etti adam sevdiğine...
Sonra dudakları hâlâ tenindeyken,
"Cihan güzeli..." Dedi kadını mest eden bir sıcaklıkla "Cihan'ın güzeli... Seviyorum diyen diline, hevesle gözlerime bakan gözlerine meftun olduğum."
Yüzünün her zerresinde gezmek için yanıp tutuşan dudaklarını, kollarında ki kadını içine saklamak ister gibi sarıp sarmalamak isteyen isyankar yanını bastırdı Cihan... Geldiği kadar gidecekti, adım adım... Şükür, Şükür...
Zelfi'nin de gözlerinden yaşlar kurtuldu peşi sıra ise bir hıçkırık sarstı bedenini...
Günlerdir tutuğu bütün frenlerden ayağını çekebilirdi... Cihan kollarında, Cihan'ın güzeli olarak yer bulmuştu ya herşey düzelirdi elbette...
"Vazgeçmeyelim Cihan, düştüğümüz yerden kalkmaktan gocunmayalım..." Dedi ağlamasının arasında nefesini düzeltmeye çalışırak "Umudumuza sımsıkı sarılalım... Mutlu olalım... Biz artık çok mutlu olalım..." Dedi tüm inancıyla...
Cihan'ın, Zelfi'nin alnındaki dudakları uzaklaştı, sevdiğini sinesine çekti genç adam... Bir eli saçlarında dolaşırken çenesini kızın başına yasladı hafifçe...
Vazgeçmek... Zelfi bunca yakınındayken mi? Yıllardır aldığı nefes ilk defa Zelfi'nin kokusuna bu kadar bulanmışken mi?
Ne dese anlatamazdı ki sevgisi içine sığmayalı neçe zaman olmuştu.
Derin bir nefes alıp bir türkü tutturdu...
Sen üzülme bi yol bulurum
İste dünyayı durdururum
Ben sana yoldaş olurum kurban olurum
Kurban olurum
Sen gülümse bi yol bulurum
Yaslanırsan dağ olurum
Ben sana sevda olurum kurban olurum
Kurban olurum
Can canım... Cananım...
O türküyü inançla dinledi genç kız, her sözünde sevdalarından bir parça buldu...
İste Dünya'yı durdururum derken bile Cihan'a inanacak kadar ona karışmıştı artık...
O halde ne kadar zaman kaldılar bilmiyordu ama günlerdir uyku ilaçları ile uyuduğumu tatsız uykulardan uzak bir uykuya daldı...
Şimdi ise saçlarında dolaşan parmakların büyüsüne kapılıp tekrar uyuyabilirdi ama Cihan'ın kolu saatlerdir aynı konumdaydı. Uyanmasın diye kımıldamadığına emindi, en iyi ihtimalle kolu tutulmuş olmalıydı...
Başın hafifçe geriye çektiğinde Cihan'ın da mesafe açmak için çekildiğini fark etti...
Muhtemelen nasıl bir sabaha uyanacaklarını bilmiyor, kavuştukları yakınlığı kaybetmekten korkuyordu...
Zelfi başını kaldırıp sevdiğinin gözlerine baktığında geriye saklanmış o korkuyu gördü.
Muhtemelen her adımlarının ardından o korku gelip Cihan'ın yüreğine yerleşecekti...
Bilmediği şuydu ki Cihan'ı korkuyla yaşıyordu... Her an Zelfi'nin geri atacağı bir adamın korkusuyla yüreği titriyordu.
Çok korkuyu silmek ister gibi gülümseyip,
"Günaydın..." dedi yumuşacık bir sesle, bulunduğu yeri yadırgamadığını belli etmeye çalışarak. Hatta ateşini kontrol etmek elini uzatıp alnına dokundu. Çok yüksek olmadığını fark edince derin bir nefes aldı.
O korkunun Cihan'ın gözlerinden yavaşça silinişini izledi, peşi sıra yeşeren umuda daha derin gülümsedi...
"Günaydın Cihan güzeli..." Demesiyle gece bu şekilde hitap etsin diye kendisi söylememiş gibi utandı...
Belki de talebini bu kadar açık söylediğine utandı, o an sadece utandı niye utandığını bilmeden...
Eli usulca geri çekildi ve Cihan'ın tişörtüne tutundu. Bir eli cihanın tişörtünün penyesi ile oyalanırken, diğeri kendi sinesine yaslı heyecanla artan kalp atışını frenlemek ister
gibi kalbine baskı yapıyordu...
Cihan'ın bakışlarından kaçıp alnını Cihan'ın göğsüne yasladı... Saçma bir kaçıştı farkındaydı... Kalbinin atışını bu kadar yakından dinlerken, Cihandan Cihan'a kaçmışken mutluydu Zelfi...
Biraz daha yanlız kalmanın, baş başa olabilecek kadar yaklaşmış olmanın tadını çıkardılar.
Ama günlerin gönül yorgunluğu üzerlerinden atınca sabah guruldayan bir mide ile uyanmak kaçınılmaz olandı.
Cihan'ın güç bela içtiği çorba onu biraz daha idare edecek gibiyse de, Zelfi'nin midesinden yükselen isyan görmezden gelinecek gibi değildi...
Az evvel ki sebepsiz utancın yerini mantıklı bir sebep aldı...
Karısının koynunda küçüldükçe küçülmek isteyen hali ile akşam bunu nasıl düşünmediğine sayıp sövdü adam, kendi de günlerdir ağzına doğru düzgün lokma koymamıştı ama dün Zelfi'nin kendi elleriyle içirdiği çorba hem hastalığını, hem halsizliğini silip süpürmüştü. Yediği serumun da etkisiyle hastalık Cihan'ın üzerinden pançesini biraz olsun çekmişti.
Duyduğu gurultulu isyanı duymamış gibi yaptı,
"Bence güne güzel bir kahvaltı ile başlayalım, kahvaltının mutlulukla bir bağı var sözünü beraber bir tecrübe edelim. Hımm...?" Dedi saçlarında dolaştırdığı parmakları ipek gibi tellerinin arasında kayıp giderken karısının başını geriye atıp tekrar gözlerine bakacak cesareti kuşanışını izledi,
" Olur... Hem seninde ilaçlarını tok karnına alman lazım..." Dedi Cihan'a uyarak.
Onun bu haline içi giden adam burnunun ucundan öpüp hızlıca uzaklaştı. Yataktan kalkıp olduğu yerde öylece kalmış eşine elini uzattı
Beklemediği hamle ile kalbi ağzında atan Zelfi kendini toparlayıp uzanan eli tutarak ayaklandı.
Biri oda servisini aramak için telefona, diğeri elini yüzünü yıkayıp kocasından uzakta derin bir nefesle nefeslenmek için banyoya geçti.
Kalbi hâlâ normalin üzerinde bir ritim ile çarparken ellerini geniş mermer tezgaha yaslayıp, yüzünü aynaya yaklaştırdı. Gözlerinin içinde ki fersiz ışığa can gelmişti sanki...
Işıl ışıl diyemezdi ama Zelfi kendisini çoğu zaman kuru bir gül çalısına benzetirdi... O kuru dallarda yerşermek için baş veren tomurcuklar vardı, bir gül goncasına evrilmek için yol çokça uzunsa da artık kendinden umudu vardı.
Dün attığı her adımda cesurdu... Bastığı yeri bin kere kontrol eden korkak kadını arkasında bırakıp, yalın ayak Cihan'a koşmuştu. Zelfi korkak değildi, sadece kocasına attığı adımda vardı bu korku hissi. Başedemediği ya olmazsa... Olduramazsak diye çırpınan yüreğinde onu kaybetmek fikrinin bıraktığı çaresizlik hissiydi.
Dudaklarını birbirine bastırdı... Burnunun ucundan minik öpücüğün sıcaklığı eksilmemişken aynadaki aksine gülümsedi.
Kıvrılan dudaklarına mani olmadı...
Dün beraberce uyumuşlardı, Cihan'ın koynunda onun kokusunda... Korkmadan, sakınmadan... Belki bir gün daha ilerisi...
Dudağının içini ısırdı... Yapabilir miydi?
Anne olmak, aile olmak istiyorsa her gün bir engeli aşacak bu dikenli yolu gül bahçesine çevirecekti.
Yüzünü soğuk su ile yıkayıp dün dağınık bıraktıkları banyoyu toparlayarak çıktı.
Peşi sıra banyoya giren Cihan ise gözlerini toparlanmış banyoda gezdirdi. Dün küvetin tıpasını bile açacak gücü yoktu, muhtemelen eğilse suya geri düşerdi. Güç bela ancak üzerini giyebilmişti, hatta tişörtünü bile Zelfi giydirmişti.
Eklemleri hâlâ sızım sızım sızlıyordu ama yanında Cihan güzeli varken pek umurunda olduğu söylenemezdi.
Çeşmeden akan su her zamankinden daha soğuk gelirken, ateşinin tekrar yükseleceğine sinyal veriyordu. Bir an evvel karınını doyurup ilacını içse iyi olacaktı. Zelfi'nin karşısında bir kere daha o hale düşmek istemiyordu.
Bunun zayıf düşmekten gücenmekle alakası yoktu, sadece Zelfi'nin yıkılmaz dağı olmak onun gözünde güçlü durmak Cihan'ın göreviydi. Böyle olmalıydı ona göre... Düştüğü heryerden kalkıp yürüyecek güçte bir kadına aşıktı ve o güce hayran olsa da şahit olmak istemiyordu.
Hiç düşmesin, hiç incinmesin, en ufak sarsıldığında tutunacağı tek dalı Cihan olsun istiyordu... Karısı o dalı hiç güçsüz bilmesin...
Banyodan çıktığında Zelfi dün ıslandığı için çıkardığı kot pantolonu ve kazağını giymişti...
Hâlbuki içinde kaybolduğu Cihan'ın tişörtü ile çok daha bu odaya ait duruyordu.
Birgün çırılçıplak ve birbirine doymuş bedenleri aynı yatakta, yana olur muydu bilinmez ama o tişörtü öyle bir anın sonunda Zelfi'nin üzerinde hayal etti Cihan...
İçini yakan kor ateşi Zelfi'ye değdirmenden zapt ediyordu ve bu uzaktayken kolaydı... Gel gelelim dün koynuna sinmiş uyuyan karısının her zerresini öpmeyi hayal etmeden duramamıştı... Şehvet damarlarında dolaşırken, kollarında ki yıllanmış sevdası nikahlı karısıyken zor bir imtihandan geçiyordu...
İçli bir nefes alıp verdi...
İkisi de tek kelam etmeye fırsat bulamadan odanın kapısı tıklatıldı, bu kaçış Cihan'a iyi geldi. Aklını dağıtmaya ihtiyacı vardı. Otel personeline karşı her zaman takındığı sert değil ama mesafeli tavrını koruyarak kapıyı açtı.
Servis arabasını içeriye süren görevli çıkarken tereddütlü bir ifade ile otel müdürünün Cihan ile görüşmek istediğini iletti. Elçiye zeval olmazdı inşallah...
Cihan sadece başını sallayarak onayladı onu... İş güç düşünecek halimi kalmıştı... Halbuki iki büyük kafile gelip gidecekti bu hafta içinde...
Kahvaltılıkları masaya yerleştiren kocasına çayları doldurarak yardım etti Zelfi... Adamın kuyruğu dik tutmaya çalıştığının farkındaydı ama allaşan yanaklarından hastalığının geçmediğini fark ediyordu.
Masaya karşılıklı yerleştiler Zelfi Cihan'ın çayına şeker atıp karıştırdı, o sırada kendisi için hazırlanan kaymaklı Ballı ekmek dilimine tebessümle bekledi.
Kendisine uzatılınca dudaklarını aralayıp bir ısırık aldı... Dudağının kenarına bulaşan balı Cihan'ın işaret parmağı sildiğinde hafifçe yutkundu genç kız...
Cihan baldan çok Zelfi'ye teması ile tatlanan parmağını dudaklarının arasına almadan geçse olmazdı artık...
Bir dahaki sefere aracı parmağı da geçip dudağının kıyısından öpüverse nasıl olur diye içine fitne salan nefsiyle cebelleşiyordu...
Tekrardan yutkunmak isteyen ve bu temastan rahatsız olamayıp inceden içi kıpırdanan Zelfi'nin kızaran yanaklarını izledi Cihan...
Ordan burdan bir iki sohbet açıp ağırlaşan havayı dağıttı, Derya'nın Nevşehir'e gidişinden başlayıp Gülce kızın Zelfi'nin yokluğuna alışamamış olmasını konuştular.
Hesna'nın doğumu ile evlerinin nasıl şenleneceğine gelince ikisinin yüzünde de derin bir tebessüm yer etti. Hesna'nın öz verisi, temiz kalbi onu hem Cihan'ın kız kardeşi, hemde Zelfi'nin en iyi arkadaşı yapmıştı.
Sona yaklaşan kahvaltı ile Cihan'ın ilaçlarını içirdi genç kız. Önce alnında, sonra yanaklarında ellerini dolaştırıp ateşini kontrol ederek temastan kaçmadığını da kendince belli etti.
Ödülü Cihan'ın avuç içine bıraktığı derin öpücük oldu, eli hâlâ kocasının ellerindeyken,
"Benim Otel Müdürü ile iki saat kadar işim var." Dediğinde karısının çatılan kaşları ile devam etti. "Kaç gündür yokum, gelecek kafileler vardı güzelim. Bensiz içinden çıkamazlar." Diye açıklama yaptı.
"Hastasın daha Cihan... İş güç beklese olmaz mı?" Dedi dudağını da biraz bükünce yanaklarını avuçları içine alıp yüzünün her zerresini öpmek istedi adam...
Hele bir de Cihan demiyor muydu... İçi gidiyordu içi...
"Benim adım bu kadar güzel değildi, sen Cihan dedin diyeli kulağıma nasıl güzel geliyor bir bilsen..." Dedi önce Zelfi'nin gözlerini kaçırması ile tebessümü büyüdü. "Çok uzun sürmez güzelim masa başı işler zaten, yormam kendimi."
Derin bir nefes alıp verdi Zelfi, Cihan dakika yanından ayrılsın istemiyordu, bu huyu da bugün başlamıştı...
"Sen öyle diyorsan..." Dedi daha fazla ısrarcı olmayarak.
"Öğlen yemeğine dönmüş olurum, hem yorulursam öğleden sonra uyur dinlenirim. Karımın şifalı kollarında? Hımmm? Beni mis kokusunda uyutur mu?" Dedi şansını zorluyormuş gibi hissetse de dozu biraz biraz artırmak gerektiğinin farkındaydı.
Zelfi'yi korkutmadan küçük küçük adımlarla mesafeyi azaltacaktı...
"İlaçlar uyku yapar tabii... Ateşin düşse de hastasın hâlâ..." Dudaklarını birbirine bastırdı "uyuyup dinlenmen en doğrusu..."
Yarım yarım ve kaçak cümlelerle kendince Cihan'ın isteğini onayladı.
Bu onayı yeterli buldu Cihan, Zelfi'yi tanıyordu. İstemese farklı davranır istemediğini bir şekilde belli ederdi.
Yaşadığı beş yılı dışardan bakan insanlar evlilik olarak bilip yorumlasa da öyle değildi. Zelfi hayatına ilk defa birini alıyor, flört ediyordu... Azıcık ileri gittiğini sandığı her noktada utanıyor ama geri adım atmadan ilerliyordu.
Karısının avuç içini tekrar öpüp çabucak geri gelmek için hızlıca hazırlandı.
Üzerine her zaman ki takım elbiselerinden birini giyen Cihan çok geçmeden çıktığında Zelfi kendisi ile başbaşa kaldı.
Takım elbise çok yakışıyordu bu adama, gerek var mıydı? Hastaydı zaten, eşofman ile gitseydi ya... Takım elbise ile fazla dikkat çekiyordu... Sinirli bir nefes alıp verdi, sanki eşofman giyse durum farklı olacaktı...
Camın önüne doğru yürüyüp şehri izlemeye başlamıştı ki telefonu çaldı. Hesna'nın adını görünce açıp kulağına götürdü,
"Ay Zelfi daha da duramadım gülüm öldüm meraktan abim iyi mi?" Dedi açar açmaz.
Onun bu abici halini Zelfi çok seviyordu,
"Size de Günaydın Hesna hanım, iyiyim şükür sizler nasılsınız?" Dedi biraz takılmak isteyerek.
Karşıda kısa bir sessizlik oldu peşi sıra rahat bir nefes alıp verdi Hesna,
"Sen benimle uğraşabildiğine göre iyisiniz." Diye bir çıkarım da bulundu. "Oh... Çok şükür... Cengiz abi dedi iyi diye ama aklım kaldı yine de."
Gülümsedi bu kez,
"İyi abin merak etme, giyinip kuşanıp işe gittiği bile." Dedi saçma bir sitemle.
Öyle ki kendi ettiği lafa kendi yüzünü ekşitti.
Hesna da karşıda kıkırdadı,
"İşe gittiğine mi kızdın, yoksa giyinip kuşanıp gittiğine mi? Yoksa seni odada bırakıp da giyinip kuşanıp işe gittiğine mi bu tavır gelin hanım?" Dedi tatlı bir görümce gibi takılarak.
"Off..." Dedi Zelfi içinde tutamayarak "Hepsine ayrı kuruldum sanırım, kafile gelecekmiş... Turistler falan..." Deyip bıkkınca burnundan nefes verdi. "Hesna bu adam ilk defa mı işe gidiyor ben niye içim içimi yiyorum yaaa?" Diye mızıldandı.
Hesna'nın küçük kahkahası kulağına gelince omuzları düştü, maskara olmuştu millete...
"Zelfi sen kocanda ki ışığı başkası görür diye korkmuşsun canım. O ışıklar bir seni görünce yanıyor senden başkasına ışıldamaz merak etme." Dedi içine su serpmek ister gibi.
"Ben körüm ya ancak gördüm, millet ben mi? O takım elbiseler nasıl yakışıyor görmezler mi hiç?" Dedi kendine olan isyanı Hesna'yı daha çok güldürecek olsa da eltisi tuttu kendini.
"Sen Yasemin ile kanka olunca kıskançlık huyun yok sandımdı..." Demeden de duramadı.
Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı Hesna, Zelfi'nin bu hali ile uğraşmak çok keyifliydi. Onların çöpünü çatacak diye az uğraşmamıştı, bu kadarlık da sefası olsundu canııım...
"Yasemin'i Derya abla oyun olsun diye getirmişti, burada ki kızlar kim bilir ne macera peşine düşüp geldiler. Ağa deyince onların aklına bir düğünde takılan takılar, bir de hizmetlerine dönecek insanlar geliyor. Bu toprakların cefasını biz çekiyoruz onlar sefa sürüyoruz sanıyor." Dedi yerinde bir tespitle.
Zelfi'nin haklı isyanı Hesna'nın alaycı tavrını da silip götürdü, doğru diyordu kız. Bekir de öyle gezmeye gelmiş turistler ile muhatap olsa Hesna'nın da içi içini yerdi. Kocasından şüphesi olacak değildi ama, kocasının görsel şölenine ortak olacak gözleri de insanın oyası gelirdi be.
"Giyin süslen git peşine sende! Oda da oturmak zorunda değilsin ya." Dedi gaza gelerek.
Zelfi üzerinde ki sıradan kot ve kazakta gözlerini gezdirdi.
"Ev halimle geldim ya Hesna, burada kıyafetim de yok." Deyince,
"Cengiz abi ile yollayabilirim?" Diye önerdi çözüm sunarak.
Cıkladı genç kız,
"Akşama eve geliriz inşallah." Dedi konuyu kapatarak.
Gülhan hanımla da kısaca konuşup Cihan'ın ve kendisinin iyi olduğuna ikna ederek kapattı telefonu.
Dışarıya bakıpda görmediğini dakikalardır bakıştığı genç odası üreten firmanın logosuna dikkat kesilince fark etti.
Eli sinesinde dolanırken sakin kafayla düşündü, ayrı gayrı uyuduklarını Songül denen kız fark etmişti. Dahası bunun sohbetini edip çalıştığı evin sırrını ele verecek kadar da hırslanmıştı.
İşten kovdursa yalan yanlış bir sürü dedikoduyu Mardin'in cahil halkının diline salıp, Zelfi'yi evlenmeden önceki konumundan daha beteri bir hale sokabilirdi.
Öldürmek isteyenler peşini bıraktımı bilmiyordu ama böyle bir dedikodu ile tekrar bileneceklerini tahmin etmek zor değildi.
Sessiz bir savaş götürmeliydi, Derya ablası gelene kadar Songül denen kızla yüz göz olamazdı...
Derya dönünce ilk iş ondan akıl alıp bir yol çizerdi. Bu fitnenin hakkından bir tek o gelirdi.
Üst dudağını eze eze bir plan yaptı, Cengiz'i arayıp müsaitliğini sordu... Sonrası umduğundan da hızlı akıp gitti.
Yaklaşık bir buçuk saat sonra odaya döndüğünde Cihan'ın gelmemiş olduğunu görüp rahat bir nefes verdi.
Oturma alanında ki masanın üzerinde gördüğü paketler ile duraksadı.
Adımları hızlanıp onu merak ettiği süslü paketlere kavuşturdu. Birini seri hareketlerle açtığında çok parçalı bir gecelik seti ile karşılaştı, alt üst pijaması da vardı, kısa geceliği de hatta şortlu takım çok hoş görünüyordu. Ve bunları şık bir sabahlıkla takım yapmışlardı. Kumaşı saten değildi ama çok naif bir penyeyi andırıyordu.
Zelfi bayılmıştı hem Cihan'ın inceliğine hem takımın kendisine...
Yandaki paketi açtığında gündelik ama şık bir kaç elbise ile karşılaştı... Burada kıyafetim yok dediği için alınmıştı...
Yüzünde sıcacık bir gülümseme ile yeni eşyalarını kucaklayıp giyinme odasına götürdü. Normalde yıkamadan giymek pek adeti değildi ama bu seferlik bir istisna yapabilirdi.
Şortlu takıma cesareti yetmeyince alt üst pijamayı giydi... Sabahlığı üzerine alıp aynadan kendine baktı, saçları omuzlarını süslerken yüzün de zerre renk yoktu... Kaç gündür yaşadığı stres yüzüne vurmuştu. Tamam Cihan'ı görmek, onunla olmak iyi gelmişti ve fakat bir günde düzelecek, silinecek bir yorgunluk değildi. Çantasında bulduğu göz kalemi, bb Krem ve belli belirsiz renk veren ruju ile kendini daha iyi hissedeceği kadar hafifçe bir makyaj yaptı...
Cihan'a mı süsleniyordu şimdi... Heyecanla yutkunup dudaklarında ki ruju ezerek tenine yedirdi...
Güzel miydi ki? Güzellik algısı bedeninden tiksineli silinmiş gibiydi. Hele de çıplak bedenine asla tahammülü yoktu ama bu pijamanın hafif gögüs dekoltesinden rahatsız olmamıştı. Hatta yakasını biraz daha öne düşürüp göğüslerinin dolgunluğunu sergiler hale getirdi.
Bu manzara ilk defa farklı bir duyguyu tetikledi, Zelfi kendinin kadınsı yanını gördü. Ve bu yan ona kötü hissettirmedi...
Kapının tıklatılması ile yakasını düzeltip sabahlığın önünü bağladı, kapıya doğru adımladığı sırada Cihan kendi kartıyla odaya gitmişti bile,
"Hoşgeldin." dedi kocaman bir gülümseme ile.
Cihan'ın bedeninde dolaşmak için can atan ama kaçamak bir iki bakışın ilerisine geçemeyen hali ile gülüşü sade bir tebessüme dönüştü.
Kendi etrafında bir tur dönüp,
"Nasıl yakışmış mı? Güzel olmuş muyum?" Diye sordu. Bu doya doya bakabilirsin icazetiydi.
Cihan'ın gözleri yine gözlerinde durdu, değişimin temelini ruhunda görmek ister gibi...
Sabahlığın eteğini tutmuş yerinde sağa sola salınan karısının gözlerinde eşine özenle hazırlanmış bir kadın gördüğü yerde aldığı izinle bedenini süzdü.
Hafifçe belli olan göğüs dekoltesini, kuşağın sarıp sarmaladığı ince belini, ipekten yumuşak saçlarını...
"Yakışmaması mümkün mü? Giyen sen oldukça güzelliği kıyafetten beklemek." Deyip dudak büktü... "Güzelliğine yaraşmış diyebiliriz belki..."
Zelfi ile Cihan'ın ilişkisi çok başkaydı, evli bir çift evlilik aşamasına gelmeden defaten birbirine güzel sözler söyler, iltifatlar ederlerdi. Ama onlar hiç bir zaman güzelliğin, yakışıklığın yada dış görünüşle ilgili iltifatların insanı olmamışlardı.
Cihan'ı özellikle gözünü bile Zelfi rahatsız olur diye sakınırdı ki bakmaya kıyamazdı.
Yanakları kızaran Zelfi dudak içlerini ısırsada kendini sakınmadı,
"Sizin yanınıza yakışmak için çaba lazım Cihan Ağam. Takımları giydiniz mi yakışıklılığınız boyut atlıyor." Dedi büyük bir atak yaparak.
Öyle ki Cihan'ın kaşları şaşkınlıkla havalandı, hatta bugün hiç görmemiş gibi üzerinde bulunan takımın sağını solunu çekiştirdi,
"Takımın marifeti diyorsun yani?" Dedi elinin birini cebine atıp mankenlere taş çıkaracak bir duruş ile karısına bakarak.
Ettiği iltifatın karşılığını mı bekliyordu...
Hayır...
Sadece Zelfi'nin sınırlarını keşfetmeye çalışıyordu.
"Suçu takıma yıkmamak lazım, taşımayı bilenin marifeti bence." Diyen karısı ile tebessümü büyüdü.
"Yakışıklı olmuşsun ama suçlusun diyorsun, doğru mu anlıyorum güzelim?" Derken aralarında ki mesafeyi biraz azalttı.
Kalemle belirginleşmiş gözleri daha yakından görmek istiyordu, dudaklarında ruj mu vardı? Dokunup bakmak için karıncalanan parmaklarını ceplerine saklayıp serseri bir tavırla yaklaştı.
Onun yaklaşması ile hızlanan kalbine inat sakin kalmaya çalıştı Zelfi,
"Yaniiii..." Dedi sonunu biraz uzatarak. "O kadarına gerek yok diyorum. İnsanın aklını da peşinde götürüyorsun, bu suç sayılır..."
Cihan dudağının kıyısını ısırdı gülmek isteğini bastırmak için, sabahtan bu yana üzerinde bayramlıklarını giyip en sevdiği şekerlerden koca bir torba toplamış bir çocuğun sevinci vardı.
"Ben hergün aklımı sende bırakıyorum, hem de çok uzun zamandır. Bence adaletli olmuş... Suç sayılırsa sen daha suçlu çıkarsın." Dediğinde yaklaşıp bir elini karısının beline koymuştu.
Zelfi'nin kalbinin sesini dışardan duyuyordu, geriye bir adım atarsa kendisi de atacaktı ama beklediği gibi olmadı,
"Ben evde oturuyorum, kimlerleyim biliyorsun ama sen de durum öyle mi?" Diye diklenen karısının dudaklarına yapışmamak için dişlerini sıkıyordu.
"Ben sen varsan seni görürüm Zelfi, yoksan hayalini kurarım... Yanımdaymışsın gibi yaşarım... Birini sevdim mi öyle seveceksin ki sana bakan seni değil sevdiğini görecek..." Dedi gözlerinin içine bakarak tane tane.
Bu itiraf karşısında derince yutkundu genç kız, bu kadar yakın ve bu kadar göz göze ilk defa kalıyorlardı, Cihan'ın aklından geçenleri okuyamıyordu belki ama tahmin etmek de zor değildi.
En basit haliyle öpmek istiyor olmalıydı ki kendi de öpmek istiyordu. Aralarında yarım adım mesafe varken, Cihan'ın kokusu etrafını sarmışken bu dürtü tuhaf gelmiyordu.
Parmak uçlarında yükselip dudaklarını Cihan'ın yanağına bastırdı, kısa sayılmayacak, güzel kokusunu çekecek kadar zaman alacak, bir öpücük bırakıp beline kollarını doladı.
Başı yine kalbinin üzerine denk gelmişti, boyu o kadar yetiyordu. Ama yeri güzeldi, Cihan'ın kendi kalbi gibi hızla çırpınan yüreğinin senini dinlemek. O sesi dinleyerek kendi kalbinin durulması için soluklanmak, bu kadar yakın olabilmek çok güzeldi.
Çok geçmeden bir çift kol tüm bedenine dolanıp kendine yasladı kadını, saçlarının üzerinden öptü defalarca...
Anın tadını çıkartmak için öylece kaldılar epeyce bir zaman, sonra Cihan da pijamalarını giyip geldi. Yatağa beraberce uzandılar, dün Zelfi Cihan'ın sinesine yaslanmıştı. Bugün yastığını usulca aşağıya kaydırıp saklanan Cihan oldu...
Başını Zelfi'nin boyun girintisine sakladı önce, sonra uyku hali ile usul usul aşağıya kaydı.
Uyku haliydi tabii ki... İnsanlık hali de diyebiliriz...
Fakat onun uyku haline inat gerdanında hissettiği her nefesle tenini ürperen bir Zelfi vardı.
Az daha aşağı inse gögüs oluğunu yakacak nefesten rahatsız değildi, aksine Cihan'ın saçlarında dolaşan eli baskı yapıp adamı daha çok kendine çekmek istiyordu.
Zelfi'ye neler oluyordu...
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Minik figürlü pankekler yapan waffle makinesinin küçük haznelerine sıkma şişesine doldurduğu hamuru dikkatli bir şekilde sıkıyordu Narin...
Asım paşa bunları pek severek yediği için sabah rutini gibi bir şey olmuştu. Bir gün peynirli, bir gün ıspanaklı, hatta bir keresinde karışımın içine tarhana bile koymuştu. Maksat oğlunun her vitamini eksiksiz almasıydı...
Güzel ve özverili bir anne olmuştu Narin...
Miran'ın evliliğini duyduğu günden sonra kendini adım adım toparlamış, ve artık yoluna bakması gerektiğinin bilincindeydi. O yol nasıl bir yoldu önüne ne engeller çıkacak bilmiyordu ama bunu da kararlıydı.
Kapağını kapattığı makine minik waffleları pişirirken çayları doldurup sofradaki yerlerine koydu.
"Nermin, hadi gülüm kahvaltı hazır Asım al da gel teyzesi."diye oturma odasında yeğeni ile oynayan kız kardeşine seslendi.
Şu süreçte en büyük iyikisi Nermin'di, öyle ki bazen kim abla kim kardeş Narin bile şaşırıyordu. Nermin dışarıdan şakacı, şımarık görünürdü ama kendi içinde çok derin bir kızdı. Narin'in ve Miran'ın bu süreçte dengeyi bulmasında yatsınamaz katkısı vardı.
Artık kendisi yürüyebilen Asım'ın elinden tutarak mutfağa doğru adımladı Nermin,
"Geldik geldik... Immm ne güzel kokular geliyor buradan." Diyerek mutfağa girdiler.
"Yeşil pankek yaptım oğluma hem de aslanlı." Deyip oğlunu kucaklayarak yanaklarından iki kocaman öpücük çaldı. Sonra ise mama sandalyesine oturtup ayaklarını düzeltti.
Asım,
"Yeşil aşlan..." Deyip ellerini birbirine çırparak sevindi.
Oğlunun bu haliyle neşelenirken,
"Heee yeşil aşlan, anan ıspanağı kaktırmış içine haberin yok." Diye sessizce söylenenler Nermin'in koluna minik bir sille çaktı.
"Sus zaten anam ağlıyor her gün kırk takla atıyorum vitamin alsın diye."
Nermin ablasına hak vermiş olacak ki dudaklarını minik bir fermuar çekme hareketi ile kapattı.
Narin çayları önlerine bırakıp oturacağı sırada çalan kapı ile gözleri dış kapıya döndü,
"Kim ki sabah sabah?" Derken mutfaktan çıkmak üzereydi,
"Kerim abi gelmiştir nöbet çıkışı uğrarım belki diyordu." Diyen kız kardeşinin sesini duydu.
Kerim'in Mardin'e döneceğini düşünmemişti ama şu geçen on günde onu ne kadar özlediğini daha iyi anlıyordun Narin.
Abisi babasının Narin'e düşkünlüğünü çocukluğundan beri kıskanır bunu da en çok oyun oynarken itip kakarak belli ederdi. Ve Narin ne zaman düşse tutup kaldıran Kerim olurdu.
Önce gözyaşlarını siler, sonra yaralarını sarar, sonra da teselli ederdi.
Çocukluklarında böyleydi gençliklerinde böyle de devam etti, ta ki annesi,
'Baban Kerim'le aranızdaki ilişkiyi farklı yorumluyor, ondan uzaklaşmazsan çocuğu annesinin kovulduğu kapıya geri yollayacak. Orada da okutmazlar zaten yazık olur oğlana... Kerim sana çok bağlı, buralardan çekip gitmesi için ona eller gibi davranman lazım ki senden de ümidi kesin. Kerim'in iyiliği için...' demişti.
Kerim'e eller gibi davranmak... Eller nasıl mı davranıyordu, değersiz olduğunu düşünecek şekilde. En çok da annesiz olduğu için, babasının kim olduğunu bilmediği için... Vurdukları etiket çok acımasızdı. Aman Narin de biliyordu ki Kerim okumadan burada kalırsa bu etiket bir ömür üzerinden çıkmayacak. Tek şansı vardı o okulu kazanıp buradan gitmek.
Şimdiki aklıyla saçma gelecek olsa da o zamanki aklıyla mantıklı gelmişti, mantıklı geldiği için bir sabah en yakın arkadaşına yabancı gibi davranmaya başlamıştı.
Bunun Kerim'in zoruna gittiğini farkındaydı, ama aynı annesinin dediği gibi olmuş Kerim derslerine yüklenip çok güzel bir okul kazanarak üniversiteye gitmişti. O süreçte biraz boşalasa da kendini toplamıştı Narin.
Zaten bir süre sonra dikkatini Miran çekmiş gecesi gündüz o olmuştu, Kerim'de gittiği yerde mutluydu ki Mardin'e uğrama bile tenezzül etmiyordu.
Kerim'in dönüşü ile Narin'in boşanması aşağı yukarı aynı zamanlardı.
Ama eskisi gibi değildi hiçbir şey, Narin o zaman çocuk haklı öyle yaptığı şeyin mahcubiyetini yaşıyor, Kerim uzak durmaktan öteye gitmiyordu.
Aralarındaki birçok duvar ise Miran'ın evlilik haberinin geldiği gün yıkılmıştı... Oradan sonra Narin'in üzerinden elini hiç çekmeyen bir Kerim vardı.
Eski günlerde olduğu gibi...
"Hoş geldin" diyerek kapıyı açtığında elinde bir fırın poşeti, yorgun bakan gözlere rağmen gülümseyen bir Kerim vardı.
"Hoş buldum kahvaltıyı kaçırmadım değil mi?" Dediğini şöyle tutmaya çalıştığı sesiyle.
Yorgundu, ölümüne yorgundu... Acil nöbeti tutmak sandığından zorluydu. Umuyordu ki bu hafta artık serviste görev alırdı. Acemilik her zaman daha fazla sınanmayı getiriyordu.
Elindeki poşete uzanırken,
"Yok kaçırmadın şekilli pankeklerin hazır, gel bakalım koca bebek." Dedi pankekleri yerken Asım kadar bebekleşen koca adama.
"Bu kız için de neler kattın acaba?" Erken içeriye girmiş kapının yanındaki lavaboda ellerini yıkıyordu.
"Ispanak."
"Ispanak önemli tabii ki, biz küçükken Temel reis vardı hatırlıyor musun?" dediğinde ikisinin yüzünde de aynı çizgi filmin ve onun saçmalıklarını hatırladıklarını gösteren birer tebessüm oluştu.
"Ay Kabasakal vardı bir de." Dedi yüzünü buruşturan Narin.
"Safinaz'da bir afeti Devran sayılmazdı yani." Diyen Kerim ile aynı anda gülüştüler.
Asım, Kerim'i gördüğü gibi ellerini mama sandalyesinin tablasına vurarak sevincini belli etti.
"Günaydın minik aslan." Diyerek ağzımın saçlarından öptü Kerim.
Asım ise elindeki pankeki kaldırıp,
"Kerim bak yeşil aşlan." Deyip sevincini onunla paylaştı.
"Oooo... Ben de ondan yiyeceğim, bana da bana da." Dedi tutturmuş bir küçük çocuk gibi.
"Oğlum Kerim abine minik aslanlarından verelim mi?" Diye sordu Narin.
Asım,
"Veyelim..." Derken oldukça olgun ve paylaşımcı bir bebekti.
Nermin'e de selamlaşıp sofradaki yerini aldı Kerim...
Keyifli bir sohbetle herkesin birbirini tabağındaki eksikleri tamamladığı kahvaltı sona erdiğinde Narin uykusu gelen Asım alarak odaya geçti.
Nermin ve Kerim mutlu ve beraberce topladılar, peşine birer keyif kahvesi yapıp mutfağın cam balkonuna geçtiler.
Kerim'in günde üç, beş tane ancak içtiği sigara paketinden bir dal sigara çekti Nermin, o sigara içen biri değildi arada böyle keyif kahvesi yanında tüttürüyordu.
"Kerim abi benden duymuş olma ama Cennet'çim sana kız arıyor." Dedi yalandan bir zarf atarak.
Genç adamın dudaklarına götürmek için kaldırdığı kahve fincanı öylece kalakaldı,
"Bana mı?" Diye sordu boş bulunarak.
"E sana tabii bana arayacak değil ya." Diye yalanının arkasında durdu genç kız.
Kerim kendini toparladı hızlıca, dudak büktükten hemen sonra kahvesinden bir yudum içti,
"Benim böyle bir talebim olmadı." Dedik konuyu kapatmak adına.
"Talep mi lazım geldin kaç yaşına, kadıncağız evde kaldır da başına kalırsın diye korkmuştur." Dedi bilmiş bir eda ile.
Gülmekten uzak güldü Kerim,
"Yine desteksiz atıyorsun Nermin." Diye söylendi mevzuya uyanarak.
Yalanı yakalanınca burnunu kırıştırarak yüzünü ekşitti genç kız,
"Ama olması gereken benim dediğim türlüsü değil mi? Oğlu doktorluk okuyup gelmiş elim elim üstünde oturuyor kadın. Onun yerinde annem olsaydı kırk kere bağlamıştı başını."
Burnundan bir nefes verdi Kerim,
"Belki de başım bağlıdır onun için zorlamıyordur ne biliyorsun?" Dedi bu kez açık oynayarak.
Nermin'in içtiği bir yudum kahve boğazında kalıyordu az kalsın,
"Ne... Ne... Neee...!" Dedi zorla yutkunduktan sonra.
O sırada balkona giren Narin köşedeki bahçe koltuğunu bedenini bıraktı,
"Oyunu sonunda bakalım ne kadar uyuyacak?" Dedi kendi derdi ile dertlenerek.
"Abla...! Kerim abi benim başım bağlı dedi, sen biliyor musun kimden bahsediyor?" Diye yaşadığı şoku ablasıyla paylaştı Nermin.
Dudak büktü sadece,
"Eskiden her şeyi anlatırdı ama artık bana da pek bir şey anlatmıyor. Her kimse çok seviliyor ama gizli gizli seviliyor Nermin'ciğim." Dedi yakın bir zamandaki kısa sohbetlerinden bildiği kadarını anlatarak.
Kerim daha ilerisine gitmesini istemediği sohbetten kaçmak için,
"Sohbetinize doyum olmaz ama ben nöbetten çıkmış bir hekimim, içerideki odadayım Asım paşa da uyurken sessiz olacağınızı umarak azıcık dinlenmeye kaçıyorum." Dediğin gibi kayboldu ortamdan.
Kerim'in gidişini şokla izleyenler
Nermin,
"Kimi seviyor ki Kerim abi? Bunca zaman hiç de renk vermedi." Dedi kendi kendine sorgulayarak.
Narin dudak büktü,
"Bilmiyorum gülüm ben de, dediğim gibi bana da pek bir şey anlatmıyor. Sadece 'Eskiden imkansızdı ama artık o kadar da imkansız durmuyor.' dedi ama kastettiği kimdi neden eskiden imkansızdı da şimdi değil bilmiyorum." Dedi.
Nermin sessizce kafasında olanı biteni ölçüp tartarken,
"Ablam bir kahvede bana yap be, oğluşum uyurken azıcık keyif yapayım." Diyen Narin'le kahve yapmak için mutfağa geçti.
Narin'in gözü Kerim'in yarım bıraktı kahvesinde dolandı... Oysa hiçbir zaman kahvesini yarım bırakıp gitmezdi... Bunu yüzü çevrimi düşündüğünden de fazla sarsıyordu demek ki...
'Sorsam anlatır mı ki?' diye geçirdi içinden 'ne yüzle soracaksam.' diyerek de kendi cevabını kendi verdi.
İnsanlar bir anda tek bir sözler ya da hareketle aralarına uçurumlar sokuyor, ama o bir anda açılan uçurum bin adımla kapanmıyordu. Narin ile Kerim'de böyleydi işte bir günde dikilen duvarlar araya giren uçurumlar vardı. O duvarları Narin kendi eliyle örmüştü, şimdi kolayca yıkıp da ne derdin var diye sormak ayıbına geliyordu. Kerim ona geldiği kadar o da Kerim'e gidiyordu ama sınırları zorlayacak yüzü yoktu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 120.04k Okunma |
11.75k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |