@zamansizim84
|
Ülkü'den
Gece Narin ve Asım bebekle geçti, ara ara uyanıp ağladığını duydum, hatta mama hazırlayıp getirmeyi teklif ettim ama Narin sadece anne sütü ile devam etmeye kararlı görünüyordu. Bir musibet bin nasihatten iyiymiş derler ya, Narin için aynen öyle olmuştu. Çocuğunun herşeyden önemli olduğunu, güzel kalıp elinde tutmaya çalıştığı kocasının onu hiç görmeyeceğini kabul etmiş gibiydi.
Öyle sakindi ki bu hali beni çok daha fazla korkutuyordu. Konağı başımıza yıkması hatta biz içindeyken yakması gerekiyordu.
Sabah bebişin sesiyle uyandım, Narin onunla sohbet ediyordu daha doğrusu dertleşmek de denebilir,
"Yaaa bebeğim, o kadar oyun tuzak kurdu annen elinde ne var senden başka?"
Konuşmanın bir kısmını kaçırmıştım sanırım.
"Onlar çok mutluydu, benim yüzünden mutsuz üç insan olduk... Şimdi yine onlar çok mutlu, sen ve ben nasıl mutlu olacağız onu bulmam lazım."
Ağladığını sesinden anlıyordum aslında ama uyuyor olmak işime geliyordu, gözlerimi açarsam hem o susmak zorunda kalacaktı, hemde ben ne diyeceğimi asla bilemezdim.
Böyle bir şeyin nasıl tesellisi olurdu ki?
"Baban çok güzel sever Asım, beni sevmesede seni sever sakın üzülme, bundan sonra sen ve ben varız. Annen varken hiç üzülme, korkma bebeğim."
Kollarındaki bir haftalık bebeğin kaygıları yoktu belki ama Narin'in çok büyük kaygıları vardı.
Tıklatılan kapı ile gözlerimi açtım,
"Narin hanım, Mirza ağam Ülkü ablayı soruyor?" diyen Hediye'nin Narin'den çekindiği sesinin tonundan bile belliydi.
"Sen gelince uyandı Hediye, odasına çıkar birazdan." deyip kapıyı kapattı.
"Günaydın." deyip doğruldum, komidinden saate baktığımda işe gitmek için yarım saat kadar vaktim vardı,
"Günaydın Ülkü, bu gece beni yanlız bırakmadığın için teşekkür ederim." dedi samimiyetle.
"Ne demek, ne zaman ihtiyacın olursa çekinmeden arayabilirsin beni." dedim üzerime ince hırkamı giyip kuşağını bağladım. Sabahları artık serin oluyordu.
"Ararım, sen bu gece benim yanımda oldun ya... Her zaman ben de senin yanındayım Ülkü." dedi.
"Kendini üzme Narin, biliyorum söylemek kolay yaşamak illaki daha zor ama önceliğin bebeğin olsun." dediğimde başını salladı usulca.
Tam kapıdan çıkıyordum ki,
"Ülkü..." demesiyle ona döndüm. Gözlerini kaçırıp dudaklarını ıslattı, ne diyecekse hem söylemek istiyor. Hemde konuşmaktan korkuyordu sanki, "Canan, kötü biri değildir. Onu Arjin hanımın insafına terketme."
Hayda kendine kuma gelen Canan'dan mı bahsediyordu?
"Sana mesafem ne ise ona da aynı Narin, dün uğradım yanına burda olmaktan mutlu değil. Siz nasıl bir çemberin içine düştünüz anlamıyorum. Miran abinin bu yaptığı çok yanlış." dedim sinirimi saklayamayarak.
"Miran en doğrusunu yaptı desem delirdiğimi düşünürsün değil mi?" diye sordu oğlunu omzuna yatırırken.
"Narin kollarında bir haftalık bebeğinle üstüne kuma geldi, nasıl bir doğru bu. Madem istemiyor en başından karşı çıksaydı, hadi çıkamadı sana dokunmasaydı. Yazık değil mi Asım'a?" diye çıkıştım.
"Sevdiğim adamı ne duruma düşürdüm, kendinden nefret ediyordur şimdi." dediğinde akıl sağlığından şüphe etmeye başladım.
Miran abiye takıntı derecesinde aşıktı.
"Narin, hastaneye gitmem gerekiyor. Akşam yanına uğrarım, gün içinde de arayabilirsin." Deyip çıktım odadan.
Üst katta ki odamıza ulaştığımda Mirza takım elbisesini giymiş beni bekliyordu.
'Nerdesin Çiğdem çiçeğim, zaten sensiz uyuyamadım." dedi belimi sarıp sırtımı dolaba yaslarken.
"Bu gecede nöbetim var kaldın mı yine uykusuz?" deyip kıkırdadım.
Boynuma yüzünü gömdü,
"Dayanamazsam hastaneye gelir öper koklarım ama Narin'in odasına gelemiyorumda aynı evin içinde hasret çektim."
Boynumu talan eden dudaklarına kapılmamaya çalışarak,
"Şimdi ne olacak Mirza, bu iki kadın aynı çatının altında nasıl barınacak?" Diye sordum.
Başımı göğsüne çekip kollarını bedenime sardı,
"Bilmiyorum ama konak zaten tatsızdı iyice çekilmez bir yer olcak. Mecburi görevin bitsin gidelim Ülkü bu kadar gerilim bana fazla. Yıllarca kaçtığım herşey burnumda bitiyor." dedi.
Çözüm bu olamazdı ki...
Üstümü giyinip kahvaltı bile etmeden çıktım konaktan, poliklinik temposu bittiğinde biraz olsun dinlenmek için odama yöneldim. Mesai saati bittiği için boşalmış olan katta ilerleyip odamın önüne geldim. Kapıyı açtığım gibi ağzımda açık kaldı. Odanın her yerinde mumlar yanıyordu. Masada hazırlanmış yemek servisi sabah atıştırdığım poğaçadan sonra ziyaretçisi olmamış midemi hevese getirmişti bile.
Kapının yanındaki duvara sırtını yaslayıp kollarını göğsünde toplamış olan Mirza'yı görmek ise yemeği bile unutturdu. Bir insanı bu kadar seviyor, özlüyor olmak bazen beni korkutuyordu.
"Mirza..." dedim sevinç ve özlemle.
"Doktor hanım" dedi ilk tanışmamıza atıf yaparak.
"Herkese doktor ama sana hasta bu kadın, ne yapacağız?" dedim önüne gelip durduğum da.
Çapkın bir gülüş yerleşti kirli sakalının süslediği yüzüne,
"Yanlız değilsin hastam çoktur." dedi damarıma basmak için. Pis...
Koluna yapıştırdım bi tane,
"Bana bak ağa falan demem, öldürürüm seni... Yok be ne öldürücem, süründürürüm. Bak sen hastası da çokmuş, kimmiş o hastalar sen söyle ben tek tek bulup tedavi etmezsem benim adımda Ülkü değil. Gelmiş burda romantik ortam hazırlamış ettiği lafa bak. Kendin ye bunları ben gi- "
Dudaklarımı istila eden dudaklarıyla cümlem yarım kaldı, ağız tadıyla dırdır edip, trip de atamıyorum. Karşılık vermesem de ısrarlı işgaline kayıtsız kalamadım. İçine düştüğümüz ateş bizi yakarken, desteği ile kucağına yerleşip bacaklarımı beline, kollarımı boynuna doladım.
Alınlarımız nefes nefese birbirine yaslandığında,
"Ben hastayım kızım sana, her hücreme yayıldın, kanıma işledin. Koca konağa sığamadım da şu hastane odasında seni beklerken huzur buldum. Zehir sensin, panzehir daha çok sen..." Deyip tekrar yapıştı dudaklarıma öyleki dişlerimizin çarpışma sesini duyduk.
Kucağında benimle beraber sandalyeme ilerleyip oturdu, nefes almak için ayrıldım ama uzaklaşmadım, nefesinden nefeslendim. Burnuma yemeğin kokusu gelince istemsizce yutkundum.
"Yine öğle yemeği yemedin değil mi? Ah Ülkü ahh... Ne yapacağım ben seninle. Hiç mi canının kıymeti yok kızım?" Çatala taktığı baharatlı patatesi dudaklarıma uzattığında yarısını ısırdım. Kalanı kendi ağzına attı, söylenmeye devam etti,
"Sen hamile olsan, benim hastanenin önünde kamp kurmam lazım. Sabah, öğlen, akşam yemekleri, ara öğünler, ballı sütler... Sen bakmazsın kendine bunları hep takip etmek şart." dedi etten bir parça tıktı ağzıma, aldığım lezzetle saatlerdir aç olan midem bayram etti, dudaklarım memnuniyetle kıvrıldı.
"Imm şahane, çok acıkmışım." Dediğimde dudaklarını şakağımda hissettim.
"Ülkü bizim ne zaman bebeğimiz olacak?" dedi çoğu kez konuştuğumuz konuyu tekrar açarak.
"Tayinim çıkmadan olmaz Mirza, burda tempom yoğun. Ve konakta ortam çok gergin, huzurlu gebelik, sağlıklı bebek... Ben gideceğimi bildiğim için susuyorum pek çok şeye." dedim açık konuşmakta fayda vardı.
Yüzü düşse de hak verdi,
"Sen bir de şimdi gör, annem Canan'a fena bilendi, Narin Asım'ı alıp gider diye ödü kopuyor." Dedi.
"Narin, bu sabah Canan'ı annenden korumamı istedi. Hiç sorun çıkaracak yada bebeği alıp gidecek gibi değil." dedim dudak bükerek.
"O gitmese de ailesi bırakmaz, bu gün yarın dayanırlar kapıya, koskoca ağa kızının üstüne kuma getirmek de ancak Miran Aladağ'a yakışırdı." dedi sinirle.
Sessiz kaldım, o da kucağından indirmeden besledi beni. İki lokma arasında öptü kokladı. İçimdeki sevgi içime sığmıyordu artık, Mirza olmasa kimse beni bu kadar güzel sevemezdi. Aşka inancı olmayan bir kadını, o konakta yaşayacak kadar kendine aşık etmek de Mirza'nın başarısıydı.
Sabaha karşı gelen bir erken doğum vakası ile eve gelişim onbiri bulmuştu, yirmi dört saati aşan uykusuzluk ve yorgunlukla düşüp bayılmadan, sevgili eşimin konağın en üst katında seçtiği odaya ulaşmak tek hedefimdi.
Ama gelin görün ki hayaller ve hayatlar aynı olmuyordu.
Konağa girdiğim gibi sedirlerde oturan beş kişi dikkatimi çekti. Onların karşısında ayakta olan Miran abi, bir üst katı çevreleyen avlunun iki ayrı ucunda korkulu gözlerle bakan Narin ve Canan. Neyin içine düştüğü anlamadan Hediye koluma girip üst kata sürükledi beni de.
"Ne oluyor Hediye, bu adamlar kim?" Dedim merdivenleri çıkarken.
"Miran ağam kuma getirdi diye, Bayram Ağa aşireti toplamış. Çok karşıdır, kurmaya, berdele..."
"Hadi ya öyle ağalarda var mıymış?" Diyerek kaşlarım havalandı.
Bende merakla Narin'in yanına adımladım. Canan'a küçük bir baş selamı verdim. Arjin hanım ise ikisinden de uzakta sinsi bir yılan gibi olacakları izliyordu.
Tam zamanında gelmiş olmalıyım ki,
"Sevdaya saygım sonsuz Miran ama sevdanı seçiyorsan bazı şeylerden de vazgeçmek zorundasın, seni Aladağların ağası olarak devam ettiremeyiz. Bu hem sana ödül olur, hem yanlış işler yapmak isteyenlere kapı... Kuma kapısını sıkı kapatmazsak kimsenin konağında huzur kalmaz." Diyen adam uzun sayılacak boyu simsiyah gözleri, kırlaşmış sakallarının ele verdiği yaşına rağmen bana buralarda alışık olmadığım kadar karizmatik gelmişti.
Hele de sözleri, töre de yeri vardır deyip herşeye kılıf uydurmalarına müsade etmeyeceğini bakışından bile belli ediyordu.
"Bu adam kim?" diye sordum Narin'e.
"Mardin aşiretlerinin ağası Bayram Ağa."
Dudaklarım aşağı büküldü.
"Çok havalıymış, peki şimdi ne olacak?" Dediğimde Narin'de benim gibi dudak büküp boynunu yana eğdi.
"Karının kusuru yoktur, sana evlatta vermiş bir kadına yaptığın büyük haksızlık. Gönlün başkasındaysa evlenmeyecektin Miran. Madem evlendin karına sadık kalacaktın."
Başını hiç kaldırmadan konuşulanları dinleyen Miran abi,
"Bayram amca, ben yanlışımın farkındaydım. Ne ceza versen de razıyım ama Canan burda kalacak, ondan vazgeçmem." dedi dik olmayan ama ciddiyetini de belli eden bir sesle.
Babasına olan isyanı Bayram ağaya yoktu, hatta Bayram amca derken ki saygısının yanında sevgisi de içten içe belliydi.
Karşısında ki adam da kızgın değildi, hatta anlayışla gülümsedi,
"Peki o zaman Asım Ağa'nın vekili artık sen değilsin, bundan sonra Mirza senin yerini alacak."
Ne!
NE...!!!
"Bayram amca Mirza yapamaz, duramaz buralarda... Karısı için geldi biliyorsun bu yükü yükleme ona."
Miran abi itiraz etsede, ben kal gelmiş gibi dondum. Narin koluna dokunup,
"Ülkü..." Desede başımı iki yana salladım sedece.
"Yapacak... Mecbur... Buralardan kaçmak kolay, zor olan kalıp düzeltmek. Ben kaçmadıysam, Mirza da, Bekir de, Boran da, Devran da kaçmayacak. Hepimiz elinizi taşın altına koyacaksınız. Yoksa o taş illaki sonunda sizi de ezecek." dedi Bayram Ağa tavizsiz bir sesle.
Başımı iki yana salladım kulaklarım uğulduyordu. Narin kendi derdini bıraktı koluma girdi. Başımı kaldırdığım gibi Arjin hanımla göz göze geldik. Varla yok arası bir gülümseme ile burnu havada yüzüme baktı.
Bu bakış şey demekti sanırım, düştün mü elime...
Son gücümle odaya çıkıp Mirza'yı aradım. Miran abi burda olduğuna göre o şirkette olmalıydı.
"Çiğdem çiçeğim..." Dedi olan bitenden bi haber neşesiyle.
Benimse artık titreten çeneme onun sesini duymamla göz yaşlarım eşlik ediyordu.
"Mirza..." dedim ama benim ağlayan sesime çok nadir şahit olmuş adamın anlayıp paniğe kapılması çok çabuk oldu.
"Ülkü ne oldu güzelim, ağlıyor musun? Biri birşey mi dedi? Hastanede mi sorun va-" demesine fırsat vermeden araya girdim.
"Konağa gelmen lazım hemen." Diye bildim.
Onun gelip olmaz demesi lazımdı, biz burda kalamazdık. Olmazdı...
"Ülkü ne oldu?" Dedi tekrar.
"Mirza konağa gel lütfen, nolur hemen gel."
"Tamam... Ağlama hemen çıkıyorum." dediğinde zaten kapanan kapı sesini duymuştum. Sekreterine çıkıyorum acil birşey olursa ara dediğini de duyunca telefonu kapattım.
Yatağın yanına yere çöktüm, sırtımı bazaya yasladım ama gözümden yağmur gibi inen yaşlara mani olamıyordum.
Benim görevim bitecek, biz İstanbul'a geri döneceğiz, özel hastanede hazır olan işime başlayacağım, bebeğimiz olacak... Anneme yakın müstakil bir evimiz olacak, annanesi bebeğimize bakarken ben gönül rahatlığıyla çalışan bir anne olacağım.
Olmaz burda kalamayız olmaz...
Arjin hanım ve ben aynı ipte asla duramayacak iki cambaz...
Olmaz...
Aradan kaç dakika geçti bilmiyorum ama ancak uçarak gelse bu kadar hızlı gelir diyeceğim bir sürede kapı açıldı.
Soluk soluğa önümde diz çöküp yüzümü avuçları arasına aldı sevdiğim adam,
"Ülkü korkutma beni güzelim ne oldu? Sen ağlamazsın kolay kolay? Kim üzdü benim Çiğdem çiçeğimi?" dedi göz yaşlarımı kurularken.
Ağlamaktan kurumuş boğazımı yutkunarak yumuşatmaya çalıştım,
"Miran abinin yerine senin geçmene karar verdiler, Mirza bir yolunu bul bu işten kurtar kendini. Yaşayamayız biz burda, geçici diye herşeye tamam dedik. Ama , ama olmaz, olmaz ki yaşayamam ben bu konakta..."
Söylediklerimle bozguna uğradığını hissettim.
"Ağlamadan anlat, kim karar verdi?"
Dudaklarımı ıslattım,
"Aşiret toplanmış ama kararı Bayram Ağa diye biri verdi. Miran'ın yerine Mirza geçecek dedi."
Başını iki yana salladı hemen,
"Babam, abim birşey demedi mi?"
Bu kez ben başımı salladım iki yana,
"Baban sustu, Miran abi itiraz etti ama Bayram ağa dediğiniz adam onu da susturdu."
Mirza'nın yüz ifadesi düşünceli bir hâl alırken,
"Mirza olmaz... Duramayız burda olmaz..." Dedim papağan gibi aynı şeyi tekrar ederek.
Yanıma oturup beni sinesine çekti,
"Şşşş... Tamam güzelim bir yolu vardır illa ki üzme kendini bu kadar. Ben senin üzülmene müsade eder miyim?" Dediğinde inandım, çünkü hiç üzmemişti beni...
Herşeyin bizi sınayacağını bilemezdim o zaman, o da bilemezdi.
Bu yolda çokça yorulacağımızı birbirimiz ile sınanacağımızı da bilemezdik.
Karacahan konağı
Hesna'dan,
Dün Zelal'in Selma'ya söyledikleri kafamın içinde dönüp dururken, bir yandan da evliliğimin ilk günü bana söyledikleri bastırdığım yerden çıkmak için an kolluyordu. Zelal zehirli bir yılan olabilir ama illaki eline verilen malzemeleri kullanmak zorunda, bu kadar detaylı yalanlar uyduruyor olabilir mi? Yoksa bildiğini diliyle zehirleyip mi sunuyor? Bilemiyordum...
Tabağımda ki yemeği çatalla sağa sola çekiştirirken Bekir'in,
"İyi misin güzelim?" diye sormasıyla ortamdan koptuğumu fark ettim.
"İyiyim, dalmışım sadece." dedim yemekten bir parçayı ağzıma atarak konuşmanın uzamasından kaçtım. Bir birimizin hayatına gireli daha iki hafta bile olmamıştı ama Bekir sanki gözlerimden benim aklımdan geçenleri bile görüyor gibiydi.
"Bekir niye toplanmış aşiret sormayacak mısın?" diyen Kayınpederim dikkatini benim üzerimden çektiğinde,
"Çok da merak etmiyorum ama sen söylemek ister gibisin baba, niye toplandınız hayır olsun?" dedi gönlün olsun der gibi konuşması Hüseyin Karacahan'ı rahatsız etsede konuyu gerçekten konuşmak istiyordu ki bunu göz ardı etti.
"Miran Aladağ, karısı Narin'in üstüne kuma getirmiş." deyince Bekir sessiz kalırken ilk tepki Cihan abiden geldi,
"Hadi be! Ağa kızının üstüne kuma mı almış? Yürek yedi herhalde." Dedi oldukça şaşırdığını saklamadan.
"Ağa kızı olmasa kuma getirmesinde sıkıntı yok yani?" Diye sordu Bekir.
Konu hiç hoş olmayan yerlere gidecek gibiydi. Gülhan anne ile göz göze geldik. Sıkıntılı bir nefes alıp verdiğini gördüm. Kuma gelmiş bir kadın olmanın ahı hâlâ içindeydi.
"Onu mu diyor Bekir abi, sende yanlış anlamaya çok meyillisin. Cihan abimin demek istediği Ağa kızına bunu yapan, kimsesiz birini bulsa neler yapmaz." Derken gözü benim üzerimdeydi.
Kardeşlerine hiç bakmadı bile Bekir,
"Eee... Hüseyin ağa, Bayram amca ne ceza kesti Miran'a onu anlat hele de kimsenin ettiğinin yanına kar kalmayacağını bu iki cahil kardeşim anlasın."
Sanki biliyorda usülen soruyor gibiydi yada Bayram Ağa'nın adaletine fazla güveniyordu.
"Miran'ın olan ağalık hakkı Mirza'ya geçti." diye özetledi durumu babası.
"Devir senin at oynattığın devir değil tabii kimsenin ettiğini yanına koymaz Bayram amca, Miran arkadaşım da olsa hak etmişti bu cezayı, zaten ağalığın gözünde olduğunu da sanmam. Gerçekten seven adamın gözü ağalık falan görmez. Sevdasına her türlü sahip çıkar." deyip kaşığını bıraktı.
"Doyduysan kalkalım mı Hesna?" zaten oyalanmak için tuttuğum çatalı bıraktım. Peşine takıldım, odaya çıktığımız gibi sigarasını yaktı.
" Rahatsız oluyorsan balkona çıkabilirim." dediğinde yanına gidip başımı göğsüne bıraktım. Sol kolu beni hemen sarıp sarmaladı,
"Sen içince kötü gelmiyor kokusu..." dediğim de şakağımdan öptü. Kollarımı beline doladım.
"Marifet gibi yemek masasında konuştuğu konuya bak!" Dedi babasına olan öfkesini dizginlemeye çalışarak.
"Dün nasıl mutluydu o kadın, bugün nasıl yıkılmıştır kim bilir?" dedim.
"O Narin kendi başını yaktı, yanında da Miran ve Canan yandı. Üç kişinin de hayatını mahvetti. Hiç bir kadın bunu hak etmez savunduğumu sanma." Diye açıklama yaptı hemen.
Elimi göğsüne koyup,
"Sanmıyorum merak etme, sen işin iç yüzünü biliyorsun anladığım kadarıyla." Dedim elimi olduğu yerde gezdirerek.
"Miran, Canan'a çok aşıktı Hesna. Ne gözü başkasını gördü, ne dilinden adı düştü. Canan'ım derdi bir cananım daha çıkardı ağzından. Bırak başkasıyla evlenmeyi, Dünya üstünde başka kadının varlığını bile fark etmeyecek derecede." Dediğinde kafam daha çok karıştı.
"E nasıl evlendi o zaman Narinle?"
İkili koltuğa oturup beni göğsüne çekti. Sigarasının külünü sehpadaki küllükte bir tur çevirdi.
"Narinle Canan okul arkadaşıydı, Canan Maraşta üniversitesiyi kazandı okumaya gitti. Akıllı kızdır, bilgisayar üzerine okuyordu." dediğinde üzüldüm benim okul hayatım da hep iyiydi ama üniversitenin rüyasını bile gördürmedi amcamlar lise bitmeden aldılar okuldan.
Sanki aklımdan geçeni duymuş gibi,
"Senin açık liseye kaydın için fotoğraf çektirmeye gidelim yarın, ehliyet içinde lazım...." Dediğinde başımı kaldırıp çenemi göğsüne yasladım.
Kocaman, gözlerimin içinin bile ışıl ışıl olacağı kadar gülümsedim. Onunda dudakları kıvrıldı.
"Böyle bakarsan zararlı çıkarsın." dedi koyulaşan gözleriyle.
Yanağına kocaman bir öpücük kondurup,
"Bence kârlı çıkarım ama seni bölmek istemiyorum, devamını merak ettim. Nasıl evlendi Miran Ağa Narinle?" diye sordum yerime geri yerleşip göz temasını keserek.
Sigarasından derin bir nefes çekti,
"Miran sık sık Maraş'a gider oldu, özlem bir yandan, aklı kalıyor bi yandan. Gel zaman git zaman Narin hanım diyor ki, Canan'ı özledim beni de götür. Bizimkinin aklına yatmasada Canan da araya girince tamam diyor. Bir cuma akşamı Mardin'den Maraş'a gitmek için yola çıkıyorlar. Üç saatlik bir yol zaten... Daha elli kilometre gitmeden Narin'in babasının adamları kesiyor yollarını." dediğinde şokla araya girdim.
"Aa niye?"
"Niye biliyor musun? Narin hanım eve Miran'a kaçtığı yazılı bir mektup bırakmış da ondan."
" Ne?" diye kalktım göğsünden oturur hale geldim hızla.
"Yaaa... Öyle sinsi bir kadın ki, arkadaşım dediği insana bunu yapıyor. Miran ne kadar inkar etsede fayda etmedi. Olay büyürse berdel olur deyip kız kardeşi yanmasın diye mecbur bıraktılar."
"Yuh! Dizi gibi..." dedim hayretle.
"Miran'ın ailesinin de işine geldi tabii Narin gibi ağa kızı altın tepside önlerine gelmiş kaçırmadılar fırsatı." Deyip sigarasını küllüğe söndürdü.
O sol ayağını altına almış, ben sağ ayağımı kollarımız koltuğun s ırtına dayalı, başlarımız kollarımızdan destek alırken tam dedikodu moduna geçmiş gibi olduk.
"Canan'a ne oldu yıkılmıştır." dedim hüzünle. "Canan... Miran... Çok yazık oldu ikisine de Hesna... ikisi de yaşayan birer ölü oldu." Başını iki yana salladı histerikçe güldü "Şimdi mağdur da Narin olacak, herkes Canan'ı kötü bilecek."
"Ama Bekir ortada bebek var daha bir haftalık, yazık değil mi?" dedim iç muhasebemi yaparak.
"Ortada bir bebekten önce, aynı odada uyumadığı birinden çocuk sahibi olabilen bir Narin var."
"O ne demek? Nasıl yani?" dedim dumur olmuş bi şekilde.
"Bu akşamlık bu kadar dedikodu yeter karıcım. Daha önemli işlerimiz var seninle." deyince duraksadım. Konudan konuya geçiş hızına adapte olamadan kendimi Bekir'in kollarında buldum.
Aynı odada uyumadığın birinden nasıl bebek yapılır ki?
Aklım ne demek istediğine takılacak gibi olsada dudaklarımı istila eden dudaklar ile dikkatimi oldukça kolay dağıttı.
Evet soruyorum,
Aladağ konağı mı?
Karacahan konağı mı?
Hangisi daha çok ilginizi çekiyor.
Aslında olanlar birbirine bağımlı ilerliyor ve Derya daha Mardin'in dengeleri ile çok oynamış değil... Bu üç güçlü kadının kesişeceği bölümleri yazmak için heyecanlıyım.
⭐⭐⭐ Dokunmayı unutmayın arkadaşlar sizi seviyorum ❤️😍⭐
|
0% |