Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@zamansizim84

Canan'ın küçücük öğrenci evi bugüne kadar çok şeye şahit olmuştu... Aşkın tutkusuna, kahkahanın en neşelisine, sevgi ile kurulan sofralara, uzun sohbet dolu gecelere, hasretin en koyusuna...

 

Şimdi salonun iki köşesinde oturan Canan ve Miran'ın ilk defa bu evde eksik olan birşeyleri vardı... Umut...

 

Adam herşeyi anlatmış, kadın dinlemiş ama aralarında ki sözsüz, sessiz bir duvar giderek yükseliyordu.

 

Miran korktuğunun başına geldiğini düşünse de duymamak için sormaya cesareti yoktu. Bana inanmıyor musun? demeye gücü vardı da cevabı duymaya gücü yoktu.

 

Canan üstüne yıkılmış hayallerinin tozu dumanı altında ikinci defa kalmış, işin kötüsü bir daha o yıkıntıdan çıkacak gücü varmı bu kez hiç bilmiyordu. Tek düşündüğü yanlız kalmak istediğiydi.

 

"Miran..." dediğinde ikisinin de halıdaki bakışları birbirine düştü "Gitsen iyi olur." Diyebildi Canan. Sesi cümlesini zor tamamlamıştı. Sesi titrese göz yaşı da onu takip edecekti, hep öyle olmuştu.

 

Bir adam sevmiş, sevdiği kadar da sevilmiş ama hayatın onları sınaması hiç bitmemişti. Ailesiz yanına merhem olan tek dayanağını, arkadaşı sandığı kadın iftira ile tuzak kurarak elinden almıştı.

 

"Canan bana inanmıyor musun?" diye sordu cevaptan ödü kopuyordu oysa, hiç birşeyden, hiç kimseden korkmayan Miran Ağaydı o. Babasının ilk oğlu diye kendine varis saydığı, koskoca aşiretin önünde el pençe divan durduğu adam.

 

Sessizlik uzayınca emin oldu,

 

"İnanmıyorsun..." Dedi yıkılmışlıkla...

 

Yine sessizlik asıldı kaldı aralarında, içlerinde bir köz yaktı da yaktı içlerini hangisinin yangını daha büyüktü kıyası yoktu.

 

Biri dudaklarının içini ısırdı, diğerinin çenesi kasıldı. Aralarında onları birbirine bağlayan hiç kopmayan bir ip vardı, o ip gerildikçe gerildi. Ama pamuk ipliğinden değildi, ne badireler anlatmıştı.

 

Miran usulca kalkıp evden çıktı, o ip kopmazdı kopmasına ama Canan'ın ağzından çıkacak tek kelime ile neşter gibi kesilebilirdi.

 

Kapanan kapı ile Canan'ın göz yaşları serbest kaldı, eline geçen ne varsa duvarlara fırlatırken gücü çekilip salonun ortasında dizlerinin üzerine düştü. Ellerini yere vura vura ağlarken bu defa sona geldikleri biliyordu. Miran'a kavuşmanın tek yolu Narin'e kuma olmaktı... Gururunu, onurunu ayaklar altına alıp Aladağ konağına girmek ölümden farksızdı.

 

Miran yalan söylemezdi, inanıyordu ama Narin'den de her türlü entikayı bekliyordu. Tenlerinin birbirine değdiğine ihtimal vermek bile etinden et koparırcasına canını yakıyordu.

 

Halının üzerinde cenin pozisyonu alıp kıvrıldı, sabahın ilk ışıklarına kadar düşündü durdu. Gözünde yaş kalmayana kadar...

 

Miran ise ondan farksızdı, hatta belki daha yıkık... Canan'ın evinden onu tek birşey sessizce çıkarabilirdi, ona inanmamış bir Canan. Önünde ki küllükte dağ olmuş izmarit yığınına bakıp yüzünü ekşitti, içmeyeceğim diye söz verdiği kadında sözünün hükmü yoktu artık. Çok da kural ihlali sayılmazdı yani.

 

Canan'ın git diyen sesi ayrı, Miran'ın inanmıyorsun? dediğinde sessiz kalışı ayrı ızdıraptı.

 

İlk karşılaşmaları geldi aklına, daha onsekizinde bir genç kız, yetiştirme yurdundan yaş sınırını doldurduğu için çıkarılmış hayatta kalan tek akrabasına, ihtiyar dedesine teslim edilmiş. Adamın bir ayağı çukurda olunca köyün it kopuğuna yem olmasından korkan köy öğretmeni Miran'a ulaşmıştı. Akıllı kızdı Canan ilk okuldan beri başarıları, girdiği sınavlarda onu öğretmenlerinin gözdesi yapmıştı. Gel gör ki kimsenin elinden de fazla birşey gelmiyordu.

 

Köy öğretmeninin anlattıkları üzerine köye giden, o zamanlar yirmi beşinde genç bir ağa olan Miran kızın dedesine çok dil dökmüş ama ikna edememişti.

 

İhtiyarın aklına yatacak işler değildi, kız kısmının yaban ellerde okuması kapısına gelip gidenlerden birine nikahlayıp başını toprağa rahat koymak derdindeydi.

 

İşin içinden nasıl çıkacağını düşündüğü bir akşam köyden gelen telefon ile fırladı Miran, öğretmenin dediğine göre köyün en belalı gençlerinden biri Canan'ı taciz etmiş bunu duyan dedesi ise o pisliğe kızı nişanlıyordu. Namusu onu kirletenin temizleyeceğine inanmak nasıl bir ironi hiç anlamamıştı Miran.

 

Daha hiç yüzünü görmediği kız için son sürat köye vardığında aklında bir çözüm fikri de yoktu. Bu ihtiyara laf anlatamayacağını biliyordu.

 

Çaldığı kapıyı açan ama yüzünü yerden kaldırmayan kıza,

 

"Canan sen misin?" Diye sordu.

 

Cevabı küçük bir kafa hareketi ile onaylamaktan öte sesi çıkmadı kızın, birde ayağının ucuna düşen göz yaşı vardı Miran'ın fark ettiği ama ses etmediği.

 

"Deden nerede?" Dedi bu kez.

 

"Camiye gitti gelir birazdan, avluda bekleyin Ağam benim yüzümden sizinde başınız yanmasın. Bu saaten sonra benim kurtuluşum olmaz boşuna gelmişsiniz." derken yine ayak ucuna düştü damlalar.

 

Yüzünü görmek için eli kızın çenesine doğru havalandı ama korkuyla geri kaçan kızın, yaşadıklarından sonra erkek denilen canlıdan ödü kopuyordu.

 

Miran kapı ağzında, Canan kaçıp sırtını dayadığı holün duvarında göz göze geldiler. Kızın yüzündeki çizikler, patlamış dudağı, ağlamaktan şişmiş gözleri içini dağladı adamın. Kendi kız kardeşi evinde, okulunda, sefasındayken, ondan az büyük kızın çektiği cefa hak mıydı?

 

"Korkma benden, sana zararım dokunmaz. Dedenle konuşmaya geldim." dedi kadifeden yumuşak bir ses tonuyla.

 

Dokunmazdı belki ama Canan'ın korkusu içine yer etmişti artık, istesede yaklaşamazdı kimseye.

 

O sırada dedesi yanında köyün imamı ile avluya girdi,

 

"Yine mi geldin ağa oğlu?" dedi memnuniyetsizliğini saklamadan.

 

"Bu kızın haline ihtiyar? Böyle mi sahip çıkıyorsun?" diye çıkıştı kendini tutamayarak.

 

Yaşlı adamın bakışları arkasındaki kıza değdi, avluda ki eski sandalyeyi çekip oturdu. Miran'a da oturması için işaret etti.

 

" Ben sahip çıkamam diye devlete emanet ettim, kendini kurtarsın buralarda ziyan olmasın ama bak gör yine korktuğum başıma geldi."

 

"Kızı bu hale kim getirdi, söyle ben hesabını keserim." dedi genç adam.

 

"Kessen ne olacak, ben ölüp gidince olacaklardan farklı değil dün olanlar. Yetişip aldım ellerinden ama ben bugün varım yarın yokum evlat. Bu kızın iyi yada kötü başında eri olmazsa sonu hayır değil." dedi aklının erdiği kadar bulduğu çözüm buydu.

 

"Amcası oğluna haber ettim, sen al götür diye gelmedi gavurdölü, düşmeye gör kimse yönünü dönüp bakmaz bile."

 

Karşısındaki ihtiyarı ilk defa kendisine karşı açık gördü Miran, geçiştirip yollamaktansa dertleşir gibiydi.

 

"Ben alıp götüreyim, amcaoğlu gelip almış say, okusun kurtarsın kendini. Sana Ağa sözü gölgem üstünde olur."

 

Yaşlı adam yanına gelip oturmuş olan imamla göz göze geldi, sonra yine Miran'a döndü,

 

"Sen bu kızın neyisin ki yanına katıp yollayayım, okumaya değil sahip çıkana muhtaçtır sabi. İmam efendi onun için geldi, soranı isteyeni var. Bu halinde kabul eden varken nikahlarını kıyacak. Sonrasını kocası düşünsün." dedi içine sinmese de bildiğinden şaşmayacak tavrıyla.

 

Canan'ın dudaklarından bir hıçkırık koptu, ellerini dudaklarına siper etse de içinden kopan ses Miran'ın kulağını çoktan bulmuştu.

 

"Amcaoğlu gelse yollamayacak mıydın? Varsay ki o geldi götürdü." dedi işin içinden çıkamayarak.

 

"O şerefsiz büyükşehirde evlidir kuma olarak istiyordu Canan'ı, olanları duyunca vazgeçmiş. Var git yoluna ağa oğlu bu kadersizi kendi haline bırak."

 

Sandalyeden bastonuna yüklenerek kalkan ihtiyarın peşinden baktı Miran. Kalkıp gitmeliydi ama yapamıyordu, arkasını bu cehalete dönemiyordu. Bu adam bu kızı nikahsız köyden çıkarmayacak kadar bağnazdı. Okumakmış, kendi ayakları üstünde durmakmış işlemezdi bu kafalara. Erkeğin gölgesi olmadan kadın yaşayamazdı onlara göre. Bir adama kuma gitmesine gönlü razıydı da okumak için gitmesine değildi.

 

"Ben nikahıma alacağım, sen de köy ahalisine amcaoğlu büyükşehire götürdü diyeceksin..." dediğinde kendi de yaptığına şaşkındı.

 

Kızı alıp çıksın şu köyden üç kelimeyle bitecek bir nikah ikisine de

ayakbağı olmazdı. Maksat günü kurtarmak değil miydi?

 

İhtiyar durdu, imam ikisine baktı şaşkın gözlerle. İçerde Canan ise erkeğe muhtaç edilmekten nefret eder halde ağlıyordu.

 

Geçen yarım saatin sonunda imam efendinin karısı ve kızı da şahitlik edince nikah kıyılmış, bu konunun duyulması halinde olacaklar ile ilgili imam efendi ile ihtiyar tedbiren ve detaylıca uyarılmıştı.

 

Elinde küçük bir valiziyle Canan kapıda göründüğünde Miran binmesi için arabanın kapısını açtı.

 

Genç kız çekindiği fazlasıyla belli olarak bindi arabaya, Miran da araca bindiğinde yola çıktılar. Sessiz süren yolculuğun sonunda bir eczanenin önünde durdular, elinde kremler ile gelen adamı göz ucuyla izledi Canan.

 

Araba tekrar hareket etti, bir apartmanın önünde durdular. İki yabancı olarak konuşacak tek sözleri yoktu.

 

Dış kapıyı açan adamın peşinden yürüdü genç kız, ondan korkmamaya çalışıyordu ama çok zordu. Dün üzerine saldıran üç adamın elinden dedesinin gelişiyle kurtulsa da yaşadığı korku çok tazeydi.

 

Asansörün kapısını açan adama iki adım kala durdu. Miran o gözlerdeki korkuyu gördü, peşinden geliyordu ama içinde ne kıyametler kopuyordu kim bilir?

 

Üçüncü katın tuşuna basarak çıktı asansörden,

 

"Sen çık ben arabada birşey unutmuşum." dediğinde rahat nefes alan genç kız üst kata çıkıp beklemeye başladı.

 

Merdivenlerden gelen adamı görünce şaşırdı, korktuğunu anladığı için mi asansöre binmemişti? Göz ucuyla ilk defa yüzüne baktı. Yaşını tahmin etmeye çalıştı, eli yüzü düzgün dahası ağa oğlu bu adam onun için niye uğraşıyordu.

 

Açılan kapı ile içeri giren Miran ışıkların açık olduğunu görünce,

 

"Bekir!" diye seslendi.

 

"Mutfaktayım..." Diye yabancı bir erkek sesi gelince irkildi genç kız bir adım geri kaçtı istemsizce.

 

"Canan..." dedi Miran sakin ve huzur vermeye çalışan bir tonda, "Korkma, ne benden sana zarar gelir. Ne de ben varken bir başkası sana zarar verebilir. İçerde uzunca konuşuruz tamam mı?" diye sordu göz göze gelmeye çalışarak ama başarılı olamadı.

 

Yine başıyla onayladı genç kız, korkma demekle korkulmasaydı keşke.

 

Bekir, mutfaktan çıkıp kapıda ki ikiliyi görünce elindeki ekmek arası ile öylece kaldı,

 

"Miran?" dedi sorgulayarak. "Üstüme kuma mı getirdin? Sana yazıklar olsun." demesiyle Canan kocaman olmuş gözlerle kaldırdı başını.

 

Fakat onun yüzünün halini gören Bekir yaptığı şakaya pişman olmuştu çoktan.

 

"Bekir salonda bekle geliyorum kardeşim." deyip kızı kendi odasına doğru yönlendirdi Miran.

 

İçeri girdiklerin de iki kişilik yatağı gören Canan ayağına beton dökülmüş gibi duraksadı.

 

Yatağı işaret eden genç adam,

 

"Otur Canan yaralarına bakalım." dediğinde kaçacak yeri olmayan genç kız gözlerini kapatıp derince bir nefes aldı.

 

Bu adama güvenmekten başka şansı var mıydı?

 

Yatağın ucuna ilişince, elindeki poşetten kremi çıkarıp açan Miran kızın dudağında ki yaraya incitmekten korkarak sürdü. Yarasından başka yere bakmamaya özen gösterse de kızın çimen yeşili gözlerinde ki korkuyu, yorgunluğu, sığınma ihtiyacını ana dili gibi okudu.

 

"Burası bizim Bekir ile öğrencilik zamanımızdan kalma, kafa dinlediğimiz ders çalıştığımız evimiz. Aklına ne geldiyse onu unut Canan, seni okuyup kendini kurtarman için alıp getirdim. Nikahta dedenin gözünü boyamak için kıyıldı, bundan sonra özgürsün. Kimseden korkup çekinmene gerek yok."

 

Çimen yeşili gözler ilk defa umut ile ışıldadı, içinden sayısız yıldız geçti. En güzel çağında bu yaşadıkları çok ağırdı.

 

"Sağolasın Ağam." dedi genç kız minnetle.

 

Odada ki banyoyu işaret etti,

 

"Kapını kilitle, banyonu yap, uyu dinlen yine konuşuruz. Benden korkma demekle korkuların geçmez farkındayım Canan, zamanla düzelecek herşey. Yarın ilk iş sana dersane ayarlayalım. Lise bitti değil mi? Orda sorun yok?"

 

"Bitti ağam, Allah senden razı olsun." dedi.

 

✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨

 

Aradan geçen iki haftada ne Canan Miran'ı aradı, ne Miran konağa gitti, ne Narin onlardan haber alabildi. Herkes düştüğü kendi kör kuyusunda yuvarlandı durdu.

 

Arkadaşları Canan'ın boş bakışlarından ürksede kimseyle samimiyet kurmadığı için yaklaşıp da derdini soramadılar.

 

Genç kız ruh gibi gidip geldi okuluna yine, evine döndüğünde elindeki laptop çantasını koltuğa bıraktı. Küçük bir kraker paketi açıp zaten açık olmayan iştahını bastırdı. Verdiği kiloları çöken yüzünden anlasa da yiyip içmek gelmiyordu içinden. Sanki Miran giderken Canan'ı Canan yapan herşeyi söküp götürmüştü.

 

Gelmiyordu ki eksik parçalar yerine geri dönsün. İnanmıyorum dememişti ama cevapta vermemişti Canan, gitmesi için başka yol yoktu çünkü. Bırakmazdı Miran, iki Dünya bir araya gelse Canan'ı bırakıp gitmezdi.

 

Çalan zil ile içinde bir ümit yeşerdi, özlem devasaydı ama yolun sonu yoktu işte.

 

Dudaklarını ısırarak gittiği kapıyı yavaşça açtı fakat karşısında bulduğu Narin'den başkası değildi.

 

Canan'ın bitik haline inat giyimi kuşamı yerinde kusursuz makyajı ile ışıl ışıldı Narin.

 

"Gelebilir miyim?" diye sordu yüzüne bakıp kalan kadına.

 

Kapıdan çekilip yol açarak cevap vermemeyi tercih eden kadının halini bu kadar kötü beklemiyordu, inceden sarsılsa da belli etmedi.

 

Salonun koltuklarına oturdukların da,

 

"Sana teşekkür etmeye geldim Canan" Deyince ikisinin bakışları kesişti. "Bebeği duyunca aradan çekilmişsin, Miran'da kabullendi durumu. Seni çok üzdüm biliyorum ama deli gibi aşığım ona."

 

Miran bunca zaman Narin'in yanında mıydı? Şeytanın verdiği vesveselere kulaklarını tıkadı. Hayır Miran bunu yapmazdı.

 

Canan yıkıktı ama aptal değildi, karşıdakinin ağzından aklındaki tüm soruların cevabını çekip almaya karar verdi,

 

"Miran bana anlattı herşeyi Narin, sarhoş olduğu bir gece beraber olmuşsunuz, sonunda istediğini aldın." deyip dudak büktü. "Helal olsun azmine hayranım, beni ne yapıp ettin aranızdan çıkardın." Dedi Miran'ın anlattığına tam tersi ama Narin'in balıklama atlayacağı bir senaryoydu bu.

 

Narinse duyduklarına şaşkındı, demek Miran, Canan'a yalan söylemişti. Kuma getirmeye niyeti yoktu demek! Kendinden soğusun diye gerçeği saklamış olmalıydı. İşime gelen yalanı devam ettirdi, kendi söylediği yalana inanmaya dünden razıydı,

 

"Zafere giden yolda herşey mübahtır Canan, ben kirli savaşırım öğrenmiş olman lazım." dedi sanki gerçekten Miran onunmuş gibi bir kibirle.

 

Dudaklarını birbirine bastırdı Canan, bu kadına baktıkça midesi bulanıyordu ama devam etmeli emin olduğu gerçeği söküp olmalıydı Narin'den.

 

"Tek birşey merak ediyorum Narin" Deyip gömleğinin düğmelerini çözdü sol göğsünün üzerinde, daha adı yazan adamın bile görmediği Miran isminin işlendiği dövmeyi açığa çıkardı. "Biz birbirimizi tenimize kazıdık, Miran'ın benim adımı kazıdığı göğsünde nasıl başını koyupta uyudun, hiç mi gururun yok." Diye sordu.

 

Boğazına koca bir yumru oturdu Narin'in, Miran'ın göğsünde Canan yazan bir dövme mi vardı? Bunu görse canının nasıl yapacağını hesap etti kısa bir an ama çabuk toparladı.

 

"Göğsünde adın yazsa ne, yazmasa ne Canan. Nikahı bende olan bir adamdan bahsediyoruz karnımda çocuğunu taşıyorum. Aramızda geçen gecede pekde umrunda değildin Miran'ın... Sonunda benim ona olan aşkımı gördü. Biz güzel bir aile olacağız sende seyredeceksin." dedi yine küçük dağları ben yarattım diyen tavrıyla.

 

İstediğini alan Canan oyununu bozmadı, kazandığını sanması daha iyidi. Bu kez kazanan Canan olacaktı ve Narin bunu çok geç öğrenecekti.

 

" Gitsen iyi olur Narin" dedi aynı Miran'a dediği gibi.

 

"Adamı nasıl doyuramadıysan üstüme atladı Canan, biraz kadın olmayı bilseydin bu hallere belki düşmezdin." deyip giden kadının ardından oturduğu koltukta kalakaldı.

 

Buna nasıl arkadaş deyip güvenmişti zamanında, kimsesizlik cahillik resmen bir yılana sarılmasına sebep olmuştu.

 

Kapanan kapı ile beraber gözleride kapandı. Gururu, onuru gelip de sarılmıyordu, tesellisi etmiyordu. Gurursuzluğun kitabını yazan kadın gelipte Canan'ı eziyordu.

 

Miran olmasa şimdi belki, yaşlı bir adamın ikinci karısı veya köyün ırz düşmanlarının yatak eğlencesi olacaktı. Ne kadar onurlu bir hayat...

 

Sevdiği adamdan uzak ama gururlu...

 

Telefona sarıldı hasrete daha fazla dayanamayacağını anlayarak, Miran'ın telefonuna ulaşamayınca Bekir abisini aradı son çare,

 

"Canan..." dedi şaşırmamış hatta şimdiye kadar neredeydin diyen bir tonda.

 

"Abi Miran nerede?" Dedi direk derdini söyleyerek.

 

"Aklın başına geldi mi nihayet?" dedi Bekir.

 

"Gelmemişti ama Narin gelip getirdi abi." dedi sabrının sonunda olduğunu anlasın diye.

 

"Sen benim kardeşime inanmamışsın Canan, yerini söyleyemem kusura bakma." dedi Bekir çaktırmadığı bir keyifle.

 

"Abiii, inanmadım demedim, sadece sessiz kaldım. Başka türlü gitmezdi Miran sende biliyorsun." dedi çaresizce.

 

"Eee... Gitsin istiyorduysan şimdi niye arıyorsun, gitmiş işte istediğin gibi." diyen adamın acıdan beslendiğine şüpheliydi Canan.

 

"Abi, haklısın beni süründür ama şimdi değil, ne olur..." Diye yakardı sonunda.

 

"Anladım, aşkın gururunu geçmiş madem yerini söyleyebilirim." deyip Miran'ın kaldığı otelin adını ve oda numarasını söyledi.

 

Canan'ın hazırlanıp Miran'ın yanına uçarcasına gitmesi dakikalarını aldı. Maraş'tan gitmemiş hatta iki sokak ötesindeydi.

 

Odasının kapısına vardığında nabzının atışını bütün bedeninde hissediyordu. Bundan sonra herkes hakettiğini yaşamalıydı öyle umuyordu.

 

Açılan kapı ile görüş alanına giren viran olmuş adama baktı Canan, Miran'ı beş yılda bu kadar bitik görmemişti. İftira attıklarında bile daha dik daha umutluydu.

 

Birbirlerine baktılar sadece biri üzgün, diğeri hem üzgün hem şaşkın... Şaşkınlık silindi yavaşça yerini kırgınlık ve özlem aldı.

 

 

 

 

 

Yeni bölüm de günümüze dönelim mi? Burdan devam mı?

 

Bunlarda az çekmemiş değil mi?

 

Bölüm çabuk gelsin diyenler ⭐⭐⭐ Dokunmayı unutmayın...

 

Bol bol yorum yaparsanız bölüm çabuk gelir.😉

 

Loading...
0%