Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@zamansizim84

Özür dilerim bebeğim, kalbim başka bir adama aitken, seni de beni de Boran'a mahkum edemezdim.


Derya'dan

Okuduğum satırlarla içim yandı, yangın tüm bedenimi sardı. O kağıt parçası ateşin kaynağıymış gibi hızla bıraktım parmaklarımın arasından. Nefesim kesilirken, kalbimin ritminin bozulduğunu hissettim sanki Boran'ın değilde benim sırtıma hançer saplandı.


Sevmek buydu demek ki, onun acısını içimde bu kadar derin hissediyor olmama başka açıklamam yoktu.


Ahhh Boran bir kadını çok sevmiş, sadece sevilmek istemiş, zalimce kandırılmış. Sevdiğine suçlu hissettirilmiş. Evladının katilinin, katilini ararken ömrünün en güzel yılları elinden uçup gitmiş Boran. İlk defa aşkı tattığım, sevdasına aşık olduğum adam. Ben seni içindeki Elifle severken, Elif seni hiç sevmemiş.


Bi insan bunu neden yapar, kendisini koşulsuz seven bir insana karşı nasıl bu kadar zalim olabilir aklım almıyordu.


Odanın içinde ne yaptığımı bilmeden öylece dikilip kalmıştım. Nefesimi biraz olsun düzene soktuğumda illerdeki sehpada duran su şişesi gözüne ilişti. Şişedeki suyu bir nefeste bitirdiğimde içimdeki yangına hiç faydası olmamıştı.


Kendimi biraz toparlayınca ki ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Yerdeki mektupla bakıştık bi süre. Bunu kimsenin öğrenmemesi gerekirdi. Boran bu durumu insanların bilmesini kaldıramazdı. Titreyen ellerimle alıp aynı şekilde katlandım. Eski yerine koyduğumda poşetin ağzını da sıkıca bağlamaya çalıştım. Köşedeki dolabın içine bıraktım. Elimde ki kazağına sarılıp yatağın üzerine kıvrıldım. Burnuma dolan kokusu özlemimi daha da körüklerken günlerin yorgunluğuna dayanamayan bedenim kendini uykuya teslim etti.


Gözlerimi araladığımda hava kararmıştı. Üzerime örtülmüş pikeyi kaldırıp ayaklarımı yataktan sarkıttığım sırada tekli koltukta uyuya kalmış Bayram babamı gördüm. Benim üzerimi de o örtmüştü demekki. Bi kaç ay önce biri bu adama baba deyip, bu kadar seveceğimi söylese kahkahalarla gülerdim.


Bir ağa düşünün kumaya, berdele, kan davasına tüm gücüyle karşı durmuş içindeki sevda ateşini birgün olsun söndürmemiş ama hayatında ki kadına saygıda kusur etmemiş. Evladının derdiyle dertlenmiş yaralarını sarmak için her çareye başvurmuş, onunla ağlayıp onunla gülmüş.


Sen erkeksin deyip beline silah verilip hüküm kesmeyi marifet sanan yeni yetme bi ağa değil. Sevdasına sadık, adaletli, merhametli bir Boran ağa yetiştirmiş.


Yavaş adımlarla çıktım odadan, tekrar yoğun bakımın önüne geldiğimde, içeriye giren hemşire ile göz göze geldik. Bana gülümseyerek içeri girdi, hemen ardından içeriyi görmemi engelleyen perdenin yukarı çıktığını fark ettim. Tamamen açılan perde ile bana göz kırpan hemşire hastalarla ilgilenmeye başladı.


Boran karşımda öylece uyurken, bundan sonrası daha karanlıktı biliyordum. Benim bile kaldıramadığım bu gerçeği seven bi erkek nasıl hazmedebilirdi ki. Bunu insanlar öğrenmesin diye susacak, sustukça içi daha çok yanacaktı.


Yanlışı yapan Elifken aldatılanına acınması ne büyük ironiydi. Bir insanın tek suçu güzel sevmekken, erkeklik gururunun bu kadar ayaklar altına alınması ne acımazsızcaydı.


Şimdi anlıyordum bana her dokunuşundaki tedirginliğini. Her an onu bırakıp gidecekmişim gibi korku ile kavruluşunu. 'Beni bırakma her cezan kabulüm' deyişini. Elif ona hiç bir zaman koşulsuz sevgi vermemişti, mutsuzluklarının sebebini istediği şartlara kavuşamaması olarak gösterip, Boran'ı hep suçlu hissetttirmişti. Bizim ilişkimiz Boran'a Elifle olan evliliğini sorgulatıyordu. Bunu bana açıkça söylemişti fakat bu kadar acımasız bi sebebi kimse tahmin edemezdi.


Ben camdan Boran'ı seyrederken ateşini ölçen hemşire ateş ölçeri bana çevirerek gülümsedi. Gördüğüm değerle bende ona gülümsedim. Sonunda ateşi düşmeye başlamıştı.


Peki uyanınca ne olacaktı. Sırtındaki bu zehirli hançerin yarasını tedavi edebilecek miydim? Asıl soru o bunu isteyecek miydi? O camın önünde saatlerce Boran'ı seyrettim bacaklarım güçsüz düştüğünde adımlarım beni tekrar odaya sürükledi. Refakatçi için olan odadaki yatağa Bayram babamı yatırdım. Bende hasta yatağına uzandığımda uykunun beni bulması için dua ettim. Aklımdaki bu düşüncelerden tek kaçışım uykuydu.


Ertesi sabah kahvaltı getiren görevlinin sesiyle gözlerimi açtım.

Hemen yoğun bakımın önüne gitmek için ayaklandığımda,


"Önce kahvaltını yap bakalım gelin ağa"diyen Bayram babamın sesiyle ona döndüm.


" Bi bakıp gelsem hemen" diyerek şirince gülümsedim,


"Kahvaltını yap birazdan getirecekler Boran'ı ateşi normale dönüyormuş tedaviye burda devam edilecek." dedi yüzündeki tebessümle


"Hani uyutacaklardı daha?" diye merakla atıldım,


"Savaşıyormuş senin ağa" diye bana göz kırptı.


Duyduklarımın verdiği huzur ve Bayram babanın bolca ısrarıyla kahvaltımı bitirdim. İçim içime sığmıyordu hem çok heyecanlıydım, hem de çok tedirgin.


Boran'dan


Beynimin içinde senkronize olarak duyduğum makine sesleri yankılanırken, nerede olduğumdan ve zaman kavramından uzaklaşmış olarak gözlerimi aralamaya çalıştım. Şuan sanki bi boşluğun içindeydim. Geçmiş, gelecek yoktu sadece şu anı algılamaya çalıyordum. Burnuma dolan ilaç kokusu ile hastane de olduğumu tahmin etsemde gözlerim bana itaat edip açılmıyordu. Ne kadar süre makina seslerini dinledim bilmiyorum. Etrafımda hareketlilik hissetsem de tepki verecek gücüm yoktu. Sanki bi yanım gözlerimi açmamam için içimde direniş başlatmıştı.

   

Kulağıma değen cisim bi süre orada kaldıktan sonra çıkan sesle benimle teması kesildi.


"Ateş 37.8 düşmeye devam ediyor" diyen kadın sesiyle hastanede olduğuma emin oldum.


"Serviste takip edebiliriz artık, hemşire hanım ailesine bilgi verin. Normal odaya geçişini yapalım." diyen erkek sesi cümlenin sonuna doğru benden uzaklaştı.


"Hemen haber veriyorum eşi saatlerce şu camın önünde bekledi. Çok sevinecekler." diyen hemşire ile algım biraz daha açıldı.


Derya, hayatıma giren en güzel mucize. Burada beni mi bekliyordu yani. Gerçek oluşumuzun ilk gününde onu habersizce terkedip sınırlar ötesine kaçmama rağmen yine de benden vazgeçmemiş miydi?

Benim gibi aciz, acınası bi adama böyle bi kadın çok fazla.


Olanları hatırladıkça içinden çıktığım ölüm uykusu beni tekrar içine çeksin bataklık gibi yutsun istedim. Gözlerimi açmak için çabalayan yanım direnen yanıma yenildi. Yıllarca Elif'in yasını tutarken hissettiğim acizliğim yine yanı başımdaydı. Bu kez yasını tuttuğum kendi öz evladımken, katilinin sırtımdan sapladığı bıçak nefesimi kesiyordu.


Etrafımda oluşan hareketlilik arttıktan bi süre sonra yatak hareketlendi. Derya'nın yanına gitmek için her zaman çırpınan yüreğimde artık bi kıpırtı yoktu. Yeni bi hayata adım attığımız ilkgün ben geri dönmesi imkansız bi uçuruma yuvarlanmıştım. Benim burdan çıkmaya gücüm de isteğimde yoktu. Bu uçurum beni yutarken Derya'yı peşimden sürükleyemem ki.


Hareketlilik devam ederken hemşirenin sesiyle odaya geldiğimizi anladım.


"Evettt Boran beyi getirdik. Derya hanım gözünüz aydın."


"Teşekkür ederim Ülkü hanım. Ne zaman uyanır, ateşi düştüğüne göre artık uyutmayacaksınız değil mi?"


Derya'nın ipek gibi sesi kulaklarıma doldu. Endişesine karışan mutluluğu sesinde kendini ele veriyordu.


"İlaçların etkisi azalıyor Derya hanım, yakında uyanır merak etmeyin."


"inşallah" deyip elimi tuttu. Sakallarıma uzanan parmakları her zaman ki gibi gamzelerimin üzerinde dolaştı. Sakallarım çok uzun olduğunu onu hissedemediğimde anladım. Kimbilir ne kadar kötü görünüyorum. Kendimi öldürmeye çalışsam da başaramadım. Nasıl buldular ki beni. Bazı şeyler hafızamda çok silinmiş gibi.


Eli alnıma giderken, 


"Ateşi düşmüş ama niye uyanmadı ki?" dediğinde odada bi başkasının da olduğunu anladım.


"Uyanır kızım, harap ettin kendini doktor 'vücudu savaşıyor yoksa bu kadar çabuk toparlayamazdı' dedi ya"


Gelen sesle babamın da burda olduğunu anladım. Benim vücudum mu savaşıyor? Bedenim bile bana hainlik ediyor. Tek istediğim şu yalan dünyadan bi an önce göçüp gitmek, daha fazla kirlenmeden, kandırılmadan, insanlar bana acıyarak bakmaya başlamadan göçüp gitmek.


"Deryam ben konağa gideyim. Odaya çıktığını duyarlarsa hepsi buraya yığılır, uyandığında haber ver sırayla gelelim."


"Tamam babacım."


"Bir şeye ihtiyacın olursa kapıda adamlar var."


Adım seslerinden babamın çıktığını anladım. Eskiden olsa Derya'nın mavi sularında boğulmak için can atardı benim gözlerim, peki ya şimdi üzerimde ki ölü toprağı ile o masmavi suları bulandırmaya kıyabilir miyim?


Kapanan kapının ardından elimi ellerinin içine aldı, odada ki sessizlik uzayıp giderken,


"Boran" deyip duraksadı, güç toplamaya çalışır gibi derin bi nefes aldığında, "Seni çok merak ettim ama hiç bir şey sormayacağım sana, sen anlatmak istersen dinlerim, beraber saralım yaralarımı dersen sararız. Hiç konuşmadan önümüze bakalım dersen ona da varım, yeter ki beni sensizlikle sınama." dediğinde titreyen sesinden ağladığını anladım.


Derya kolay ağlamazdı ki, 


İçimde çok derinlerde bi yerde Derya'nın eseri olan Boran atak yapmaya çalışsa da eski Boran onun önünü çabuk kesti. Benim Derya'ya acıdan başka vereceğim bişey yoktu ki artık. Bu yıkıntıdan çıkmanın imkansız olduğunu bilen aklım kalbimin önüne geçti.


Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Ara ara Derya'nın çalan telefonu sessizliği bozsada akıp giden zamandan ne beklediğimi bilemeyecek kadar güçsüzdüm. Nasıl davranmam gerektiğini bilemiyor olmak benim için büyük çıkmazdı.


Yavaşça araladığım gözlerimi etrafta gezdirdim, pencerenin kenarına omuzunu dayamış kollarını kendine sarmış dışarıyı izleyen bir çift mavi göz oldukça bulutlu görünüyordu. Bakışlarının sabitliğinden bir noktaya odaklanıp düşüncelere daldığı belliydi. Yüzünü gördüğüm an kafandaki herşeyin silinmesi, saatlerdir kendimle verdiğim savaşın bir anda durulması normal miydi?


Onunla yaşadığım hiç bir an normal değildi ki, olaylara bakışı, cesareti, aklı ve eşsiz güzelliği ile açamadığım bütün kapıları açacak, aşamadığım bütün sınırlarımı aşacak kadar güçlüydüm. Peki ya şimdi...


"Boran..." dediğinde sevinç ile titreyen sesine gözlerindeki pırıltılar eşlik ediyordu. Bende bir an ona gülümsemek istesemde sanki yüz kaslarım bana ait değildi. Açamadığım gözlerimi açmıştım ama duygularımı gömmeye çalıştığım yer fazla derindi. İfadesiz bakışlarım onu duraksatsa da bi kaç adımda yanıma ulaştı.


"Nasıl hissediyorsun?" Derken elini alnıma koyup sanırım ateşimi kontrol etmeye çalışıyordu. Gözlerimi sevgi dolu bakışlarından kaçırdım, ona karşılık verememek canımı yakıyordu.


İçimdeki savaşı duymuş gibi,


"Hiç bişey söylemek zorunda değilsin. Şuan sadece iyi olduğunu görmeye ihtiyacım var. Sana sorular sormayacağım, açıklama beklemiyorum, nasıl hissediyorsan öyle davran" deyip elimi tuttu.


Bakışlarım tekrar onu bulduğunda


"Yanım da ol, yanında olmama izin ver yeter."


Mavi soğuğun rengidir ya, erkek bebeklere bile küçücükken soğuk olmayı sert olmayı mavi giydirerek empoze ederler hani. Ben neden Derya'nın mavi gözlerine baktıkça ateşe düşüyorum. Nasıl derim burdan sonra beni toparlayazsın, yaralarımı saramazsın.


Diyemedim, ne kal diye bildim, ne de git diyebildim. Ben gözlerimi kaçırdım. O da karar verdiği gibi sessizliğime sorgulamadan ortak oldu.


Geçen iki günü sessizliğimizi bölüşerek bitirdik. Ben o uyurken onu izledim. O gözlerini benden hiç çekmedi. Yalnızlık paylaşılabilir mi? Derya onu da başardı. Ateşim tamamen normale döndüğünde ciğerlerim de hastalığın etkisinden kurtulmaya başlamıştı. Ara ara yoklayan öksürük krizleri ile telaşa kapılması ve zorla yedirdiği yemekler hastanede ki günlerimiz de kurduğumuz tek iletişimdi.


3. günün sabahı gelen doktor eve çıkabileceğimizi söylediğinde sevinmedim. Konakta kimse Derya kadar anlayışlı olmayacaktı yine acınarak bakılan kişi olmak filmi başa sarmak gibiydi. Hatta şimdi Derya'ya da acıyacaklardı bana kendini mahkum ettiği için.


Ben kendi düşüncelerimin içinde boğulurken, o ne zaman hazırlattığını bile anlamadığım bi valizle yanıma geldi. Önce yatağı dikleştirdi sonra elini bana uzattı. Elini tutup onu takip ettiğimde odada ki banyoya kadar sessizce ilerledik. Elindeki traş makinesi ile sakallarımı kısaltırken göz göze gelmemeye özen gösteriyordu. Kendimi yürümeye yeni başlayan bi bebek gibi hissediyordum. Derya beni tutmuyordu, fakat düşersem tutacağı bi mesafeden takip ediyordu. Yalnızdım ama yapa yalnız değil. Özenle yaptığı işi bitirdiğinde aynada kesişti bakışlarımız. Sadece baktık birbirimize, günler sonra ilk defa aynanın aksinde gözlerini gördüğüm kadın bir bakışı ile derdimi anlayıp, güven verircesine mavilerini yavaşça açıp kapattı. Sonra valize yönelip konuşmaya başladı.


"Konakta da rahat olman için elimden geleni yapacağım merak etme, ama önce bi duş alıp güç topla. İnan bana sana iyi gelecek." deyip elindeki banyo havlusu ve diğer malzemeleri bırakıp çıktı.


Banyodaki küçük duşa kabinde suyu açıp ısınmasını beklemeden altına girdim, hedefim başından ayağıma inen suyun düşüncelerimi de arındırmasıydı. Hedefine ulaşamasam da bedenim gerçekten rahatlamıştı.


Derya'nın benim için hazırladığı siyah eşofman takımının içine onun gözleri gibi mavi bi tişörtüde giyince aynadaki Boran daha tanıdık geldi. İçimdeki enkaza inat dıştan kale gibi görünmem kendime komik gelirken, bu duruşumu fazla sürdüremeyen omuzlarım düştü. Ellerim aynanın önündeki mermerden güç alırken, aksime yakından baktım. İhanet insanın canını çok başka yakmıyormuş, bugüne kadar ki yaşadığım herşeyden farklı bi sızı var içimde, en zoru da hesaplaşamamak.


💠💠💠💠


Derya'dan


Boran'ı yoğun bakımdan çıkardıkları günden beri geçen üç gün boyunca göz göze bile gelmeden aynı odanın içinde kovalamaca oynadık. Yaşadıkları zordu biliyordum, tek isteğim yanın da olabilmekti. Onun tek istediği de yanlız kalmak, fakat bana git demedi. Hiç birşey söylemedi, hiç konuşmadı, hiç sesini duymadım. Yanında olayımda razıydım, ben yokmuşum gibi davransa da onun yokluğuna dayanmak çok daha zordu.


Bugün ayna da ilk defa gözlerimiz kesişti, konağa gitmek istemediğini biliyordum. Kimse benim gibi yalnızlığına saygı duymayacak, neden gittiği ve o defterde neler yazdığı sorgulanacaktı. Acıyan gözler ikimizi de yıpratacaktı. Bütün bunlara rağmen yanında dimdik duracağımı bilsin istiyordum. Bu yangından çıkamasa da ben onun için elimden geleni fazlasıyla yapacaktım.


Banyodan çıkan Boran benim sevdiğim adamdı. Uzun boyu, geniş omuzları, kendi ellerimle kısalttığım kirli sakalları, üzerinde ki spor kıyafetleri ile yine fazla yakışıklıydı. O kadar özlemiştim ki ayaklarım benden izinsiz yanına yaklaştı, kollarımı beline sarıp başımı göğsüne yasladım. Kokusuna ihtiyacım vardı, beni sarıp sarmalasın istiyordum, yapmayacağını bile bile. Başımı göğsünden çekmeden fısıldadım.


"Çok özledim..."


Özlemiştim bana sarılmasını, dokunmasını, her öpücüğüyle alev aldırdığı bedenim onun dokunuşlarını çok özlemişti. Cevap gelmeyince derin bi nefes daha alıp ayrıldım. Benim kalbim onun hasretiyle çarparken onun bu yakınlıktan hiç etkilenmediği değişmeyen kalp ritminden belliydi.


Hastaneden ayrıldık, kimseye çıkacağımızı söylemediğim için hergün kapıda bekleyen Murat bizi konağa götürüyordu. Arabadaki sessizlik büyüyüp giderken, dikiz aynasından Muratla göz göze geldik. Bu halimiz onunda canını yakıyordu, gözlerimi kısa süreli kapatıp açarak acılı bi gülümseme sundum. Boran camdan dış dünyaya dalmış, bedeni burda olsa da belli ki aklı çok başka yerlerde geziyordu.


Konağa vardığımızda ortalıkta kimsenin olmamasını şaşırtıcı bulsam da sorgulamadım. Merdivenleri aşıp odamıza ulaştığımız da kendimi daha huzurlu hissediyordum. Boran soğuğa rağmen terasa çıktığında bende banyoya geçip sıcak bi duş aldım, ince bi kazak ve mavi kot pantolon giydiğimde saçlarımı at kuyruğu topladım. Duştan çıktığımda televizyon açıktı. Uzunca bir dizi serisinin ilk bölümünü izlemeye başlayan Boran kendine yeni bi kaçış yolu bulmuştu. Tıklanan kapıya yöneldiğimde Ayşe ve Rojda ellerinde yemek tepsileri ile bana bakıyordu. Akşam olduğunu da aç olduğumu da onları görünce anladım.


"Hanımım siz inmeyince tepsi yolladı Dilber hanım." dedi Ayşe.


"Bana da mı?" dedim sanki ikinci tepsiyi görmemiş gibi, beni düşünmesine şaşırıyordum doğrusu Boran kayıpken de yemek yolluyordu hatta yemem için başımda beklemelerini bile söylemişti ama ben o zaman bu ilgisini geçici sanmış üzerine düşünmemiştim.


"Evet hanımım hatta sevdiğin yemekleri yaptırdı." dediğinde kaşlarım havalandı.


Boran burda yese de, ben sofraya insem iyi olacaktı. Bu yüzleşme illaki gerçekleşecekti. Tepsinin birini alıp,


"Ben sofraya geliyorum, öyle söylersiniz." deyip kızları yolladım. Boran'ın yemeğini önündeki büyük sehpaya bıraktığımda,


"Boran, ben yemeğe iniyorum." dediğimde sorgulayan bakışları yüzümde gezindi. " Kimseden kaçacak değilim, bilirsin kaçak dövüşmeyi sevmem."dedim.


Tepkisiz kalarak televizyona döndü.

Böyle mi yaşayacağız artık benimle tek kelime konuşmayacak mı? Kendi kendime konuşmaya devam edersem benim de sonum pek iyi değil. Şuanda da düşüncemde kendi kendime konuşuyorum ya neyse.


Aşağı inip salona girdiğimde sofra kurulmuş herkes yerini almıştı. Zeynep babanne beni görür görmez,


"Deryam hoş geldin kızım, gel şöyle yanıma otur" diyerek yanındaki sandalyeyi işaret etti. Masadaki yerimize gözüm kaydığında Boran'ın yerinde Havva hala, benim yerimde Şilan oturuyordu. Allahtan Yusuf ile Zeynep dün dönmüşlerdi de olası bi tatsızlığa karşı içim daha rahattı. Babannemin yanındaki sandalyeyi çekip oturduğumda Devran'ın da masada olmadığını fark ettim.


"İyi akşamlar, geciktim kusura bakmayın" dediğim de herkesin gözünün üzerimde olmasından rahatsız olmuştum.


Bayram babanın eve dönmemizden duyduğu huzur sesine yansıtarak,


"Hoş geldin kızım, herkese afiyet olsun" dediğinde yemeğime odaklandım. Sessiz geçen yemeğin sonlarına doğru,


"Deryam, Boran nasıl kızım? Sen geleli onun neşesi gülen yüzü olmuştun. Tekrar aynı hale gelirse diye çok korkuyorum." diyen Zeynep babannenin sorusuyla tüm bakışların odağı yine bendim.


"Boran iyi değil babanne, ama iyi olması için elinden geleni yapacağıma emin olabilirsin." dedim.


"Eeee hanım ağa oldun sefasını süremedin Deryacım, tabii ki iyi olsun diye uğraşırsın. O iyi olmazsa sen bu konakta ancak bir süs vazosu olursun. Arkanda Boran yokken de esip gürleyecek değilsin ya." diyen Şilan'ın keyfi fazlaca yerindeydi. Havva hala da sessiz ve gizlemeye gerek duymadığı bir keyifle kızını dinlerken bu fırsatı bekledikleri ve kullanmaktan çekinmeyecekleri aşikardı.


İşin kötüsü haklıydılar, Boran arkamda durmazsa bu Konak beni bataklık gibi yutardı. Bayram babam kaşığını bıraktı, küçük bir öksürükle masada ki varlığını Şilan'a hatırlatıp konuşacağı sırada hiç beklenmedik bi ses duyuldu,


"Derya bu evin hanımıdır, ona yaptığın saygısızlığı kendime yapılmış sayarım, lafını bilip konuş!!!" Diyen Dilber hanımla yanlız ben değil masada ki herkes şok içindeydi. Özellikle de Şilan,


"Ama hala... " dediğinde sinirden titreyen sesi kendini ele veriyordu.


Sözünü tamamlamadan Dilber hanım elini havaya kaldırarak onu susturdu. Sinirlendiği konuşmasına karışan şivesinde kendini ele veriyordu.


"Ne söylediğinin farkındasın Şilan, sen Boran'ın haline mi seviniyorsun?" dediğinde adeta gözlerinden ateş çıkıyordu.


" İyi olsun diye çabalayan karısına laf konuşmak senin ne haddinedir?"


Loading...
0%