Yeni Üyelik
54.
Bölüm

54. Bölüm

@zamansizim84

Devran'dan


" Oooo Devran ağa, Hanoğlullarının yeni gözdeleri de ya avukat, ya savcı."


Ela anlamaz gözlerle bana bakarken, ellerim yumruk oldu. Nasıl sakin kalacağıma dair hiç bir fikrim yoktu. Bu adam hayatımızı cehenneme çevirmek için elinden geleni ardına koymazdı. Ağa olmak için kan davası başlamaktan da geri duracağını sanmıyorum. Yanımda ki kadını rahatsız etmeden buradan uzaklaşmalıydım.


Doğan ağanın, beni her zaman irite eden sesi tekrar kulaklarıma doldu.


" Savcı hanım, cinayete azmettirmekten yargılandığını biliyor mu?" dediğin de gözlerim yavaşça kapandı. Dişlerimi sıkmaktan yüz kaslarımın seyridiğine eminim. Beni bu halde görmesini asla istemezdim, ama bela her zaman ki gibi geliyorum demiyordu.


Gözlerimi açtığım da Ela'nın gözlerinde hayal kırıklığı yada beni sorgulayıcı bir bakış bulmaktan korksam da yavaşça araladım gözlerimi. Bakışları ben de değil, arkanda ki ağa bozuntusundaydı.


Tanımaya çalışır gibi kıstığı gözleri ile birden bana döndü,


"Bu, Zelal ve Şilan'ı göz altına aldığımız gün aşirete liderlik eden adam değil mi?" dediğin de bana korktuğum gibi bakmıyordu. Ondan aldığım cesaretle cevap verdim.


"Ta kendisi..." deyip arkamı dönüp Doğan ağa ile göz göze geldim. Sakin kalmaya çalışarak,


"Ben kimseyi azmettirmedim Doğan ağa bunu en iyi sen biliyorsun." derken kontrolü kaybetmemek için üstün bir çaba sarf ediyordum.


Gözleri Ela ile aramda gidip gelirken esas derdini söyledi sonun da,


"O zaman oğlumun ölümüne sebep olan adamla neden irtibat halinde olduğunu açıklarsın duruşmada, biz de bu defteri kapatırız." dedi pişkin pişkin sırıtarak.


Sinirime oynuyordu ve çok da başarılı olmuştu,


"Lan ben senin derdini bilmiyor muyum? Şerefsiz..." diyerek üstüne yürüyordum ki.


"Devran..." deyip koluma dolanan zarif parmaklar ile kalakaldım. Sıcak parmak uçları tenime değdiği an bedenim de karşılık buldu. Ela'ya karşı hislerim sandığımdan daha derindi. Ve ben şu an sadece ellini tutup burdan uzaklaşmak istiyordum ama şartlar el vermiyordu, doğrusu resmiyeti kaldıracak tam yerini bulmuştu.


Aklımda ki düşünceleri geri itip bakışlarımı tuttuğu kolumdan gözlerine çevirdiğim de, yeşile çalan elalarında korku yoktu. Daha çok sen ona uyma, derdi zaten kavga çıkarmak ona istediğini verme diyordu bakışları.


"Ela..." dedim sesim güçlü çıkmasına gayret ederek. Yanında yeni etmeler gibi heyecanlanmam hiç normal değildi. "Sen Murat'ın yanına arabaya geçer misin? Hemen geliyorum." dediğimde tek kaşını kaldırdı. Yavaşça kapattım gözlerimi, ona güven vermek amacıyla, beni onaylayarak arabaya doğru yürüdü, gözlerimizle anlaşmak için çok erken değil miydi? Yada bazı ruhlar birbirini çok önceden tanırlar diyenler haklı mıydı?


Arabaya gidişini izledim bir süre, bizi duyamayacağına emin olduğum da Doğan ağaya döndüm,


"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum ve asla amacına ulaşmana izin vermeyeceğim. Gerekiyorsa hapsede girerim ama onu küçük düşürmene müsade etmem." deyip aramızdaki mesafeyi sıfırladım "Oğlun pisliğin tekiydi ve hak ettiği gibi öldü." dediğim de sinirden beliren damarları ve kızaran yüzüyle onu arkam da bırakıp arabaya yürüdüm.


Adımlarım güçlüydü, bastığım yerden ses geliyordu. Etrafımızda ki meraklı gözlerin benden çekinerek dağıldığı gördüm. Öyle olurdu zaten; izler, yalan~yanlış yorum yapar, istediklerini bulamayınca dağılırlardı.


Doğan ağa, onların gözünde bi kere daha bana diş geçirememişti. Haneme bir puan daha yazmışlardı. Devran ağa olarak şanıma yakışır davranmış kendimi ezdirmemiştim.


Dışardan görünen buydu, ya benim için durum nasıldı? Uzun zaman sonra ilk defa huzurlu bir heyecanla geçirdiğim dakikalar, anın da bana zehir edilmişti. Burada güçlü olmak zorundaydım içimde kopan fırtınalar, ailemin dışında kimsenin, hiç bir zaman umurunda olmadı. Hatta Selma'nın bile... Meğer yanında olmamı bile sadece yanlız kalmamak için istiyormuş. İstekleri çoğalınca sadece Devran olmam ona yetmedi, o da Devran ağanın peşine düştü.


Arabaya bindiğim de ikimiz de sessiz kaldık, duyduklarından sonra ne düşündüğünü bilmiyordum. Çarşı da kavga çıkmasın diye alttan aldı belki de, adının böyle bir olayla anılmasını istemeyeceği aşikardı.


Benim suskunluğum ile Murat mecburen inisiyatif aldı,


"Savcı hanım, sizi evinize bırakmamızı ister misiniz?" dediğin de yemek planı iptal olsun istemiyordum ama emrivaki de yapamazdım. Duyduklarını sindirmek için zamana ihtiyacı vardı.


Bakışlarını kısa süre üzerimde hissetsem de başımı çevirdiğim de odağı Murat'a dönmüştü bile,


" Çok sevinirim Murat Bey." dedi düz bir tonda. Çok uzun olmayan bir yolculuktan sonra evinin olduğu binanın önünde park ettik. Murat arabadan indiğim de ikimizin kapısını da açmadı. Konuşmamız için fırsat veriyordu bize.


"Devran Be..." dediğin de elimi kaldırarak susturdum onu,


"Duyduğun herşeyin açıklaması var Ela. Dinlemek istersen Devran olarak anlatırım." dedim gözlerinin içine bakarak. Sonra çektim bakışlarımı "Dinlemek istemiyorum, duyduklarım bana yeter dersen, Savcı hanım olarak bu arabadan inersin. Ve söz veriyorum bir daha benim yüzümden böyle bir olaya muhatap olmaman için, olabildiğince uzak dururum senden." dedim kısığa yakın ama kararlı bir tonda.


Dilimin söyledikleri, kalbimi depara kaldırdı. Ya dinlemek istemiyorum derse... Uzak durabilecek miyim?


Durmalıyım onun hayatı ve tercihleri önceliğim olmak zorunda.


Mantığım olması gerekeni biliyor da, kalbimin sesi durultmaya çalıştığım suyu bulandırıyordu.


Arabanın içinde gezdirdiğim gözlerimi içimdeki korkuyu belli etmemeye çalışarak Ela'ya çevirdim.


Söylediklerimden sonra aklı karışmıştı belli ki, ne diyeceğini bilemez bir şekilde bi kaç kez dudaklarını aralayıp kapattı. Derin bir nefesi içine çekip dudaklarını birbirine bastırdı. Tuttuğu nefesi yavaşça serbest bırakıp onu izleyen gözlerimi, güzel gözleriyle buluşturdu.


"Yemekte anlatmaya ne dersin?"


Samimi gülümsemesi ve sıcacık sesiyle kurduğu cümle, korkularımı alıp götürdü. Bu bizim için önemli bir aşamaydı. İkimizin de herşeyden önce güvenmeye ihtiyacımız vardı. Onun hikayesini hiç bilmesem de yarasının derin olduğunu hiç açmamasından anlamıştım.


"Çok memnun olurum." deyip evinin karşısında olan lokantayı işaret ettim. "Burasını seviyor musun? Yoksa başka bir yere gidelim mi?"


"Saatlerdir dışardayım ve senin hanım ağan beni alışverişte çok yordu. Artık evime gitmek istiyorum." dediğin de kaşlarım havalandı.


O da yaptığı teklife şaşırmıştı ama içinden geldiği gibi konuşmaya devam etti. Sanki cesaretini kaybetse devamını getirmeyecek gibi,


"Salatayı yapmayı kabul edersen yarım saat sonra yemeğe oturmuş oluruz." deyip cevabımı bekledi. Heyecanını ele veren sesi, beni de içine çekerken,


"Güzel fikir, salata ben de." deyip en az onun kadar içten bir tebessüm oturttum yüzüme.


Arabadan ki paketleri de alıp, bizi keyifle izleyen Murat'ı eve yolladım. Merdivenlere yöneldik, zaten ikinci kat olduğu için kısa süre sonra evinin kapısındaydık.


Çantasından ucunda balerin fiğürü bulunan bir anahtarlık çıkarıp kapıyı açtı. Ayakkabılarını çıkarıp içeri adımlarken,


"Oh be dünya varmış, insanın evi gibisi yok." diyerek evine olan sevgisini dile döktü. O ayakkabılardan kurtulmak bence de şükür sebebiydi.


"Öyle tabii, bende her akşam insanın konağı gibisi yok derim Boran'a." dediğim de güldü.


"Çok büyük evler bana samimiyetsiz gelir ama konakların sıcak bir havası var. Yaşanmışlıklar belki böyle hissettiriyor." diyerek kendi sözünü analiz etti.


Benim için portmantodan bir terlik çıkarıp yere bıraktı. Salonu işaret ederek,


"Yemek yapmaya uygun bişeyler giyip geliyorum, rahatına bak lütfen."


O koridoru takip ederek benden uzaklaşırken salona geçtim.


Spor ve ferah mobilyaların olduğu salonla mutfak beraberdi. Köşe koltuk ve tek bir berjerle oluşturduğu yaşam alanı gerçekten huzurlu ve karmaşadan uzaktı. Koltuğun karşısında televizyon ortada büyükçe bir sehpa vardı. Yemek masası salon ile mutfağı ayıran bir konumdaydı.


Salondan çıkılan cam balkon ise çiçeklerle doluydu. Köşede tavandan sarkıtılmış örgü salıncak kitap olmak için şahane bir ortam sunuyordu.


Ben gezinirken arkamdan ki adım sesleri ile geldiğini fark ettim.


"Balkonum mu beğendin mi?" diyerek gelip çiçeklerinde parmaklarını dolaştırdı. Yüzünde öyle bir huzur vardı ki, saatlerce seyredilesi. Siyah bir tayt üzerine, kalçalarına kapatacak kadar uzun sıfır kollu beyaz bir tişört giymiş, saçlarını tepesinde toplamıştı


"Gerçekten çok güzel ve açıkça söyleyeyim böyle bir ev beklemiyordum." diye itiraf ettim.


Sorgulayıcı bakışları beni buldu,


"Etrafta dava dosyaları olan bir salon beklemiştim açıkçası."


"Mecbur kalmadıkça eve iş getirmem. Evi insanın huzur alanı olmalı. Burda arınamazsam, işin henganesinden uzaklaşamazsam bu meslek beni erken yaşta öldürür." dedi komik birşey söylemiş gibi gülümseyerek.


"Allah korusun." dedim çabucak. Bana gülerken,


"Mutfağa buyurun Devran ağa, bakalım salata sınavını geçebilecek misiniz?" dediğinde bende takıldım peşine.


Salata malzemelerini hazır edip, önüme salata tahtasını ve bıçağı bıraktı. Ben işime odaklanınca buzluktan bir kap çıkarıp kısık ateşe bıraktığı tavaya buzlu köfteleri sıraladı. Peşinden pirinç yıkayıp pilavı kavurmaya başladı. O sıra da gözü bana takılmış olacak ki,


"Hiç beklemediğim bir performans, eline yakıştı." dedi gülerek.


"Yani içimiz de bir masterchef saklamasak da, o kadar beceriksiz değiliz Ela hanım." dedim dikkatimi elimde ki bıçağa vererek, durduk yere karizmayı çizmeye gerek yoktu.


Pilava suyunu ekleyip kapağını kapattı. Patates soyup tezgahtaki bir makinanın haznesine yerleştirdi. Orada ki olayı hiç anlamadım ama pratik bir şeye benziyordu.


Köfteleri bir tur çevirip masaya iki kişilik servis açtığı sırada ben de salatayı bitirmiştim.


Hazırladıklarını masaya alırken ne ara ısıttığını anlamadığım çorbayı da iki kaseye bölüştürüp servis etti.


İşin açığı bu kadar kısa süre için mükellef sayılabilecek bir sofraydı. Dışardan söylesek daha bekliyor olurduk.


Çorbaları içerken ikimizde sessizdik yine, nerden başlayacağımı kestiremiyordum. Fakat gel gör ki bu güne kadar sır gibi sakladığım konuyu ona anlatacak olmaktan rahatsız değildim.


Biten çorba kasesini önümden aldığında daldığım düşünceden sıyrıldım.


"Ne içmek istersin?" diyerek dolabın kapağını açtığında,


"Kola olabilir?" dedim


İkimiz için masada ki bardaklara kola doldurup karşımda ki yerine oturdu.


Yemeğin ortalarına doğru,


"Devran istersen başka zamanda konuşabiliriz, belli ki seni geren bir konu kendini zorlamanı istemiyorum." dedi tüm içtenliği ile.


"İşin aslı bugüne kadar kimseye anlatmadığım şeyler anlatacak olduğum için gerginim. Fakat bu gerginliğim sana anlatıyor olmaktan yana değil. Sadece ben geride bırakmaya çalıştıkça önüme gelmesinden çok sıkıldım." dedim içimi dökerek.


Sonra birden aklıma gelenle ona döndüm,


" Savcı hanım, aklıma takıldı da neden hep ben anlatıyorum? Yanlış anlama olmasın, seninle dertleşmekten, hatta akıl yürütmelerini dinlemekten çok memnunum ama ben de iyi bir dinleyiciyimdir." dedim meraklı gözlerimi elalarına dikerek,


"Tanışmamızdan bu yana sizin sorunlarınız üzerine konuştuk çünkü ben sorunlarımı geri de bıraktım, yenileri çıkmasın diye insanlarla ilişkilerimi maslahat güzar seviyesine çektim." dediğinde aslında ördüğü duvarları itiraf ediyordu. Ben sessiz kalınca o devam etti.


" Anlamadığım bir şekilde senin sorunlarına kayıtsız kalamıyorum. Bunun nedenini ben de bilmiyorum Devran, seni karşı lokanta da yanlız başına içki içerken gördüğüm de neden ayaklarım beni oraya getirdi bilmiyorum." dedi gözlerimin içine bakarak.


"Geri de bıraktıklarını tekrar yaşamamak için ördüğün duvarlar, kötüye engel olduğu kadar, iyiye de engel biliyorsun değil mi?" dediğim de gözlerini kaçırdı.


"Devran, gücüm yok. Yeniden yanılma ihtimalime, tekrar yetersiz hissetmeye... Kendimi güvenli bölgede tutmaya çalışıyorum sadece, bu benim savunma mekanizmam." dedi yorgunca.


"Ne yaşadın Ela? Kim üzdü seni bu kadar?" deyip gözlerine baktım tüm samimiyetimle.


Arkasına yaslanıp gözlerini odanın içinde dolaştırdı.


"Babam avukat, yıllarını mesleğe vermiş bir insan. Ortağı Vedat amca ile çok büyük bir avukatlık büroları var. Yanlarında onlarca avukat çalışıyor. Bunlara abim ve Vedat amcanın oğlu Çetin'de dahil." deyip duraksadı.


Önündeki içeceği olmasına rağmen masadan kalkıp bir bardağa su doldurdu. Büyükçe bir yudum içip masada ki yerine tekrar geçti. Derin nefes alıp devam etti.


" Buralarda erkek çocuğuna daha çok önem veriyorlar ya, hani batı da böyle olmamasını bekliyor insan yada en azından okumuş insanların bu yanlışı yapmamasını umuyor." dediğin de burukça gülümsedim. Bunun doğuyla, batıyla alakası yoktu aslında bu topraklarda da kızını gözünden esirgeyen babalar çoktu. Merhamet en çok baba yüreğine yakışırdı.


" Babam hep abimi kendine veliaht olarak büyüttü. Adalet insanı olan adam, anneme ve bana ikinci sınıf insan muamelesi yaptı yıllarca."


Annesini anınca yüzünde buruk bir gülümseme yer edindi.


"Annem çok naif bir kadındır, bunu güçsüz anlamında söylemiyorum. Babama olan sevgisini, ondan korumak için çok çabaladı, kimi zaman yaptıklarını görmezden geldi, kimi zaman tartıştı. Babamın karakterinin zamanla erozyona uğradığını söyler." deyip burukça gülümsedi.


" Ben üniversiteyi kazanıp evden ayrıldığım yıl annem babamı tek celsede boşadı. Babam anneme çok aşıktır ama gururundan ona dur demedi biliyor musun? "


Bu kez ben buruk bir tebessüm sundum ona. Kendinde güç bulmuş olacak ki devam etti. Konuştukça gözlerindeki tedirginliğin azaldığını görüyordum.


" Dur demedi ama ondan sonra daha çok hırslandı. Hele de annem iki yıl sonra tekrar evlenince... "


Devam etmedi yine suyundan bir yudum içti. Ellerinin titrediğini fark ettim belli ki daha zor olan yere gelmiştik.


"Okulum bitmeden bir emrivaki ile ortağının oğlu olan Çetin ile nişanladı beni."


Duraksadığında zorlandığını görüyordum.


"Ela devam etmek zorunda değilsin." dedim masanın üzerindeki eline uzandığım da, parmakları buz gibiydi. Hatta bedeninden de bir ürperti geçti. Hiç alışık olmadığım kadar narin ve savunmasız görünüyordu.


"Devam etmek istiyorum Devran." dediğin de elimi yavaşça çektim elinden. Başımı hafifçe eğerek dinlediğimi belli ettim.


"Çetin de babamdan farksız bir adamdı, egosu boyundan büyük. Ben onun için Ela değildim, babasının ortağı olan Vedat beyin biricik kızıydım. Benimle olan evliliği elini daha da güçlendirmiş olacaktı. Annem beni uyarsa da babama karşı çıkacak gücüm yoktu. Onu seviyor muydum? Yada bir insan hayat arkadaşından neler bekler sorgulayamayacak kadar cahildim belki de."


Yarım bir gülüş yer etti dudağının kenarında,


" Onun ilgisini, babamdan görmediğim ilginin yerine koydum. Duygularının gerçekliğini anlayamayacak kadar toydum ya da o fazla iyi oynuyordu."


Üst dudağını dişleri ile ezdi gözlerini kapattı bir süre, bense bütün perdelerini indiren kadını sadece izliyordum.


" Evlendik. " deyip güldü alaylıca.


" Bir kaç ay sonra içinden babam çıktı. Hatta daha kötüsü, babam en azından anneme sadıktı. Çetin ise bunu fark etmemi umursamayacak kadar karaktersiz bir adamdı."


Dolan gözlerini başını yukarı kaldırıp kırpıştırarak savuşturdu,


"Aldatılmamın suçlusu da ben oldum" dedi sesinin titrememesi için çok çaba sarf etse de engel olamadı.


"Kadın olamamışım ben. Onu elimde tutması gereken benmişim." deyip sertçe yutkundu.


Kalbim öyle derinden sızladı ki, o şerefsizi bulup ağzını burnunu kırmak istedim. Böylesi özel bir insanın, kadınlık gururunu ayaklar altına almıştı pislik herif.


Gözlerini kapatıp, dudaklarını birbirine bastırdı. Ağlamak istiyordu ama kontrolü kaybetmemek için deli gibi çaba harcıyordu. Sonunda göz yaşlarının galip geleceğini anlayıp kaçmaya karar verdi.


Yerinden kalkarken,


"Devran b-ben birazdan dönerim." deyip salonun çıkışına yöneldi, yanımdan geçerken bileğini tuttum. Hızlıca yerimden kalkıp onu kendime çektiğim gibi titreyen bedenine sarıldım. Başını göğsüme gömüp göz yaşlarını serbest bıraktı. O ağladıkça ben daha sıkı sarıldım. Saçlarını okşadı parmaklarım, ilk defa bu kadar yakınımda olduğu için kokusu işledi tüm hücrelerime.


"Şşşşşş..." deyip sırtında gezen parmaklarım ile yanında olduğumu hissettirmeye çalıştım. Yaralı olduğunu biliyordum ama bu kadar derin olması çok canımı yaktı. Ela ne ara bu kadar içime işlemiştir ki.


Ağlaması iç çekişlere döndüğün de,


"Daha iyi misin?" dedim hâlâ kollarımın arasında olan kadına. Başını salladı hafifçe, yavaş hareketlerle ayrıldı benden. Başını kaldırmadı göz göze gelmek istemiyordu belli ki.


"Yüzümü yıkasam iyi olacak." diyerek kaçmaya karar verdi. Biraz zaman vermeliydim ona. Kim bilir ne kadar uzun zamandır bu duvarların içinde yanlız başına çırpınıyordu.


O banyoya yönelince, bi süre arkasından baktım. Sıkıntılı bir nefes alıp masadakileri taplamaya başladım. Onun kafasını dağıtmak için mümkün olduğunca rahat davranmalıydım.


Bulaşıkları boş olan makineye yerleştirip masayı temizledim. Isıtıcıya kahve için su koyup çalıştırdım.


Tahminimce bir fasıl da banyoda ağladığı için gelmesi uzun sürdü. Dolapları karıştırıp kahveyi bulduğum sırada salona döndü,


"Devran..." dedi şaşkınlığı sesinde fazlaca belliydi.


"Efendim." dedim başka bir dolaptan iki adet kupa bulup alırken.


"Ne ara topladın herşeyi?"


"İki kişiyiz Ela çok birşey yoktu zaten." dedim gayet relaks.


"Ne kadar kötü bir ev sahibiyim değil mi?"


"Bence kahveleri yaparsan hâlâ iyi bir ev sahibi olabilirsin." dedim gülümseyerek.


Gülümsemem ona da bulaştığında,


"O zaman sizi balkona alalım Devran Bey." dediğinde kendini toparlamaya başlamıştı bile.


Balkondaki bahçe mobilyalarına yerleşip konuştuklarımız düşünmemeye çalıştım. Yoksa hemen şimdi gidip o adamı bulma isteğime gem vuramayacaktım.


Ela elinde kahve kupaları ile geldiğin de birini önümdeki sehpaya bırakıp kendi kahvesi ile karşımdaki koltuğa yerleşti. İkimiz de sessizliğin tadını çıkardık bir süre.


Onun aklı hâlâ bana anlattıklarında geziyordu, aklını başka yöne çekmek için konuşmaya başladım,


"Ben kırk günlükmüşüm babamın ölüm haberi geldiğinde, annem ve babam büyük bir aşkla evlenmişler ama mutlulukları çok kısa sürmüş." dediğim de tüm ilgisini bana vermişti.


Kahvemden bir yudum daha içip devam ettim,


"Bayram amcam da yeni evliymiş o zamanlar, annem kimsesiz büyümüş zaten sahip çıkanı yok. Kuma olarak amcamla evlensin diye olmadık eziyeti etmişler ikisine de." dediğimde gözlerine baktım.


"Bayram bey kabul etmemiş ama." dedi takdir dolu bir tonda.


"Etmedi, hem bütün aşirete karşı durdu, hem de elini üstümden hiç çekmedi. Babasızlığımı hiç hissettirmedi. Boran ne ise ben de oydum, hatta ikimiz aynı anda seslensek ilk beni cevaplardı." dedim buruk bir tebessümle.


O da benim gibi gülümsedi. Gözlerinde ki hüznün yerini merak almıştı bile,


"Yıllar geçti biz büyüdük, aklım ermeye başlayınca anladım amcamın ne kadar zor bir iş başardığını. Annem ise asaletini hiç bozmadan tuttu babamın yasını... Tüm sevgisini bana verdi. Bazen düşünürüm babam ölmese, onların aşkını seyrederek büyüsem nasıl bir hayatım olurdu diye? "


Muzip bir gülümseme yer etti dudağına,


"Adını çapkına çıkarmazdın belki de?"


Ben de güldüm, anlaşılan çapkınlığıma fena takmıştı. Gerçi anlattıklarından sonra benimle aynı sofraya oturmuş olması bile lütuf.

"Şimdi ki aklım olsa, emin ol aynı yanlışa düşmezdim." dedim içtenlikle,


"Benim aklımın bir karış havada olduğu zamanlarda bile Boran hep çok sakin bir hayat yaşadı. İlk Elif'in adını duydum ağzından, zaten onunla da genç yaşında evlendi. Hep huzur istedi ve gerçekten sevilmek. Fakat Elif'in doğru bir seçim olmadığını zaman için de anlasam da elimden birşey gelmedi. Boran'ın sevgisini, sabrını sömüren bencil bir insandan ötesi değildi." dediğim de Ela'nın kaşları hayretle havalandı.


" Boran'ın beş yıl yasını tuttuğu kadından bahsediyoruz Devran farkındasın değil mi? "


Acı bir tebessüm sundum ona,


"Nasıl bir hain olduğunu kendi gözlerimle gördüm Ela, Doğan ağanın oğluyla aldatıyordu Boran'ı. Daha doğrusu Boran'ı bitirmek için o pislik Elif'i kullanmış. İşi bitince de..." deyip bakışımı elimdeki kupaya çevirdim. "tecavüz etmiş." dedim zorlukla. Ben bir kadına karşı bunu söyleyemezken, bir başkasının izni haricinde birine dokunmakdan ar etmemesi ne kadar mide bulandırıcıydı.


Ela'nın ağzı hayretle açılırken,


"Bunları Boran biliyor mu?" diyebildi.


Başımı hafifçe aşağı yukarı salladım,


"Yakın zamanda öğrenmek zorunda kaldı, benimle de ağır bir kavga etti sakladığım gerçekler için."


"Bunlar hazmetmesi kolay şeyler değil Devran, aldatılmak çok can yakıcı birşey. Üstelik Boran'ın hesap sorma şansı da kalmamış anladığım kadarıyla."


"Ben öğrendiğim de gizlemeseydim kan davası başlardı Ela, ne Boran sağ çıkabilirdi, ne de ben. Biz sadece iki kişiyiz Doğan ağanın dokuz tane oğlu var. Birinden biri sonumuz olurdu, ağa olmak için yanıp tutuşuyor hepsi."


"Şimdi seninle derdi ne?"


"Savaş denen şerefsiz yakın arkadaşının kız kardeşine de aynı pisliği yapıyor, yetmez gibi kızı bir de kapısında ki adamlardan birine zorla nikahlıyor. Kızın abisi tır şöförü yoldan gelince olanları öğrenmiş kapıma geldi. Nerden biliyorsa Elif ile olan olaydan da haberdar ben bu iti öldüreceğim yardım et dedi. "


Ela pür dikkat beni dinlerken duyduklarını sindirmeye çalışır bir hali vardı.


" Ben kendi pisliğinizde boğulun desem de, tek başına gücünün Savaş'a yetmeyeceğini bildiği için bir kaç kez gelip gitti kapıma, sonunda her akşam içiyor şerefsiz birgün Allah'ından bulur deyip başımdan savdım." deyip soğumaya yüz tutmuş kahveden bi yudum daha aldım.


" Yardım etmedin yani... " dedi emin olmak için.


" Etmedim, çamura taş atarsan üstüne çamur sıçrar Ela. Temiz kalmak istiyorsan önce sakin olacaksın." dediğimde onaylar şekilde başını salladı.


"Adam benden ümidi kesince, Savaş'ın sarhoş olduğu bir akşam tırıyla köy yoluna pusu kurmuş resmen. Sarhoş kafa son sürat tırın altına girip geberdi pislik herif. Gel gör ki Doğan ağa olacak gen israfı, oğlunun ölümünü bile kullanmaya çalışıyor."


"Nasıl yani?" dedi merakla.


"Şöyle savcı hanım, tırı kullanan adamın benimle irtibatlı olduğunu Savaşla husumetimiz olduğu için onu öldürttüğümü iddia ediyor."


"Burdan bir yere varamaz." dedi savcı gözüyle.


"Adamın benimle görüştüğümde dair şahitleri var." deyip arkama yaslandım.


"Neden görüştüğünü anlatırsan adam da seni doğrularsa konu kapanır."


"Boran'a bunu yapamam Ela, tam toparlandı derken eski defterleri açamam. Burda barındırmazlar kan davası diye tuttururlar. Ölmüş gitmiş adamın intikamı için günahsız kardeşini vur derler." dedim anlamasını umarak.


Kahvesini sehpaya koyarak bacaklarını karnına çekip kollarını sardı. Uzun bir sessizlikten sonra,


"Başka birşey sorabilir miyim?" dedi.


"Sizi dinliyorum Ela hanım." dedim


"Boran, Derya'yı niye bıraktı?" deyince sıkıntılı bir nefesi ciğerlerime doldurdum.


"Karısı olacak hain zehirlenmiş Boran'ı."


Kaşları çatılmış olarak bana bakan Ela,


"Nasıl bir zehir bu?"


Söyleyip söylememekte kararsız kalsam da bilmesinde fayda vardı. Bu mevzu kısa zamanda bolca başımızı ağrıtacaktı nasıl olsa,


"Boran çocuk sahibi olamayacak Ela." dedim içim kan ağlayarak.


"Hiii..." deyip iki elini birden ağzına kapattı.


İlk şoku atlatan kadar konuşmadım.


"İyi de Elif öldüğünde hamile diye kahrolmadı mı bu adam?" dedi ama sorusu bana değildi sadece sesli düşünüyordu. "O bebek... Savaş denilen adamın çocuğu muydu?" diyerek gözlerini iyice açtı. "Devran bunlar çok ağır şeyler, Boran'ın yıkıldığı, ortadan kaybolduğu kadar var."


"Ben beş koca yıl kardeşimin değmeyecek bir kadının yasını tutuşunu seyrettim Ela. Bildiğim halde söyleyemedim, acısına seyirci kaldım. Ama Allah bize mükafat olarak Derya'yı gönderdi."dediğim de kaşları iyice çatıldı. Düşündü söyleyip söylememekte kararsızdı belli ki, sonunda dudakları aralandı,


"Bugün alışveriş merkezinde çok kötü birşey oldu Devran. Yan masadaki kadınlar bizim kim olduğumuzu bilmeden Derya'nın çocuğu olmadığını, Boran'ın yakında kuma getirmek zorunda kalacağını konuşuyorlardı. Derya çok üzüldü ama ben dedikodulara canı sıkıldı sandım." dedi dolu dolu olan gözleriyle.


Bende kaşlarımı çatıp başımı iki yana salladım.


" Hiç vakit kaybetmezler zaten." dedim tüm sinirimle. Sonra aklıma gelenlerle duraksadım.


Şirketin kapısında karşılaştığımız da morali bozuktu ama beni Ela'ya yollayıp bir de kızların elinden kurtarmıştı. Gerçekten Derya benim kız kardeşimdi ve fedakarlık yönünden Boran'ın yanına bir tek o yakışabilirdi.


Ela duyduklarını sindirmeye çalışırken başka bir soru sordu?


"O zaman sen ağalığı devam ettirmek zorundasın, doğru mu anlıyorum."


"Ben ağa falan olmak istemiyorum Ela, ben o defteri evlendiğim gün kapatmıştım zaten." deyip Selma'nın ailesi ile ilgili durumu anlattım kısaca.


"Sen onun için Ağalıktan vazgeçtin, o hanım ağa olmak için sizi bitirmiş. Gerçekten çok acı. Ailesini bulduğunu söyledin mi?"


"Söylemedim Ela, öyle insanların hayatımız da yeri yok. Tuğra'nın iyiliği için."


"Haklısın..." dedi sadece.


"Ben artık gitsem iyi olacak, Tuğra uyumadan yetişmek istiyorum."


Gülümseyip,


"Bi dakika bekler misin?" dedi. Başımla onayladığımda içeri gidip konsolun çekmecesidenküçük bir paket getirdi.


"Dilber hanımın ifadesini aldığımız gün Tuğra ile tanışmıştık. Beni doktor sandığı için bolca soru sormuştu." deyince aklım şirkete gelip ifademi aldıkları güne gitti. İlk defa orda görmüştüm Ela'yı.


"Oyuncak steteskopu ile kalp atışlarını dinleyemediği için benden, gerçek steteskop istemişti."


Elindeki paketi bana uzattı,


" Belki senin yakışıklı doktor olur, ilk hediyesi benden olsun da yaşlanınca nazımı çeken bir doktor olsa hiç fena olmaz." dedi göz kırparak.


İnceliği karşısında diyecek sözüm yoktu. Ben Tuğra'nın onu doktor olarak tanıdığını bile unutmuştum.


"Teşekkür ederim Ela, Tuğra çok sevinecek." diyebildim.


Evinden ayrıldığım da ayaklarımın geri geri gittiğinin farkındaydım, bıraksalar o balkonda yaşayıp, orda yaşlanmak isterdim. Peki bizden olur muydu? Olsa çok güzel olurdu...


Selma için hazırlattığım eve gelince kapıda ki korumalar bahçe kapısını açtı. Tuğra salonun büyük camında beni bekliyordu. Koşarak kapıya çıkıp baba doğru koşmaya başladı. Dizimin üstüne eğilip onun boynuma sarılıp beni öpücüklere boğmasına izin verdim.


"Naber yakışıklı?" dedim saçlarını karıştırırken.


"İyiyim babacım, yemeği bizimle yiyeceğini söyledi annem." dedi heyecanla.


Ben böyle bir şey söylememiştim, bu Selma'nın yeni emri vaki yapma şekliydi.


Arkasından ev için abartılı elbisesi, her zamanki haline göre özenle yapıldığı belli makyajı ile Selma kapıda göründü. Gerçekten beni böyle etkileyeceğini sanıyor olamazdı değil mi? Ela'nın sade ev hali gözümün önünde belirdi bir anda, istemsizce gülümsedim ama yanlış kişi bu gülümsemeyi üzerine alındı.


"Hoş geldin hayatım." deyip öpmek için yeltenince Tuğra'yı kucağıma alıp aramızda masum bir engel oluşturdum.


"Hoş buldum, nasılsın?" dedim yılların hatırına.


"Sen geldin ya, çok iyiyiz değil mi annecim?"


"Evet babacım, seni çok özledim." derken elimdeki paket dikkatini çekti,


"Bana oyuncak mı aldın?" dediğinde,


"Aslında oyuncak sayılmaz, sen Ela hanımdan Steteskop istemişsin. Bunu sana yolladı."


Elimden aldığı paketi hızla açarken bu durum Selma'nın hiç hoşuna gitmemişti.


"Kim bu Ela hanım? Ben neden tanımıyorum?"


Tuğra'nın bizden önce eve girmesi için adımlarımı yavaşlattım,


"Sen hanım ağalık için hayaller kurarken, oğlumuzu ihmal etmeseydin tanıyor olurdun." dedim dümdüz bir sesle.


Tuğra heyecanla kalp atışımı dinlerken ikimizin bir fotoğrafını çekip Ela'ya yolladım.


Yemek de onlara eşlik ederken tüm ilgim oğlumun üzerindeydi. O bütün gün yaptıklarını bana anlatırken keyifle dinledim.


Yeni odasında beraber oyuncakları ile oynadık, masal kitabını dinlerken uyuyakaldığında karşımda ki tablo masumiyetin resmiydi.


Saçlarını koklayarak öpüp merdivenlerden aşağı indim. Kapıya yöneldiğim sıra da Selma'nın sesi ile durmak zorunda kaldım.


"Sana kahve yapayım mı? Seversin bu saatlerde."


Hiç vazgeçmeyecekti sanırım.


" Zahmet etme, konakta içerim. Sana iyi geceler." dediğimde önüme geçti,


"Devran ne olur yapma, ben sensiz nefes alamıyorum."


Yalvaran gözlerle bana bakan kadına karşı içimde acıma hissi dışında bir duygu bulamadım. Başımı alaycı bir gülümseme ile iki yana salladım. Çok geçti, artık çok çok geçti. Kapıya doğru bir adım daha atmıştım ki kollarını bedenime sardı.


Yaptığı şeyin saçmalığını fark edip beni bırakmasını bir heykel gibi hareketsiz bekledim. İstediği karşılığı alamayınca duraksadı, kokumu tekrar içine çekip benden ayrıldı. Gözlerinde safi hayal kırıklığı ile,


"Başka bir kadının kokusu var üzerinde." dediğin de Ela'nın göğsümde ağladığını hatırladım.


Cevap vermeden kapıya doğru bir adım daha attığımda,


"Ne oldu? Devran ağa çapkınlık turlarına kaldığı yerden devam mı?" dedi alay eder gibi.


"Selma canını yakacak şeyler duymak istemiyorsan sus!" dedim kısık ama buyurgan bir tonda.


"Tek gecelik kadınların koynundan çıkman mı canımı yakacak? Ancak acırım sana." deyip suratını ekşiretek başını iki yana salladı.


"O Devran seninle evlendiğimde gün öldü, sana asla ihanet etmedim. Senin için herşeyden vazgeçen bir Devran vardı ki buna ağalık da dahil. Onu da seni boşadığım gün söylediklerinle sen öldürdün." dedim gözlerinin içine baka baka...


Kapının önüne geldiğim de omzumun üzerinden baktım,


"Hayatım da ilk kez bir kadının omzumda ağlayacak kadar gerçek, düşersem kaldıracak kadar güçlü olduğunu gördüm ve onu yanımda istiyorum."


    


Devran ve Ela iyi bir çift olur

mu? 


Selma onlara huzur verir mi?


Derya ve Boran'ı özledik mi?


⭐⭐⭐ Basmayı unutup beni üzmeyin canlar...❤️😇💞

    


   

    


Loading...
0%