@zamansizim84
|
Devran'dan, Ela'nın evin de onun yatağın da kolumda Tuğra ile yatıyordum. Buraya gelirken planım burada kalmaktı zaten ama Tuğra'nın uyuyakalışı işimi kolaylaştırdı. Şuan bana yavaş yavaş kapılarını açan kadın çok yaralıydı. Selma'nın gelişi ve cüretkar giyimi onu kötü hissettirdiği için kaçar gibi gitmişti. En büyük korkusu benim de onu yetersiz bulup eleştirmem yada terketmem. Bunun için benden kaçıyor, sürekli gözlerini kaçırması, kızaran yanaklarını ve hızlanan kalbini benden saklamaya çalışması hep bu yüzden. Fakat atladığı bir şey var ki ben onun gibi toy değilim. Bana nasıl çekildiğini görüyorum ve hislerime güvenmesem asla ona doğru adım atmam. Oğlumla bu eve gelmemde ki amaçda buydu, hayatımıza dahil olmasını istiyorum ve bunu Tuğra'nın da bizimle beraber kabullenmesi lazım. Tamam şuanda sadece bir arkadaş ziyareti ama Ela'nın hayatımızda olacağını öğrendiğinde buna biraz olsun alışmış olmasını ve aralarında güzel başlamış olan arkadaşlığın kuvvetlenmesini umuyorum. Çocuğu olmayan birinden aynı duyguyu ve aynı hassasiyeti beklemek adil olmayacağı gibi aslına bakarsanız kimsenin de becerebileceğini düşünmüyorum. Ben Tuğra doğduğu gün büyüdüm, çünkü artık korunan değil koruyandım. Öyle olmak zorundaydım. Kolumda uyuyan yakışıklının keyfi yerindeydi de benim uyuyasım yoktu. Selma'nın yaptıkları ve yapacakları beni korkutuyordu. Artık onu tanıyamaz oldum. Bu akşam yemeğe gelişi, rahatlığı, öz güveni şaşılacak şeydi doğrusu. Cesaretini takdir etsem de beni zerre etkilemediği gerçeğini de açık açık yüzüne söylemiştim. Ela'yı çözerse, onu nerden vuracağını bir anlarsa işler daha da çirkinleşirdi ki, ben Tuğra için bunu istemiyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama koridorda ki hareketliliği hissedip gözlerimi kapattım. Etrafı dinlerken Ela'nın ürkek adımlarla odaya girdiğini anladım. Yatağın benim olduğum tarafımda küçük bir çökme oldu, zaten kuş kadar olduğu için fark etmeyeceğimi düşünmüş olmalı. Onun korkuları benden de büyüktü. Mutsuz bir ailede büyümüş, ailesinde yaşananlardan daha da kötüsünü yaşadığı evliliğinde, bir kadın için en acımazca olan noktalardan vurulmuştu. Benim mazim ve geride bıraktığımı sandığım ama boşanınca üzerime tekrar yapıştırılmaya çalışılan çapkınlık sıfatı, onu daha da korkak yapıyordu. Bir de işin aşiret boyutu vardı ki, beni de onun kadar düşündüyordu. Bu yola çıktığımızda işi gereği karşısında durması gereken töre düzeninin mecburen ortasına düşecekti ve çevresi beni ona yakıştırmayacak, ötesine geçip bolca eleştirecek hatta yargısız infaz yapacaklardı. Uzun bir süre uyuduğumu sanarak beni izledi. Akılından neler geçtiğini bilmek isterdim. Uyurken izlenmek hoşuma gitmişti, bana çekilmesi gururumu okşuyordu. İç çekerek hareketlendiğini farkettiğim de bileğinden tutup durdurdum. Gözlerimi açmadım çünkü göz temasında panik yapıp kaçacağını biliyordum. İlk şoku atlatmasını bekledim, kaçmayacağına emin olunca bileğini bırakıp yatakta ona yer açtım, şansımı fazla zorluyordum ama bana ihtiyacı vardı, hissediyordum. Bi süre sonra başını göğsümde hissedince ne zaman tuttuğumu anlamadığım nefesimi bıraktım. Üzerini örttüğüm de üşüdüğü sıcağa sokulan halinden belliydi. "Çok üşümüşsün güzelim" dedim kolumu omzuna sararken kalbinin atışı hızlandı. Heyecanlıydı, korkuyordu ama yanımdaydı. O cesur bir kadındı sadece sevilmeye ve güvene ihtiyacı olan, yalnızca tekrar yıkılmaktan korkan cesur ve güzel bir kadın. Korkularını gidermek için bende kendimi ona açtım, "Ben de en az senin kadar korkuyorum Ela, ama korkum bizden yana değil. Sana istemeden yaşatacaklarımdan korkuyorum. Benim yüzümden seni üzüp kırarlar diye korkuyorum. Senin yanına yakıştırmazlar, bizi denk bulmazlar diye korkuyorum." Saçlarımdan derin bir nefesi içime çekip devam ettim, " Sonra soruyorum kendime, küçücük çocuklar bile kalbinin sesini dinlerken, biz de biraz daha cesur olamaz mıyız? " dedim hislerimi itiraf ederek. " Devran... " dedi duyduklarının hoşuna gittiğini belli ederek. Sonra derin bir nefes alıp "Ben çok korkuyorum, yine aynı kayalıklara çarpar parçalanırım diye. Sana da yeteme..." diyecekti ki saçlarının üzerinden öptüm onu. Devamını duymak istemiyordum, onun yaralı tarafı beni alaşağı ediyordu. "Sen mükemmel bir kadınsın Ela. Hani bana demiştin ya hatayı yapan kendinden çok emindir, sana kendini sorgulatır. Hatırlıyor musun o akşam ki konuşmamızı?" diye sordum. O sözü benim aklıma çok kapılar açmıştı. Aslında kendide farkındaydı hatası yada eksiği olmadığının ama içinden atamadığı duygular onu yoruyordu. Saçlarından öptüm tekrar. Başıyla konuştuklarımızı hatırladığını belli etti. Bense bütün cesaretimi topladım, "Bize bir şans ver, bence ikimiz de bunu hak ediyoruz." dediğim de kaçıp gitmesinden bana güvenmemesinden deli gibi korkuyordum. Bir süre sessiz kaldı. Sonra, "Şu halimize bakarsak; kaçmakta, korkmakta fayda etmemiş görünüyor." deyip başını kaldırıp çenesini göğsüme koydu. Bütün korkularımı yerle yeksan eden bir gülümseme sundu bana. Bende onun korkularını yok etmek istercesine tüm hislerimle, en kıymetlim olacağını anlatmak isteyerek baktım ona. Gülümsemesi büyüdüğüm de biraz yaklaşıp alnına derin bir öpücük bıraktım. Tekrar onun için açtığım yerine yattı, kolumu bedenine sarıp, "Tamamlandığımıza göre uyuyabiliriz." dediğimde huzurlu bir nefes alıp verdi. Bir süre sonra düzene giren nefesinden, uyuduğunu anladım. Bende içime dolan huzurla uykuya daldım. Sabah ışıkları yüzüme vurduğunda gözlerimi araladım, Tuğra yastığına uzanmış yüz üstü uyurken dudakları öne büzülmüş, keyfi yerinde görünüyordu. Ela yanımda yoktu, ufaklık uyanmadan kaçmak istemişti muhtemelen. Saate baktığımda yedi buçuktu. Benim için saat sorun olmasa da o işe gidecekti. Yataktan kalktım, odanın kapısı kapalıydı. Koridora çıktığım da kızarmış hamur kokusu burnuma doldu. Banyoda yüzümü yıkayıp salona geçtim. Masada hazır olan kahvaltı sofrası ilk gördüğümdü, ama Ela'yı arayan gözlerim orada çok oyalanmadı. Başımı çevirdiğim gibi adıyla uyumlu gözleri karşıladı beni, "Günaydın." derken nasıl davranacağını bilmeyen halinin çok hoşuma gittiği bir gerçekti. "Günaydın." diyerek bir kaç adımda yanına gittim. Hızla ocağa dönüp pişilerle ilgilenmeye başladı. Gece ki cesur kıza şuan ulaşılamıyordu sanırım. "Yardım ister misin?" dediğim de, "Aslında bu kızaranlar son. Ben üzerimi değiştirsem, sen onları yağdan çıkarır mısın?" dedi. "Bir günaydın öpücüğü verirsen olabilir." deyip yanağımı işaret ettim. Onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu. Kulaklarına kadar kızarmasını izledim keyifle. "Yaaa Devran." dediğin de diğer yanağımı gösterip, "Burası da olur." dedim. Sessiz kaldığında, " Ben öpeyim o zaman, ama nerden öpeceğime de ben karar veririm." deyince dudaklarını yok etmek ister gibi birbirine bastırdı. O sırada Tuğra'nın "Günaydın" diyen uykulu sesi Elanın yardımına yetişti. Yanımdaki kadının rahat bir nefes verdiğine şahit oldum. Bu kadar heyecanlanma gururumu okşuyordu. "Günaydın oğlum, hadi yüzünü yıka bakalım. Kahvaltı yapıp çıkmamız lazım." deyince Tuğra başını sallayıp kapısı açık olan banyoya doğru yürüdü. Fırsattan istifade edip kaçmaya yeltenen Ela'nın yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Şaşkın bakışları beni bulunca, " Acele etmezsen geç kalacaksın." deyip bana emanet ettiği görevin başına geçtim. Kaçar adım odasına gittiğin de, biraz sonra savcı kimliği ile karşımda dimdik duracağını biliyordum. Ela giyinip geldiğin de beraberce kahvaltımızı yaptık. Tuğra ile aralarında ki keyifli sohbeti tebessümle izledim. Çocuklarla iyi anlaşan merhametli bir yanı olduğunu ilk tanıştığımız gün fark etmiştim. Vedalaşıp çıktık evden, Tuğra'yı konağa bırakıp şirkete geçtim. İşlere yoğunlaşmaya çalışsam da aklımın Ela'ya kaymasına engel olamıyordum. Öğlene kadar aklımı ondan uzak tutmaya çalışsam da çok başarılı olamadım. Yeni yetmeler gibi olmak bir yandan canımı sıksada, bir taraftan da hoşuma gidiyordu. Tam telefonu elime alıp ismine dokunacağım sırada, onun çağrısı telefonuma düşünce kocaman bir gülümsemenin yüzüme yayılmasına engel olamadım. "Devran." "Efendim güzelim." deyince duraksadı. "Şey... Müsait miydin? Aradım ama." "Size her zaman müsaitim savcı hanım." Sesli bir nefes alıp verdiğini duydum. "Ela bir sorun mu var?" dedim ister istemez. "Devran hafta sonu için İstanbul planı yapmıştım. Seninle hediye seçtiğimiz gün de söylemiştim hatırlarsan." dediğinde hatırlasam da duyduğum şey şuan hiç hoşuma gitmemişti. "Hatırladım." dedim devam etmesi için. "Annem aradı az evvel, bugünden gitmem gerekiyor." dedi mahcup bir tonda. İçime oturan sıkıntıyı neye bağlıyacağımı bilmesem de yansıtmamaya çalıştım. "Ne zaman gidiyorsun?" diyebildim. "Bir saat sonrası için uçak bileti aldım. Şimdi eve geçiyorum." "Hava alanında görüşürüz o zaman." dedim. "Gelecek misin?" derken heyecanını saklama gereği duymadı. "Gelmeyeyim mi? Gitmeden beni görmek istersin diye düşünmüştüm. Çünkü ben iki dakika da olsa seni görmek istiyorum." deyince duraksadı. Ne diyeceğini bilemedi muhtemelen. Sonra cesaretini toplamış olacak ki. "Ben de seni görmeden gitmek istemiyorum." dediğinde bana bir adım daha atmıştı. "O zaman seni evden alırım, hava alanına beraber geçeriz." "Tamam bende eve gelmek üzereyim, küçük bir bavul hazırlayacağım işim uzun sürmez." "Anlaştık, bende hemen çıkıyorum." dediğim de odanın kapısına varmışım bile. Telefonu ceketimin cebine atıp, sekreterine döndüm, "Ben çıkıyorum bir, iki saate dönerim." deyince, "Ama Devran Bey toplantınız..." demesine fırsat vermeden asansöre yürüdüm. Yürürken de cevap verdim, "Boran Beye selamımı söyle o halleder." O kadar kredim vardır yaniii. Arabanın anahtarını korumadan alıp şöför almadan yola çıktım. On dakika sonra Ela'nın evinin önündeyim. Arabayı parkedip ikinci kata çıktığım da elindeki kabin boy valiz ile çıkmak üzereydi. Beni gördüğün de gözlerinin içine kadar uzanan bir gülümseme yayıldı güzel yüzüne, "Hoş geldin, ben de şimdi aşağı iniyordum."dediğinde elindeki valizi alıp, " Gidiyor olmasaydın hoş bulabilirdim." dedim. Ayakkabılarını giymek için göz temasını kesti. Kapıyı kilitleyip bana doğru bir adım attığın da mahcup duruyordu. "Çok önceden planlanmış bir durumdu, yoksa ben de şimdi gitmeyi istemezdim."dedi. "Ne yapalım hasretlik de sevdaya dahil der yolunu gözleriz artık." deyip elimi uzattım. Kısa bir tereddütün ardından elimi tuttuğunda beraber indik merdivenleri. Yolcu tarafındaki kapıyı açıp arabaya binmesini bekledim. Valizi bagaja koyup havaalanına kadar olan kısa yolculuğumuzu başlattım. "Kaç gün kalacaksın?" deyip sessizliği böldüğüm de, "Pazar akşamı dönerim." dedi. Bugün perşembe olduğuna göre cuma, cumartesi, pazar... Offf çok uzun geldi böyle sayınca. Ben kafam da bunlarla uğraşırken istemsiz yüzüm düşmüştü, viteste ki elimin üzerinde zarif parmaklarını hissettim. Beklemediğim için başım hızla ona döndü, "Devran gerçekten gitmem gerekiyor, sen böyle yaparsan aklım sende kalacak." Sesi öyle naifti ki bütün ruhum huzur buldu, ayrı kalacağımız zaman çok değildi ama yeni başlamışken ayrılmak zor geliyordu, içimde adını koyamadığım bir sıkıntı vardı. Kokusunda uyuduğum saatler aklıma geldi, sadece kokusu bile aklımı başımdan almaya yetiyordu. On dakikadır arabada olmasına rağmen çiçek kokan kadın bütün hücrelerime işledi. Ellerimin üzerinde ki parmak uçlarını tek tek öpüp ruhundaki her izi silmek istiyordum. Onun da üzüldüğünü görünce, "Annene bizden bahsedecek misin?" diye neşeli bir tonda sorarak modumuzu yükselttim. "Ben bahsetmesem de annem anlayacaktır." dedi muzipçe. "Hımmm nasıl anlaycağını merak ettim doğrusu." dediğim de sessiz kaldı. "Yoksa sende benim gibi durduk yere gülümserken etraftakiler mi yakalandın?" diyerek güldüm "Yaaa sen kime yakalandın." dedi heyecanla, "Boran'a, Derya'ya, anneme..." deyip elini dudaklarıma götürüp üzerine küçük bir öpücük bıraktım. "Sayenizde liseli aşıklar gibi Konak ahalisine malzeme oldum savcı hanım." derken ona kısa bi bakış attım. Gülümseyerek bakışlarını cama çevirdi. Benim bu halim hoşuna gitmişti. "Ben de seni anneme anlatabilirim o zaman, döndüğünde de tanışırsın Türkan sultanla." deyip arabayı park ettim. Koltukta tüm bedenini bana çevirdi. "Devran, korkuyorum... Ben bu duygular ile baş edemem. Hiç yaşamadım, senin karşında eşinden ayrılmış ama evlilik nedir bilmeyen, saygı görmemiş, sevilmemiş bir kadın var" dedi bu kez gözlerimin tam içine bakarak. Gece de korktuğunu söylemişti ama şuan gözlerimin içine bakarak itiraf ediyor, onu anlayıp anlamadığımı ölçüyordu. "Ela..." dedim önce anlayışla, bana açılmasına memnuniyetimi belli ederek. "Hayatımı artısıyla eksisiyle önüne serdim. Hiç birşeyi saklamadım yada olduğundan farklı göstek için uğraşmadım. Ben buyum, Devran Hanoğlunu tanıyorsun." elini tutup iki elimin arasına aldım. "Ben elini tuttum ve sen istemediğin sürece bırakmam. Gözüm senin yeşillerinden başkasını görmez, hayalime bile başka birini almam. Sen benim başımın tacı olursun." Gözünden süzülen tek damlayı hızla yakalayıp devam ettim, "Sen korkak biri değilsin. Öyle olsan asla sana adım atmazdım, aksine çok cesur kendine güvenen, karşıdakini doğru analiz eden akıllı bir kadınsın. Korkularını anlıyorum, seni sandığından daha iyi tanıyorum. Ya korkularımıza rağmen bir yola çıkacağız yada şimdi tam burda korkularımıza esir olup yolları ayıracağız." deyince ellerimizde olan bakışları hızla yukarı çıkıp bana döndü. " Ben savaşmayı seçiyorum Ela. Sen de seçimini yapmalısın, korkup kaçacak mısın bizden?" Uzun uzun baktı gözlerime, zaman ikimizin arasında durdu akmadı sanki. Bütün perdelerimden arınmış sadece ona olan hislerimle bakıyordum, içimi görsün bizden vazgeçmesin, korkmasın, elimi bırakmasın, çok şey mi istiyordum? Hayır sadece karşımdaki kadını sarıp sarmalamak, kırık kanadını iyileştirmek istiyordum. Biliyordum ki iyileşince yanımda yıkılmaz bir kale kadar güçlü duracaktı. "Benden duyduğun son korkuyorum sözüydü Devran. Seninle bu yola çıkmak istiyorum, madem dirensem de sana çekiliyorum, ikimiz için savaşacağım. Anneme de, babama da ikimizden bahsedeceğim." deyip kirpiklerinin altından bana baktı. Tek kaşını havaya kaldırıp "Bundan sonrasını sen düşün." dedi en beğendiğim dik tavrıyla. "Ela... Söz veriyorum ayakların yerden kesilecek. O kadar mutlu olacaksın ki, rüyada mıyım diye sorgulayacaksın." dedim çoşkuma engel olamayarak. Kıkırdadı tepkime, "Bu kadar heyecanlı olman bile ayaklarımı yerden kesiyor." dediğinde gözlerim, artık yeşilin en sevdiğim tonu olan gözlere daldı. Sol elim yanağını bulduğunda yüzü elimin içinde küçücük kaldı, başını elime doğru eğip temasımızı artırdı, kapanan gözleri ile derin bir nefes aldı, benim gözlerim ise dudaklarına düştü. Ürkütmek istemesem de yaklaştım. Dudaklarım dudaklarına değince bütün bedeni titredi. Küçük, nazik ama aşk dolu bir öpücük bırakmam ona müptela olacağımı anlamama yetmişti. Dudaklarını birbirine bastırtı, gözleri hâlâ kapalı alt dudağını ısırdı hafifçe, yanakları alev almıştı adeta. Gözlerini araladığında yakınlığım onu zorlasa da kaçmadı. Yanağını okşayan parmağım teninin yumuşaklığını ezber etmek ister gibiydi. Kuruyan boğazını rahatlatmak için yutkundu, "Uçağı kaçıracağım." dedi mesafesini değiştirmeden, "Hımmm, gitmek mi istiyorsun?" dedim çapkınca, "Pek emin değilim..." dedi gülümseyerek. Saatine kısa bi bakış atıp, "Seni de mi götürsem." dediğinde kahkahama engel olmadım. "Geldiğin de kaldığımız yerden devam ederiz." deyince huzursuzca kıpırdandı. Tek kaşımı kaldırıp ekledim "Sohbetimize..." Eli arabanın koluna gidince ben de indim mecburen, valizini bagajdan alıp elimi uzattığım da bu kez tereddütsüz tuttu. Gerekli işlemleri yapıp sadece yolcuların geçebildiği bölüme geldik. Sırada olan üç beş kişi vardı. "Dönüş biletini aldın mı?" "Evet pazar akşamı saat onda buradayım." dediğinde, "Seni karşılarım, bana sık sık mesaj artarsın değil mi?" deyince gözlerini de aydınlatan bir gülümseme ile, "Atarım tabii ki, sen de istediğin kadar mesaj atabilirsin." elimdeki valize uzandı. İstemeden de olsa sıraya geçişini izledim, dudaklarını kemiren hali onun da stresli olduğuna işaretti. Valizin sap kısmında ritim tutan parmakları kendini ele veriyordu. Önünde bir kişi kalınca başını tekrar bana çevirdi. Buruk bir gülümseme sundum istemeden. Gözleri tereddütlü bakarken birden netleşti, hızlı adımlarla aramızdaki mesafeyi kapatıp kollarını boynuma sardı. Öyle güzel bir andı ki bana gelişi, benim gönlümden de binlerce kuş ona doğru kanat çırptı. Onu ilk gördüğüm de nerden bilebilirdim, içimde ki karanlık, umutsuz, kırılmış Devran'a ışık olacağını. O ciddi, dik duruşun altından böyle naif bir kadının çıkacağını. Kokusunu içime çektim, benden cesaret bulmuş gibi oda boynumda derin bir nefes aldı. Kollarımın arasında kalbinin deli gibi attığını duyuyordum. Hiç bitmesin dediğim an uçak için yapılan son anons ile bozuldu. Kolları gevşediğin de ben de mecburen ona ayak uydurdum. Yanağıma bir öpücük kondurdu, kirli sakalımda dolaşan eli gitmek istemediğinin deliliydi. Konuşmadık, belki de gitmesi gerektiği için bu kadar cesurdu. Tekrar sıraya geçip kontrol noktasını aştı. Görüş alanımdan çıkmadan son kez el salladı. Garip bir boşluk hissi ile kaldım olduğum yerde. Moralim bozuk olduğu gibi garip bir mutluluk vardı içimde. Mecburen şirkete döndüm. Geç kalmış da olsam Boran'ın başına sardığım toplantıya girdim. Olumlu geçen görüşme ile doğrusu iyi iş bağlamıştık. Boran işlerin başına geçeli yaptığı bağlantılar ile resmen uçuşa geçmiştik. Farklı bir iş kafası vardı, onun yokluğunda ben sadece çarkı çevirebilmiştim. Boran'ın dağılışı ve herşeyden el çekmesi üzerimize yapışan bir güvenilmezlik yaftası oluşmuştu. "Gel bakalım Devran ağa nereye kaçtın anlat bakalım." diyen Boran ile onun odasına geçtik. Masasının önündeki koltuklardan birine oturduğum da tam karşıma yerleşti. "Ela'yı İstanbul'a uğurladım." Kaşları havalandı, "Dün akşamdan sonra" deyip duraksadı. Benim aksime ne söyleyecekse acıtmayacak şekilde söylemeyi severdi Boran. "Yani Selma'ya rağmen devam edebileceğinize emin misin?" "Selma defteri kapandı Boran, kabul etse de bitti, etmese de. Benim hayatım üzerinde hüküm sürmesine müsade edecek olsam boşanmazdım." "Sen ölçüp tartmadan iş yapmazsın, ne diyelim hayırlısı olsun. Derya çok sevinecek bu işe." deyip arkasına keyifle yaslandı. "Siz iyisiniz değil mi? Aştınız herşeyi." dedim fırsatını bulmuşken. Yüzüne bir bulut otursa da, "Yeniden doğmuş gibiyim Devran. Derya'nın olduğu heryer cennet, eve gitmek için dakika sayıyorum." Onun adına mutlu olurken, bende Ela'nın dönüşü için şafak sayıyordum. Son yirmidört saatte olanlar, birbirimize attığımız adımlar içimi ısıtıyordu. Ela akşam annesi ile fotoğrafını attı, yanlarında Tuğra yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Kardeşi olduğunu öğrendiğim de küçük çaplı bir şok geçirsem de belli etmedim. Annesi kendisi için güzel bir ikinci bahar inşa etmişti demekki. Babasının yanına ertesi gün geçecekti. Aklıma gelenle avukatlık bürosunun İnternet sayfasını açtım. Tanıtım sayfasında dört erkeğin yan yana durduğu bir fotoğraf vardı. İki baba oğul, Elanın babası ve ağabeyi, eski eşi Çetin ve onun babası. Adamlar resmen veliahtlarını ilan etmiş gibi poz vermişti. Kızına bunları yaşatan bir adamla hâlâ içli dışlı olması babasına karşı ön yargılarımı iyice büyüttü. Bir de abisi vardı tabii, gördüğüm kadarıyla bu durumlar onun da pek umurunda değildi. Çetin sarışın yeşil gözlü bir adamdı, doğrusu yakışıklıydı, fakat insanı iten bir havası vardı. Güven duygusunun çok önemli olduğu bir meslek için fazla yanar döner duruyordu. Saat çok geç olmadan Tuğra'yı görmek için Selma'nın kaldığı eve geçtim. Uyurken olsun, yanında olmak istiyordum. Oğlum ile oyunlar oynayıp, saçlarını severek uyuttum. Evlat hatrı öyle büyüktü ki Selma'ya sert çıkamamamın tek sebebi Tuğra idi. Merdivenleri indiğimde karşıma yok denebilecek bir gecelikle çıkan kadın ise bu hatrı oldukça zorluyordu. Onu görmezden gelip kapıyı yöneldiğim sırada önüme geçti. Boynuma kollarını dolayıp öpücüklerini sıralarken, belinden tutup incitmemeye çalışarak uzaklaştırdım. "Selma bu yaptığının işe yaramayacağını sende biliyorsun." "Devran yapma, ben sensiz olamıyorum. Bi hata ettim, büyük yanlış yaptım. Derya'dan da özür dileyeceğim. Ne olur bana bir şans ver, oğlumuzun hatrı için." "Sen özür dileyince yaptıkların unutulacak mı Selma. Sen kardeşimin karısına yan gözle bakmakla suçladın beni. Derya seni affetse ne olur ki ben affetmedikten sonra. Nasıl yakıştırdın bunu bana ya, nasıl bu kadar delirdin?" Sonun da benim de içimde tuttuklarım ortaya saçılmıştı. Bunu yediremiyordum kendime. "Derya hep bir adım önündeydi Devran. O silah çekip hayatını kurtardı, şirketteki köstebeği ortaya çıkardı, Boran'ı toparladı ağaların gözüne girdi. Ne yapsam peşinden yetişemedim. Sor Selma kim diye? Kimse bilmez. Ama Derya Hanoğlu de bütün Mardin tanıyor." " Bize ne Selma, ben senden ne zaman şikayet ettim, ne zaman eleştirdim. Ben seni sevmiştim, olduğun gibi. Ne eksik ne fazla... Ama sen bir hiç uğruna bitirdin bizi." " Hayır! Hayır! Hayır! Bitmedik biz, sen, sen bırakmazsın beni. Kimsem yok ki benim senden başka." " Onu şimdi değil, ağa olmak istemiyorum diye beni küçümsediğin de düşünecektin. Benden Boran, kendinden Derya yaratmaya kalkıp bizi yok ettin sen. Şimdi böyle basit numaralarla ancak kadın düşkünü bir pisliği kendine bağlarsın ve benim öyle biri olmadığımı da çok iyi biliyorsun. Sana iyi geceler. "deyip kapıdan çıktım. Bu hesaplaşmaya ihtiyacımız vardı, hafiflemiş hissediyordum. Gecenin serin havasını ciğerlerime doldurdum. Şimdi Ela'nın balkonun da, onun dizlerinde biraz olsun kafa dinlemeyi ne çok isterdim. Tam gidecek zamanı bulmuştu. Gerçi şu dakikadan sonra ne zaman gitse zamansız olacaktı. Cuma akşamı düğün olduğu için Konağa erken dönmüştük. Boran koşar adım karısının yanına giderken, imrenmedim desem yalan olur. Ben de valide sultanın odasına yöneldim. "Güzeller güzelim müsade var mı?" "Gel benim kıymetlim." dedi her zaman ki hitabıyla, en kıymetlisinin emanetiydim aslında, babama çok benziyor olmam annem için hem ödül, hem de cezayı sanki. Odasında ki berjerlere karşılıklı oturduk. "Nasılsın oğlum?" "İyiyim anne, kötü günler geride kaldı üzülme artık." "İyisin, ben de farkındayım da bu iyiliği kime borçluyuz onu merak ediyorum." "Kendi kendime iyi olamaz mıyım? İlla biri mi olması lazım anne?" dedim. "Kendi kendine iyilik bi yere kadar oğlum. Yesen karnın doymaz, gülsen gözünün içi ışımaz. Demem o ki kendi kendine iyi olunmaz aslında, yaşarsın sadece." dediğinde yıllardır sadece yaşıyor olduğu kendi halini anlatıyordu. "Sen son günlerde mutlusun Devran, heyecanlısın, gözlerin ışıkla bakıyor annem." "Sizden de hiç bir şey kaçmıyor Türkan Hanım, daha çok yeni ama yakında seninle tanıştırırım inşallah." "Tanımıyorum yani?" "Tanıyorsun da tanışmıyorsun. Derya'nın savcı arkadaşı, aşiret toplandığı gün görmüşsündür." Memnuniyetini belli eden bir gülümseme sundu bana, "Hayırlısı olsun kıymetlim, mutlu ol, sen hep mutlu ol annemmm." "Eeee hazırlanmamışsın daha bu gece bana eşlik edeceksin hiç kaytarmaya çalışma." "Ne biçim konuşuyorsun sen benimle kaytarmak falan. Tuğra yok karşında Devran ağa." deyip yalandan çıkıştı. "Ne yapayım? Bu gecenin en güzel hanımı, benim kolumda olsun istiyorum suç mu?" dedim yanağından öperken. "Savcı hanımı da böyle mi tavladın, ağzın iyi laf yapıyor." dedi takılarak. "Vallahi nasıl tavladım bilmiyorum ama hayatım da yaptığım en akıllıca hareketti anne." deyip kalktım, "Hadi bakalım sen hazırlan, ben de bir duş alıp giyineyim olur mu sultanım?" "Olur kıymetlim, sen böyle neşeli ol yeter ki, sen ne istersen o olur." deyince yanağına sağlam bir öpücük daha kondurup çıktım. Duşumu alıp siyah takımımı giydim. Annemin yıllardır değişmeyen rengini bildiğim için. Beraberce avluya indiğimizde, amcam ve Dilber yengem avludaydı. Hanımlar selamlaştıktan sonra birbirlerinin kıyafetlerini inceleyip iltifatlar ederken, "Amca benim gördüğümü sen de görüyor musun? Yengemle annem sohbet ediyorlar." "Görüyorum Devran görüyorum oğlum, bir ömrü birbirimize zehir ettik yetmedi, etrafımızdakileri de zehirledik. Yengen içindeki zehri attıkça iyileşiyor. Annen de onun iyileşmesine el verecek kadar güzel kalpli bir kadındır, şaşırma." Biraz daha herkes için normal ama bizim için mucizevi olan tabloyu izledik. Amcam, " Nerde kaldı bu Boran? Ara bakıyım Oğlum." dediğinde telefonumu ceketimin cebinden çıkardım. Konuşup, " Geliyorlarmış." dedim. " Derya'yı görünce aklı gidiyor bizim oğlanın..." deyip güldü. Aklım gitmez mi? Ne badireler atlattılar, daha da neler atlatacaklar kim bilir. İçimden geçenleri dile dökmedim. Kötüyü çağırmak istemedim, herşeyin en güzelini hak eden kardeşlerim için dua ettim. Beraberce düğünün olduğu otele geçtik. Kapıdan girişimizden itibaren bütün gözlerin üzerimize de olması alıştığımız bir durumdu. Kimi severek, kimi imrenerek, kimi hasetle bakıyor olsa da herkes kalbindekini yansıtıyordu işte. Masamıza geçince annemle bir selfie çekip Ela'ya yolladım. "Düğünün en güzel kadını benim yanım da, çok kıskanılıyorum." diye de ekledim tabii. Halaylar çekildi, takılar takıldı. Düğünün sonlarına doğru Derya telefonunu alarak Salondan çıktı, son anda gözüme takılan kişiyi gördüğüm de ben de peşinden çıktım. Selma'nın burada ne işi vardı ki. Merdivenlerde gördüğüm ikili ile duraksadım, düğünün gürültüsünden ne konuştuklarını anlamasam da gerildikleri ve Derya'nın bunu uzatmak istemediği çok belliydi. Yanlarına çıkmak için hareketlendiğim sırada Selma'nın dengesi bozuldu ama yanında ki kadın bütün olanlara rağmen onu tuttu. Dengesini sağladığına emin olunca elini çekmek istediği sırada hiç beklemediğim bir şey oldu. Beş yıl aynı yastığa baş koyduğum, beraber çocuk büyüttüğüm kadın Derya'yı merdivenlerden itti. Gözümün önünde merdivenlerden düşen kardeşime yetişemedim. Sadece ismini haykırdığımı ve benim sesimi duyan Selma'nın paniğini o kadarcık zamanın içinde hafızama kazıdım. Önce sırtını sonra belini basamağın mermerine vurdu, başını korumaya çalışsa da yuvarlanması ile kontrolü tamamen kaybetti. Saniyeler içinde merdivenin dönemeç olan geniş kısmında yerde hareketsiz kaldı. Merdivenleri üçer beşer çıktığım ve Boran'a haber verin diye bağırdığım sıra da Selma da yanımıza ulaştı, "Dengesini kaybetti tutamadım Devran!" diye bişeyler geveledi. Derya'nın bilinci kapanırken yanıma ilk gelen Murat oldu. "Kalabalığı uzaklaştır, 112 yi ara!" Nefesini kontrol ettim, nefes aldığını anlayınca bedenini kontrol ettim. Elbisesi dar olmasa bu kadar kötü düşmezdi. " DERYAAA! " diyerek aklını kaybetmiş gibi kalabalığı yaran adama ne diyeceğimi ise hiç bilmiyordum. Boran, Derya'nın halini görünce donup kaldı. Nefes alamadığını fark edince, ayağa kalkıp tuttum. "Derya'mmmm..." dedi son gayretiyle. "Boran sakin ol, iyi olacak kardeşim. Çok güçlüdür o biliyorsun sende." dedim sakinleşmeyeceğini bile bile... Ambulansın sirenini duyduğum da Murat'a döndüm sessizce, "Otelin kamerasından kayıtları alıp getir bana. Kimseye tek söz etme!" dediğimde gözündeki dehşeti gördüm. Murat zeki adamdı saniyesinde parçaları birleştirmişti. Derya'yı dikkatlice sedyeye aldıklarında hepimiz korku içinde kendimizi kaybetsek de dik durmaya çalışıyorduk. Hastaneye varır varmaz acilin kırmızı bölümüne alıp girmemize izin vermediler. Bayram amcam, koridorda delirmiş gibi dolanan Boran'ın önüne geçti. "Oğlum sakin ol, bişey olmayacak kızıma." dese de titreyen sesine engel olamamıştı. "Olmaz baba, bu defa olmaz, kaybedemem. Kaybedersem yaşayamam, sakın beni teselli etmeye kalkma, dik dur deme. Ona birşey olursa bi mezarda bana kazdır." dediğinde çaresizce oğluna sarıldı. İkisinin de gözlerinden akan yaşa bütün hastane şahit oldu. Mardin'in ağası Bayram Hanoğlu, oğluna ayrı, kızına ayrı ağlıyordu. Biliyordu ki Boran'ın iflahı olmaz. Bu kez kendini diri diri gömmez, gerçekten girer o mezara. Annem ile Dilber yengem birbirine destek olup, ağlayarak izlediler baba oğulu. Selma ise bi köşede olup biteni izliyordu sessizce, ben bu kadına evladımı emanet etmiştim. Velayeti ben de olmasına rağmen ayırmaya kıyamayıp ikisine ayrı bir dünya kurmuştum. Bu denli aklını yitirmiş olabileceğine ihtimal dahi vermezdim ki. Nasıl bir canavara dönüşmüştü. Daha dün akşam Derya'dan özür dilemekten bahsediyordu, bugün canına kast etmişti. Bakışlarımda ki manayı anlayınca yerinde huzursuzca kıpırdandı. Zaman akmıyordu sanki, Boran'a ise yaklaşmaya bile cesaret edemiyorduk. Patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Ne kadar zaman orda geçti bilmiyorum, içerden çıkan doktor ile kapıya yöneldik. "Derya'm nasıl doktor? İyi değil mi? Çok güçlüdür o..." diyen adam sanki duyacağını geciktirmek için konuşur gibiydi. Boran'ın gördüğünü ben de görüyordum, doktorun bakışları iyi şeyler söylemeyeceğini belli ediyordu. "Derya hanım sırtından, belinden ve esas sorun olan kısım başından darbe almış. Bilincinin kapanmasının sebebi kafa travması geçirmiş olması." deyip durdu bakışlarını hepinizin üzerinde gezdirdi. "Hasarın tespiti için tomografi çektik, beyinde ödem oluştuğu için şuan uyutmaya devam edeceğiz. Ödem çekilince daha sağlıklı değerlendirme yapmamız mümkün." "Ne demek istiyorsun doktor?" dedi Boran korkusu sesinde titreşti sanki. "Beyin çok hassas bir bölge Boran Bey, şimdiden birşey söyleyemem. Sadece ne olduğunu görmemiz için ödemin çekilmesini beklemek zorundayız. Bir de..." diyerek gözünü üzerimizde gezdiren doktor Boran'ın sabrını dener gibiydi. Boran adamın yakasını kavradı dayanamayarak, " Ne diyeceksen açık konuş, sabrımı zorlama doktor, çünkü hepsini burda beklerken tükettim." Adamın yardım dilenen bakışına kayıtsız kalmayarak Boran'ın elinden yakasını kurtarmaya çalışsam da başarılı olamadım. Doktor mecburen karşısında ki adamın zindan karasına dönmüş gözlerine bakarak konuştu. "Hastamızın kanaması var, bebek küçük olduğu için düşük tehlikesini durdurmaya çalışıyoruz. Ne kadar başarılı olabiliriz bilmiyorum." dediğinde Boran'ın doktoru yakasındaki elleri çözülüp iki yanına düştü. Gözlerini kapattığın da canı çekiliyor zannettim. Çenesini yukarı kaldırdı, zorla yutkunduğunda adem elması boğazında ki yumruyu çözsün istemiş olacak ki hareket etti. Yavaşça başını eğdi, kıpkırmızı olmuş gözlerini açtı, "Derya'm hamile mi?" Bölüm sonu yorumlarınızı bekliyorum. Devran ~ Ela? Boran ~ Derya? Yeni bölüm isteyen yıldıza dokunsun ⭐⭐⭐⭐⭐💞😇 |
0% |