Yeni Üyelik
59.
Bölüm

59. Bölüm

@zamansizim84

Kapı aralandığın da bedeninin yarısını görebileceğim kadar içeri giren adam Zeynep'in abisi Boran'dı, yada benim eşim mi demeliyim?


"Yanlız kalmak istediğini biliyorum ama biraz konuşabilir miyiz?"


Siyah bir eşofman takımı vardı üzerinde, içinde beyaz bir tişört, ayağında spor ayakkabıları ile hiç de Bayram ağanın oğlu gibi durmuyordu.

Zeynep'in ziyaretine geldiğinde babasını uzaktan görmüştüm, takım elbisesi, cepkenine taktığı köstekli saati, sakallarına karışan bıyığı, hafif göbekli haliyle tam bir ağaydı Bayram Bey. Arabası ve korumaları ile okula geldiğin de dikkatlerini üzerine çekerdi. Karşımda ki adam ise hiç o kültürde büyümüş gibi durmuyordu. İlk izlenim için bu kadarı yeter, onu böyle tanıyamam.


"Gelebilirsin." dedim ama sesimde ki mesafe koyma çabası çok belliydi. Utanmasam müvekkilimle konuşur gibi konuşacaktım adamla.


Yanıma yürürken gözlerini gözlerimden çekmedi. Tanıdık bir bakış aradığı çok belliydi ama aradığını bulamadı. Yavaşça oturdu yanındaki sandalyeye. Yatağın yanındaki düğmeyi kullanarak vucüdumu biraz dikleştirip yarı oturur pozisyona getirdim.


"Nasılsın?... Yani ağrın var mı?" dedi sanki ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Ben onu hatırlamıyordum da, o beni hatırlıyor fakat yakınlık gösteremiyordu.


"Ağrım var ama dayanılmayacak şiddette değil." dedim biraz doğru biraz yalandı. Hamile olduğumu kabullenemesem de koruma iç güdüsü beynine otomatik yüklenmiş gibiydi. Ağrının şiddeti atıyordu fakat ilaç almak istemiyordum.


Başını salladı hafifçe, karagözlerini mavilerime kilitledi.


" Derya yaşadığın şey çok zor farkındayım, bunu senin için nasıl kolaylaştırabilirim bilmiyorum. On ay önce beni tanımıyordun bile, ben de senin varlığından habersizdim." deyip elimi tuttu çekinerek. "Gözlerinde ki şüphe canımı yakıyor." dedi bir anda. "Biz seninle çok mutluyduk..."


Kendince haklı olabilirdi de, söylediği gibi benim için çok zordu. Yavaşça elimi çektim.


"Aşık olarak mı evlendik?" dedim düz bir sesle. Az evvel ellimi tutan parmaklarını göz çukurlarına bastırdı. Yorgun görünüyordu, göz altları kararmış mıydı? Tanımadığım için emin olamıyordum. Başını hafifçe iki yana salladı.


"Pek sayılmaz, yani orası biraz karışık."


Bu tavrı şüphelerimi doğrularken,


"Baban üzerimizde baskı mı kurdu? dedim açık açık.


Şaşkın bakışları yüzümü buldu, cevapsız kaldığında şaşkınlığını aşamadığı belliydi.


" Arkadaşım hafızamı kaybettim, aklımı değil. Senin benim varlığımdan bile haberin yokken, ben senin karına olan aşkını o kadar çok dinledim ki kendi irademle seninle bir yola çıkmış olamam. Biz neden evlendik?" dediğimde şaşkınlığını atmış olacak ki gülümsedi. Yok artık bu adamın gamzeleri mi vardı? Bakışlarımın kaydığı yeri fark edince gülümsemesi büyüdü.


"O kadar akıllı ve güzel bir kadın ile evliyim ki, neden evlendiğimi unutalı çok oldu." dedi gözlerimin içine bakarak, öyle derin bakıyordu ki gözlerinin çekimine her kadın kapılırdı. Belki de önceden çapkının tekiydi, ağzı iyi laf yapıyordu. Kendi kurduğum teorimle sinirlenip,


" Beni bunlara kanmayacağımı bilecek kadar, tanımış olmanızı beklerdim." dediğim de kendini toparladı,


"Kusura bakma uzun zamandır avukat Derya Acar ile muhatap olmamıştım. Derya Hanoğlu söylediğimin doğru olduğunu çok iyi bilir. Bana da biraz hak ver avukat hanım, benim için de hiç kolay değil."


Sesinde sitem yoktu, sadece benim keskin duruşum karşısında biraz anlayış bekler gibiydi. Burnumdan derin bir nefes alıp verdim.


"Bebek istiyor muyduk?" dedim, gözlerimi kaçırarak,


Sıkıntılı bir nefesi ciğerlerine çekti,


"Onu istemiyor musun?" derken sargılı sağ elini, az evvel Pınar'ın bebeğimi haber verirken elimi koyduğu noktaya getirip baş parmağı ile göbeğimi hafifçe okşadı. Bir ürperti geçti bedenimden, dokunuşu kötü hissettirir sanmıştım ama garip bir şekilde tanıdıktı. Bakışlarımı okşadığı göbeğimden çekip yüzüne çevirdim, yüzüne garip bir hüzün bulutu çökmüştü.


"Öyle demek istemedim, yani evleneli çok uzun bir zaman olmamış. Ne şartlar da evlendiğimiz de net değil. Sürpriz bir bebek mi diye düşündüm istemeden." diye açıklama gereği duydum.


"İkimizin de en çok istediği burada bir canın büyümesine şahitlik etmekti. O sana tutunmak için çok çabaladı Derya, düşük tehlikesi geçmiş değil." deyip elini usulca bedenimden çekti. Garip bir boşluk hissi belirdi içimde. Hamile olduğumu duyduğum andan beri yanlız hissettiğimi fark ettim.


"Öğrendiğim andan beri aklım çok karışık olsa da benden gitmesini istemem." dedim. Aramızda bir sessizlik büyüdü.


Onunla konuşmanın beklediğim aksine bana iyi geldiği düşündüm. Söylediklerine inanmak istiyordum ama tam olarak güvenebilmiş de değildim.


Kendimi garantiye almak isteyen tarafım devreye girdi,


"Bu hayatta en katlanamadığım şey..." dediğim de cümlemi o tamamladı.


"Yalan..." dedi net bir şekilde, kaşlarım havalandı. Benim şaşkınlığım karşısında tüm ciddiyetiyle "Sen beni unuttun Deryam, ben seni aklımın da, kalbimin de en güzel köşesinde saklıyorum."


Sözleri bu kez etkilemişti beni, yine de belli etmedim.


"Aynen öyle Boran Ağa, bana yalan söylediğini anlarsam şuankinden de mesafeli bir Derya ile karşı karşıya kalırsın. Gördüğüm kadarıyla bunu istemezsin." dedim neredeyse tehdit ederek.


"Yalan söylemediğim için yanımdasın zaten Derya, sana hiç bir zaman yalan söylemedim." dedi yine alttan alarak, bilerek damarına basıyordum ama gözlerinde şevkatten ötesini görememiştim.


"Müsade edersen artık biraz uyumak istiyorum." dedim konuşmayı sonlandırmak için.


Küçük bir tebessüm ile başını salladı, sandalyeden kalkıp bana doğru küçük bir adım attığında fazla yakınımdaydı. Ben daha yakınlığını algılayamadan dudaklarını alnımda hissettim. Saçlarımın kokusunu içine çekerek derin bir öpücük bıraktı.


"Bir şeye ihtiyacın olursa kapının önünde olacağım."


Bu hareketi içimi sıcacık yapmıştı, neden bu ilgiye muhtaçmışım gibi hissediyordum ki. Bugüne kadar ailem bana yetmişti. Kapılarımı sıkı sıkı kapatmamın sebebi de buydu, hiç bir zaman yanlız hissetmiyordum. Hamilelikte hormonal değişiyordu, Duru'ya hamileyken Pınar'dan az çekmemiştik. Benim de bu hallerinin sebebi hormonlar olmalıydı. Kesinlikle öyleydi, yoksa adamın kokusundan falan etkilenmemiştim. Tam odadan çıkacakken bana döndü,


"Pınar'ı boş yere sıkıştırma, bizimle ilgili herkesten farklı bir şey bilmiyor. Merak ettiğin herşeye ben cevap veririm." deyip göz kırptı.


Onun odadan çıkışı ile ne yapacağımı bundan sonra nasıl davranacağımı düşündüm bir süre, Pınar'a anlatamamış olabilirim, fevri bir karakteri vardır, sinirlenince gemileri çabuk yakar. Ne düşüneceğimi şaşırmıştım, uykum yoktu ama yorgun hissediyordum. Ne kadar zaman böyle geçti bilmiyorum kapıda bir hareketlilik fark edince gözlerimi kapattım. Nefesimi belli bir düzende almaya çalışarak uyuyor gibi davrandım. Kimseyle hiç birşey konuşmak istemiyordum.


Boran'ın kısık sesini duydum,


"Çok sessiz olun uyanmasın."


Ardından kapı kapandı genç bir kadının fısıltı şeklinde,


"Çok sissiz ılın ıyınmasın" diyerek Boran'ın taklidini yaptı. "Sanki iki gündür hastanenin altını üstüne getiren bu adam değil. Yeminle öfke kontrolü yok." dedi.


Yaşının daha büyük olduğunu tahmin ettiğim başka bir kadın yine fısıltı ile ona cevap verdi,


"Senem işine bak, hastanın ateşini ölç. Ben serumu değiştiriyorum. Çıkalım bir an önce."


O kadar sessizlerdi ki uyuyor olsam gerçekten durmazdım. Fakat genç olanın susmaya niyeti yoktu.


"Ay abla şimdi mi kıymetli olmuş karısı. Terk edip gitmedi mi daha bir kaç ay öncesi." deyip söylemesine devam etti ancak konu artık benim de ilgimi çekmişti.


"Kızım karı koca arasında olur öyle şeyler seni ilgilendirmez hadi çıkalım." diyen kadına az daha durun demek istesem de uyumadığımı fark ederlerse devam etmeyeceklerini bildiğim için numarama devam ettim.


"O eskidendi Nuray abla, karısı da onu terk etti gitti hepimiz duyduk. Artık dertleri neyse... Tabii kumaydı, bedeldi okumuş kadın çeker mi?" diyerek anlatmaya devam etti.


"Yürü hadi çenen düştü iyice, bilip bilmeden konuşup duruyor bütün hastane..." dedi yaşı büyük olan.


Odadan çıktıklarına emin olunca açtım gözlerimi, al sana hastane gündemi. Sabaha kadar Pınar'ı sıkıştırsam da öğrenemeyeceğim detaylar. Mesleki bir bakış açısı ile bu konuşmalara hem itibar etmemem gerektiğini, hem de içinden çıkarılması gereken detayları yakalamam gerektiğini biliyordum. Bu konuşulanlar asılsız mevzular değildi, Boran'ın beni terk ettiği bir dönem olmuştu demek ki... Anladığım o ki bende altta kalmamışım.


Bunlara sebep olacak neler yaşanmıştı acaba? Konunun Berdel ve kuma olduğunu sanmıyorum, Bayram ağanın bunlara karşı olduğunu bilmeyen yoktu. Gerçi bizim üzerimize baskı kurduğunu Boran yalanlamamıştı.


Sıkıntılı bir nefes alıp verdim. Akıllı ol Derya kimseye güvenme, Boran inşallah bana yalan söylemiyordur. Hamile olduğuma göre ben bu adamla çocuk büyüyecektim, dedikleri gibi öfke kontrolü yoksa... Duyduklarım canımı sıkarken zaten düşük tehlikesi olan hamileliğin için gerginlikten uzak durmam gerektiğini aklımın bir köşesine yazdım.

    


Boran'dan


" Hangi abin Zeynep? Beş yıldır karısının yasını tutan abin mi? Bizi nasıl bir oyunun içine düşürdünüz. Evlenebilmek için beni mi harcadınız? "


Sözlerinin devamını dinleyemeyerek dışarı çıktım, Zeynep peşimden koşsa da konuşmadım.


Evli olduğuna bu kadar tepki verdiyse bebeği duyacağı anı yaşamak istememiştim. Mucizemizi istemezse, kabullenemezse... Bahçe de bir sigara yaktım.


Uzun süre soğuk hava da yapayanlız oturdum. Zaten Derya yoksa ben yalnızdım, etrafımda ki hiç kimse bana onun verdiği huzuru, tamamlanmışlığı vermiyordu.


O da bensiz yanlız hissetmiyor muydu? Aklı beni unutsa da kalbinde ki yerimi hatırlar mıydı? Bebeğimizi söylemeliydim. Yanında olmalı elinden tutmalıyım. Bensiz bu durumla baş edemez ki...


Belki saati aşkın oturduğum yerden kalkıp odasının olduğu kata çıktım. Herkes kapıdaydı, Pınar beni görünce ayaklandı,


"Konuşalım mı biraz?"


Başımla onayladım. Diğerlerinden uzakta yan yana iki sandalyeye oturduk. Kollarımı dizlerime koyup,


"Bebeği söyledin mi?" dedim.


"Söyledim..." dedi sakin bir tonda.


"Nasıl karşıladı?" diye sordum korkuma rağmen,


"Şaşırdı ama arkadaşımı tanırım yarım saatte sahiplenmiş olur. Seni olmasa da bebeğinizi sahiplenecektir." deyip devam etti, "Evliliğinizin başlangıcından itibaren sorguluyor, bunu bir eş gibi değil de avukat bakışıyla yapıyor."


"İşin zor diyorsun yani..." dedim.


"Kolay olmayacağı kesin, beni de kapıya attı yanlız kalmak istiyormuş."


"Pınar onunla konuşmam lazım, sorularına benden başkası cevap veremez." dedim.


"Bence de yanlız bırakma, ne derse desin alttan al." deyince kaşlarımı çatıp baktım. Hiç bir zaman Derya'ya karşı fevri olmamıştım ki bu halinde olayım. "Senin sinirine oynayacaktır. İnsanların sinirliyken kendini saklayamadığını düşünür avukat hanım." dediğinde uyarısının sebebini anlamıştım.


Gücümü toparlayıp odasının kapısını çaldığım da beni reddetmedi, hatta belli etmemeye çalışarak alıcı gözüyle bir baktı.


Sorduğu sorular ve mesafeli duruşu tam Pınar'ın beni uyardığı gibiydi. Hiç acıması yoktu. Beni köşeye sıkıştırdığını fark ettiği anda,


"Evlenmemiz için baban baskı mı kurdu?" deyince şok oldum. Tamam zeki bir kadın ile evli olduğumu biliyordum ama babamın yaptığı baskıyı tahmin etmesini beklemezdim. Bu halim hoşuna gitmiş olacak ki,


"Arkadaşım hafızamı kaybettim, aklımı değil. Senin benim varlığımdan bile haberin yokken, ben senin karına olan aşkını o kadar çok dinledim ki kendi irademle seninle bir yola çıkmış olamam. Biz neden evlendik?"deyince zekası karşısında ki acizliğime güldüm. Gülümsememle bakışları gamzelerime kaydı. Bazı şeyler değişmiyordu demek ki. Gülümsemem daha da büyüdü yüzümde.


Bu halime sinirlenip terslese de oralı olmadım. Alttan aldım, beni hatırlamasa da yanımda olduğuna şükrettim. A


"Bebek istiyor muyduk?" dediğinde ise buz kestim. İki gece önce gözlerimin içine bakıp mucize dileyen kadınımı özlediğimi hissettim. Bu maviler bana çok yabancıydı.


"Onu istemiyor musun?" demiş bulundum. Hakkım olmadan hayal kırıklığı hissediyordum. Yanlış anladığımı söylediğinde devam ettim,


"İkimizin de en çok istediği burada bir canın büyümesine şahitlik etmekti. O sana tutunmak için çok çabaladı Derya, düşük tehlikesi geçmiş değil." deyip elimi usulca göbeğine koyup okşadım. Temasımdan rahatsız olmaması için çok uzatmadan elimi çektim.


"Öğrendiğim andan beri aklım çok karışık olsa da benden gitmesini istemem." dediğin de ise içime huzur doldu. Derya onu sahiplenmişti, aksi durum da hafızası yerine geldiğinde bunun için vicdan azabı çekeceğini biliyordum.


Neden ben? Diye sorduğum da ona karşı hep açık olduğum için bana aşık olduğunu söyleyen kadın. Ona yalan söylememem için sert bir dille beni uyardı.


Yanından ayrılırken alnına dudaklarımı bastırdım. İki günde o kadar özlemiştim ki kokusunu alınca gözlerim kapandı.


Merak ettiklerinin cevabının yalnızca bende olduğunu söyleyip çıktım odadan. Dokunuşlarımı reddetmemişti, hatta bence ne hissedeceğini görmek istedi. Hatırlamadığı bir adamdan hamile olmak onun için çok zor bir psikoloji, hele ki Derya gibi duvarları yüksek olan, kimseyi kendine yaklaştırmayan, ailesi ile kurduğu dünyasında yaşayan biri için daha da zor.


Onu düşünmesi için yanlız bıraktım, yanından saniye bile ayrılmak istemesem de, kendini dinlemeye ihtiyacı olduğunu biliyordum. Akşam üstü herkesi konağa yolladım, Pınar hamile olduğu için hastane de ne kadar az durursa o kadar iyiydi.


Akşam yemeğimini getiren personel ile beraber bende girdim odasına, ikimiz için de yemek bırakan orta yaşlarda ki kadın odadan çıkınca,


"Yemek saati..." deyip servis masasına koyduğum yemeğini yatağa yakşaltırdım. Sadece beni izliyordu, bu ne rahatlık der gibi bir ifadeyle, yatağın kumandası ile oturuşunu biraz daha dikleştirdim.


"Pınar yok mu?" dedi düz bir sesle.


"Hastane de uzun süre kalması iyi değil, hamile biliyorsun." dedim.


"Zeynep nerede?" dedi bu kez.


"Kız kardeşimi evlenmek için bizi harcamakla suçlamışsın, sana biraz kırgın" deyip yemeğini işaret ettim. Şaşırsa da çabuk toparladı.


"Hadi bakalım yemeğini soğutma."


Kendi yemeğimi de alıp karşısındaki koltuğa oturdum. Önümdeki sehpaya bıraktığım yemeklere göz gezdirirken, en son Serdar'ın zorla yedirdiği sandviç ile durduğumu fark ettim.


Beraber ama sessizlik içinde yemeklerimizi yedik. Ara ara gözünün bana değdiğini hissetsem de, bakışını yakalayıp da utandırmadım. Bi kere yakalanırsa daha dik duvarlar öreceğini biliyordum.


Yemekler bitince ikimizin servisini de toparlayıp dışarı bıraktım. Servis sehpasını önünden çektiğim sırada cebimdeki sigara paketini fark etti. Gözlerimiz kesiştiğin de,


"Ben hamile olduğumu bilmeden sigara içip, ona zarar vermiş olabilir miyim?" dedi gözlerinde ki endişeye hayranlıkla baktım. Şahane bir anne olacaktı benim kadınım.


"Sen günde en fazla iki tane içiyorsun Derya, sorun olacağını sanmıyorum ama doktora sorar içini rahatlatırız." dedim.


"Şuan canımın sigara çekmesi normal mi? Yasak olduğu için mi böyle hissediyorum?" deyip cevap beklesede sorduğu soruların cevabı bende de yoktu.


" Yemek yedikten sonra beraber içerdik, onun için canın istemiş olabilir. "dedim fikir yürüterek.


"Anladım" dedi memnuniyetsiz bir ifadeyle. "Sen çıkıp iç sigaranı, benim iyiyim aklın kalmasın." deyip arkasına yaslandı.


Cebimden çıkardığım paketi gözlerinin önünde çöp kutusuna atıp,


"Senle içmedikten sonra, sigaranın da tadı olmaz." dediğimde kaşları havalandı,


"Ağzın iyi laf yapıyor arkadaşım, beni böyle böyle kandırmış olabilir misin?"


"Boransız sigaranın bile tadı yoktu. diyen sendin karıcım." dedim onun sözü olduğunu hatırlamasa da bilsin isteyerek.


"Neden öyle bir şey dedim peki?" deyip gözlerini gözlerime dikti.


Öylesine bir soru değildi beni deniyordu.


"Benim hatalarım sonucu ayrı kaldığımız bir dönem olmuştu, sen beni terk etmiştin. Barıştıktan sonra, sigara içerken söylemiştin." dediğim de bu kadar açık bir kabul ediş beklemiyor olacak ki şaşkınlığını belli etmekten çekinmedi. Üstüme gelmektense vazgeçecek gibi değildi,


"Beni çok üzmüş olmalısın, dediğin gibi seni seviyorsam kolay kolay bırakıp gitmem." dedi meydan okuyarak.


O günleri hatırlayınca yüzüm düştü, bakışlarımı kaçırdım suçlu bir çocuk gibi,


"Çok üzdüm, çok kırdım. Gitmekte haklıydın." dedim inkar etmeden.


"Açık sözlü olmanı sevdim." dediğinde buruk bir gülümseme sundum."Hatanı biliyorsun madem, neden yaşadık o ayrılığı?" diye sordu bu kez.


Neresinden başlayıp nasıl anlatılırdı ki, bilmesi gereken ne çok detay vardı.


"Derya, seni korumaya çalışıyordum ama bu yanlış yaptığım gerçeğini değiştirmiyor. Şuan anlatsam da kafanı daha çok karıştırmaktan başka işe yaramaz. Doktor yavaş yavaş kendi akışında yaşayıp hatırlaman gerektiğini söyledi." diyerek durumu toparlamaya çalıştım.


Devamında sessiz kaldık ikimizde, biraz televizyon izledi, her zamanki gibi izlerken uyuya kaldı, ben de onu izlerken oturduğum koltukta uyuyakaldım. Sabah kahvaltı için gelen personelin sesine uyandığım da Derya yatağında değildi. Büyük bir panik dalgası bütün vücudumu sardı. Banyonun kapısını kapalı görünce orda olabileceğini düşündüm, gelen su sesi rahat nefes aldım.


Bir kaç dakika sonra banyodan çıktığın da,


"Günaydın" deyip yatağına oturmasını bekledim.


"Günaydın" diyerek pencereye yürüdü. "Demek burası Mardin" deyip bir süre seyretti. Sonra elini başında ki şişliğe dokundurdu. "Nasıl düştüysem kafamda kocaman bir şişlik var, sırtım belim mosmor." dediğin de ellerim yumruk oldu ama o fark etmeden öfkemi kontrol altına aldım.


Bana dönüp elini göbeğine koydu,


"Böyle bir kazaya rağmen bana tutunması, bizi bırakmaması mucize." dedi.


"Bence sen ve kızımız başlı başına iki mucizesiniz." dedim yanına gidip bebek saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdım, kaçmadı, geri çekilmedi mavilerini gözlerime kitleyip,


"Kız olacağını nerden biliyorsun?" dedi tek kaşını kaldı.


Dudak büktüm ister istemez,


"Hep sana benzeyen bir kızım olsun diye dua ettim, onun için sanırım."


"Senin oğlan çocuğu istemen gerekmiyor mu? Yani ağa olarak..." deyip kollarını bağlayıp ne cevap vereceğimi bekledi.


"Birincisi Allah hangisini nasip ederse etsin ancak şükrederim. İkincisi senin gibi güzel, akıllı, cesur bir kızım olsa oğlum yok diye üzülmek aklıma bile gelmez."


Cevabından memnun yarımca güldü. Elimi beline koyup yatağa yönlendirdim,


"Kahvaltı yapman lazım" dediğim de benimle itirazsız geldi, yatağa oturunca dünkü haline göre daha ılımlıydı,


"Yatmak istemiyorum, sırtım çok acıyor." dedi.


"Sırtına bakabilir miyim?" dediğim de şaşırdı. Tereddüt etse de başıyla onayladı sadece, üzerindeki geniş tişörtü biraz yukarı sıyırdığımda belinden başlayıp kalçasına kadar uzanan morluk önüme serildi. Gözlerimi kapatıp kendimi sakinleştirdim biraz daha yukarı çektim elimdeki penyeyi, bu kez sağ kürek kemiğinin üzerinden, sol kürek kemiğinin altına kadar uzanan ikinci morluk görüş alanıma girdi. Dünden bu yana iyi sabretmişti doğrusu,


"Dün ağrım yok demiştin?" dedim tişörtünü düzeltip önüne geçerken sesimi sakin tutmaya çalışarak.


"Ağrı kesici almak istemediğim için sabretmeye çalıştım ama yattıkça daha kötü oldu." derken gözlerinin dolduğuna şahit oldum. "Bebeğe zararı olmayacaksa ağrı kesici isteyebilir miyiz?" dediğinde ona sarılmamak için zor tuttum kendimi.


Kolumu omzuna dolayıp kendime çektim başının üzerine derin bir öpücük bıraktım, acılarını almak ister gibi kokusunu içime çekerek.

"Sen kahvaltını ederken, ben sorup geleyim güzelim."deyip servis masasını önüne getirip odadan çıktım.


Kattaki hemşire bangosuna geldiğim de durumu anlattım. Birazdan kadın doğum uzmanının gelip muayene edeceğini onun onayından sonra verebileceklerini söylediler.


Kahvaltısı bitmeden odanın kapısı tıklatıldı. İçeri giren iki kadından birinin üzerinde doktor önlüğü vardı. Diğeri ise hemşire olmalıydı, beraberinde tekerleklerinin yardımıyla kolayca sürüklediği makinayı yatağa yakın bir noktaya bıraktı.


Yaşının otuzun ilk yarısında olduğunu tahmin ettiğim doktor Derya'ya elini uzattı,


"Merhaba Derya hanım, ben kadın doğum uzmanı Çiğdem Ülkü Aladağ." deyip samimi bir gülümseme sundu.


"Merhaba Çiğdem Hanım memnun oldum." dedi onun kadar samimi gülümsemesi ile karşılık verdi.


"Nasıl hissediyorsunuz?"


Doktorun sorusu ile dudak büktü,


"Bedenim mi yoksa, aklım mı daha zor durum da bilmiyorum."


Çiğdem hanımın kaşları çatıldı,


"Kafanız neden karışık, bebeği istemiyor muydunuz?" dediğin de hafızası ile ilgili durumu bilmediğini anladım.


"Çiğdem Hanım eşim son on aylık zaman dilimini hatırlamıyor." dediğim de kaşları havalandı.


"Sizi hatırlıyor ama değil mi?" dedi parmağı ile beni işaret ederek.


Başımı olumsuz anlamda sallarken Derya,


"Biz o zaman tanışmıyorduk..." dedi anlaşılmak isteyerek.


"Anladım." diyen doktorun da duyduğu durumun zorluğunu sorguladığı ifadesinden belliydi. "Peki Derya hanım, kazadan önce hamilelik şüphesi yaşadı mı? Adet döngüsünde düzensizlik var mıydı?" diyerek bana döndü.


"Kazanın olduğu gün regli olduğunu söylemişti." dediğim de Derya'nın kızaran yanakları çok tatlıydı. Bakışlarını doktor hanımdan çekmezken benden utandığını hissettim.


"Hımmm, bazen bebek tutunurken kanama görülebilir. Anne adaylarımız genellikle bu durumu regli kanaması ile karıştırabiliyor." deyip hemşire hanıma döndü. "Ultrason ile bebeğin durumuna bakalım."


Hemşire Derya'yı hazırlarken, Çiğdem hanım,


"Kanamanız devam ediyor mu?" diye sordu,


"Çok az." dediğin de biraz rahatladım. Hemşire göbeğine elindeki jeli sıktığında ürperdi. Sanki bir rüyanın içinde sürükleniyormuş gibi bakışlarını nereye odaklayacağını şaşırmış hali içimi sızlattı. Şimdi elele tutuşmuş bu heyecanı bambaşka duygularla yaşıyor olabilirdik.


Doktor hanım elindeki probu karnına dokundurduğun da gözleri doldu. Bakışları ultrason cihazının ekranına döndü. Ayak ucunda durmuş onu izliyorken bir kaç adım da yatağın boş tarafına geçtim, artık hem onu hem ekranı görebiliyordum.


Üst dudağını dişlerinin arasına aldığında, ağlamamak için kendini zorlandığını biliyordum, eline uzanıp zarif parmaklarını iki elimin içine hapsettim. Bakışları anlık bana dönse de,


"İşte küçük yaramaz tam da burada" diyen doktorun sesiyle ikimizin de gözleri ekrana döndü. Karanlığın için de minik bir karartıdan fazlası değildi izlediğimiz görüntü ama içime sığmayan buruk sevincimle kalbim hızlandı. Derya'nın yanağından bir damla yaş şakaklarına doğru yuvarlandı. Yakalayamasam da geride bıraktığı izi okşayarak sildim. Elimin için de hareketsiz olan parmakları biraz hareketlenip tutuşumu sahiplendi.


"Tahminen dört buçuk beş haftalık, gördüğüm kadarıyla anneyle bağını kuvvetlendirmiş. Fakat önümüzdeki iki hafta kritik olacaktır. Çok dikkatli olmanız gerekecek. Zaruri ihtiyaçlar dışında sürekli istirahat edecek, ani hareketlerden kaçınacaksınız. Uzun sürecek araba yolculukları hassas gebeliklerde tehlikelidir." dediğin de eli elimin için de olan Derya hiç beklemediğim sorusunu sordu,


" Uçak yolculuğu yapabilir miyim? " dedi bakışını bana hiç değdirmeden.


Çiğdem Hanım'ın bakışı kısa süre bana değse de, hastasına odaklanması uzun sürmedi.


" Uçak korkunuz yoksa ve yolculuk uzun sürmeyecekse olabilir."


Kalbime bir bıçak sapladı, soru Nevşehir'e gitmenin hesabıydı, beni bırakıp gitmek istiyordu. Haklı mıydı? Hiç tanımadığı bir adam ile tanımadığı şehirde olmak istememesi normaldi. Fakat bencilce olsa da benden gitmesini, gitmelerini istemiyordum.


Düşüncelerimin içinde boğulmuşken, onun ağrı kesici ile ilgili sorular sorduğunu duysam da aklımı konuya verebildiğim söylenemez.


Doktor hanım öğleden sonra çıkış yapabileceğimizi söylerken, hemşire elindeki reçeteyi bana uzattı. Boş bakışlarla aldım.


Oda boşaldığında ikimiz de sessizdik, eli hâlâ elimin içindeydi ama bu beni bırakıp gideceği gerçeğini değiştirmiyordu. Karım beni bırakıp gitmezdi ama Derya Acar'ı kimse istemediği yerde tutamazdı. Eline küçük bir öpücük kondurup yavaşça yatağa bıraktım.


Sorusunun altında ki sebebi anladığımı biliyor benden tepki bekliyordu, gel gör ki diyecek tek sözüm yoktu. Karşımda kadın Deryam olsa da aklında ben yoktum. Kalbinin sesi, aşkımızı tekrar aklına duyurana kadar onun isteklerine saygılı olmak zorundaydım. Nasıl ki o benim yanlız olmak istediğim zamanlarda saygı duyduysa şimdi de sıra bendeydi.


Bu dünya etme bulma dünyasıydı. Deryam ona yaptıklarım için ceza kesmeye kıyamayınca, ilahi adalet Derya Acar ile beni baş başa bıraktı. Biraz toparlanınca bu duygusallığını da atıp bana kök söktüreceğinin sinyalleri gelmeye başladı bile.


Onun ne yapacağını biliyorum da ben ne yapacağım işte onu hiç bilmiyorum. Kafamı toparlayıp yol haritası çizmeliyim yoksa bu kadın benim canıma okur.


Öğlene kadar hastaneye ne bizimkilerden ne de Derya'nın ailesinden kimse gelmedi. Bizi yanlız bırakmak için böyle hareket ediyor olsalarda onun ailesine ihtiyacı olduğunu gözlerinden okuyabiliyordum.


Çıkış yapabileceğimiz söylenince zaten çok olmayan eşyaları toplayıp Murat'a verdim. Derya'da hazır olunca yataktan kalktı fakat elini kasığına koyup tekrar oturduğunda hemen önünde diz çöktüm,


"İyi misin?"


"İyiyim geçer şimdi." deyince ara ara canının yandığına ama belli etmediğine emin oldum. Biraz dinlendi yüz ifadesi rahatlayınca ondan müsade istemeden tek hamlede kucağıma aldım. Küçük bir çığlık dudaklarından firar ederken refleksle kollarını boynuma doladı.


"Ne yaptığını sanıyorsun indir beni." dediğinde çok da umursamadım. Kapıya yaklaşınca tekrar söylendi, "Sana diyorum indir beni, sen artık çok oldun. Yürüyebilirim diyorum, duyuyor musun?" inatla kollarımdan kurtulmaya çalışıyor olmasına bir çözüm bulmalıydım ki en eğlenceli yolu seçtim, kulağına yaklaşıp fısıltı ile,


"Şşşş... İlk defa kucağımda değilsin karıcım. Seni taşımama bayılılırsın, unutsan da hatırlayacaksın kollarımda olmayı nasıl sevdiğini..."


Bütün hareketi ve kurtulma çabası bir anda kesildi. Kulaklarına kadar kızardığın da, dudaklarına düşen bakışlarımla başını boynuma gömdü.


" Çok terbiyesizsin, benimle bu şekilde konuşamazsın." dedi nefesi boynuma çarparken üzerimde ki etkisini bilse asla konuşmazdı.


"Ben seni daha önce de taşıdığımdan bahsettim, terbiye sınırları dışında olacak bir durum hayal eden sensin. Aklına neler geldiyse artık..." dediğimde olduğu yere iyice sindi.


"Lütfen gidebilir miyiz?" dese de bunun intikamını benden alacağına eminim.


"Tabii ki gidebiliriz hayatım, zevkle."


Kucağımda hırsından delirse de itiraz etmek onu daha zor duruma soktuğu için sessizliğini korudu. Koridora çıktığımız da herkesin gözü üzerimizdeydi. İki gündür arkamdan konuşan hemşireler bile bize hayranlıkla bakıyordu.


Asansöre bindiğimizde yalnızdık,


"Nefes al güzelim" deyip saçlarından koklayarak derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Sertçe yutkunduğunda yüzüme yayılan gülümsemeyi engelleyemedim. Aklı beni unutsa da kokuma kayıtsız kalamıyordu, nefesini tuttuğunun farkında bile değildi, sessizliğini korurken aşağı inen asansör iki katı daha geride bırakmıştı. Beklemediğim anda burnunu boynuma değdirerek derin bir nefesi içine çekti, bu kez sertçe yutkunan ben olurken. Elini göğsüme indirdi, kalbimin hızı kontrolü kaybettiğin de olduğu yerde kıkırdadı. Kiminle dans ettiğimi tekrar hatırlarken, bu kadının aklımı başımdan aldığı tartışılmaz bir gerçekti.


"Sakin ol arkadaşım, kalbinin sesi dışardan duyuluyor." dediğin de göz göze geldik. "Bi daha sakın beni bu şekilde kontrol altına almaya çalışma." derken otoriter sesi insana buz tutturur cinstendi.


Mavilerin de ki öfke kendini belli ederken asansörün kapısı açıldı, bekleyen insanları görünce hızla çıktım, arabaya yürürken bu kez ikimiz de sessizdik. Konağa kadar o etrafı izledi, ben nasıl yolumuzu bulacağımızı düşündüm.


Murat arabayı konağın büyük ahşah kapısının önünde durdurunca inip kapımı açtı,


"Buyur ağam."


"Sağol Murat" dediğim de kapıdaki korumalar da hazırola geçti. Derya'nın kapısını açıp inmesine yardım etmek için elimi uzattım. Uzattığım anda da pişman oldum, ne tepki vereceğini kestiremediğim için. Korumalara baktı önce, sonra konağa göz gezdirdi, elini avucuma bıraktı.


"Şaka maka Konak dizinin içine düşmüşüm gibi hissediyorum." diye benim duyacağım şekilde söylendiğinin de güldüm. "Gülme ağam karizman çizilmesin. Gerçi hastane de beni taşırken çizildi bile, daha kimse korkmaz senden."


Cevap vermedim, baktım hayran hayran kimsenin umurunda olmadığını anlayacağı kadar açık seçik. Beklemediği bakışlar karşısında ne yapacağını bilemedi. Az evvel hastanede bana ayar veren kadın değildi, gözlerimde ki aşkın karşılığını kalbinde arayan bir hali vardı.


Konağın kapısı gürültü ile açıldığında büyük bir karşılama bizi bekliyordu. Derya'nın ayakta kalmaması için büyük salona geçildi.


Babannem Derya'yı dizinin dibinde oturturken, yılların yaşanmışlıkları ile çizgilerin oturduğu yüzünü göz yaşları ıslatıyordu.


Babam, annem, yengem hatta Konağın emek verenleri bile kendilerine yabancı gibi bakan kadının hali karşısında üzgündü. Atlatılan kaza büyükken, normalde hepimizi sevince boğacak haberi bile kutlayamamanın burukluğu üzerimizdeydi. Bayram ağa Derya'nın hamile olduğunu öğrendiği gibi Mardin'in dört bir yanına ziyafet sofraları kurdurur, ayaklarının dibine kurbanlar kestirirdi. Gel gör ki Derya kendini toparlayana karar aile dışında kimse bilsin istemiyor oluşumuz Bayram ağanın yıllardır hayalini kurduğu şenliğe de mani olmuştu.


Kalabalığın ona iyi gelmediğini fark ettiğimde, yanına geçtim.


"Dinlenmen gerek," dediğim de minnetle baktı yüzüme.


"Abimle konuşmam lazım."


"Seni odana çıkarayım, Serdar'ın yanına getiririm." dedim.


Sadece başıyla onayladı, beraberce odaya geçtik. Pınar ve Zeynep de bizimle yukarı geldi.


Kapıdan girince odanın geneline bir göz attı. Pınar yönlendirip yatağa uzanması için yardım etti. Zeynep ile aralarında ki gerginlik devam ediyordu.


Pınar,


"Derya duş almak ister misin? Yardımcı olayım mı?" dedi anlayışla.


"Abimle konuşmam lazım onu bana yollar mısın? Sonra duş alırım." deyip arkadaşına gülümsedi.


"Arkadaş varsa yoksa Serdar düş artık kocamın yakasından cadı görümce." dediğin de burukça gülümseyerek,


"Abime ihtiyacım var Pınar." dedi gözlerinin dolduğunu belli etmemeye çalışarak.


Onun bu hali karşısında ki kadını dumura uğrattı adeta.


"Kızım şaka yaptım ayyy ağlayacak neredeyse, hormonlardan hep bunlar."


İkisi birbirine sarılınca Zeynep boynunu büktü. Ne yapacağını bilmiyordu, Derya'nın sağı solu belli değilken yaklaşmaya korkuyor olmalıydı. Kardeşime sarılıp göğsüme çektim,


"Abi..." deyip ağlamaya başladı.


"Hepsi geçecek ağlama." diye fısıldadım. Geçmeliydi...


Acar gelinleri çıkınca Derya ile kaldık, hastanede ki halinden de huzursuz duruşu bir an önce burdan gitmek istediğinin deliliydi.


Çalan kapı ile Serdar'ın geldiğini anladım.


Odaya ilk defa gören adam çekinerek de olsa girdi içeri,


"Hoş geldin" dediğim de,


"Kusura bakma Derya çağırınca" deyip kardeşine doğru ilerledi.


Serdar yatağın yanına oturduğunda,


"Ben sizi yanlız bırakayım" dedim kapıya yöneldim fakat Derya'nın sesi beni durdurdu.


"Gitmene gerek yok hatta kalırsan daha iyi olur." dedi dümdüz bir tonda.


Konuyu biliyordum aslında, bir de bana dert anlatmamak, belki de muhatap olmamak için kal demiş olsa gerek. Yatağın yanında kalan basamaklara oturdum, uyurken sessizce onu izlediğim yerden, şimdi benden gidişini izliyordum.


"Anlat bakalım prenses seni dinliyorum." dedi Serdar.


"Abicim doktorla konuştum, araba yolculuğu yasak ama uçakla gidebilirmişim. Babamlar arabayla gitse biz seninle uçakla dönsek. Sen ayarlarsın." dediğinde Serdar dönüp bana baktı burukça gülümsedim. Ben ne diyeceğini tahmin ettiğim için şaşırmamıştım da abisi oldukça şaşkındı.


"Gitmek mi istiyorsun?"



Ayyyy çok zorlandım bu bölümü yazarken, benim için empati yapması zor bir bölümdü.


Derya gitmek istiyor haklı mı?


Serdar ne yapmalı?



Boran'ın dur diyemeyişini haklı buluyor musunuz?


⭐⭐⭐⭐⭐ Basmayı unutup beni üzmeyin canlar 💞❤️


    


    



Loading...
0%