Yeni Üyelik
61.
Bölüm

61. Bölüm

@zamansizim84

Boran'dan


Benden gitmemişti, babasının istersen seni götürürüm demesine rağmen, kalmayı seçmişti. Aklı bana uzak olsa da, kalbi avuçlarımın içindeydi sanki...


Fakat onlar gidince gözünde ki tereddüt cam kesiği gibi canımı yaktı. Sanki bir türlü yerini bulamayan yapboz parçası gibi ait olduğu yeri arıyan gözlerini her gördüğümde, nefesim boğazıma takılıyordu.


Onu yorganın altında cenin pozisyonu almış, ağlayan küçük kız çocuğu gibi görünce bütün tereddütlerim aklımdan silindi. Bedenini sarıp sırtını göğsüme yasladım.


"Yanlız değilsin, ben burdayım..." derken saçlarını okşayan parmaklarımı itmedi, bana ihtiyacı vardı, o bilmese de ben biliyordum. Dakikalar sonra sakinleşti, nefesi düzene girince uyuduğunu anladım. Bu kadar çabuk ve derin uyuyor olmasının sebebi bebeğinizin ona tutunması için verilen ilaçtı. Yoksa Derya böyle derin uyumazdı. Üzerini örtüp yatağın diğer yanına uzandım. Elini tuttuğum da Kayseri'de hastaneden çıktığım gece, yanıma gelip benimle aynı yatağa uzanışını hatırladım. Şuan yaptığım gibi elimi tutmuş, uykumda ne zaman sıçrasam ben burdayım demişti. Yanındaydı ya gerisi çözülürdü. Benim de göz kapaklarım ağırlaşırken elinin elimde olmasının huzuruyla uykuya teslim oldum.


Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama gözlerimi açtığım da mavilerinin hapsindeydim. Bu beni şaşırtmadı, beni şaşırtan bakışlarını çekmemesi oldu. Onu ezbere bilince bakışların da ki soğukluğun kırıldığını fark etmem zor olmadı. Eli hâlâ elimin içindeydi, kendime çekip yüzüğünün yanına derin bir öpücük bıraktım. Gülümsediğin de içim sıcacık oldu, bu kadarı yeterdi yanımda olsun bana gülsün, yabancı gibi bakmasın...


"Daha iyi misin?" dedim.


"İyiyim" deyip duraksadı, sonra ne düşündüyse dudaklarını büzdü.


"Ne oldu? Niye büzdün dudağını?" demeden duramadım,


"Benim karnım acıktı, böyle yemeye devam edersem sonumu hiç iyi görmüyorum." dedi dudağını iyice sarkıtarak. Allah'ıma nasıl şükredebilirdim ki, daha bir kaç gün önce hayalini kurduğumuz cümleler dökülüyordu dudaklarından. Öyle hoşuma gitti ki bu hali kahkaham odanın içinde yankılandı.


"Sana göre hava hoş tabii, o kilolar ne kadar zor veriliyor biliyor musun acaba?" deyip suratını astı. Haklıydı benim hatırladıklarım onun hafızasında yoktu ki, yine de tutamadım kendimi.


"Sen benim kabul olmuş en güzel duamsın Derya..." deyip alnına bir öpücük kondurdum.


Yataktan kalkıp, telefonunu komidinden aldım.


"Canının istediği bir şey var mı güzelim?" dedim tüm neşemle.


"Yok sadece çok acıktım, yani acıktık."


"Kurban olurum ben sizi verene" dediğim de, yüzüme deli görmüş gibi bakıyordu.


On dakika sonra mükellef bir sofra kapımıza gelmişti. O yedi ben seyrettim, içimde ki mutluluğu gözlerim de görsün, beni bırakmasın istedim. Sonra ise aklıma takılan soru benden izinsiz döküldü dudaklarımdan,


"Derya, yanında olmamdan rahatsız olmuyorsun değil mi?"


Halbuki benden rahatsız olmasa da, bana bu aşamada söylemeyeceğini adım gibi biliyordum.


Ağzına zaman kazanmak için attığı tatlı parçasını uzun uzun döndürdü, en sonun da sandalyesine yaslandı,


" Hastanede ki kadar tuhaf hissetmiyorum. Yani benim için hiç kolay değildi. Bir anda evli olduğumu öğrendim, üstelik hamileyim." deyip gözlerini kaçırdı. Hâlâ benimle yakınlaşmış olmasını aklında bir yere oturtamadığını biliyordum. Halbuki ki o benden daha cesurdu çoğu zaman, ilk adımı atan olmaktan hiç utanmamıştı. Daha çok sonrasında tanıyordu, ilginç bir şekilde. Aklıma dolan anılarla gözlerimi odada dolaştırdım. Yine kollarım da uyur muydu? Düşüncelerimi onun sesi böldü,


"Dün çok doğru bir şey söyledin, seni tanımasam da kendimi tanıyorum. Ben bu evliliği gerçekliğe taşımışsam sana güvenmişim demektir. Zaman bize iyi gelecek, zamana bırakalım."


İşte bu beklediğim bir cevap değildi, ben üzülmeyeyim diye ekleme gereği duymuştu. Sevdiğim kadın karşımdaydı, o aynıydı. Benim onu tekrar kazanmam gerekiyordu. Uzak durmak istemiyordum, hatta hatırlaması için yakın olmak gerekiyordu belki de.


Yerimden kalkıp yanına adımladım, elimi uzatınca o da oturduğu sandalyeden kalkıp karşıma geçti. Beline uzandım önce, tedirgin olmadığını görünce bi cesaret çekip kalbimin üzerine yasladım başını. Sarıp sarmaladım, kalbinin atışını tenimde hissediyordum...


Gözlerimi kapatıp beni ona anlatacak bir türküyü kendime elçi yaptım,


Üflediler söndüm

Karanlıkta gördüm

Hiç bilmezdim ama

Derindeymiş pek derdim


Bak içime, gör beni

Tut elimden, yak beni

İstemezsen bu aşkı

Otur, baştan yaz beni


Aklım nasıl şaşkın?

Sevdam deli taşkın

Sen görmezsin ama

Narındayım ben aşkın


Bak içime, gör beni

Tut elimden, yak beni

İstemezsen bu aşkı

Otur, baştan yaz beni...


Biten türkü ile içimde ona karşı ne varsa dilime dökmüşüm gibi hafif hissediyordum. Bi zaman daha olduğu yerde kaldı, o hatırlamasa da yuvasıydı orası, her fırsatta onun için çarpan kalbimin sesini dinlemeye bayılırdı. Sonra yavaşça ayırdı bedenlerimizi, tüm aşkımla baktım gözlerine. Gördüğünden memnun parmak uçlarında yükseldi, yanağımdaki çukurda dudaklarını hissettim, gülümsedim bu hareketiyle. Bazı şeyler değişmiyordu demek...


Hikaye değişse de ilk öpücüğün yeri değişmiyordu mesela...


Yine öperken değil sonrasında utanmış olacak ki, bir adım geri atıp dudaklarını birbirine bastırdı. Gözleri odanın içinde dolaşsa da son olarak beni buldu. Gözlerimi ondan hiç ayırmadığım için bakışlarımız kesişti.


" Aşkını görüyorum, çabanı görüyorum. Ama hatırlamıyor olmak canımı yakıyor, Sana olan duygularımı, ilk elini tutuşumu, seni ilk öpüşümü, beraber gülüp eğlendiğimiz anları hafızamın her köşesinde arıyorum. Bulamadıkça arafta kalıyorum."


Elini göbeğine koydu, " Üstelik yanlız da değilim, ona iyi bakmak için sakin olmak, önce onu düşünmek zorundayım." dedi anlaşılmayı umarak.


Parmağımla öptüğü noktayı işaret ettim,


" İlk sen beni öpmüştün, yine tam buradan." dediğim de gözleri şaşkınlıkla açıldı.


" İlk adımı ben mi attım, asla inanmam." deyip koltuklara geçip iki eli ile yüzünü kapattı.


Aramıza çok mesafe koymadan yanına oturdum,


"Sana yalan söylemiyeceğimi biliyorsun." dedim sakin bir tonda.


Panikle ellerini indirdi,


"Hayır yalan demek istemedim, sadece şaşırdım. Hiç benim yapacağım bir şey değil."


İşaret parmağımla yavaşça çenesine dokunup bana bakmasını sağladım,


"Neden bana sevginden eminsen adım atman normal değil mi?"


Duraksadı, söyleyeceği şeyi toparlamaya çalışarak yutkundu,


"Zaten dolu olan kalbine girmeye çalışmış olamam." deyince buz kestim adeta. Yaşadıklarımı bilmeyen Derya için, Elif'in mekanıydı benim kalbim. Bu şuan da bile canını yakıyor belli ki. Bana hiç yansıtmadığı madalyonun diğer yüzü karşımdaydı işte. Kimbilir kendisi ile ne çok cebelleşmişti.


Kafamda ki hesaplaşmadan kurtulup söylediğinin şokunu atlatınca her mimiğimi dikkatle izlediğini fark ettim. Elini tutup kalbimin üzerine koydum,


"Burası sadece senin Derya, başka kimseye yer yok burada."


Durdu düşündü, ciddiyetle kurduğum cümleme,


"Emin misin? Bence biri daha var orada." diyerek biraz şımarık, biraz alaycı tavrıyla cevap verdi. Şuan karşımdaki tam anlamıyla benim aşık olduğum kadındı.


Kaşlarım çatıldı istemeden, bana inanmıyor gibi de değildi, ne diyeceğimi bilemediğim bir kaç saniyeden sonra, küçük kahkahası kulaklarımı şenlendirdi. O güldü güneş doğdu, içim ısındı, kış bitti bahar geldi. Şaşkınlığımı atamazken kalbimin üzerinde olan ellerimizi alıp mucizemizin üzerine bıraktı,


"Benim papucumu dama atmazsın değil mi? Kocamı kızımdan kıskanmak istemem."


Öylece kala kaldım, ahhh güzelim sen benim için anne olma şansından bile vazgeçmişken senin papucunu kim dama atabilir? Diyemedim tabii, onun yerine gözümden akan bir damlaya mani olamadım.


" Hey şaka yaptım." dedi göz yaşımı yakalarken, " Tamam inandım atmazsın!" diyerek ortamı yumuşatmaya çalıştı. Ben ise sadece baktım mavilerine, ona ne kadar aşık olduğumu, hayranlığımı, her zerreme işlediğini görsün diye tüm perdelerimden sıyrılarak.


Onun da şakacı tavrı silindi, ne anlatmak istiyorsam her satırını görerek baktı gözlerime, kolumu omzuna sarıp kendime çektim, başını boynuma gömüp yavaşça kokumu içine çekti. Dudaklarım iki yana kıvrıldı, ne diyordu eskiden 'kokun bağımlılık yapıyor Boran' bende saçlarından derin bir nefesi ciğerime çekiyordum ki telefonumun sesi odayı doldurdu.


Tam zamanıydı gerçekten, sehpada olan telefonu hiç umursayacak halde değildim ama Derya aynı düşünmüyor olacak ki benden ayrılıp ısrarla çalan telefonumu uzattı. Murat'ın aradığını görünce içime bir kurt düştü bu saatte durduk yere aramazdı.


"Söyle Murat" diyerek açtım telefonu.


"Ağam, Devran ağam iyi değil, iki gündür şirkette terör estirmiş, şimdi de o hep içtiği lokantaya geldik bu saatte başladı içmeye. Bir derdi var sanki ne yapacağımı bilemedim seni aradım."


Derdi vardı, hastane konuşmuştuk ama ben Derya'ya odaklanıp Devran'ın ortalarda olmadığının bile farkına varamadım. Zaten tek tek gelmez dertler, geldi mi hepsi beraber gelir.


" Sen gözünden ayırma geliyorum." dediğim de yanı başımdaki maviler merakla bana bakıyordu.


"Derya'm, seni bir kaç saat yanlız bıraksam..." diyerek cümleme başladım ama tamamlayamadım. Nasıl yanından ayrılacağımı da bilemiyordum, yavru kedi gibi yüzüme bakınca sözüm yarım kaldı.


Kendi de halinin farkına varmış olacak ki, yüz ifadesini hızla toparladı.


" Kötü haber mi aldın?"


" Bilmiyorum güzelim, Devran'ın yanında olmam lazım ama seni yanlız bırakmak içime sinmiyor."


"Ben bebek değilim, yanlız kalabilirim." dedi yumuşacık bir tonda, "Sürekli yanımda olamazsın, rutinimize devam etmemiz gerekiyor. Ne kadar zaman bu bilinmez içinde kalacağımızı bilmiyoruz." diye devam etti.


"Haklısın, Ayşe yada Zelfi'yi yanına yollamamı ister misin?" dedim, söylediklerine mecburen hak vererek.


"Yani normalde nasıl bir ilişkimiz vardı bilmiyorum ama kızların gözümün içine baktılarının farkındayım. Yeniden tanışabiliriz onlarla da..." diyerek gülümsedi.


Ailesini gidince ilk tepkisi beni çok korkutmuştu ama uykudan farklı bir ruh hali ile uyandı.


" Çok gecikmem ama istediğin zaman ara hemen gelirim." deyip ayaklandım.


" Aramam." dediğinde kaşlarım çatıldı ister istemez, tam biraz yol aldık derken başa sarmaktan korkuyordum. "Arayamam" deyip iki elini yanlara açtı "Telefonum yok ki benim."


Rahat bir nefes alırken, düşünmemiş olmamın mahcubiyetle cebimden telefonumu çıkarıp ona verdim,


"Özür dilerim güzelim, şifre 130922, yarın daha köklü bir çözüm üretirim bu akşamlık idare edebilir misin?


"Benim telefonum nereye ki?"


"Düşerken elindeymiş sanırım, sonrasında hiç görmedim. Açıkçası aklıma bile gelmedi, yarın sordurayım."


"Sevinirim abimin hediyesiydi, hattımı da kaybetmek istemiyorum."


"En güzel fotoğraflarımız senin telefonundaydı, kesinlikle onu bulmalıyız" deyince gözündeki merak hemen ışıldadı.


"Sen de yok mu?" dedi elindeki telefona bakarak.


"Senin attıkların var, çekimleri genellikle sen yaptığın için." deyip gülümsedim. "Telefon elinde, şifreyi de söyledim isteğin gibi kurcalayabilirsin." diyerek göz kırptım.


"Tabi ki de telefonunu kurcalayacak değilim. Sen geldiğin de gösterirsin." dedi tam da beklediğim cevabı vererek.


"Senden gizli hiçbirşeyim yok Derya, son aramalarda Murat kayıtlı bana ondan ulaşabilirsin."


Sessiz kalınca geç kalmamak adına üzerime montumu alıp çıktım.


Daha birkaç ay öncesine kadar Devran'ın rayında giden huzurlu hayatı, Selma'nın yersiz hırsları yüzünden avuçlarından kayıp gitti. Şimdi annesi yargılanacak olan oğluyla birlikte malesef işler içinden çıkılmaz bir hal aldı.


Bekarken her geceyi başka kadınla sonlandıran Devran'ın, boşanması ile çapkınlığa devam edeceğini bekleyen herkesi şaşırtıp Ela'nın büyüsüne kapılmış olması ise hiç akıllara gelmeyecek bir işti.


Ezbere bildiğim yollarda ilerliyip arabamı sokağa park ettim. Murat'a kızların Derya'ya göz kulak olmasını tembih edip, iki katlı lokantanın üst katına yöneldim.


Devran'ı her zaman ki masasında, elinde ki rakı kadehiyle derin düşünceler içinde buldum. Karşısındaki sandalyeyi çekip oturana kadar varlığımı fark etmedi.


"Efkarlanınca aranmayacak kadar mı ayrı düştük?" dediğim de dudağının kenarı beni gördüğüne memnun olarak yavaşça kıvrıldı.


"Kendi efkarın sana yetiyordur diye düşündüm." deyip kadehini bana doğru hafifçe havalandırıp dudaklarına götürdü.


"Keşke benim yerime karar verme huyundan vazgeçsen, iyisin hoşsun da bu huyunu hiç sevmiyorum." deyip boşalan kadehini doldurdum.


Histerikçe güldü,


"Sen iyi olda, derdimiz sevmediğin huylarım olsun be Boran."


"Eyvallah kardeşim, seni nasıl iyi edeceğiz onu da söyle bir zahmet." dediğim sırada yanımıza gelen garsonu soda söyleyip yolladım.


"İçipte dağıtırım diye mi korktun? Hayırdır soda falan?"


"Devran sen içince sapıtmazsın, bende duracağım yeri hep bilirim ama Derya bunu bilmiyor onu tedirgin etmeyeyim."


Anlayışlı bir gülümsemeyle,


"Yüzüne bakacak yüzüm yok ama Derya nasıl?" diye sordu.


"ilk iki gün demir leblebiydi, bir ara ona hiç ulaşamayacağımı sandım. Hatta ailesiyle Nevşehir'e gitmek istedi." deyince Devran'ın kaşları çatıldı,


"Sakın göndereceğim deme Boran, hafızası yerine gelince çok üzülür."


"Biliyorum ama gideceğim dese bütün yollarını açardım Devran, onu zorla burda tutamam. Hiç tanımadığı birinin yanında durmasını beklemeye hakkım yok ki. Neyse, bugün döndüler zaten çok ağladı, üzüldü ama gitmedi."


"Sevindim, karını kendine tekrar aşık et bakalım Boran ağa. Sana niye aşık olduğunu bilmiyordun ya, bu fırsatla öğrenmiş olursun." diyerek takıldı.


Güldüm bende bu sözüne,


"İlgisini çekmeyi başardım sanırım yada bişeyler hatırladı ama bana söylemekten emin değil. Bu gün tavrı değişti." deyip önüme bırakılan soda bardağından bir yudum içtim, "Sen anlat bakalım, derdin ne?"


Bakışları yandaki binada dolaşıp bana döndü,


"Bi anlasam derdimizin ne olduğunu, Perşembe günü giden kadın Ela'ydı, ama pazar akşamı dönen kadın beni tanımazdan gelen bambaşka biriydi. Üstelik..." deyip sustu. Çene kemikleri belirginleşince onu tekrar ettim.


"Üstelik?" dediğim de mecburen devam etse de bakışlarını kaçırdı.


"Boşandığı kocası ile döndü Boran, ben onu beklerken yanımdan o adamla çekip gitti."


Bu çok ağırdı, Devran'ın Ela'ya gerçekten değer verdiğini, hatta çok daha ötesine geçtiğini biliyordum. Fakat bu sindirebileceği birşey değildi de Ela nasıl böyle bir şey yapardı.


" Bu işin için de bir iş olmasın Devran, savcı hanım tanıdığım kadarıyla öyle biri değil." diyerek fikrimi söyledim.


"Telefonumu engellemiş, Derya'nın düştüğü günden sonra durumu haber verdim. Hatta hamile olduğunu bile yazdım. Saçma sapan iki mesaj yazdı o kadar, şimdi de hiç bir türlü ulaşamıyorum."


"Derya ile bizim durumumuzu biliyor muydu?"


Başıyla onayladı önce,


"Boran, ben onu döndüğün de annemle tanıştıracaktım. Çocuk değiliz ikimiz de, ciddi olduğumu biliyor. Hayatım da artı eksi ne varsa hepsini anlattım." dedi.


Hakkaten anlattıkları mantık dışı geliyordu. Derya unutmamış olsa bize akıl verirdi de, şimdi bir de bu duruma şok olsun istemediğim için kendimiz çözmeliydik.


" Mesajları o yazmamış olabilir mi? " diye bana da absürt gelen fikrimi söyledim.


Dudak büktü karşımda,


"Hadi mesajları atmadı, yanın da o adamla gelip beni tanımazdan gelmesini neyle açıklayacağız?"


Bende cevabı olmayan mantıklı bir soruydu. İkimiz de sessiz kaldık...


"Neden ayrılmışlar, adam sorunlu ise senden uzak tutmak için öyle davranmış olmasın?" diyerek başka bir fikir yürüttüm.


Gözlerinde küçük bir umut pırıltıltısı gördüm ama çok kısa sürdü,


"Bir mesaj yazıp haber veremez miydi? Kafama yatmıyor Boran, bana sorarsan pişman oldu. Benimle yan yana anılmak istemiyor, uzakta duramıyor. Bu şekilde beni kendinden uzaklaştırdı. Çok da başarılı oldu, bak bir adım uzağımda ama kapısını çalamıyorum." deyip başını yanda ki apartmanın ikinci katına çevirdi. Elindeki kadehi tek dikişte içip,


" Derya merdivenlerden nasıl düştüğünü biliyor mu?" diye sordu konuyu değiştirmek için...


Başımı hafifçe salladım sadece, o ise sıkıntılı bir nefesi dışarı verdi. Başını iki elinin arasına alıp,


"Tuğra'ya ne anlatacağım bilmiyorum, iki gündür çocuğumun yüzüne bakamıyorum." dedi.


Elini tekrar rakı şişesine uzattığında, önündeki kadehi aldım.


"Bu kadar yeter Devran, Tuğra'ya bir açıklama borçluyuz. Karşımıza alıp en uygun şekilde konuşmamız lazım. Bilinmezlik çocuk için en kötüsü. Ela hanıma da gelince, akışına bırak biraz zaman ver. Kolay değil ne yaşadığını bilmiyoruz, eski eşi avukatmış belki iş için görüşüyor." dediğim de yılgınca arkasına yaslandı.


Bir zaman daha dertleşip konağın yolunu tuttuk, aklım Derya da kalmıştı. Devran'ın derdi ise benden az değildi, bir yanda kardeşim dediği kadını öldürmeye teşebbüs eden eski karısı, diğer yanda bunları anlayamayacak kadar masum oğlu. Ela'yla olanlara hiç anlam veremediğim için yardımcı da olamazdım. En azından Tuğra ile nasıl konuşmamız gerektiğini doktoru Sedat beye danışmak bize yol göstermişti.


Konağa geldiğimiz de alt salondan gelen sesler dikkatimi çekti, zira Derya'nın sesini duyduğuma emindim. Devran'ın da adımları benimle beraber büyük salona yöneldiğinde gördüğüm manzara ile içim titredi.


Tüm aile bir arada çay içerken, Derya masada yanında Tuğra ile onun yaptığı resmi boyuyor arada sohbete katılıp babamla karşılıklı gülüyordu. Devran'ın gözlerini huzurla kapatıp, derin nefes aldığını duydum.


Bizim kapıda ki varlığımızı ilk fark eden Türkan yengem oldu,


"Devran..." dese de devamını getiremedi, ne kadar endişeli olduğunu ve bunu Tuğra'ya yansıtmamak için kendini yıprattığını sesinin yorgunluğunda hissettik.


Oğlunun masadan kalkıp kendine koşar adım gelişini, Devran dizini yere koyarak boy hizasına gelip karşıladı. Onların bu hali içimi burkarken, Derya'nın üzgün ifadesi ile onları izlediğini fark ettim. Bu kadının merhametine hayrandım, izlendiğini fark eden mavileri beni bulduğunda gülümsedi. Tanıdık bir sima görmenin rahatlığı ifadesine yansırken, konağa alışmaya çalışması bile önemli aşamaydı.


Baba oğulu başbaşa bırakıp, odamızın merdivenlerine yöneldik, taş basamakların önüne geldiğimizde alışkanlık ile elimi uzattım. Hep el ele çıkmıştık odamıza, orası ikimizin dış dünyadan soyutlandığı, huzuru bulduğumuz yuvamızdı.


Elimi tereddütsüz tuttu, beraber ve sessizce çıktık basamakları, içeri girdiğimizde,


"Tuğra ile ilgilendiğin için teşekkür ederim Derya, sana çok düşkündür. Bu olanları ona nasıl anlatacağız hiç bilmiyorum." deyip sohbet açtım. Aslında ben yokken ne yaptığını merak ediyordum.


"O çok tatlı bir çocuk Boran, yaşananlar da suçu yok ki. Aramızın iyi olduğunu kızlar söyledi, sürekli beni soruyormuş, ben de yanına indim, beraber zaman geçirmek ikimize de iyi geldi."


Hayranlıkla izledim, izledikçe hayranlığım büyüdü. İçi güzeldi benim kadınımın, ne yaşarsa yaşasın güzel kalbinden geleni yapmaktan asla çekiniyordu. O ise devam etti,


" Hem ben çocukları çok severim, Pınar hep dalga geçerdi çok çocuk istiyorum diye. Ne yani dört çocuk fazla mı?" diyerek beni şok eden konuşmasına devam etti, "Bence değil" diye kendi sorusunu cevapladı.


"İnsanın kardeşinden kıymetli hiç birşeyi yoktur derdi annem. Ben de çocuklarımın çok kardeşi olsun istiyorum. İki kız, iki oğlan olsa ne kadar güzel olur değil mi?" diye bu kez bana sordu.


Bana sordu, hiç bir zaman çocuk sahibi olamayacağımı bilerek, bu hayallerinden vazgeçip elini tuttuğu adama. Asla anlatmayacağı hayallerini anlatırken, hiç bir zaman olmadığı kadar şeffatı karşımda. Boğazıma oturan yumruyu zorla savuşturdum, Allah onun bu güzel kalbi için bize bir mucize vermişti,


"Seninle gelen herşey güzeldir Derya, seninle gelen hergün mucize benim için. Sen ölü bir adamı küllerin içinden sıyırıp, kendine hayat arkadaşı yaptın."


Sözlerim hoşuna gitse de bakışlarını kaçırdı,


"Kuzeninin sorununu çözebildiniz mi?" diyerek konuyu değiştirdi.


"Çok kolay çözülecek meseleler değil güzelim, en azından eve gelmeye ikna oldu. Sana karşı çok mahcup hissediyor."


Dudak büktü,


"Kimseyi yapmadığı şey için suçlayacak değilim, beni biraz tanısa bunu bilirdi."

"Sen onun hayatınını kurtarmıştın Derya, sana yetişemediği için üzgün. Gözlerinin önünde düşmüşsün merdivenlerden." deyince kaşları havalandı.


"Ben mi hayatını kurtardım, pek yardıma ihtiyaç duyacak insan tipi değil, Serdar abimin havası var kuzenin de."


Yine aynı kişi, yine aynı benzetme...


"Sen kurtardın, ayrıca Devran ile çok iyi iki dosttunuz. Benle konuşmazken bile ikiniz arkamdan işler çeviriyordunuz." diyerek Devran'ın neden üzüldüğünü anlasın istedim, o ise bambaşka bir yere takıldı, gözlerini kısıp,


"Ve bu senin için sorun değil, hem de onun karısının söylediği saçmalıklara rağmen. Hergün daha çok şaşırtıyorsun beni Boran ağa." diyerek şaşkınlığını dile döktü.


Güldüm bu sözüne,


"Kafanda nasıl bir ağa varsa, bu faninin o kişi ile alakası olmadığına bir türlü inanamadın."


O da gülümsedi ama peşi sıra,


"Bana karşı hep böyle miydin?" diye sordu.


"Nasıl?" diyerek başımı yana eğdim.


"Şeffaf, olduğun gibi, yapmacıklıktan uzak." diyerek beni nasıl gördüğünü özetledi.


"Olması gereken bu değil mi? Bir hayat paylaşacaksak sırlar illaki ortaya dökülmeyecek mi? Saklamanın ne anlamı var?" deyip bende soru olmayan sorularımı sıraladım.


"Olması gereken bu da, o yürek herkeste yok be Boran ağa. Aferin bana, seni bulmuşken kaçırmamışım." deyip küçük bir kahkaha attı.


"Umarım hep böyle düşünürsün" diyerek onu yatağa yönlendirdim. Çok bile ayakta kalmıştı.


✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨


Peşi sıra geçen günler birbirini tekrar ederken, ben ara ara şirkete uğruyordum. Devran'ın burnundan soluduğunu bildiğim için en azından iş yükünü azaltmaya çalışıyordum ki, çalışanlar nefes alsın.


Derya Konak ahalisi ile daha çok kaynaşmış, ben şirketteyken onlarla vakit geçiriyor, belli etmese de gelişimi dört gözle bekliyordu. Ben ise onun bizi terk eden hafızasını aynı özlemle bekliyordum. Esas o zaman mucizemizi aynı duygu ile kucaklayabilirdik. Yanımdaki kadın tanıdık olsa da bazen çok yabancıydı. Öyle olmasa Derya'nın çok çocuklu bir hayat istediğini bile bilemeyecektim. Bazen onun beni üzmemek için sakladığı yanlarını bütün yalınlığı ile önüme serilmiş bulmak onu yeniden keşfetmemi sağlasa da, diğer yandan benim için vazgeçtiklerine aslında nasıl bağlı olduğunu görmek canımı yakıyordu.


İlk kabullenemediği ailesini bırakıp peşime nasıl takıldığıydı, asla bunu yapmayacağını düşünüyordu ki, bence çok haklıydı. İnsan öyle güzel aileyi bırakıp hiç bir yere gitmezdi. Fakat gittiği yerleri de gül bahçesi eden kadın, gittiği yerdekiker için de vazgeçilmez oluyordu işte...


Cuma tüm gün şirkette olmam gerekmişti, akşam üzeri döndüğüm de beni özlediğini gözlerinde gördüm. Duvarlarını alçaltıyordu, kendini saklamıyordu. Beraberce yemeğimizi yedik, sohbet ettik. Yine kanepede uyuyakalınca dünyalar güzelimi izledim.


Açık mavi pijama takımı, ayağında ki pandufları, uyuyunca pembeleşen yanakları, ileri büzülen dudakları... Yanımdayken özlemekte benim kaderimdi, yanımda olsun da sorun değil.


Yatağa götürmek için kucağıma alacağım sırada uyandı, mahmur bakan gözleri ile o da beni izledi.


"Yine mi uyuyakaldım?" diye bu durumdan sıkılmış olduğunu belli ederek konuştu.


"Seni taşıyayım diye yapıyor olduğundan şüpheleniyorum avukat hanım." diyerek güldüm.


"Bence senin kızın beni uyutuyor." diyerek gözlerini ovaladı. "Bakalım bin kilo olunca da böyle taşıyabilecek misin?"


Huysuz yüz ifadesine gülerken bana sinirli bir bakış atıp banyoya doğru yürüdü. Hazır o banyoda iken pijamalarımı giyip yatağımı açtım. Onun çıkışı ile bende banyoda işlerimi hallettim. Çıktığımda ise açtığım yatağım toplanmış, gardrobumda ki yerine konulmuştu.


Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken kısa süre olayı algılayamadım. Yatağın sağ yanına kıvrılmış güzeller güzeli kadınımın, gözleri kapalı olsa da daveti açıktı.


Aslında son günlerde bana karşı eski uzaklığı yoktu ama hatırlamaya nereden başlayacağını bilmediğim için mesafemizi korumaya çalışıyordum.


Olduğum yerde durmamın anlamsız olduğunu fark ederek, yatağa yaklaşıp bıraktığı boşluğa uzandım. Sol kolumu başımın altına alıp yüzümü Derya'ya döndüm. Geldiğimi fark edince gülümsedi ama gözleri hâlâ kapalıydı.


"Sanırım ilk adımları hep ben atacağım. Kötü alıştırmışım seni." dedi uykulu sesiyle.


Huzurla gülümsedim,


"Sen bana doğru ilk adımı attığında, ben sana hep koştum Derya. Sadece emin ol istedim, pişman olacağın hiç birşey olmasın diye uzak durmaya çalıştım."


Yavaşça araladı mavilerini, ikimiz de bir birimizi izledik,


"Peki şimdi neden korkuyorsun?" diye sordu.


Güzel soruydu, sana yaptığım haksızlıkları hatırlatıp bana yine duvar örmenden demek istedim ama dilim varmadı.


"Evliliğimizin başından beri o kadar çok şey yaşadık, öyle olaylar atlattık ki... Parça parça hatırlayacaklarının seni benden uzaklaştırmasından korkuyorum." dediğim de dudak büktü.


"Ben hatırlamadan sen anlatmak ister misin?"


Kafamda olayları toparlamaya çalıştım. Ne deyip, nerden başlamalıydım kestiremedim. Çocuğumuz olmayacak diye seni kendimden uzaklaştırdım desem hem geçmişi, hem şimdiyi sorgulayacaktı. Dört çocuk istediğini duyduğumdan beri içimde ki vicdan azabı hiç susmuyordu. Doktor herşeyi kendi kendine hatırlaması gerektiğini özellikle vurgulamıştı.


"Herşeyi hatırlamadan anlattıklarım sana anlamlı gelmez Derya, kafan daha çok karışır. Sadece seni sevmekten hiç vazgeçmediğimi aklının bir köşesinde tut yeter." deyip göz temasımızı keserek sırt üstü uzandım.


Ben yaptığım hataları düşündüm, o ne düşündü doğrusu bilmek isterdim, uzun bir sessizlik aramızda asılı kaldı.


Başımı yan çevirdiğim de uyumuş olmasına bile ihtimal vermiştim, fakat dikkatle beni izleyen mavileri ile karşılaştım. Bana eskisi gibi bakmasını ne çok özlediğimi fark ettim. Hüzün bulaştı bakışlarıma, yorgundum ama hayat dinlendirmeden yokuştan yokuşa sınıyordu beni. Bir tek Derya'nın aşkının verdiği huzurda dinleniyordum o da ayrı imtihan olmuştu ikimiz için...


Onun da mavileri hüzünlendi, buruktuk ikimizde. Birbirimizin gözlerinde eski günleri aradık, derken yine ilk hamle Derya'dan geldi. Aramızda ki mesafeyi kapatıp dudaklarını, dudaklarıma yasladı. Öylece kaldık, onun devamını getirecek cesareti yoktu. Ben ise bunu neden yaptığını sorguluyordum. Bana hislerini hatırlamış olabilir miydi? Yada sadece yaşananları hatırlamadığı için merak duygusu mu ağır basmıştı? Derya'nın yerinden bakınca ilk öpücüğüydü, dudaklarım onun başlattığı yakınlığı zevkle kabullendi. Sol kolum bedenini sardı, sağ elim saçlarına dalıp öpüşümü derinleştirdim. Sakin, acelesiz, sevgi doluydu dudaklarımızın sarılması. Özlemişlerdi, eskiden olsa çoktan alev alırdık ama usulca ayrıldık. Dudağının kenarını ısırıp başını göğsüme yasladı. Saçlarına öpücükler kondurdum, olduğu yere daha çok sokuldu. Günler sonra ilk defa bu kadar yakındı, bana alışıyordu. Aklında olurumuz vardı artık.


Gözlerimiz huzurla kapandı, nefesi düzene girdiğinde saçlarını koklayarak uykuya daldım. Kabusa uyanacağımı bilmeden.


Ne kadar uyuduk bilmiyorum ama kollarımın arasındaki zarif bedeni kasıldı, göğsüm de olan eli yumruk olurken kendini sıktığının farkında değildi. Uykusunda bişeylerle cebelleşiyordu, uyandırıp uyandırmamak da kararsız kaldım. Uyku arasında hatırlamasının çok sık rastlanan bir durum olduğunu doktoru söylemişti. Saçlarını okşayarak sakinleştirmeye çalıştım fakat varlığımın bir anlamı yoktu o an. Bir anda hıçkırarak ağlamaya başladığında artık dayanamadım.


"Derya uyan güzelim, rüya görüyorsun." diyerek omuzundan hafifçe sarstım.


Birden oturur pozisyona gelip ellerini yüzüne kapattı. Derin nefesler alarak kendini sakinleşmeye çalışırken,


"Güzelim iyi misin?" desem de umurunda olmadı. Ağlamasını kontrol altına aldığında hızla kalktı yataktan, dolabından iki parça eşya alıp banyoya geçti. Ben ise neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.


Banyodan saçlarını toplamış ve giyinmiş olarak çıktı. Dolabından küçük sırt çantasını alıp içine cüzdanını ve ona geçici olarak aldığım telefonu tıktı.


Gidiyordu...


"Derya" dediğim de hırsla bana döndü,


"Sakın adımı ağzına alma!" dedi işaret parmağını tehditkar bir şekilde yüzüme sallarken. Korktuğum başıma gelmişti her zaman olduğu gibi. Ne hatırladıysa bütün ipleri koparmaya yetmişti.


"Tamam ne hatırladın oturup konuşalım, yine gitmek istersen götürürüm ne olur önce bir anlat."


Alaylı bir gülüş yerleşti dudağına bu Derya'yı daha önce hiç görmediğime yemin edebilirim,


"Neyi anlatayım zaten biliyorsun suçunu, bu kadar alttan almanın bi sebebi olmalıydı tabii... Habersiz günlerce yolunu gözletmedin mi?" dediğin de gözlerim acıyla kapandı ama onun durmaya niyeti yoktu,


"Kaç kere kovdum beni? Köpek gibi peşinden gezdirdin, ben," derken ellerini kafasına vurmaya başladı, "Ben nasıl bu kadar gurursuz olabildim nasıl tekrar buraya gelirim?" derken öyle bağırıyordu ki bütün konak ahalisi uyanmış olmalıydı.


Cevap vermediğim de başını iki yana salladı,


"Sözünü tut beni aileme götür Boran Ağa." dediğinde ismim tükürür gibi döküldü dudaklarından.


Odanın kapısını açıp dışarı çıktığında herkes avluda üzgün ve korkmuş gözlerle bizi izliyorlardı.


Hırsla merdivenleri inmeye başladı, kimseye bakmadan kapıya yöneldiğinde babam,


" Derya, kızım ne oluyor anlat çaresini bulalım, bu saatte nereye gidiyorsun?" dedi.


Durmaz dedim ama yanılmıştım adımları durdu. Bir süre öylece bekledi sonra ise tek kaşı hava da geri döndü,


"Nasıl bir çare bulacaksın Bayram amca? Bu kez neyle tehdit edeceksin? Madem çare buluyordum, oğlun beni defalarca kovarken neredeydin?"


Derya'nın bu yüzünü ilk defa gören babam taş kesildi sanki, böylesine hesap sormasını hiç beklemiyordu.


"Kızım ben..." dediğinde sözünü tamamlayamadı,


"Bana kızım demeyin, bundan sonra olacaklardan Boran ağa kadar sizde sorumlusunuz."


Yine bir gece yarısı, yine küçük bir sırt çantası ama bu kez sessiz değil hesap sorarak gidiyordu işte...




Bölüm için çok beklettim biliyorum ama çok çocuklu bir anneyim. Küçük bir memleket turu yaptık. Kafamı toparlayıp yazamadım.


Boran'ın korktuğu yine başına geldi, bahtsız bedevi mi dersiniz? Yoksa Derya kolay affetmişti, biraz çeksin mi? Yorumunuzu merak ediyorum.

Loading...
0%