@zamansizim84
|
Derya'dan, Kapıyı tıklayıp içerden gelecek sesi bekledim. "Rahatsız etmeyin demedim mi?" diye kükreyen adamı duymamla bir adım geri attım. Sekreteri uyarmıştım der gibi baktı yüzüme. Derin bir nefes alıp cesaretimi topladım. Kapının kolunu aşağı indirip, çekinerek başımı aralıktan uzattım, "Merhaba." dediğim de, Hızla sandalyesinden kalktı, bana doğru adımlarken, "Derya!" diyerek ismimi söyleyebildi tüm şaşkınlığı ile. "Gelebilir miyim?" "Tabii ki sorman hata." deyip oturmam için koltukları işaret etti. Kendisi kapıya yakınken, "Ne içersin?" diye sordu. "Meyve suyu olabilir." dedim telaşına gülümseyerek. "Taze sıkılmış portakal suyu getirin, bana sade kahve" deyip kapıyı kapattı. Hâlâ beni gördüğüne şaşkın, rahat görünen koltuğuna oturdu. "Hep böyle sinirli misin? Bana mı denk geldi?" diye sorduğum da güldü. "Son günler de hayatım pek yolunda gitmiyor. Yoksa pamuk şekeri gibi adamım." dediğin de gülmek ile gözlerimi devirmek arasında kaldım. "Devran, işler neden bu hale geldi hatırlamıyorum ama üzgün olduğumu bilmeni istiyorum." dediğim de yalancı neşesi kayboldu. "Senin hatan değil Derya, bunlara takılma iyileşmene bak. Boran son günlerde çok kötü, ne oldu diyorum anlatmıyor içine kapandı iyice." "Seninle iyi anlaşıyormuşuz, öyle istihbarat aldım." dedim ilk olarak. Acı bir tebessüm oturdu yüzüne, "Ben tek çocuğum Derya, ama sen benim kız kardeşim gibi oldun. Elimden geldiğince sana destek olup korumaya çalıştım. Gerçi pek başarılı olamadım. Gözlerimin önünde yuvarlandın o merdivenlerden." deyince bu kez ben, "Senin suçun değil, bilemezdin." dedim. Aramızda ki sessizliği, sekreterinin getirdiği meyve suyu ve kahve böldü. Tekrar yanlız kaldığımızda, "Bizim Boran ile derdimiz neydi Devran?" diye sordum açık açık. Kaşları şaşkınlıkla havalandı, böyle açık bir soru beklemiyordu. "Derya, tahmininden çok daha karışık ve yaşamadan anlaşılmayacak yanları var." dedi daha sorma der gibi ama ben peşini bırakacak değildim. "Bana söylediği, daha doğrusu hatırlayabildiğim şeyler çok ağır Devran, resmen kovmuş beni ama inatla gitmemişim. Hoş şimdi de gidemiyorum." dediğim de ikimiz de güldük. "Sen ona çok aşıksın Derya. Boran'ın neyi neden yaptığını anlayınca elini sımsıkı tuttun bırakmadın." deyip sustu. İşte yine aynı yer, aynı bilinmezlik, "Neyi, neden yaptığını biliyor musun?" dedim şirkete geliş sebebimi açıklayarak. Bilse bilse Devran bilirdi, ikimize de bu kadar yakın olduğuna göre... "Biliyorum..." dedi bakışlarını dışarı çevirerek. "Bana Boran'ın yaralarını anlat Devran, ben başka bir kadın değilim Derya'yım. Yine anlar, yine sararım onun yaralarını. Yeter ki o sözleri sindirecek sebeplerim olsun." dedim gözlerinin içine bakarak. Biliyorum bu kez doğru kapıdaydım. "Bu iyi bir fikir olmayabilir." dedi endişe ile. "Kendi akışında hatırlaman daha sağlıklı diyor doktorlar." Derince 'Offf' ladım. "Birbirimizden kopuyoruz Devran, uzaklaşıyor benden. Farkındayım yüzüme bakacak cesareti bile kalmadı. Olan olmuş, biten bitmiş şimdi aynı şeyin acısını tekrar yaşıyoruz. Çok sert çıkıştım, ağır konuştum ama bak çekip gidemedim. İçimde bir yerde ona aşık olan kadın saklı ama ben bulup çıkaramıyorum." Kahvesinden büyük bir yudum alıp fincanı tabağa bıraktı. Düşündü, düşündü bir karara varmış olacak ki gözleri bana döndü, " Boran senin gitmeni, çocuk sahibi olamayacağınızı öğrendiği için istedi." deyip sindirmem için zaman verdi. Boğazıma kocaman bir yumru oturdu, elim göbeğime giderken sanki onun bunları duymasına engel olmak istedim. "Evleneli ne kadar zaman olmuş ki, çocuğum olmayacak diye beni terk etmek istesin. Bu çok saçma..." Kelimeler dudaklarımdan dökülürken canım yandı. Böyle bir şey beklemiyordum. Devran başını iki yana salladı, "Sorunu olan taraf sen değildin Derya..." deyince kaşlarım çatıldı. Boş boş baktım yüzüne algılayamadım, nice zaman sonra dudaklarım aralandı, "Elif öldüğün de hamile değil miydi? Boran'ın nasıl böyle bir sorunu olabilir?" Aklım almıyordu, duyduklarıma anlam bulmak istemiyordum. Sorduğum soru karşısında Devran bakışlarını kaçırdı. "Boran'ı aldatmış mı?" dedim elimi ağzıma kapatarak, söylediğim şeyden kendim utandım. Aramızda ki sessizlik beni onayladığında, "Bunu nasıl yapar, onu bu kadar çok seven bir adamı nasıl aldatır Devran? Bunlar çok ağır..." dedim başımı ellerimin arasına alırken. Devran yavaşça arkasına yaslandı, "Buralarda çocuğu olmayan ağayı adamdan saymazlar Derya, hatta o da yetmez oğlun olacak. Karın oğlan doğurmadı mı? Kuma alacaksın o zaman. Kirli ve cahil bir düzen işleyip gidiyor malesef. Boran seni korumak için gitmeni istedi. Çünkü kusurun onda olduğunu kabul etmek demek aldatıldığını da kabul etmesi demekti. O da ayrı bir kan davası başlatacak, bu girdap hepimizi yutacaktı." " Bunlar bizden vazgeçmesi için sebep mi? Tutup elimden götürseydi buralardan, Mardin de yaşamak zorunda mıyız? " dedim kırıklıkla, Devran'ın yüzüne bulutlar oturdu, bakışlarını kaçırdı yine, sonra çekmeceden sigara paketini çıkartıp içinden bir dal aldı. Yakacakken bakışlarımız kesişti. Elindekini çöpe atıp çakmağı masanın üzerine bıraktı. Ellerini saçlarına daldırıp başına baskı yaptı bir süre. "Bizim yüzümüzden gitmemiş..." dedi cılız çıkan sesiyle. "Nasıl yani?" dediğim de Selma'nın ailesi ile ilgili durumu anlattı. Hatta kendisi de Boran'ın durumdan haberdar olduğunu bilmediği için al karını git diye çok baskı yapmış. Dinlediklerimi aklım almıyordu, "Ben nasıl bir filmin içine düştüm. Dizi olur bu anlattıklarından. En konaklı, en entrikalısından."deyince histerikçe güldük ikimiz de ağlanacak halimize. Meyve suyumdan bir yudum aldım. "Şimdi ben bir mucizenin ev sahibi miyim? " diyerek kelimeler dudaklarımdan döküldü. Samimi gülüşü gözlerine kadar ulaştı Devran'ın, " İkinizin güzel kalbinin mükafatı. Boran size bir şey olacak diye çok korktu Derya, hastanede durumunu söylediklerinde aklını kaybedecek zannettim. Üstüne bir de hamile olduğunu öğrenince delirdi." Beynim çorba olmuştu, sanki bu yaşananlar başkasının hayatıydı, ben bunları yaşamamıştım. Devran ile vedalaşıp Boran'a hiç görünmeden evimize döndüm. Zelfi mutfakta yemek hazırlığı yapıyordu. Ocağın üzerinde ki hazır olan yemeklere göz atıp dudaklarımı yaladım büyük bir iştahla. "Hepsi çok güzel görünüyor ellerine sağlık." dedim ağzıma attığım yaprak sarmasını çiğnerken. "Afiyet olsun Derya abla." dedi gülümseyerek. "Çok beceriklisin, el lezzetin harika, kesinlikle seni konaktan çalmalıyım." Gülümsemesi büyürken, "O teklifi Ayşe'ye etmiştin, küsmesin." dedi muzipçe. "Offf bu unutma işi heryer de başıma bela. İkiniz de gelin ev büyük..." deyince kıkırdadı. "Derya abla ben bu akşam konağa gitsem, Ayşe'nin doğum günü yanında olmak istiyorum." "Olur tabii ki, yemekleri yapmışsın zaten ben hallederim gerisini." Zelfi konağa dönünce salona güzel bir sofra hazırladım. Son kontrolde yatmama gerek kalmadığını söylemişti Ülkü. Yine de kendimi çok yormaman gerektiğinin altını çizmişti. Büyük köşe koltuğa oturup dinlendim. Bu adam neler yaşamıştı, onu aldatan bir kadının yasını beş yıl tutmuş, kendinden olmayan bir bebek için vicdan azabı çekmişti. Tam benimle mutlu olacağı zamanda bütün kirli çarşaflar ortaya saçılmış, zarar görmemem için tek çare benden vazgeçmeyi bulmuştu. Buna rağmen tekrar nasıl biz olduk. Ülkü'nün anlattığı aşık çift olup nasıl bu düzene meydan okuduk. Yeni bölümü gelsin diye, heyecanla dizi bekleyen teyzeler gibi hafızam gelsin diye bekliyordum. Benim hayatım hiç bir zaman kolay olmamıştı ama Boran'ın ki tam bir kaostu. Gözlerinde ki yorgunluğu daha iyi anlıyordum artık. Yine çok güçlü, yine de sapa sağlam ayaktaydı. Saate baktığım da altıya çeyrek vardı, önceden sadece bir kaç saat uğradığı şirkete tam zamanlı gider olmuştu. Benden kaçıyordu, bugün öğrendiklerimden sonra ona hak veriyordum. Aştığı bir dağı tekrar aşmak zorundaydı ve yorulmuştu. Bir köşede benim hatırlamamı bekleyecekti ki, bu çukurdan ikimizi de zararsız çıkarmak için akıllıca bir yoldu. Hesap edemediği benim meraklı karakterim ve olayları çözmeyi kafaya takmış mesleki hastalığımdı. Odamıza çıkıp giyinme odasına girdim, bana ait bir çok eşya vardı ama çoğunun etiketi üzerindeydi. Askıda ki triko bordo elbise dikkatimi çekti. Oldukça kısa olsa da sorun etmedim ne de olsa evde yalnızdık ve beni böyle görmüş olmalıydı. Elbiseyi giyip aynanın karşısına geçtiğim de derin göğüs dekoltesi, kısa eteği ile yürek hoplatacağı kesindi. Ama benim dikkatimi kendini yeni yeni belli eden göbeğim çekti. Mucizemizi okşadım, belki de bize bahşedilen bu şansı da az kalsın kaybedecektik. Boran'ın korkusunu daha iyi anladım. Bir anda dört çocuk istiyorum dediğim gece aklıma geldi. Yüzünde ki ifadeye anlam vermemiştim. O da ister diye hiç düşünmeden konuşmuştum ama şimdi nasıl bir yaranın kabuğunu çekip aldığımı daha iyi anlıyordum. Üstüme çöken hüzünü silkeleyip attım. Ben Derya Acar'ım küllerimden doğmayı iyi bilirim. Madem bu kadar emek verdik, bu evliliği sıkıştığı bu çıkmaz sokaktan kurtarmak tam da benim işim. Giyinme alanından çıktığımda yatak odasının kapısında olan Boran ile göz göze geldik. Üzerimde ki elbiseyi dikkatle inceledi. Sanki birşeylerden emin olmak ister gibi bakışları yüzümü tavaf etti. Baktı... Baktım... Hayranlıkla baktım, merhametle baktım, içimde ona karşı oluşan, engel olamadığım sevgiyle baktım. Onun bakışlarında ki korku silindi yavaşça, yerini kocaman bir hasret aldı. Aramızdaki dört beş adımlık mesafeyi bir çırpıda kapattığın da bir kolu belime dolandı, diğerini saçlarımda hissettim ne olduğunu anlayamadan, alev almış dudakları dudaklarımı esir aldı. Öyle yakıcıydı ki öpücüğü bir kaç gece önce yaşadığımız şeyin masumluğuna hayret ettim. Karşımda kontrolsüz safi aşkın esiri olmuş bir adam vardı. Kollarım boynuna dolandı. Karşılık verdim nerden geldiğini bilmediğim cesaretimle, bu onu iyice kışkırtırken mümkünmüş gibi daha çok çekti kendine...
"Deryam..." diyerek kopardı dudaklarımızı, alınlarımızı birbirine yasladı. Nefeslerimiz birbirine karışırken bütün bedenim uyuşmuş gibiydi. "Şükürler olsun hatırladın, beni bu cehennemden çıkardın." diyerek soludu. O an dank etti. Bu fikre nerden kapıldı bilmiyorum ama herşeyi hatırladığımı düşündürecek bir şey yapmış olmalıydım. Beni değil, kendi Deryasını öpmüştü. Kendi kendimi kıskandım o an, biliyorum çok saçmaydı ama kıskandım bu kadar güzel sevilmeyi... Gözlerine baktığım da bir terslik olduğunu anladı, " Boran..." dedim ama kapkara olmuş gözlerinde ki umudu yıkmak canımı yaktı. "Ben yeni birşey hatırlamadım." Gözleri hayal kırıklığı ile kapandı, hemen ardından belimde ki tutuşu gevşedi. İçim burkuldu, bırakmasın istedim hep böyle sarsın beni. "Ben... Bu elbiseyi giyince hatırladığını sandım, ileri gittim özür di..." sözü yarım kaldı çünkü bu kez ben onu öptüm. Onun aksine küçük masum bir öpücüktü. Uzaklaşmak istemediğimi anladı, tekrar sardı belimi, daha çok sokuldum ona, "Bu elbise bizim için özel mi?" dedim nefesim dudaklarına vururken, Sertçe yutkunduğun da üzerinde ki etkim hoşuma gitti. "Oldukça özel..." dedi yanağımı okşarken. "Sana gerçek bir evlilik teklif ettiğim de bu evdeydik, üzerinde bu elbise vardı. Dahası bana biraz önceki gibi bakıyordun." derken yine aynı bakıyordum aslında, "Bakışların öyle tanıdıktı ki herşeyi hatırladığını sandım." Sol elimi boynundan çözüp kirli sakallarını okşadım, bu halime anlam veremese de tadını çıkarır gibiydi, "Sana yine aşık oluyorumdur belki olamaz mı?" dediğim de gamzeleri belli olacak kadar güldü. "Ben hâlâ ilkinin şokundayım, ne buldun bu adam da anlamış değilim." dediğin de. "Aaaa kocam hakkında düzgün konuş, nesi varmış." diye şımarıkça çıkıştım. Derin bir iç çekti, "Şu hallerin öyle tanıdık ki, nasıl özlediğimi tahmin bile edemezsin." Eski beni özleyen adamı elinden tutup köşede ki boy aynasının önüne çekiştirdim, aynanın önüne geldiğimiz de tuttuğum elini mucizemizin üzerine koydum. Ben önde, o arkam da öyle heybetli duruyordu ki sırtımı ona yasarken gözlerim kapandı. " Ne olduysa oldu, ne yaşandıysa yaşandı. Sana hak vermesem yanında durmazdım. Bundan sonra kendimi de..." göbeğimdeki elinin üzerini okşadım "bebeğinizi de, seni de üzmek istemiyorum." deyip gözlerimi araladığım da, onun gözlerinin de huzurla kapandığını gördüm. "Ben çok şanslı bir adamım Derya, sen bir erkeğin başına gelebilecek en büyük mucizesin." dediğin de aynadadan bakışıyorduk. Bu romantik ortamı bozan benim midemin gurultusu olurken Boran'ın kahkahası odayı doldurdu. Bir çırpıda kollarınını bacaklarımın altından geçirip beni kucağına alırken küçük bir çığlık attım. " Boran napıyorsun?" " Elbisenin hakkını veriyorum... " dedi geniş geniş. Sanırım bu elbisenin onda ki hatıraları sandığımdan da derindi. Kucağında benimle alt kata indik, mutfağa geldiğimiz de beni ada tezgahın üzerine oturttu. "Bakalım ne yemek varmış?" diyerek tencerelerin kapaklarını tek tek açıp kapattı. "O yemeklerin hepsinden birer tabak yiyeceksin Boran ağa kaç gündür aç geziyorsun fark etmedim sanma." deyip yavaşça indim tezgahtan, soğuyan yemeklerin altını açıp ona döndüğüm de, "Benim seni yedirip içirmem gerekiyor, senin beni değil." dedi saçlarımı okşayarak. "Ben" dedim işaret parmağımla kendimi göstererek "Hem kendime, hem sana, hem de bebeğimize bakabilirim ama ne yalan söyliyim ilgin çok hoşuma gidiyor." deyip daha önce hazırladığım tabakları yakınıma aldım, "Sen çorbalarımızı götür, ben de yemekleri getireyim olur mu?" dedim ama cevap gelmedi. "Borannnn" dediğim de daldığı düşüncelerden sıyrıldı. Yemeklerimizi alıp salona geçtik sohbet ederek, gülerek yedik, içtik. Gözlerinde ayrı bir neşe vardı. Tabağına ne bıraktıysam itirazsız yedi. Beni oturtup masadakileri mutfağa taşıdı. Dakikalar sonra ışıklar kapanınca anlık panikle arkama baktım, elinde iki kupa ile Boran'ı görünce rahat bir nefes verdim. Salonu sadece şöminin ateşi aydınlatıyordu. Kupaları ortada ki büyük sehpaya bırakıp yanıma geldi. "Onlar ne?" dedim kupaları işaret ederek, "Bana kahve, sana bitki çayı." deyip başını dizlerime koyarak uzandı. Ellerim benden izinsiz saçlarına giderken, duraksadım. İlk hatırladığım anılar zihnimde canlandı. "Bir araba yolculuğu hatırlıyorum, sen böyle dizlerim de yatıyorsun." dediğim de hevesle kalkıp oturur hale geldi. "Evet" dedi gülümseyerek "Düğünden sonra Mardin'e dönerken dizlerinde uyumuştum." "ilk o anları hatırladım." diye itiraf ettim. Kaşları havalandı, " Ne zaman hatırladın güzelim." dedi heyecanla, "Bizimkilerin gittiği gün ağlayarak uyuyakaldığım da." "İlk bunu hatırladın o zaman." deyip duraksadı "O gün uyandığın da bakışların farklıydı, gözlerin de ki kuşkucu tavır silinmişti. Birşey hatırladığını tahmin ettim ama kırk yıl düşünsem burdan başlayacağın aklıma gelmezdi." Yutkundum, "O zaman da saçlarına dokunmak istiyorum ama engelliyorum kendimi, kafam da öyle imkansızız ki..." deyip sustum. "Ahhh güzelim, ah be Deryam" deyip beni göğsüne çekti. "Sen benim gibi bir adama nasıl tutuldun?" Göğsünden çıktıp, omzuna vurdum, "Sen ikidir ne istiyorsun benim kocamdan, kimselere laf söyletmem kusura bakma." deyip kupama uzandım. "Söyletmezsin bilirim, derdini en yakınına bile açmazsın. Beni kimseye şikayet etmezsin ama nasıl süründüreceğini de en iyi sen bilirsin." dediğin de söyledikleri ilgimi çekti, "Sana kızıp Benan'ın yanına gitmişim ama o da hiç birşey bilmiyor. Anlatmamışım..." dediğim de kahvesine uzandı konudan kaçmak için. "Anlatmayacak mısın bana?" diye sordum öğrendiğimden şüphelenmemesi için. Kahvesinden büyük bir yudum alıp tekrar sehpaya bıraktı. Bedenini bana çevirdi, "Anlatmasam bana kırılır mısın?" dediğin de, bunu zaten bekliyordum. Başımı iki yana salladım, "Sadece şunu netleştirelim, ben başka bir kadın değilim. Senin Derya'nım, anlatmasan da seni bırakıp gidemiyorum. Sandığının aksine tekrar kendini anlatamayacak kadar yorgun olduğunu görüyorum." dediğim de hastanede ki konuşmasını duyduğumu anladı. "Sen gerçekten benim Cennetimsin, hatırladığın da bana hak vereceksin Deryam. Bir bazı konuları seninle bile konuşmadan kapattık. Konuşulması kolay şeyler değil." deyip alnıma uzun bir öpücük bıraktı teşekkür eder gibi. "Yanlız dikkatimi çeken bir detay daha var" diyerek konuyu esas derdime doğru çektim. Neymiş dercesine tek kaşı merakla havalandı. "Uykum da hatırlıyorum ama bu da sadece yanım da sen varken oluyor." Dudakları duyduğundan memnun kıvrıldı. "Bana daha çabuk döneceksen bir dakika göğsümden ayırmam seni." deyip beni kendine çekti. İşime gelirdi, boyun girintisine başımı gömüp derince nefeslendim. İçim huzurla doldu, elleri saçlarımı sevdi, okşadı. Kendine sınırlar koymuyordu, içinden geldiği gibi hareket ettiğini fark ediyordum. Gözüm şöminenin üstündeki fotoğrafa takıldığın da, "Boraaan" dedim meraklı bir ton da, "Adımı söyleyişini bile özlemişim biliyor musun?" dediğin de ona bu akşama kadar ismiyle hitap etmediğimi fark ettim. Boran ağa diyordum çok mecbur kalırsam daha resmi, daha mesafeli geliyordu. Göz göze geldiğimiz de öyle güzel bakıyordu ki, "Öyle bakıp aklımı karıştırma, bi şey soracaktım." dediğim de güldü bu halime. Eee bana da yazıktı, o gamzeler yakından daha cazibeliydi. "Sor?" dediğin de, boş boş baktım öylece, daha çok güldü pis. Etkisinden çıkmak için başımı çevirince çerçeveyi tekrar gördüm, "Bu fotoğrafta hiç de oyun olsun diye nişanlanır gibi değiliz, fazla gerçek duruyoruz." dedim. "Öyleyiz zaten, seni tekrardan istedim. İlkinde şekerli olan kahvenin tuzlusunu içtim." deyip alyansımın üzerinden öptü. "Bu yüzüğü tekrar parmağına takmak kolay olmadı." "Hımmm... İyi çektirdin için rahat olsun diyorsun yani." "Ne yaparsan yap boynum kıldan ince, o zaman da öyleydi şimdi de öyle." dediğinde başımı göğsüne yasladım yeniden, "Gereğini yapmışımdır, kendime güveniyorum." deyip kıkırdadım. Ellerini sırtıma sarıp kendine çekti iyice, bu halimize inanamaz gibiydi. "Boran" dedim nazlı nazlı, "Hımmm" dedi keyifle. "Uykum geliyor yine, senin bu kızın çok uykucu bak benden söylemesi." "İyi ya güzelim, doğduğun da yormaz seni. Akıllı kız olcak benim kızım." "Şaka maka beni de alıştırdın kız diye diye..." diyerek güldüm. Kucağına aldığı gibi merdivenlere yöneldi, "Boran, yürürüm kendim indir beni..." dedim halbuki keyfime diyecek yoktu. "İkimiz bu merdivenleri çıkacaksak, senin ayakların yere değmeyecek güzelim. Sana kucağımda olmayı sevdiğini söylemiştim." dedi hastaneden çıkışımıza atıf yaparak. Cevap vermedim, başımı boynuna gömdüm sadece. Sanki ben kucağında yokmuşum gibi çıktı merdivenleri, gerçekten idmanlı olmalıydı. Yavaşça yatağa bıraktı beni. Ne ara yatağın üzerine bıraktığını fark etmediğim ceketine uzanıp cebinden bir telefon çıkarıp uzattı. "Ekran değişti ama onun dışında sorunu yok. Tamir edilmesi zaman aldı." Kendi telefonum olduğunu anlayınca merakla eline uzandım. "Önce üstünü değiştir istesen." dediğin de neredeyse yok olmuş eteğime gözüm takıldı. Hakkaten ben bu elbiseyi ne akla hizmet giymiştim. Giymesen o öpücüğü alamazdın diyen iç sesime hak verdim. Yataktan kalkıp giyinme odasına geçtim, sabrını daha çok sınamak adına masum olduğunu düşündüğüm bir pijama takımı giydim. Konaktakinin aksine bu evdeki kıyafetlerim oldukça iddialıydı. İç çamaşırı ve gecelik çekmecelerini görünce şok olmuştum. Bunları kendim aldıysam, içimden oldukça arsız bir kadın çıkmış olmalıydı. Tekrar odaya döndüğüm de Boran yoktu, kıyafetleri ya odada olduğu için orda giyiniyor olmalıydı. Parmak izimi okutup telefonu açtım merakla. Ekranda ikimizin fotoğrafı vardı, ben elimdeki yüzüğe bakıyordum, Boran ise bana... Habersiz çekildiği çok belliydi ama kim çektiyse doğrusu çok güzel yakalamıştı. Kocaman bir gülümseme yüzüme yayılırken İnternet bağlantısını açıp, mesajlaşmalara girdim. Can Eşim diye kayıt olduğunu görünce kaşlarım havalandı. Mesajlaşmayı açtığım da Boranla yazışmalarımız önüme serildi. Okurken içim sıcacık oldu, işte olduğu hergün istisnasız yazışmıştık. Aramızda ki iletişim hoşuma gitmişken, gördüğüm fotoğraf ile ağzım açık kaldı. Az evvel çekmece de gördüğüm geceliklerin en cesurunu giyip aynadan poz vermişim. Üstüne birde öpücük atarken çektiğim pozu yollamışım. Boran'ın odaya girişi ile telefonu hızla kapatıp komidinin üstüne bıraktım. İnterneti açtığım için bildirim sesleri susmuyordu. "Çok fazla mesaj gelmiş yarın sen yokken okurum vakit geçer" diyerek telefonu tekrar alıp uçuş moduna getirdim. Bi tuhaflık olduğunu fark etmiş gibi bir bana bir telefona baktığı sırada yatağın boş tarafına dokundum. "Uyuyalım mı?" Başını olumlu anlamda sallayıp yan tarafa geçip uzandı, kolunu yana açması ile davetini seve seve kabul ettim. "İyi geceler Cennetim" "İyi geceler Can Eşim" dediğim de güldüğünü nefesinden anlayabiliyordum. Huzurla kapattım gözlerimi. ✨✨✨✨ Sıçrayarak uyandığım da adeta nefesim kesilmişti. "Derya..." diyen Boran'ın sesi ise uykulu olduğu kadar da korku doluydu. Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışırken, yüzümü ona döndüm. İyi olduğunu görmeye ihtiyacım vardı. Rüya mı gördüm yoksa yine hatırlamadığım zamandan bir kesit mi ayırt edemiyordum. Yüzünü avucuma alıp onu hissetmeye çalıştım. İyiydi yanımdaydı, dizlerimin üzerine oturup, "Sırtını döner misin?" dediğim de kaşlarını çatsada beni kırmadı, üzerindeki geniş beyaz tişörtü yukarı sıyırdığım da kürek kemiğinin üzerinde ki yara izi ile karşılaştım. Rüya değildi, vurulmuştu... Parmağım izin üzerinde öylece kaldığım da Boran'ın bana dönmesi ile elim kucağıma düştü. Gözlerimin dolduğunu görünce, "Deryam olmuş bitmiş şeyler için üzülmeyecektik hani?" dedi kadife gibi bir sesle. "Bak sen üzülünce, korkup ağlayınca bebeğimiz de üzülüyor." deyip göbeğimi okşadı. Mantıklıydı ama olayları öyle derinden hissediyordum ki onu kaybetme korkusunun beni nasıl derinden sarstığını iliklerime kadar yaşamıştım. Kollarımı boynuna sardım sımsıkı, başka türlü sakinleşecek gibi değildim. Uzun zaman öyle kaldıktan sonra beni tekrar kollarının arasına aldı, sırtım göğüsünde, onun eli mucizemizin üzerinde tekrar uykuya teslim olduk. Sabah gözlerimi araladığım da beni izliyordu. Birbirimize gülümseyerek güzel bir güne beraber başladık. Boran ile kahvaltımızı yapıp onu işe uğurladığım sırada Zelfi de gelmişti. Mutfaktaki işleri ona bırakıp, üst kata çıktım. Odayı toparlayıp, yatağı düzelttim. Telefonumu alıp uçak modundan çıkardım. Detaylı bir inceleme yapabilirdim artık.
ELA SAVCI diye kaydettiğim kişiden bir çok mesaj vardı. Kim olduğunu anımsamak için hafızamı yokladım ama tanıdığım Ela isminde bir savcı hatırlayamadım. Okuldan arkadaşım Ela vardı bir tek ama onun da avukatlık yaptığını sanıyordum. Ben kafamda ki sorulara cevap ararken telefon çalmaya başladı. "Deryaaa..." dedi sesimi duyduğuna bin şükür eder gibi. Sesini tanışmıştım tahmin ettiğim kişiydi, demek ki savcılık yapıyordu. "Efendim Ela" dedim düz bir sesle. "Günlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum, telefonun kapalı. Acil görüşmemiz lazım." dedi telaş dolu tonlamasıyla. "Konu neydi?" dedim. Kafam karışmıştı bu kadar acil ne konumuz olabilirdi ki. "Sen de mi tavır yapıyorsun arkadaşım?" diye sorunca, "Ela ben hafızamla ilgili sorun yaşadım güzelim, tavrım sana değil. Konumuz ne, neden bahsediyorsun hiç bir fikrim yok." deyince uzunca süren sessizliğini, "Konakta mısın?" diyerek bozdu. Ne alakaydı ki? "Sen Mardin'de misin?" diye sordum şaşırarak. "Evet canım Mardin'deyim ve senle benim konuşmamız lazım." "Konakta değilim, kendi evimdeyim. Konum atayım sana." "Gerek yok biliyorum, bir saate sendeyim." deyip kapattı. Azcık huzur çok bana. Boranla suları durultuk bakalım burdan ne çıkacak diyerek aşağı indim. Zelfi'ye misafir geleceğini söyleyince o benden önce ikramlıklara girişmişti bile. Bu hanım ağalık işi iyiydi, hoştu. Yediğim önümde yemediğim arkamda, dışardan insanlar kimbilir ne kadar özeniyordu. Halbuki ki ne büyük sorunlarla uğraşmışız kimsenin ruhu duymadan. Daldığım düşüncelerin içinde zaman su gibi akıp geçmiş olmalı, çalan kapının zili ile kendime geldim. Evin arkasına bakan kış bahçesinden çıkıp kapıya geldiğim de Zelfi ile selamlaşıp sarılan Ela'ya şaşkın gözlerle bakıyordum. Hızlı adımlarla gelip kollarını boynuma sardı, bir ne ara bu kadar samimi olmuştuk. Severdim Ela'yı ama bu derece samimiyetim yoktu. Zaten benim tek dostum Pınar'dı. Bir de Benan'ı kardeş gibi benimsemiştim onu yeri daha başkaydı. "Hoş geldin" dedim şaşkınlığımı belli ederek. Bir bana, bir Zelfi'ye baktı. Kaşının biri havalandı neler oluyor der gibi. Ben de aynısını ona sormak istiyordum da bu aralar her konunun Fransızı ben olduğum için kendim de o hakkı göremedim. "Ela hanım, Derya abla büyük bir kaza atlattı, son on ayı hatırlamıyor." deyince Ela ismiyle uyumlu gözlerini kıstı, "Nasıl yani?" diye boş bir soru sordu. Koskoca savcıya yakışmamıştı bana kalırsa. Kız açık anlatmıştı işte. "Söylediği gibi Ela, neredeyse son bir yılı hatırlamıyorum, yani seninle olayımız neydi hiç bir fikrim yok malesef arkadaşım." deyip koltukları işaret ettim. Şaşkınlıkla adımlayıp, koltuğa oturdu. "Derya şimdi iyi misin? Nasıl benim haberim olmaz. Defalarca aradım seni, gerçi belliydi bir terslik olduğu." Sorusuna cevap beklemeden kendi kendine konuşmaya devam edişi ile anladım ki gerçekten içinden çıkamadığı durumlar var. Ela çok kontrolü, kibar, mesafesini bilen hatta özellikle koruyan biriydi. Şimdi ise karşımda ki kadın büyük bir panik dalgasına esir düşmüştü. "İyiyim arkadaşım sadece kocam dahil kimseyi hatırlamıyordum, şimdi yavaş yavaş hatırlamaya başladım." "Derya çok acil durumlar var Devran ile konuşmam lazım."deyince boş boş baktım yüzüne. Devran'a isimle hitap edecek derece de ne samimiyetleri olabilirdi ki. " Konuş... "dedim saçma bi şekil de "Yani bunun için bana ihtiyacın olmasa gerek." Ellerini saçlarına atıp çekiştirdi, "Herşey bu kadar üst üste gelmek zorunda mı? Derya tam zamanı yani hafızanı kaybetmenin." dediğin de sinirle karışık güldüm. "Afedersin canım, bi dahakine dikkat ederim." deyince onun da siniri bozuk olmalı ki gülmeye başladı. Zelfi ikimize deli görmüş gibi bakıyordu. "Zelfi'm bize iki kahve yapda aklımız başımıza gelsin" diyerek ricada bulundum. "Derya abla sen içmesen?" dedi kibarca. "Hafta da bi tane içebilirim canımın içi o kadarına müsade var." dediğim de gülümseyerek uzaklaştı. "Kahve zihin açar niye yasak ki?" dedi Ela. "Yok o hafızadan değil, hamilelikten dolayı yasak." deyince dudakları 'o' şeklin de kaldı. Benimde kaşlarım çatıldı, bu haline. "Derya sen hamile misin?" dedi dolu dolu gözleri ile. "Bu çok, çok güzel haber." deyip sarılınca bende kollarımı ona sardım. Sonra dank etti, "Sen bizim özel durumumuzu biliyor muydun?" dedim üstü kapalı. "Devran bana anlatmıştı." deyip elimi avucunun içine aldı. Devran'a bak sen bana zorla anlattığı şeyi el aleme anlatmış derken jeton düştü. "Ela! Senin Devran ile aranda bişey mi var?" sonra durup aydınlandım "Eee Çetin? " dedim soru olarak. "Ayrıldık biz iki yıla yaklaşıyor." dedi huzursuzca. " Bak Devran'ın karısı olacak deli beni merdivenden itti diye bu haldeyim arkadaşım, Sen nasıl bir yola çıktığının farkında mısın?" dediğim de gözleri yuvasından çıkacak kadar büyüdü. "Seni Selma mı itti?" "Öyleymiş, Devran mahkemeye vermiş delilleri senin haberin yok mu?" Başını iki yana salladı, yüzü düştü. "Devran'a ulaşamıyorum beni heryerden engellemiş." "Benden ne istiyorsun?" dedim açık açık. "Onu buraya çağır ama benden bahsetme gelmez. Onunla konuşmam lazım çok önemli." Devran'dan Dünden beri Derya anlatmak ile doğru yapıp yapmadığımı düşünüyordum. Boran'ın konaktan ayrıldıkları günden beri divane gibi dolaştığının farkındaydım. Bu çocuğun imtihanı bir türlü bitiyordu. Sanki benim ki bitiyordu da, Ela yanımdan eski kocası ile çekip gitmiş üstüne de hiç bir açıklama yapmadan on günü devirmiştik. Baştan bunların bir açıklaması vardır diye kendimi teselli ediyor olsam da geçen zaman ve gelmeyen açıklama ile durumu kabullenmeye çalışır olmuştum. Korkmayacağım demekle korkusuz olunmuyordu, Ela da korkularının esiri olmayı seçmişti. Halbuki o kadar emindim ki onunla tamamlanacağımıza, bu kadar yanılmış olmak zoruma gidiyordu. Gerçi neye şaşırıyorsam ben kaç yıllık karımı tanıyamamıştım. Çalan telefon ile elimdeki sigarayı söndürdüm, Derya'nın ismini görmemle kaşlarım havalandı, "Derya iyi misin? Bir sorun mu var?" diyerek açtım telefonu niyeyse aklıma gelenler hep kötü ihtimallerdi. "Ben kötü bir kardeşmişim sanırım, seni sadece sorun olduğun da mı arıyordum?" diye bir soru yöneltti gülerek. "Sen iyi bir kardeşsin, kötü ağabey olan benim." dedim onun gibi gülerek. "Devran aklıma takılan bazı şeyler var, bize gelebilir misin? Boran'ın dikkatini çekmek istemiyorum." Korktuğum başıma gelmişti işte daha çok kafası karışmış olmalıydı. "Hemen çıkıyorum Derya." deyip telefonu ceketimin iç cebine koydum. Kapıdan çıkacakken, Boran ile karşılaştık. Yüzünde güller açıyor dedikleri bu olsa gerek, endişelerim biraz azalsa da zaman kaybetmeden asansöre yöneldim. "Nereye Devran Ağam bir kahveni içmeye geldik kaçıyor musun?" "Başkasına sözüm var Boran ağa başka zaman sözüm olsun" deyince kaşları manalıca havalandı. Ela ile buluşacağımı sanmış olmalı ama işime geldiği için ses etmeden elimi havaya kaldırıp asansörün düğmesine bastım. Araba ile kusa zamanda bizimkilerin aşk yuvasına ulaştığım da aklımda bu eve son gelişim vardı. Ela'nın peşinden gidişim, saçlarını kuruturken burnuma dolsun kokusu. Ağlamaktan kızarmış ama ısrarla bana belli etmemek için çabaladığı yeşile çalan gözleri. Sabaha karşı bir kolum da Ela bir kolum da Tuğra uykuya dalışımız. Burnumun direği sızladı diye bir tabir vardır ya, işte onu şuan tam anlamıyla yaşıyordum. Arabada dudağına kondurduğum öpücük, utanışı, kirpiklerinin altından bakışı ile hızlanan kalbim. Hepsi zihnime hucüm ederken onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Ne kadar yok saymaya çalışsam da olmuyordu. O korkup kaçmasaydı ben onun için Dünya'ya meydan okumaya hazırdım oysa ki. Beni fark eden Murat bahçenin demir kapısını açarken küçük bir baş selamı verdi, aynı şekilde karşılık verirken arabayı park ettiğim esnada evin kapısında Derya göründü. "Hoş geldin." dedi tedirgin bir ifadeyle. "Hoş buldum Derya da sorun yok, eminsin değil mi? İyisiniz?" diyerek ufaklığı imâ ettim. Kocaman bir gülümseme yüzüne yerleşirken, eli karnına gitti. "İyiyiz amcası merak etme." sonra duraksadı muzipçe kaşını kaldırdı. "Yoksa dayısı mı desek?" "Boran bu fikirden hoşlanmayabilir, hem iki yakışıklı dayısı var. Bir de amcası olsa fena olmaz sanki." dedim onu keyifli görünce moralim düzelmişti. Ta ki içeri girip karşıma da tedirgin gözlerle bana bakan Ela'yı görene kadar. Ela ve Devran arasında karışık işler var gibi ne oluyor acep? Derya ile Boran ilişkisi eski rayına oturuyor, kötü günler artık geride kalsın mı? Konağa geri dönelim mi? Yoksa böyle iyi miyiz? Okuyan arkadaşlardan ricam oy ve yorum yapmanız. Günlük bölüm gelsin istiyorsak yazarı motive edelim değil mi 😉
|
0% |