@zamansizim84
|
Boran'dan Biten toplantının ardından odama döndüm. Devran aniden ortadan kaybolduğu, hatta açıklama dahi yapmadan çıktığı için onun katılması gereken toplantı da bana kalmıştı ama şikayetçi değilim. Kafam ne kadar meşgul, işim ne kadar çok olursa daha iyi. Derya unuttuğunda beri eve gitmek için deli olan yanım ile, çelişki de kalan tarafım çarpışıp duruyor. Derya hatırladıkça, beraber zaman geçirdikçe bana yaklaşsa da asla aynı kişi değil. Hem çok tanıdık, hem de bir o kadar yabancı. Bana çekildiğinin farkındayım fakat kendimi Derya ile olan aşkımıza ihanet ediyor gibi hissediyorum. Bordo elbisesinin içinde onu görünce, herşeyi hatırladığını sanıp aklım başımdan gitti. Nasıl kollarıma aldım, ne ara alev aldık anladım ama bana karşılık vermesi ile iyice yükseldiğimizi aklım başıma geldiğinde ancak sorgulayabilmiştim. Hatırlamasa da yol alabilir miydik? Bu fikre tutundum ama olmuyor. Öyle bir anda, öyle bir şey söylüyordu ki aramıza kapanmaz uçurumlar giriyordu sanki. Gözüm saate takılınca acele etmemeye karar verdim. Eskiden olsa koşarak gideceğim eve malesef ayaklarım gitmek istemiyordu. Neşeli görünmeye çalışmam artık sorgulayan gözlerden yorulduğum için kullandığım bir maske sadece. Çalan kapı ile dikkatim dağıldın da Devran içeri girip kendisini karşımda ki koltuğa atmıştı bile, "Oooo Devran ağam şirketin yolunu bulmuşsun sonunda" "Buldum kardeşim, sen evine gidebilirsin artık." dedi gülerek. "Hayırdır nereye gittin kaçar gibi?" Özelini merak etmek değildi niyetim aslında oyalanmaya çalışıyordum. Biraz da Ela ile sorunlarını çözdüklerine emin olmak istemiştim. "Ela ile buluştum" dediğinde halinden hem memnun hemde daha çok kafası karışmış gibiydi. "Eee varmıymış o mesajların açıklaması?" "Varmış kardeşim" deyip derin bir nefes aldı, şakacı tavrını bırakıp ciddileşeceği zaman endişe etmem gerektiğini bilecek kadar iyi tanırdım onu. "Ela'nın telefonuna program yüklemişler, oldukça da profesyonel bir şey, ortam dinlemesi bile yapan cinsten." Gözlerim kısıldığında kollarımı masaya dayayıp sordum, "Kim? Niye yapmış böyle bir şeyi? Ne cesaretle?" Devletin savcısıydı Ela, yapanın cesareti takdire şayandı gerçekten. "Babası ya da eski kocası" dedi yüzünü ekşiterek "Beraber hareket ediyor da olabilirler." gözlerini kaçırıp devam etti. "İlişkimizi öğrenmişler engel olmak isteyecekler belli ki." deyip çok detay vermeden anlattı ama benden gizlediği noktalar olduğundan şüphe etmedim değil. Özel olabilirdi, çokta kurcalamayı kendime hak görmedim. "Hadi sen çık, Derya akşama kadar yanlız bunalmıştır." dediğinde başımla onayladım onu. Anlatsam da anlar mıydı? Ben bile anlamıyordum ki kendimi, sadece herşeyi bilip de bir adım geri atmadan beni seven kadını çok özlemiştim. Hiçbir şey tam değildi ki, biz olmamızın sebebleri yoktu zihninde. Şirketten çıkıp arabaya atladım, Murat evin önünde nöbetteydi. Garip bir şekilde Derya'nın ona güveniyor olması içimi rahatlatıyordu. Kafamdaki sesleri dinlemek istemediğim için elim radyoya gitti inşallah bu kezde beni Ahmet Kaya ile vurmazdı? Sıradan çalan türküleri dinleyerek yolu bitirdim. Arabadan ineceğim sıra başlayan türkü ile elim kapı koluna gitmedi, Bunca gamı, bunca derdi Mevlam yalnız bana mı verdi? Bunca gamı, bunca derdi Mevlam yalnız bana mı verdi? Eller muradına erdi Yine cananım gelmedi Eller muradına erdi Yine cananım gelmedi Erisin dağların karı Geçti ömrümün baharı Ecel kapımı çalmadan Durma gel ömrümün varı Takatım yok yürümeye Gidip cananı görmeye Takatım yok yürümeye Gidip cananı görmeye Can başladı çürümeye Yine cananım gelmedi Can başladı çürümeye Yine cananım gelmedi Erisin dağların karı Geçti ömrümün baharı Ecel kapımı çalmadan Durma gel ömrümün varı
Başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım, Takatım yok yürümeye Gidip cananı görmeye... İşte türküler bu yüzden güzeldi, zamanın da senin derdini senden güzel anlatmıştı birileri. Öyle yorgundum ki baştan almaya, tekrar anlatmaya gücüm yoktu. Bir köşe de bana dönsün diye beklerken, yürek yorgunluğu mu gizleyecek gücüm kalmamıştı aslında. Eski Derya olsa bakışımdan anlardı derdimi ama hamile halinde onun çabasını da görüyordum. Fakat bu kadar oluyordu. Eskiye göre aramızda ki iletişim ilerlerse de aslında çok uzaktık bir birimize, çok çok uzak... İndim yavaşça arabadan Murat'ın halimi bilir gibi uzaktan verdiği baş selamını aldım. Bu sorun yok demekti onun dilinde. Kapıyı çaldım, bekledim... Elim tekrar zile gidecekken açıldı. Omzundan düşen mavi kısa trikosu, onunla uyumlu mini şortu, açık boynundan görülen dantel detayları, özgür bıraktığı saçları, zarif makyajı ile karşıma dikildiğin de şaşırmadım desem yalan olur. Peşi sıra beni böyle hazırlanıp karşıladığı günler akın etti zihnime, kapıda kollarıma atılışı, birbirimize hasretimizi dindiremeyişimiz. Belli etmemeye çalışarak girdim içeri, senin için hazırlandım deyip, bir tur etrafında döndüğünü görünce aklıma, dilime gelen ne varsa yuttum. Yemek iki arkadaş olarak ettiğimiz sohbetle geçti. Peşi sıra ışıkları kapatıp getirdiği kahve bana eskiyi hatırlarsa da onun için hoş bir rutinden öte değildi. Dizlerimde yatmış öylece sohbet ederken, "Boran..." dedi peşinden bişeyler geleceği çok belli tonlamasıyla, "Hımmm..." dedim elim saçlarında dolaşırken. "Yaa ben hiç hatırlayamazsam, o zaman ne olacak?" dediğin de ise elim olduğu yerde kaldı, bu şekilde devam etmek fikri öyle ağır geldi ki kaskatı kesildim o an. Kendimi toparlayıp, "Hatırlıyacaksın, zaten günden güne hatırlıyorsun. Kurma böyle şeyleri kafanda." diyebildim. Dizlerimden kalkıp, bacaklarını iki yana açarak kucağıma oturdu. İlk defa biz olduğumuz gecede ki gibi, aklım eski de gezerken, bazen ona odaklanmam çok zor oluyordu. Belinden tuttum sadece, gözlerimin içine bakarak beni dumur eden sorusunu sordu. " Hatırlamazsam beni dün ki gibi öpmeyeceksin değil mi?" "Derya..." dedim ama devamını getiremedim. Aklımın karmaşasını görmesin diye gözlerimi kapattım. Yüzüne bakarak bu sözleri söyleyebileceğimi sanmıyordum, ama bilmesi gerekiyor gibi hissettim o an. "Sanki sana ihanet ediyormuşum gibi hissediyorum. Sen dün bana öyle bakmasan ben yine seni öpemezdim. Bizim aramızda ki çekim gözlerimiz de başlar, ne bir elbise ne bir iltifat, bizi tetikleyen hep gözlerimizde gördüğümüz aşk oldu." deyip korkuyla açtım gözlerimi bana kırılacak diye içim gidiyordu. Onu kırmaktan deli gibi korkuyordum. Bu halinde üzülmesi isteyeceğim son şey bile olamazdı. Ama bilmesi lazımdı, tek başıma taşıyamıyordum artık bu hissi. Kolları omuzlarımda yavaşça kulağıma yaklaştı, " Beni tenine kat Boran, gerçek olalım. Desem faydası olur mu? " dediğinde ise kalbim depara kalktı, aklım beni terketmeden hemen önce, erken heyecanlanıyorsun diye uyardı kalbimi. Haklıydı geçen seferki hayal kırıklığım hâlâ hafızamda dip diri duruyordu. Baş ve işaret parmağım ile çenesine dokunarak bizi göz göze getirdim. Gözlerin de görmeliydim herşeyi... Ve gördüm de... "Beni, benimle bile aldatmayan bir adama, hafızam ne kadar kayıtsız kalabilir." deyip dudaklarıma uzandığında da. Emin olsam da duymak istedim. Bana, bize ait tüm hatıralarla döndüğünü duymalıydım dudaklarından. "Hatırlıyorsun..." derken sesimin titremesi umrumda bile değildi, o kadar yakınımdaydı ki nefesiyle nefesleniyordum. "Hatırlıyorum, renklerin olduğumu, cennetin olduğumu, hazinen olduğumu..." dediğin de dahasına sabrım yoktu, yorgun bir hasretle kavuştu dudaklarımız. Dün ki gibi değildim, o hayal kırıklığı içimde bir yerde hep kalacaktı. Yavaş, özlem dolu, tüm ruhuma yetecek, özlemimi dindirecek, yorgunluğumu soluklandıracak kadar onu kendime kattım. "Derya'm..." diyerek ayrıldım, Deryam benim Deryam... Özlediğim oydu çünkü. Alınlarımızı birbirine yasladım. Ellerim yüzünü kavradı. Gözlerim kapalı "Çok şükür... Çok şükür ki bana döndün." diye döküldü dudaklarımdan... "Sana döndük, kızım ve ben" dedi ne duymak istediğimi bilir gibi... Gibisi fazla bilirdi, o beni kitap gibi okurdu... Yüzümü avuçlarının içine aldı "Babamızı çok seviyoruz." dediğin de artık yorgunluğumun dineceği kollara kavuştuğumu biliyordum. Hasretimizi, döktüğümüz onca göz yaşını bilen omuzda yüklerimden kurtulmak, ona sığınmak istedim. Ben hep ona sığındım, onun yanın da güçsüz olmak eksiltmiyordu ki benden. Derya'ydı o... Benim eksik yanım, diğer yarım. Kadınım... Sana baba demeyecek çocuklara anne olamam diyen sevdamdı... Ağlayıp da yeşerdiğimizi bilen yol arkadaşım... Hıçkırarak ağlayan bir adamı yadırgamayan, sorgulamayan... O gece sabaha kadar uyku girmedi gözüme, saçlarında gezdi dudaklarım. Teninde nefeslendim, rahatsız eder miyim diye düşünmeden günler sonra ilk defa tereddütsüzdü dokunuşlarım. Göğsümde uyurken babamızı çok seviyoruz deyişi dolaştı kulaklarımda. Sabaha karşı düşebildim uyku kuyusuna ama yine ondan önce uyandım. Derya'dan Sabah göbeğim de dolaşan parmaklar ile uykudan sıyrılmaya çalışırken baba kız sohbetlerine şahit oluyordum aynı zamanda, "Babacım, anneden gizli konuşalım mı yine?" dediğinde konunun çok dışında kaldığımı anladım. İlaçlar yüzünden öyle derin uyuyordum ki, bu gizli sohbetlerine ilk defa şahit olacaktım. Bu akşam içmeyi unuttuğum progestan işime yaramıştı. "Annen de kabul etti artık kız olduğunu biliyor musun? Sanki cevap gelmiş gibi devam ettiğin de kıkırdamak için zor tuttum kendimi. " Evet... Annesine benzeyen güzeller güzeli kızımı gördüklerinde, iki güzel meleğim olduğu için beni çok kıskanacaklar." Derin bir iç çekti bu nokta da, " Belki senin kadar güzel başka mucizelerimiz de olur." Sesi iyice kısıldı, "Annen kardeşlerin olsun istiyor, biliyorum. Ben de isterim tabii ki de..." deyince sözleri içimi yaktı. "Seni veren rabbim, başka mucizeler de verir belki prenses..." dedi dua eder gibi. "Allah bana Derya'mı vermiş, üstüne seni vermiş dahasını yüzüm yok aslında ama, annenin güzel kalbi bize daha çok mucizeler getirir inanıyorum." Belli belirsiz dudakları değdi tenime, kıpırdandım yeni uyanıyor gibi. Yakalanmak istemiyor olacak ki hemen yastığına bıraktı başını, " Günaydın hayatım." dedim ama kelimeler dudaklarımdan, ağız alışkanlığı ile söylenen bir sözden çok öte çıktı. Tüm hayatım oydu. Ailemi, onca yıl emek emek var ettiğim avukat kimliğimi geride bırakıp burada onunla el ele savaş veriyorsam bu adam benim hayatımdı. "Günaydın cennetim." dedi o da en az benim kadar içten. "Erken mi uyandın?" dediğim de gözlerini kaçırdı. Yakalanıp yakalanmadığını kafasında tartıyordu, "Biraz sohbet ettik kızımla, uyandırmak umarım." dedi şakaya vurarak. Bozmadım oyununu, "Yoo duymadım sizi de kıskanırım benden gizli sohbet ederseniz." "Kıskanma..." dedi elleri yüzümü kavrarken, "Hayat bir resimde sen renklerisin, yemekse tuzusun, bahçeyse çiçekleri sensin. Sen varsan bu hayatın tadı var Derya, yoksan hepsi yavan, tatsız, renksiz..." Burnumun ucunu küçücük öptü. "Kızımız, seni elimden alıcak diye korkuyorum." diyerek nazlandım. Başını iki yana salladı yavaşça, "Kimse ama hiç kimse senin önüne geçemez Derya, öyle bir ihtimal yok." deyip dudağıma küçük bir öpücük bıraktı. Yetmedi, özlem duygusu öyle yoğundu ki içim de tekrar birleştirdim dudaklarımızı, saniyeler sonra ikimiz de derin bir ateşin içine düşmüştük. Duygular yoğun, hormonlar zirve olunca ayrılamadım ondan. Nefesim tükendiğinde ciğerlerim oksijen diye yalvarır haldeydi. "Beni öpmeni özlemişim." deyip ekledi "yani kim olduğumu bilerek." Garip ama utandım bu sözüyle ama belli edecek değildim. "Ben de özlemişim, aklımı başımdan aldığın öpüşlerini." dedim nefesiyle soluklanırken. Şakacı tavrı silindi, hasretle doldu yeniden kara gözleri, başımı boynuna gömdüm, kolları sardı kızımızı ve beni... Aile, dört harfli bir kelime ama herkes için manası farklı. Nasıl bir evde büyümüşsek dünyayı ondan ibaret sanıyoruz. Ben her anne babanın birbirini çok sevdiğini, çocukları için canını vereceğini sanarken, Boran töre denilen bozuk düzenin içinde karışık bir aile ortamında kendini kolay vazgeçilir sanmış. Peki ya şimdi, biz artık üç kişilik bir aileyiz. Daha doğmadan onun için divane olan babası varken, kızımız çok şanslı. Onlara sahip olduğum içinse ne kadar şükretsem az. Boynundan derince nefeslenip geri çekildim, "Konağa gidelim mi? Bayram babam depresyondaymış diye duydum." dedim. "Bir dakika, sen bu istihbaratı kimden aldın?" diye sordu haklı olarak. Evet açık verdik bakalım nasıl toparlayacağız. "Dün Devran geldi, Selma'yı koşullu salıvermişler bana zarar verir diye korkmuş. Gerçekten de kapımıza geldi biliyor musun?" dediğim de öfkesini gözlerinde gördüm. "Ne yüzle geldi bilmiyorum ama merdivenlerdeyken onu görünce geçtiğimiz on ay zihnime hucüm etti." diye kıssadan anlatmaya çalıştım. "O sayede hatırladın?" diyerek sordu. "Evet, onu görünce hatırladım. Devran onu kovdu, sana sürpriz yapmak istediğimi söyleyince de oyunuma ortak oldu." "Siz iyi alıştınız bana oyun oynamaya..." dedi tripli tripli sırtını yatağa bırakıp bakışını tavana çevirdi. "Boran..." dediğim de yandan bir bakış attı "Özür dilerim." derken gözlerim doldu. "Hatırlamadığım dönem seni çok üzdüm. Çok özür dilerim." derken göz yaşlarım yanağımı ıslatıyordu. Telaşla bana döndü. Yüzümü avuçları arasına alıp göz yaşlarımı sildi, "Sakın Derya, sakın ağlama..." Zorla yutkundu "Sen çok akıllı bir kadınsın, kendini bana karşı bile koruman, bebeğimizi ilk günden sahiplenişin, herşeye rağmen beni bırakıp gitmemen öyle kıymetli ki. Sana tekrar hayran oldum." deyip burnumun ucuna küçük bir öpücük bıraktı. Tekrar göz göze geldik, "Şu bakışın için ölürüm, bana böyle bak diye ölürüm." dedi ve dudaklarını alnıma bastırdı, sözlerini mühürler gibi. Duygusallığımızı üzerimizden atmak kolay olmasa da, konağa kahvaltıya gitmeye karar verdik. Hepimizin bu buluşmaya ihtiyacı vardı. Özellikle de Bayram babamın. Hava soğuk olduğundan kışlık İspanyol paça pantolonumun üzerine krem ince triko bir kazak giyip kabanımı elime aldım. Boran'ın da bana çok yakın kombini görünce birbirimize gülümsedik. Gönüllerimiz birdi demek ki. Konağa doğru yola çıktığımızda biraz gergindim, isteyerek olmasa da son ayrılışım hoş değildi. Boran bu halimi fark edip elimi tutunca daldığımı anladım, "Derya'm üçtür sesleniyorum duymuyorsun." "Dalmışım... Ne demiştin?" dedim toparlamaya çalışarak. "Canınızın istediği birşey var mı? Simit, Poğaça ister misin?" diye sordu. "Yok hayatım istemem, Konak kahvaltısı yeter." deyip ona döndüm. "Babam bana kırılmış mıdır?" diye sordum dudak bükerek. Yolun boşluğundan istifade bana baktı, tekrar gözlerini yola çevirdi. "Babam sana kırılmaz Derya, üstelik o gün ki sözlerinde haklıydın. Benimle bir yol yürümeye seni mecbur bırakmak isteyen babamdı. Mutsuz olsaydık bu sorumluluğu almayı da bilecekti." "İki yarımdan bir tam yaptı bizi, ona çok şey borçluyuz..." dedim tüm samimiyetimle. " Bir buçuk..." derken eli göbeğimi okşadı. " Bir buçuk... " dedim onun gibi gülümseyerek. Konağın kapısından girerken korumalar bile korku ile bakıyordu yüzüme. Avluya girdiğimiz de elinde çaydanlıklarla Ayşe mutfaktan çıkıyordu. "Derya abla!" deyip duraksadı. İşaret parmağımı dudaklarıma götürüp sus işareti yaptım. Ayşe'nin peşinden büyük salona doğru ilerlerken Boran'ın elini saniyelik de olsa bırakmıyordum. İçeri girdiğimiz de Zeynep babannem köşedeki yerinde, yanında Dilber hanım ile sohbet ediyorlardı. Bizi fark eder etmez ikisi de sevinçle ayağa kalktı. "Derya güzel kızım!" diyen babannemin hemen gözleri dolmuştu. Elini öpüp sarıldım sıkı sıkı. "İyi misin?" dedi çekinerek. "İyiyim babanne, sandığın içindekileri yâd edecektik artık zamanı gelmiştir diye düşünüyorum." dedim. Gözleri Boran'ı buldu, " Hatırlıyor?" diye sordu emin olmak için. "Hatırladım babanne, herşeyi hatırladım." deyince bi kere daha sarıldı. Benden ayrılıp Boran'a yöneldi, "Bu da geçti Deli oğlan, çok şükür" diyerek sırtını sıvazladı. Dilber hanıma döndüm, dolu dolu gözlerle baktığını ama adım atandığını gördüm. Eline uzandığım da kollarını bana sardı, "Hoş geldin Derya, sen hep hoş geldin." dedi ağlamaklı sesiyle. Dilber hanım ile aldığımız yol çok uzundu ama çok şükür sonu güzel bir bahçeye çıkıyordu. Onunda yıllardır kış olan bahçesi yavaş yavaş yeşeriyordu. Benimle ayrılıp Boran ile sarıldı. " Oğlum! " dedi dolu dolu "Oğlum..." sanki ilk defa söyler gibi, yılların hasretini diline döker gibi tekrar etti. Konak ıssız geldi bir an, eskiden sabah kahvaltıları cıvıl cıvıl olurdu. Selma ile şakalaşır dururduk. Şilan bile renkti bir zamanlar bizim için. Şimdi ise tüm neşesi çekilmiş, tüm renkleri solmuş gibi gözüme bomboş geldi. "Babam nerde?" dedim neşeli olmaya çalışarak. Onların da biraz evvelki çoşkusu söndü, "Pek gelmiyor sofraya, konağımız ıssız kaldı güzel kızım. Eski neşesi yok sofralarımızın, çalışma odasında içiyor çayını..." diye dert yandı babannem. "Ben getiririm onu." dedim. "Siz Devran'ı, Türkan yengemi ve Tuğra'yı toparlayın. " Onlar bende." dedi Boran göz kırparak. Salondan çıkıp köşedeki çalışma odasına doğru yürüdüm, kapıyı tıklattım, gel dediğini duyunca içeri girdim. Önünde ki kitaba dalmış cam önündeki berjerde oturuyordu. "Çayımı buraya getirin, kahvaltı etmeyeceğim." dedi başını kaldırmadan, "Eee iyi madem dedemiz yemezse, bizde yemeyiz." dedim kendimi fark ettirmek için. Başı hızlıca kalktı okuduğu kitaptan. "Derya!" dedi tüm şaşkınlığı ile. "Yanlız kahvaltı etmezsen, sana sabah kahvesi yapmam babacım, haberin olsun." deyip gülümsedim. "Kızım..." dedi duraksadı emin olmak için. Bana kızım demeyin demiştim en son karşılaşmamız da, malesef ki çok ağır konuşmuştum. "Baba..." dedim gözlerimin dolmasına engel olamayarak. Boynuna sarıldım, ikimizin gözleri de bu anı beklermiş gibi açmıştı çeşmeleri. "Özür dilerim baba, o sözleri söyleyen ben değildim. Sen hep destek oldun bana. İyiliğimiz için uğraştın, çok özür dilerim." Eli sırtımda dolaştı şefkatle, "Esas ben büyük bir kumar oynadım Derya, küçücük de olsa yanılma payı vardı. Ya mutsuz olsaydınız, ya aşamasaydınız aranızda ki duvarları. Sen haklıydın, Boran bunalıma girdiğin de yanlız bıraktım seni. Daha çok arkanda durmalıydım." dediğin de ayrılıp yüz yüze geldim, "İnan bana hiç bir şey değişmezdi, o dağı aşmamız gerekiyordu, biz olmak için." " İyi misin? " dedi ama bebeği kastettiğini anladım. " Çok iyiyiz, dedemizle kahvaltı etmeye geldik." dediğim de eski Bayram ağa karşımdaydı, o yaramaz çocuk ışıltısını gördüm gözlerinde. " Dedesi kurban olsun onu verene. Bak sen de iyi oldun, ne şenlikler ne sofralar kurduracağım onun şerefine." dedi tüm neşesiyle. " Baba biraz daha müsade et bize, söz sonra ne istersen yaparsın." deyince kaşları çatıldı. "Hayırdır Derya bir derdin mi var kızım?" dedi endişeyle. "Boranla, Devran'ı yollıyalım senle baba kız dertleşiriz olur mu?" diye sordum. "Olmaz mı? Ne zaman istersen arkandayım." dedi en güven veren sesiyle. "Hadi kahvaltıya gidelim, bak biz acıktık." deyip koluna girdim. Hoşuna gitmiş olacak ki, neşeli bir kahkaha attı. "Dede de oluyorum, iyice yaşlandım artık..." diyerek takıldı bana. "En genç, en yakışıklı dede sen olursun babacım." dedim ona uyarak. Gülüşerek salona girdiğimiz de Boran'ı gördü. "Bu gelmese de olurdu." dedi onu kızdırmak için. "Ehhh baba daha torun gelmeden attın papucumu dama." deyip eline uzanınca sarıldı, "Gözün aydın oğlum, Allah seni bir daha sınamasın." diye fısıldadı kulağına. "Sağol baba." dedi Boran, ikisi de birbirine çok şey anlattı o kısacık anda. O sırada Devran gelince, "Oooo Boran ağa geldin mi? Sen yokken meydan bize kaldı diye sevinmiştik değil mi oğlum?" dedi Tuğra'yı kucağına alırken, "Ama baba Boran amcam gidince Derya da gidiyor. Derya kalsın amcam gitsin." diyen Tuğra ile hepimizin kahkahası birbirine karıştı. Türkan yengemin sıcacık gülümsemesi ile onunlada kucaklaşıp sofraya yerleştik. Günler sonra konağın tekrar hayat bulduğunu hissettim. Şöyle karşımda da Ela oturuyor olsa hiçbir eksiğimiz kalmayacaktı. Beyleri kahvaltının ardından şirkete uğurlarken, "Hiç gitmek istemiyorum." diyen Boran kapı önü demeyip kollarını belime dolamıştı bile. "Burdayım hayatım bir yere kaçmıyorum." deyince kulağıma yaklaştı, "Sorun şu ki, ben seni yanımdayken de özlüyorum." diye fısıldadı. Aynı şekilde ben de onun kulağına yaklaştım. "Emin ol yanlız değilsin, hatta biz artık iki kişilik özlüyoruz seni." dediğim de kolları daha sıkı sardı, kalbine sokup yanında götürmek ister gibi. "Hoppp arkadaşlar, olan var olmayan var, ayıp ama..." diyen Devran arabanın içinden seslenince Boran homurtular eşliğinde de benden ayrıldı. "Küfür etme biz kardeş sayılırız." derken savunması da şahaneydi gerçekten. "Kocamla uğraşma Devran, elimize düşmen yakındır." dediğim de iki elini birden havaya kaldırdı. "Özür dilerim avukat hanım, ne kadar isterseniz o kadar uzun vedalaşın kocanızla..." "Ne kadar istersek o kadar uzun vedalaşırız BABAMIZLA..." dedim son kelimenin üstüne basa basa. Devran'ın yüzüne yansıyan samimi gülümseme gerçekti, en az bizim kadar mutlu olduğunu biliyordum. Boran halinden memnun son kez yanağımdan sağlam bir öpücük alıp arabaya geçti. Keyifle el salladım arkalarından, kızların yanına mutfağa ışınlandım. Zelfi ve Ayşe aynı anda beni görüp koşar adım sarıldılar. Rojda ve gülümser abla da onlardan cesaretle gelip tebrik ettiler. "Derya kızım canının istediği birşey varsa yapalım, sen geldin konağa neşe geldi." diyen Gülümser Abla samimiydi. "Pasta alsın mı Murat?" dedi Ayşe. Yüzüm buruştu bu teklife, "Ayyy hiç tatlı yiyesim yok Ayşem." dediğimde o şaşırsa da, Gülümser ablanın tespiti hepimizi şaşırttı. "Tatlı yiyen oğlan doğurur, demek kızınız olacak..." Boran'ın tahmini tutacak mıydı gerçekten? Onlarla sohbet ederek babamın kahvesini yapıp yanına çıktım. "Gel kızım, merakta bıraktın beni hayırdır?" dedi kahvesini önüne bırakırken, "Pek hayır değil gibi, güçlerimizi birleştirmemiz gereken durumlar var." deyip Devran'ın davasını, Doğan ve savaş denen adamların Elif'i kullanarak yaptıkları pislikleri anlattım. Hamile olmasam bunları asla anlatmazdım ama küçücük bir can bana kuvvet olmuştu. Bayram babamın duydukları karşısında yaşadığı yıkımı gözlerinde gördüm. "Derya, ben Boran'ın üstüne çok gittim. Sen gidince günlerce yüzüne bakmadım. Derdi nedir, bu oğlan deli olduğu kızı niye bıraktı diye deştim durdum ama bir sonuca vardıramadım." gözünden akan yaşı bana belli etmemeye çalışarak sildi. "Boran ahhh Boran... Zehirli bir yılanın yasını tutmuş yıllarca." dedi içindekini dökerek. "Baba gerçekten harika iki evlat yetiştirmişsin, bir birleri için böylesine çabalamaları çok imrenilesi. Devran'ın Boran için, Boran'ın Devran için yapamayacağı şey yok. Gel gör ki burdan vuracaklar bizi. Devran'ın kendini feda edeceğini biliyorlar, Boran'ın da buna razı olmayacağını, sonunda her yol onlara hizmet edecek. Ya mahkeme, ya töre ipimizi çekecek." dedim bıkkınlıkla. Bayram babam aklaşmaya başlayan sakallarında gezdirdi parmaklarını, " Dur bakalım Derya, ben de bu güne kolay gelmedim. Sinsi sinsi altımızı oymuşlar da fark etmemişim ama şimdi rolleri değişme zamanı... " Onun odasının çıktığım da olaya bakışım tamamen değişmişti. Kanun biliyordum da töre bilmek daha doğrusu onu da eğip büküp şekle sokmak bambaşka bir olaydı. Bayram babam ise bu işin piriydi. Hanımların yanına çıkacağım sıra da telefonumun çaldı. Ekranda ki isim ile dudaklarımı büktüm ne diye arıyordu ki beni şimdi? "Efendim Umut" diyerek açtım telefonu. "Derya merhaba nasılsın?" " Çok iyiyim, sen nasılsın?" "Benan'dan rahatsızlığını duydum, geçmiş olsun demek istedim." "Teşekkür ederim ama şimdi daha iyiyim, hafızam da yerine geldi." "Bak bu çok iyi haber, seninle son görüşmemiz de sperm bankası ile ilgili konuştuklarımızı hatırlıyor musun?" Bir erkeğin hiç bir zaman varlığından haberdar olmayacağı çocukları olabilir dedikleri an kafamda canlandı. "Evet hatırlıyorum." dedim devamını merak ederek. "O konu ile ilgili önemli gelişmeler var, ben Mardin'deyim görüşebilir miyiz?" dediğinde amacı kötü olmasa da, Boran'ın bundan hoşlanmayacağını adım gibi biliyordum. "Ben şimdi şirkete geçiyorum Umut, istersen orada görüşebiliriz. Boran da müsaitse tabii." dediğim de duraksadı. "Peki senden haber bekliyorum." deyip kapattı. Arkadaş tek tek gelin ben hamile bir kadınım diye isyan edesim vardı da, konuların hiç biri ihmal edilecek gibi değildi. "Ayşe" diye seslendim avluya doğru. Hızla çıktı mutfaktan, "Buyur Derya abla." "Murat'tan haberin var mı? Şirkete gitmem lazım." dediğim de kulaklarına kadar kızardı. Bayılıyorum bu hallerine, "Şey... Mutfakta Derya abla tatlı yiyordu." dedi elleriyle oynayarak. "Hımmm kalbe giden yol mideden geçer diyorsun yani..." dedim imâlı imâlı... "Yok Derya abla..." dese de devamı gelmedi. "Tatlısı bittiyse, sizin de izniniz olursa Murat bey beni şirkete götürebilir mi?" dedim merdivenleri dikkatle inerken. "Ben hemen haber ederim." deyip içeri kaçtı. Hiç muhabbetlerini bölmek istemezdim ama Umut'un derdini merak ediyordum. Murat elinde peçete ile çıktı mutfaktan, "Buyurun Derya hanım." dedi. "Afiyet olsun bölmek istemezdim ama acil şirkete geçmemiz lazım." Hızla kapıya yöneldi. "Estağfurullah Derya hanım, buyrun çıkalım." Arabaya geçince, "Nasıl gidiyor Ayşe ile ne zaman kız istemeye gidiyoruz Murat Bey?" dedim. Gözündeki ışıltı çok tanıdık geldi, "Siz gidince çok bocaladı Ayşe? Onlar ağamla ayrıldıysa herkes ayrılır diye düşündü. Sevgiye inancının temelinde siz varsınız." dediğinde burukça gülümsedim. "Aşka inancınızı sarsmak istemezdim." "Ben biliyordum sizin döneceğinizi, Ayşe'ye de hep söyledim. Şimdi sizi mutlu gördükçe kapılarını daha çok açıyor bana. Yakındır isteme, düğünü derneği yapacak parayı toparlamaya çalışıyorum." "Anladım, kolay gelsin sana. Ayşe ikna oldu ya gerisi hallolur kafana takma." dedim. Gerisini Boran'ın söylemesi daha uygun olurdu. Sonuçta ağa olan oydu. Şirkete gelince, Devran'ın o gün anlattıklarını aklıma sığdırmaya çalışmamı hatırladım. Gerçekten de kısacık zaman da ne çok şeyle cebelleşmiştik. Boran'ın katına çıktıp kapısını tıklattım, başımı içeri uzatarak, "Gelebilir miyim?" dediğim de dosyalara gömülmüş başını kaldırdı, "Derya! Gel hoş geldin. Ne güzel sürpriz." deyip yanıma adımladı. İçeri girip kapıyı kapattım, üstüne birde kilidi çevirdiğim de gözlerinde ki şaşkınlığı saatlerce izleyebilirdim. "Çok özledim, baktım dayanamıyorum kendimi burda buldum." dedim gözlerinin içine bakarak. İki adımda beni kapıyla arasına aldı, "Gideyim de şu adamın üç kuruş kalan aklını da alayım dedin yani." diye fısıldadı. Burnumu burnuna değdirdim, "Aynen öyle, kötü mü yaptım?" dedim nefesim nefesine karışırken, "Zalimsin..." diyerek dudaklarımızı kavuşturdu. Aldığı hakimiyetin tadını çıkardı, ben sadece ona uydum. Belimi kavrayan eli değdiği yeri yaktı. Saçlarımda dolaşan parmakları varlığımdan emin olmak ister gibi saçımın her teline dokunmaya çalışıyordu. Onun sonsuza kadar devam edeceğini anlayınca çektim kendimi, nefes almak için bile ayrılığa tahammülü yoktu. Uzaklaşmadı, nefesimde nefeslendi. Umut falan bahaneydi, özlemiştim onu. Yanımdan ayrıldığı saniye katlanarak büyüyen hasreti ile başa çıkamıyordum. Tıklatılan kapı ile dudağımı ısırdım, sanırım basılmıştık. "Müsait değilim." dediğim de gözlerimi kocaman açtım. "Ne yapıyorsun Boran, rezil olacağız herkese." deyip kollarından çıkmaya çalıştım ama bırakmadı. "Ben ne yaptım şimdi, uslu uslu oturuyordum. Gelip yoldan çıkaran sensin." dediğinde çok haklıydı ama kuyruğu dik tutmaya devam ettim. "İyi gelmem bi daha..." deyip kollarımı göğsümde topladım. "Senin nazına ölürüm..." deyip boynuma derin bir öpücük bırakınca kıkırdadım. "Neyse gelmek için bahanem vardı, gel otur da onu konuşalım" dedim kaçıp kendimi koltuğa bırakırken. "Neymiş bakalım bahanen?" dedi istemeye istemeye koltuğuna geçtiğinde. "Umut aradı." deyince yüzündeki huzur silindi. Tek kaşını kaldırıp, tüm ciddiyetle, "Derdi neymiş?" dedi. "O gün toplantıda konuşulan konu, sperm bankası olayı. Benimle konuşmak istedi. Bende, sen müsaitsen görüşebileceğimizi söylendim. Sonuçta hayatımız da yeri olmayan biri." diyerek onun sözüyle sataştım. "Sen var ya..." deyip üst dudak çizgisini kaşıyacak güldü. "O gün amacın neydi çok merak ediyorum doğrusu?" "Beni kıskanıyor musun diye merak etmiştim." deyip güldüm. "Bak bir de gülüyor, o gece sabaha kadar uyumadım Derya hanım mutlu musun?" deyince kalakaldım. Yüzüm asılırken, "Şaka olsun diye takıldım, konuşmuyordun benimle. Benan da tanıştığınızı söyleyince ne tepki vereceğini merak ettim." Sessiz kaldığında, yerimden kalkıp yanına gittim, " Boran... Hiç seni üzmek ister miyim? Özür dilerim..." deyince gülmeye başladı. Benimle uğraştığını anlayınca omuzuna vurdum, " Dalga mı geçiyorsun benimle? Pis..." deyip yerime geçmek için döndüğüm de bileğimden yakalayıp dizine oturttu. " Şaka olsun diye takıldım karıcım, niye kızıyorsun hemen?" dedi beni taklit ederek. "Gerçekten o gece uyuyamadım mı?" dediğim de başıyla onayladı. "Niye? Yani ne düşündün ki o kadar." dedim hâlâ dizinde otururken. "Hiçbir şeyi, daha doğrusu ikimize ait güzel olan hiçbir şeyi hatırlamıyordun Derya. Benimle onu kıyaslayıp pişman olursan diye kurup durdum bütün gece." dediğinde içim öyle acıdı ki, sanki bir közü kalbimin üzerine bıraktılar. "Boran, bu söylediklerin aklımın ucundan bile geçmedi. Nasıl yaptın bilmiyorum ama, ben sana kızgınken dahi için için sana çekiliyordum. Hava alanından neden döndüm sanıyorsun. Konak da geçirdiğimiz o bir hafta da hayran olmuştum sana. Yaptıysa da nedeni vardır diyen yanım aklımda ki bütün sesleri susturdu. Yine sana döndüm, yine sana güvendim. Bin kere Dünya'ya gelsem, seni arar bulur, sana aşık olurum." dediğim de kara gözleri yıldızlı berrak bir gece gibi ışıklarla kaplandı. "Hep bana gel, hep beni sev, bu maviler benden başkasına değmesin. Seni nasıl kıskandığımı bilsen, kendimi ne kadar zor frenlediğimi. O herife kafayı çakmamak için harcadığım çabayı takdir edersin." "Sizin aranız da bişey geçmiş ama bana anlatmıyorsun." diye sitem ettim. "Evet, sana anlatmıyorum çünkü Umut efendi yaşasın istiyorum." "Ha öğrensem öldürürüm yani?" dedim merakla. Başıyla onayladı, "Senin öldürmemeni neye borçluyuz?" diye sordum. "Bizi böyle izleyip delirmesiden daha iyi ceza olamaz." deyip sert bir öpücük bıraktı dudaklarıma. "Zalimsin..." dedim onu taklit ederek. "Ara bakalım derdi neymiş gelsin anlatsın." dedi umursamaz bir tavırla. Umut'u arayıp şirkete davet ettim, yarım saat sonra kapımızdaydı. Selamlaşıp koltuklara geçtiğimiz de Boran'ın beni kendi yerine oturması hoşuma gitmişti. Gerçekten kıskançlığını iyi dizginliyordu. Ben bu medeniyet seviyesine asla çıkamazdım. Zelal'in gözü Boran'a değdi diye deli olmuşluğum vardı. Kısa bir hal hatır faslından sonra, "Konu nedir doktor bey?" dedi Boran. Umut sıkıntılı bir nefes verdi, "O gün tüp bebek merkezleri ile bağlarını çözmeye çalışıyorduk hatırlıyorsanız?" dediğin de ikimiz de başımızla onayladık. "Nasıl bir ağ kurduklarını çözdük. Önce özel hastanelerde bilerek olumsuz sonuç verip insanları çocuk sahibi olmayacaklarına inandırıyorlar. Sonrasında tüp bebek merkezinde tekrardan verilen numune sperm bankasına aktarılıyor. Zaten ellerinde gerçek sonuç olduğu için kişileri en savunmasız anında vuruyorlar. Olumlu çıkan sonucun mutluluğu ile önceki test çoğunlukla sorgulanmıyor bile." Boran ile birbirimize baktık öylece, "Nasıl sorgulanmaz Umut şahsen böyle birşey olsa hastaneyi başlarına yıkarım." dedim. "Genellikle eğitim seviyesi düşük, çok kardeşli yani kendilerince cahil buldukları insanların üzerinden ilerliyorlar." dedi çok mantıklı bulamadığım için kaşlarım çatıldı. "Eee bu adamın karısı normal yoldan hamile kalsa kan çıkar, delirmiş mi bunlar?" dedim ama o an Boran ile göz göze geldik. Kafamda ki ihtimaller zinciri ile kanım buz tuttu. Yutkunamadığım da masada ki suya uzandım, ama titreyen parmaklarım Boran'ın dikkatinden kaçmadı. " Derya! " deyip yanıma geldi hemen sandalyeyi kendine çevirip dizlerinin üzerine çöktü, bizi göz göze getirdi. "Testi kendi adına yaptırmadın değil mi?" dediğim de gözlerimde ki şüphe onun karalarında da vardı, başını iki yana salladı. "Korumalardan birinin kimliğiyle gittim." dediğin de gözümden bir damla yaş onun ellerine düştü. "Hemen tekrar test yaptıracağız Boran!" dedim. "Hayır Derya, insanların gözünde seni asla o duruma düşürmem. Duyulursa başımıza gelecekleri hesap edemiyorsun." diyerek kendince haklı olan savunmasını dile getirdi. "Umurumda bile değil, belki de boş yere o kadar göz yaşı döktük Boran." dediğim de, tekrar sildi göz yaşlarımı. Gözlerine hüzün çöktü, "Sana inanmadığım için test yaptırdığımı düşünürler Derya. Sonuç aynı çıkarsa kimseye dert anlatamayız." dedi üzüntüyle. Birbirimize baktık sadece ikimizin zihnimizden de aynı şeyler geçiyordu biliyorum. Kaç kere göğsünde avutttu beni, ben kaç kere içinin yangınına şahit oldum. Umut'un varlığını tamamen unuttuğumuz da başımı boynuna gömüp sakinleşmeye çalıştım. Saçlarımı okşayan Boran, "Derya bir yolunu bulup aklından bu soruları sileriz ama kendini üzme daha fazla..." Umut boğazını temizlediğin de, varlığını hatırladık, Boran benden ayrılıp yüzümü avuçlarına aldı. "Tamam sakinim devam edelim." dedim. Daha iyi olduğuma emin olunca yerinde geçti. "Bizden tam olarak ne istiyorsun?" diye sordu karşısında konuştuklarımızı anlamlandırmaya çalışan adama, O ise ikimizin arasında dolaşan bakışlarını Boran da sabitledi, "Bu işi açığa çıkardığımız da ortalık çok karışacak, burada ki nufuzuna ihtiyacımız var. İnsanları polisle, kanunla zapt edemeyebiliriz. Öğrendiğimiz kadarıyla transferi daha yapmamışlar. Bir çok merkezde toplanan numuneleri tek seferde özel koşullarda aktarmaları lazım. Ondan önce durdurmalıyız." deyip sırtını koltuğa yasladı. Boran, "Merak etme ben ne gerekiyorsa yaparım. Sözümün senet olduğunu da bütün Mardin bilir." "Bu destek bizim için önemliydi, sağol." deyip duraksadı. Uzun bir sessizlik oldu aramızda sonunda dayanamayan Umut olurken "Sen Derya'yı bu yüzden mi üzdün?" dediğin de Boran'ın bam teline basmıştı. Sandalyesin de geri yaslandı, "Başka bir şey yoksa seni tutmayalım." diyerek Umut'u kibarca kovdu. Umut ise tüm ciddiyetiyle öne eğilip kollarını dirseklerine yasladı, "Boran biliyorum bana güvenmiyorsun, çok da haklısın ama gerçekten pişmanım. Belli ki bu konu sizi çok yıpratmış, buraya tam teşekküllü seyyar bir laboratuvar ile geldik. Kimsenin bilmesine gerek olmadan istediğin testi yapabiliriz." deyip bana baktı. Onunla beraber Boran'ın bakışları da beni buldu. Ona olan sert bakışı bana döndüğü an kırıldı. Dağları sırtına yüklesen sarsılmıyordu da, tek damla göz yaşım akmasın diye deli oluyordu ya işte ben bu adama aşıktım. "Derya istiyorsa yaparsın... " dediğin de bir karar vermem gerekiyordu. Vay vay vay işler karıştı ne diyorsunuz dostlar? Derya ne karar verecek? Boran, Umut'a güvenmemekte haklı mı? Dava meselesi ayrı orda neler olacak? Finale doğru tansiyon iyice yükseldi. ⭐⭐⭐⭐ Basmayı unutup beni üzmeyin canlar 💞😇👑
|
0% |