Yeni Üyelik
68.
Bölüm

68. Bölüm

@zamansizim84

Derya'dan


Mahkeme tam istediğim gibi geçiyordu, Çetin ve Doğan ağayı istediğim sulara çekip tekrar tekrar boğuyordum. Açıkçası Devran ile çokça eğleniyorduk ta ki şahit olarak Selma içeri girene kadar. O dakika Devran'ın gözlerinde kurulan cehennemi gördüm. Bunu yaparsa Tuğra'nın hatrı bile kurtaramazdı Selma'yı.


Fakat Selma'nın gözlerinde de ilk defa gördüğüm bir duygu yer edinmişti. Konuştukça emin oldum ki bu duygu samimi pişmanlığının dışa vurumuydu.


Hele ki onu şahit olarak getirmek için Tuğra'nın velayetini kazanmasını sağlayacaklarını vaad ettiklerini itiraf ettiğin de Çetin resmen delirdi.


Bu işimize gelir sanmıştım ama en olmayacak yerden vurdu bu kez.


"Elif Hanoğlu'nun karnındaki bebek için DNA testi istiyoruz." dediğin de iliklerime kadar titredim. Bu bütün planı alt üst ederdi. Dahası tam da istedikleri noktaya onları taşıyacağı aşikardı. Mahkemede olmasa da aşirette bu bilgi çok işlerine yarardı. Dahası Boran için çok büyük yıkım olurdu ki bunu yaşamasını istemiyordum. Yorgundu sırtımı yasladığım zaman bir dağ gibi arkamda dursa da o karlı dağ çok yorgundu.


Devran ile çaresizce göz göze geldik ikimizin yüzünde de dışardan mimik oynamasa da biz birbirimizi biliyorduk. Aynı panik onun gözlerinde de vardı. Onun için bunca zaman susmuş hapse girmeyi bile göze almıştı. Onun arkasında Ela'yı gördüm, dudaklarını kemirmeye başladığını fark ederek daha dik durduğum da o da hızla toparlandı.


Paniğimi bir kenara bıraktım ve yapabileceğim en mantıklı çıkışı yaparak kendi söylediğim yalana herkesten çok inanmayı seçtim. Umarım ki işe yarardı.


"Çetin Bey!" derken sesim oldukça sertti. "Ölmüş biri üzerinden yaptığınız karalama yetmedi mi? Bu kadının bir annesi, yıllarca yasını tutmuş saygıyla anmış bir eşi varken talebiniz çok saygısızca. Dahası eliniz de bunu istemek için tek bir deliliniz bile yok."


Çetin'in dudağı sinsice kıvrıldı, bu adam midemi bulandırıyordu.


"Sizde ki bu Elif aşkı da göz yaşartıcı doğrusu, yatak odanız da asılı resmi bile vardır diye tahmin ediyordum." dediğin de Hakime hanım,


"Çetin bey bir daha bu üslupla konuşursanız sizi dışarı almak zorunda kalacağım." deyip devam etti. "Bu talebinizi makul bulmuyorum. Eşinin nikahı altında vefat etmiş bir kadın için avukat hanımın da dediği gibi yeterli deliliniz yok. Dahası çocuk sahibi olamıyor dediğiniz Boran beyin dünyaya gelmese de Elif hanımdan bebeği olacağını doktor hanım dile getirdi.


Doğan ağa vazgeçecek gibi görünmüyordu elini kaldırıp söz istediğin de buna emin oldum,


"Boran ağanın geçirdiği hastalık sonrası evlat sahibi olamayacağını avukat hanım da biliyor olacak ki telaşa kapıldı. Madem DNA testini kabul etmiyorlar Boran ağa sağlıklı olduğunu ispat ederse biz iddiamızdan vazgeçeriz." deyip geriye yaslandı.


Aklınca beni çok iyi köşeye sıkıştırdığını düşündüğü için bakışında ki küstah gülüşü gizleme gereği duymadı.


Sabahtan beri susmamın tek sebebi hamile olduğumu mahkemede açıklamak istemiyor oluşumdandı. Mahkemeden haberi olmaması için kırk takla attığımız Boran'ın bu şekilde herşeyi çözmesini istemiyordum. Ama anladığım kadarıyla en kestirme yolu seçmekten başka çare kalmamıştı,


"Özel hayatımızın bu kadar ayaklar altında olmasından nefret etsem de malesef son çare olarak beni buna mecbur bıraktınız." deyip duruşumu dikleştirdim. Elimdeki dosyayı Hakime hanıma uzattım.


Dosya incelenirken salonda ölüm sessizliği vardı. Gözlerim Çetin ve Doğan ağanın üzerinde dolanırken neler olduğunu anlamayan Avukat bozuntusu kontrolün iyice elinden çıktığının bilincindeydi.


Geçen zaman kısa olsa da bana bir asır gibi gelirken bu son hamlemin işe yaramasından başka dileğim yoktu.


Hakime hanımın yüz ifadesi okuduklarını şaşırdığını belli ederken, Devran ve Ela ile göz göze geldim. Onları rahatlatmak adına gülümsediğim de, Hakime hanım,


"Derya hanım doğru anladıysam sekiz haftalık hamilesiniz. Bir kadın olarak bunu elimdeki rapordan anladım, fakat diğer testin ne amaçla yapıldığını ve sonucunun nasıl yorumlaması gerektiğini anlayamadım. Bizi aydınlatır mısınız?"


"İlk rapor hamileliğimle ilgili hakim hanım doğru yorumladınız, gebeliğin sekizinci haftasındayız." dediğim de yüzünde tebessüm ile tebrik ederim diyen kadın gözlerinde samimiyet vardı.


" Teşekkür ederiz Hakime hanım, diğer rapor ise aynı iftiraya maruz kalmamam için eşim Boran Hanoğlu tarafından yaptırılmış testin sonucudur. Sonuca göre baba olmasına mani bir durum söz konusu değil. İsterseniz Doktor Sevgi Hanım sonucu uzman gözüyle size dile getirebilir." dediğim de Umut'a yaptığı bu test için minnet doluydum.


Sevgi hanımı tekrar çağıran mübaşir ile sonucun benim söylediğim şekilde olduğunu uzman gözüyle onaylandığında rahat bir nefes aldık.


Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Önce Devran'ın azmettirici olduğuna dair delil olmadığı için o iddia düştü. Sonra Akif Bey'in kasıt değil, kaza olarak değerlendirilen suçu ile az bir ceza almasını sağladık.


Doğan Ağa, Çetin ve Haldun Bey köpürerek salonu terk ettiğin de Ela, Devran'a sımsıkı sarıldı. Selma köşeden bu sahneyi izlerken gözünden düşen damlayı hızlıca silip salondan çıktı. Artık Devran'ı kaybettiğini kabul etmek zorundaydı. Son pişmanlık fayda etmiyordu ne yazık ki. Ela odasına gitmek için ayrıldığında Devran elini bana uzattı,


"Üstünüze avukat tanımam Derya hanım." dedi yalancı bir ciddiyetle.


"Eee Derya Acar olmak bunu gerektirir Devran Bey." dediğim de güldü. Eliyle kapıya yönlendirdiğin de biz de Duruşma salonundan çıktık.


"Bayram babamı ara hemen şenlikleri kurdursun, Boran hamilelik haberinin burdan yayıldığını anlamadan bütün Mardin'e ilan etmek lazım." dediğim de güldü.


"Emrin olur Hanım ağam." deyince omuzuna vurdum.


"Devrannnn... Şansını zorlama bak attırırım seni içeri." dediğim de kahkaha attı.


"Biraz daha yalan söylersen ağzına yıldırım düşecek Derya, yiğenime kıyamıyorum. Bu gün çok yanlış işlere şahit oldu." deyince elim göbeğime gitti,


"Biz onunla anlaştık, mahkeme de kapattı kulaklarını" deyip hafif eğildim göbeğime doğru "Değil mi kızım? Duymadık hiçbir şey." diyerek kızımla konuştum.


"Yemin ederim az evvel ki halini görmesem, asla o kadar insana duman attırdığına inanmam iyice minnoş bişey oldun sen." diyen Devran'ın keyfi fazlaca yerindeydi.


Koridorda sessiz bir kenara oturduk,


"Devran şaka bir yana Selma gelince yolun sonuna geldik dedim. Çok fena ters köşe yaptı hem bizi, hem de onları."dediğimde acılı bir tebessüm etti sadece,


"Son pişmanlık neye yarar, herşeyin bedeli var olmadı yar... " diyerek şarkıyı kendine tercüman yaptı.


Biz Devran ile kritik yapaduralım Doğan ağa ve Çetin arasında ki hararetli tartışma almış başını gidiyordu. Arada bulunan cam duvardan karşı koridoru ve onları rahat görebiliyordum. Devran dikkatimin nereye yöneldiğini görünce durumu fark etti.


"Şu Çetin'in ağzının üzerine iki tane çakmadığım için gerçek bir takdiri hak ediyorum Derya." dediğin de başımı ona çevirmeden konuştum,


"Sakın, öyle birşey yaparsan başına büyük iş alırsın." deyip onu sakinleştirmeye çalıştım.


Devran telefonuna gelen mesajla dikkatini onlardan çekti.


"Ela, seni ve beni odasında bekliyormuş." dedi dudak bükerek.


"Sen tamam da ben ne alaka." dedim bir gözüm hâlâ tartışan adamların üzerinde.


"Haldun bey de ortada yok, gidip baksak iyi olacak." diyen Devran'ın hareketlenmesi ile onunla beraber bende kalktım.


"Bu topukluları niye giydin acaba, hamile halin de..." diye söylendiğin de Serdar abim karşımdaydı sanki.


Devran ile aramızda ki tam abi, kız kardeş bağıydı ama arada iki küçük çocuk gibi de atışıyor olmak hoşumuza gidiyordu.


"Aaaa bu işin raconu öyle Devran ağam, bak Ela'ya..." deyince,


"Yani rahatsız birşey belli ama çok da yakışıyor inkar edemeyeceğim." diyerek yürümeye devam etti.


Bu haline gülmeden edemedim.


Ela'nın odasına geldiğimizde, kapıyı tıklayıp bana yol verdi. İçerde Haldun Beyi bulmayı beklemediğim için geri dönüp Devran ile göz göze geldim. İkimiz de birbirimize anlam veremediğimizi belli eden bakışlar attıktan sonra içeri girdim.


Beni görür görmez ayağa kalkıp elini uzatan adama ilerledim mecburen.


"Derya Acar... Tanışmak bugüne kısmetmiş. Memnun oldum." dediğin de,


"Bende memnun oldum Haldun Bey deyip elini sıktıktan sonra Ela'ya döndüm.


" Lütfen otur arkadaşım. " deyince Haldun beyin karşısındaki sandalyeye geçtim.


Ela, Devran'a dönüp babası ile tanıştırdı.


" Devran Hanoğlu, babam Haldun Demirel" dediğin de iki adam el sıkıştı. Haldun beyin Devran'ın elini meydan okurcasına tutup bırakaması ortamı gererken,


"Memnun oldum Haldun Bey" diyen Devran'ın resmi tavrına,


"Ben de memnun oldum Devran Ağa." diyen adamdan alaylı olduğu belli olan karşılık aldı.


Elleri ayrıldığın da Devran benim yanımda ki boş sandalyeye oturdu.


Haldun bey,


"Sizinle çalışmayı çok istemiştim, çok kere de avukatlık büromda çalışıp bize katılmanız için davette bulundum ama hep reddettiniz Derya hanım. Bahaneniz ailenizden uzaklaşmamak olarak bildirilmişti. Görüyorum ki Nevşehir'den oldukça uzaktasınız." deyip geriye yaslandı. Üstünlük kurmak istediğini belli eden beden diliyle, bacağını diğerinin üstüne attı.


" Harika bir eş ve mükemmel bir aileye sahibim Haldun Bey. Nevşehir'i ve ailemi de özlüyorum ama burda olmaktan o kadar mutluyum ki her türlü zorluğa göğüs gerebilirim." dedim tüm netliğimle.


"Gençlik böyle işte sevince herşeye kör oluyorsunuz. Umarım pişman olmazsın." dese de pişman olacaksın diye haykıran bir tavırla ve Devran'a bakarak konuştuğu için söylediğinin aksini temenni ettiği belliydi.


Babasının tavrının farkında olan Ela sümenin altından aldığı evraka göz gezdirip.


" Benim baş savcı ile görüşmem gereken kısa bir mevzu var. Siz sohbetinize devam edin geldiğim de çıkarız." diyerek cevap vermemizi beklemeden çıktı odadan.


Devran ile birbirimize baktık neler oluyor der gibi. İkimizin de fikri olmayınca Haldun Bey,


"Gençler sorun yok merak etmeyin." dedi rahat bir tavırla. "Ela bahsetmiştir, samimi arkadaşım Vedat ile kurduğumuz avukatlık büromuz var. Yıllardır aile gibi olduk hatta bunu Ela ile Çetin'in evliliği ile de taçlandırdık." dediğin de Devran'ın yerinde dikleştiğini fark ettim. Haldun bey ise istediğini almış gibi devam etti,


" Gel gör ki gençler mantıktan çok uzaklar, duyguları ile anlık kararlar verip pire için yorgan yakıyorlar. Çetin'in bir kaç basit hatası oldu, Ela'nın alttan al alması gerekirken gemileri yakıp buraya gelmesi büyük hataydı. Neyse ki hatasını anladı. İstifa edip bizimle İstanbul'a dönecek, ilişkilerini kurtarmak için ikisine de ye bir fırsat. Çetin seviyor Ela'yı." deyip alaylıca güldü. "Her erkek hata yapar bu kadar büyütülecek mesele değil." dediğin de ben yüzüne sağlam bir yumruk atmak istiyorum da Devran'ı daha kimse tutamazdı. Ela'nın beni neden çağırdığını anlamıştım. Babasının Devran'ın üstüne oynayacağını biliyordu.


Devran'dan önce araya girerek,


" Her insan hata yapabilir Haldun bey, bunu erkek yada kadın olarak sınıflandırmak doğru değil. Biz hukuk insanıyız, eşinizin sizi aldatması ile sizin onu aldatmanız arasında benim için bir fark yoktur mesela. Hatta ve hatta eşinize karşı daha müsamahalı yaklaşırım çünkü kadınlar duygusal olarak aç bırakılmadıkça gözleri eşlerinden başka kimseyi görmez. Fakat beyler çoğu zaman taşıyamadıkları kadınları aldatır. Aşağılık kompleksi de diyebiliriz." dediğim sıra da Çetin içeri girdi.


Küçük bir kahkaha attım.


" İyi insan lafı üstüne gelirmiş diyebilir miyiz bu duruma? " diye sordum alayla.


Devran dişleri arasında adeta tısladı,


" İti an çomağı hazırla demek bile fazla buna."


Çetin'in ortamda ki sohbettin konusundan haberi olmadığı için boş bakışları üzerimizde dolaştı. Dahası bizi burda bulmayı ummuyordu.


"Gel oğlum." diyen Haldun Bey yanındaki sandalyeyi işaret etti Çetin için.


Devran ile karışıklı geldiklerinde bu kez ben bacak bacak üstüne atarak geriye yaslandım.


"Geçmiş olsun Çetin Bey. İyi hazırlanmışsınız, çok emek vermişsiniz yazık oldu." dedim dalga geçer gibi.


"Karşıma sizin çıkacağımızı bilsem hazırlığım daha farklı olurdu Derya hanım. Açıkçası bu davayı sizden başkası çeviremezdi. Ben bükemediğim bileği öperim." deyip elini uzattığında.


"Benim için basit bir davaydı, bunun için el öptürecek değilim ama size tavsiyem bilmediğiniz sularda yüzmeye kalkmayın boğulursunuz. Her zaman karşınıza aldığınız kişiler Boran veya Devran kadar Kanuna saygılı olmayabilir." dedim dik tavrımdan ödün vermeyerek.


Çetin'in kaşları bu açık tehdit karşısında havalansa da belli etmeme çalıştı. Devran'ın ona attığı ölümcül bakışları görmezden gelerek,


"Ela nerede?" diye sordu Haldun beye.


" Baş savcının yanına gitti gelir birazdan." deyip Devran'a döndü.


"Eski eşin güzel ve akıllı bir kadın, belli ki sanada hâlâ aşık." dediğinde amacını sorguluyordum kafamda "Karışmak bana düşmez ama ona şans versen iyi edersin." dediğinde yanımda ki adamın kendini daha ne kadar tutacağını bilememenin gerginliğini yaşıyordum.


"Haklısınız Haldun Bey karışmak size düşmez. Benim hayatım hakkında ne biliyorsunuz da fikir yürütüyorsunuz. Açık söylemekte fayda var, yanınızdaki adam müsveddesine hiç benzemem. Akıl almak istesem babalığını örnek aldığım insanlardan akıl alırım. Kızını aldatan bir adama oğlum diyen sizden değil! "


Devran'ın sert çıkışı ile ikisi de afallasa da Haldun Bey,


" Bana bak Devran ağa-" diyordu ki Ela geldi. Sözünü tamamlamak yerine arkasına yaslanıp kızına döndü.


"İşlerin bittiyse çıkalım kızım, uçağın kalkışına iki saatten az kaldı" dedi bizi görmezsem gelerek.


Ne yani Ela onlarla gidecek miydi?


Ela makam koltuğuna oturup derin bir nefes aldı. Saçlarını omzundan geriye atıp ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Hepimizi es geçerek babasına odaklandı.


"Baba biliyor musun annem seni boşadığı zaman bunca yıl sonra bunu neden yaptığına hiç anlam verememiştim? Çünkü sizin yaşadığınız evliliğin normal olduğunu sanıyordum. Daha farklısını görmediğim için..." deyip gülümsedi ama acı bir tebessümdü. "Tüm babaların senin gibi olduğunu sandım, tüm annelerinde annem gibi herşeyi sümen altı etmesi gerektiğini düşündüm." deyip geriye yaslandığında Haldun bey kendini toparlayıp araya girdi,


"Bunları yabancıların yanında konuşacak değiliz, hatta bu boş konuları hiç konuşmayacağız Ela. Çantanı al çıkıyoruz." dedi otoriter sesiyle.


"Onlar yabancı değil, asıl yabancı senin yanında oturuyor. Sözümü kesmezsen sevinirim. Belki de seninle son kez konuşuyoruz baba." dedi ama baba demek yerine küfür etse daha iyiydi.


"Ela!" diye yükselse de Haldun beyi takmadan devam etti.


"Annemi çok takdir ediyorum, yıllarını seninle geçirmesine rağmen aşka inancını yitirmediği ve geç de olsa mutluluğu yakaladığı için." deyince son çıkışının Haldun beyin canını yaktığı çok belliydi. Ela'nın annesine hâlâ aşıktı.


"Saçmalık, tüm bunlar saçmalık!" dedi.


"Biz faniler aşka, sevgiye, sadakate değer veriyoruz. Senin gibi kendi doğrularımın peşinden gideceğim baba ve üzgünüm seninle yollarımız burda ayrılıyor." deyip yerinden kalktı.


Yanımıza gelip elini Devran'a uzattı.


İkisi yan yana ve el ele Haldun beyin karşısına dikildiğinde içimden roman havası oynasam da dışardan sakin kalmaya çalışıyordum.


" Yaptığınız onca oyuna, telefonuma yüklediğiniz programa, birbirimizi yanlış anlamamız için attığınız mesajlara rağmen el eleyiz. Sizi tekrar tanıştırayım, müstakbel eşim Devran Hanoğlu."


Haldun beyin siniri neredeyse elle tutulur haldeyken, Çetin sadece şaşkındı.


"Buna asla müsade etmiyorum Ela, seni evlatlıktan reddederim." deyip ayağa kalktı.


Ela ise Devran'ın elini daha sıkı tuttu,


"Sen bilirsin baba, yokluğum senin hayatında çok birşey değiştirmez, ne yazık ki benim için de öyle." Çetin'i işaret ederek "sana oğlun yeter." dediğin de benim içim acıdı.


Bir kız için babası kahraman olmalıydı, kral olmalıydı, evin direği olmalıydı ne yazık ki karşımdaki adam bu sıfatları taşımaktan acizdi.


"Size iyi yolculuklar." deyip kapıya yöneldiğinde de evrak çantamı sehpanın üstünden alıp ayaklandım.


Beraberce odadan çıktığımızda kapanan kapı ile rahat nefes aldım.


"Bi ara gerçekten istifra edip onlarla gideceksin sandım." deyip Ela'nın koluna girdim.


"İstifa ettim zaten." dediğin de şok ile birbirimize baktık.


"Ela bunu neden yaptın?" diyebildi Devran.


"Hepsini konuşuruz, şimdi gidelim lütfen daha fazla burda olmak istemiyorum."


"Konağa gidelim mi hep beraber?" diye sordum. Onları anın yoğunluğundan çıkarmak için.


Devran hevesle Ela'ya baktı, cevabın onun için ne kadar önemli olduğunu görebiliyordum.


"Gidelim..." dedi Ela, "Türkan Sultan ile tanışmanın zamanı geldi sanırım."


Devran, Ela'nın elinin üzerine bastırdı dudaklarını,


"Geç bile kaldık." dedi aşk kokan bir hevesle.


✳️✳️✳️✳️✳️✳️✳️


Yazarın anlatımıyla


Hanoğlulları yıllardır törelere karşı savaş verirken, ağır kayıplar vermişti. Bunlardan en acısı şüphesiz Bayram ağanın yıllardır yasını tuttuğu Dilan'ın kaybıydı. Elif'in yaptığı hainlikler ortaya saçılırsa diriyken veremediği zararı, ölüsüyle verecek olması ise trajikti.


Bayram ağa, Devran ve Derya günlerdir kafa patlamanın sonucunda hem törelerde, hem de kanun karşısında Elif'i savunup aklamaktan başka çare bulamamışlardı. Boran'ın bir darbeyi daha savuşturması zordu. Dahası politik davranmayıp olanı biteni olduğu gibi anlatması ise Boran'ın doğrucu tarafından fazlaca beklenirdi.


Adliyeden çıkıp şirkete uğrayan üçlü bütün Mardin'i sallayan Hanoğlullarının varis haberini mahkemeden değil kendini daha fazla tutamayan Bayram ağa'dan duyulduğunu Boran'a inandırmak için rollerini ezber etmişlerdi.


Ailesinden dahası Derya'nın kendisinden gizli iş yapacağından şüphe etmeyi bile aklıma getirmeyen Boran ile beraber konağa döndüler.


Konağın büyük ahşap kapısı önünde dövülen davullar, kurulan sofralar, mutlu çifti tebrik etmek isteyen insanlar yeterince dikkat dağıtıcıydı. Elini tuttuğu Deryası ile yıllardır hayalini kurduğu mutluluğu, hiç sahip olmayacağını sandığı evlat haberi ile taçlandıran adamın kara gözleri ışıl ışıldı.


Arabadan inip elini tekrar Cennetim dediği hayat arkadaşına uzattı. Onlar herşeyden önce arkadaştı ki, iki insanın eş olmak kadar arkadaş olmaya ihtiyacı olduğunu yaşayarak görmüşlerdi. Gerçek arkadaşlıkları onları birbirine yoldaş etmişti.


Derya kendine uzanan eli tutup müptelası olduğu karalara dikti deniz gözlerini. Sırtlarındaki yükleri mahkeme salonuna bıraktığı için tüy kadar hafif hissediyordu.


"Boran bu ne kalabalık, böyle birşey beklemiyordum." dedi şaşkınlık ile.


"Bayram ağa'dan daha azı beklemezdi, sen yıllardır beklediği müjdeyi verdin Derya. Dahası bunlar iyi günlerimiz, hele sağ salim kollarımıza alalım hepimizin papucunu dama atacak bak görürsün."


Derya aşık olduğu adamın yanına sokuldu iyice,


"Sen papucumu dama atma, ben gerisine razıyım Boran ağam." dedi işvelice.


Nazı yine kendine geçen karısının elinin üstüne bastırdı dudaklarını,


"Mümkün değil güzelim, senin renklerin baş rolde olmadan benim hayatım bomboş olur. Kimselere vermem başrolü." deyip konağa doğru yürüdü.


İkilinin hareketiyle bütün Mardin zılgıtlar ile inledi. Derya burada ki kadınlar için umut olmuştu. Onun hanımağa olup Aşirete söz geçirecek konuma gelmesi için dua eden diller bugün zılgıtlar çekerek şükür ediyordu adeta. Konağın kapısında kesilen kurbanların kanlarını Bayram ağa ve Dilber hanım genç çiftin alınlarına sürerken, bu yeni hanımağanında ilanı gibiydi.


Saatlerce kurulup kaldırılan sofraların, tebriğe gelip gidenlerin ardı arkası kesilmedi.


Terastan avluya bakan Derya ve Ela misafirler ile ilgilenen Boran ve Devran'ı kesiyorlardı aslında.

"Bu ne kalabalık arkadaş, ben kocamı özledim. Alıp evime gideceğim sonunda o olacak. Bırakmadılar saatlerdir." diyerek isyan eden Derya, kıkırdayan Ela ile başını yana çevirdi.


"Bak hele ex savcı hanım, bugün kalabalık sayesinde yırttın ama akşam Zeynep babannemin radarına düşeceksin. Sonra avukatımı isterim diye beni aranma vallahi yardımına gelmem." diyerek tanımadığı Zeynep babanne ile korkuttu yanında ki kadını.


"Ya çok sert birimi? Devran ondan hiç bahsetmedi..." deyip Derya'nın eline büyük koz verdiğini bilmeden konuştu.


Sinsice dudağı kıvrılan Derya,


"Oooo... Çok serttir, aşırı kuralcı ilk iş bütün yemeklerden sorguya çeker seni, sonra akraba-i talukat kim var kim yok seceresini ister. Annem tarafı kaç kardeş, baban tarafı kaç kardeş onların çoluğu çocuğu... Hastası, sağı kim yaşıyor kim ölmüş, ölen neden ölmüş... Daha da bir sürü şey ama gülü sevdin dikenine katlanacaksın artık." dedi Ela'nın içine korkuyu ustaca sallarken.


Ela'nın yüzü düşerken devam etti,


" Ayyy ben çok yoruldum ya bugün, odama geçip uzanayım biraz. Sen de gel istersen yanlız kalma." dediği sırada Türkan Hanımın kendilerine doğru geldiğini görünce Ela'nın elinin ayağına dolaşması ile bu kez, Derya kıkırdadı. Sessizce fısıldadı,


"Dünya tarihinin görüp görebileceği en iyi kayınvalide yengem olabilir bak bu konuda rahat ol."


Ela duydukları ile biraz rahatlasa da sevdiği adamın annesi karşısındayken heyecanına engel olamıyordu.


Siyahlar içinde yanlarına gelen kadının asil duruşu karşısında insanda ister istemez hayranlık duygusu oluşuyordu.


"Güzel kızlarım nasılsınız? Kalabalıktan fırsat bulup yalnız kalamadık." derken sesi sıcacıktı.


"Yenge bu kalabalık tahminen ne zaman dağılır?" diyen Derya ile Türkan Hanım anılarına gitti. Devran'ın hamilelik haberi konağa düştüğünde daha eşi ile baş başa kalıp müjdeyi ona veremeden konakta şenlikler başlamış, akşam olup odalarına çekilene kadar biri terasta biri avluda misafirler gitsin diye beklerken kaçamak bakışlarla birbirlerine hasret kalmışlardı. Nerden bilebilirdi ki o hasretin çekecekleri yanında bahsini bile olmayacağını.


Dolan gözlerine inat gülümsedi,


"Boran'ı çağırsınlar ister misin? Odanıza geçip dinlenin biraz..." derken onları böyle bir hasretin sınamaması en büyük duasıydı. Derya'yı kızı gibi sevmişti, Devran'ına can olmuştu, kardeş olmuştu nasıl sevmesin.


Derya'nın ışıldayan gözleri ile avludaki korumalara işaret etti, gelen adamı tenbihleyip aşağı yollarken,


"Sen odana geç Derya, dinlenmene bak. Ela kızımla ben ilgilenirim." dedi.


Teras da gelin adayı Ela ile Türkan hanımı yanlız bırakan Derya odasına geçti. Üzerine rahat bir pantolon, balon kollu bedenini saran alev kırmızısı bir kazak giydiği sırada kapıdan giren Boran ile gülümsemesi gözlerine kadar ulaştı.


Büyük adımlarla karısının yanına geldiğinde aynanın önünde durdular günler öncesinde ki gibi. Başını kadının omuz girintisine yasladığında kendine has kokusu ile gözleri kapandı. Bir eli yeni yeni kendini belli eden göbeğini okşarken,


"Dualarımın karşılığı olarak seni bana verdi rabbim, tüm hayallerim ellerin de tek tek gerçek oluyor. Huzurum, Cennetim, Arkadaşım, Yoldaşım iyi varsın Derya'm." derken titreyen sesi Derya'nın da içini titretti.


Bedenini döndürüp kollarını boynuna sardığında,


"Bugün çok özledim seni..." derken alnına değen dudaklarla kapandı gözleri.


"Özledin mi? Özlediniz mi?" dedi burnunun ucuna öpücük kondururken.


"Ben kendi adıma konuşuyorum, o da artık biraz daha büyünce tekme ile falan derdini anlatsın." deyip bebeğini bile aralarına sokmayacağını tekrar belli edip özlemle buluşturduğu dudakları çok şey anlatıyordu.


Boran'ın verdiği karşılık ve anında aldığı hakimiyet ise bu özlemde Derya'nın tek olmadığının deliliydi.


Üzerinde ki alev rengi kazağın içini sızan eller ateş olup yakıyordu değdiği yeri, Derya'nın adımları geri geri giderken yatağa kadar nasıl geldikleri hakkında ikisinin de fikri yoktu. Boynuna inen dudaklar ile başı yana düşen Derya daha fazla ayakta kalamadı ikisini saran ateşle yatağa otururken onu yakan adamı da kendisiyle sürükledi. Kontrolü kaybedeceğini anlayan Boran, kucakladığı eşini yastığa taşıyıp uzanmasını sağladığın da, Derya'nın çekiştirmesi ile kendini yatakda özlemini çektiği karısının üzerinde buldu. Olaylar sanki ikisinin dışında gelişiyormuş gibi nereye varacağı belli olmayan bir ateşin içine düştüler.


Boran'ın dudakları teninden uzaklaştığı anda,


"Boran..." diyerek huysuzca söylenerek tekrar kendine çektiği adamın iradesi ile nasıl bir savaş verdiğinden habersiz, Derya'nın elileri gömleğinin düğmelerini gittiğinde,


"Derya'm..." diyerek nefes nefese ayrıldı Boran. "Güzelim durmamız lazım" derken gözlerinde ki isteğin Derya'yı daha da yaktığından habersizdi.


Kollarından destek alarak üzerine uzandığında ikisi de birbirini kokusunda nefeslendi.


Konuşmaya gerek yoktu, konuşmadan anlatılırdı bazı duygular. İkisinin özleminin de basit bir temastan çok öte olduğunu biliyorlardı. Onlar birbirini geç bulmuş ruh eşleriydi. Sanki iki beden bir olduğunda, iki kalbin atışı sağ yanlarında ki boşlukları doldurunca bütün oluyorlardı. Sadece sarılmak değil, tamamlanmak, öbür yarısını bulmaktı.


Kollarının üzerinde yükselen Boran'ın yüzünün her noktasına bıraktığı öpücükler ile mest oldu Derya. Bir yanı anın tadını çıkarıp sahip olduğu mutluluğu iliklerine kadar depolarken, diğer yanı Elif'in bu adamın aşkını nasıl anlamadığı sorguluyordu. Onu da böyle mi sevmişti, yoksa aralarında ki dilsiz iletişim köprüsü ikisine mi özeldi. Boran'ın Elif'e dokunduğunu düşündüğünde delirecek gibi oluyordu. Çok uzun zamandır içinde tutmaya çalıştığı kıskançlık artık baskıya boyun eğmiyor, mantıklı yanının ölmüş kadını kıskanacak değilsin ya diyerek verdiği telkinler işe yaramıyordu.


Gözleri kapalı daldığı düşüncelerden sıyrılıp Boran'ın karaları ile buluştuğunda, dolan gözlerine mani olamadı. Şakaklarına süzülen iki damlayı yakalayan adamın bakışlarında merak, endişe, korku vardı.


"Derya, neden ağlıyorsun? Korkutma beni Cennetim, seni kıracak bişey mi yaptım? Biri kalbini mi kırdı?" diyerek soruları ardı ardına sıralarken duyduğu soru ile kalakaldı,


"Onu da böyle sevdim mi?" derken Derya'dan hiç duymadığı acı isyan Boran'ın ne diyeceğini bilmeyen halini daha da çıkmaza soktu.


Ne denirdi ki? Nasıl anlatılırdı? Evlendikleri ilk ay dokunmadığı Elif'in korkuları olduğunu sanarken, aklında başka bir adam olduğunu kendi bile sindirememişti. Beraber olurken gözlerini kapatan kadının, utanıyorum bahanelerinin ardında aslında Savaş'ı hayal ettiğini sonradan öğrendiğini nasıl söylerdi. Sabah öperek uyandırmak istediğin de tüm huysuzluğu ile söylenmesini uykuya düşkünlüğüne yorduğu için uzak durduğunu, her türlü sorunun odaya taşınıp sırtını dönerek uyumaya bahane edildiğini nasıl anlatırdı.


Aralarında asılı kalan uzun sessizliği Derya'nın cevap bekleyen mavilerini, kendi kara gözlerine kitlemesi ile kaçamayacağını anladı Boran.


"Gözlerinde kendimi görerek öptüğüm tek kadın sensin Derya. Dokunduğumda aşkıma aşkla karşılık veren, sevdikçe beni kendine hapseden, bana ait hissettiğim ve ait olduğum tek kadın. Senden başka hiç kimseye böyle dokunmadım, dudaklarım sadece senin teninin tadını bilsin çok isterdim. O zehirli meyvenin tadını hiç bilmemeyi, ilk seni öpmeyi, içmeden sorhoş eden, aklımı başımdan alan dudaklarını, tertemiz dudaklarla tatmayı nasıl isterdim bilemezsin." derken alınını, şakaklarını, yanaklarını, burnunun ucunu öptü tek tek.


" Zamanı geri alamam ama sana söz ölürken bile sadece senin adınla mühürlü olacak dudaklarım." deyip sözünü mühürler gibi derin bir öpüşmenin içine hapsetti ikisini. Yana yatıp Derya'yı üzerine aldığında kollarında ki kadının aşkından emindi, kendinden emindi ve bunun nasıl özel bir his olduğunu ihanete uğramayan kalpler bilemezdi.


Elif'e dair tek iz bırakmadan siliyordu hayatından. Bağ evindeki eşyalar dağıtılmış. Fatoğrafları ve özel eşyalı annesi Vildan hanıma ulaştırılmıştı. Hatta Elif'in suç ortağı edip içini döktüğü defterini de Vildan hanıma teslim etmiş, öğretmeni olarak elini öpüp duasını istemişti. Kimsenin onu hak etmediği şekilde yargılamasına müsade edecek değildi.


Derya onun Dünyasıydı, ay gibi ölene kadar onun etrafında döneceğini tüm Mardin'e ilan etmekten ancak gurur duyardı. Onurlu bir kadını taşımayı bilen adam, dünya da saadeti buluyordu.


"Boran ben mantıksız kıskançlık edecek biri değilim ama onun sana dokunduğu düşündüğüm anda aklımı yitirecek gibi oluyorum. Şimdiye kadar bu duygu ile baş ettim ama sen içim de kök saldıkça, kıskançlık zehirli bir yılan gibi boğazıma dolanıp nefesimi kesiyor. Hormonlarda zirve tabii akıl mantık hak getire." deyip kendini anlatmaya çalıştı. Asla bunu dile getirmeyi düşünmüyordu. Gerçekten hormonlar bazen aklını başından alıyor olmalıydı.


"Bence hiç de mantıksız değil Deryam, seni nasıl kıskandığımı, bu duyguyu içimde tutmak için nasıl savaştığımı bilsen bana kendini açıklamaya çalışmazdın. Emin ol sana değen bakışa bile tahammülüm yok."


Kucağında Derya ile toparlanıp sırtını yatak başlığına verdi.


"Sana birşey itiraf edeyim mi?" dedi Derya'nın sarıya çalan karamel tutamlarını severken, kendine merakla bakan maviler ile anlatmaya devam etti.


"Keşke herşeyi zamanın da öğrenseymişim. Devran benden saklayacağına beni bir odaya kitleyip olanları sindirene kadar zapt etseymiş. Hep kendimi suçlayıp hayatımı cehennem edeceğime, Elif'in anlam veremediğim bütün davranışlarının sebebini düşünüp bulmuş olurdum. Evladımı koruyamadım diye kendimi yiyeceğime, bir masum bebeğin bu aşk üçgeninde yitip gittiğine üzülürdüm. Savaş'ı öldürür müydüm? Diye çok düşündüm biliyor musun? " deyince Derya'nın kaşları merakla havalandı.


"O defteri bulduğumda okuduklarımdan en çok canımı yakan ilk bebeğimizi bana mahkum olmamak için öldürdüğü oldu. İhaneti, beni hiç sevmemiş oluşu aslında yapbozun kayıp parçaları gibiydi. Olaylara anlam kazandırdı. İhaneti değil bizi mahkum etmeye çalıştığı kısır cehennem, sana karşı boynu bükük kalmak yaktı canımı. Elif için kan davası başlatmak ihtihardan başka birşey olmazdı. Hem benim için, hem Devran için... Ben onun mutluluğunu, hayatını çiğneyip de öyle saçma bir intikamın peşine düşmezdim. Geç de olsa mantığım devreye girerdi."


Derya bugün dava da konuşulanları düşündü. Ölmüş oğlunun üzerinden bile ağalık derdine düşen, çıkar gözeten Doğan ağa bu topraklara hükmetse taş üstünde taş bırakmazdı. Nerde Boran fedakarlığı nerde o adamın bencil hırsları. Madem kader onları bu topraklarda birleştirdi, sevdiği adamın yanında dimdik duracak, kadınlar için, masumlar için adaletin kılıcı olacaktı. Gerek töre, gerekse avukatlığı ile bu yolda çok işi olduğuna artık emindi.


"Belki beş yılı kendime zehir edeceğime, Zeynep'in bana ihtiyacı olduğunda yanında olurdum. Seni erken tanır ikimiz için daha güzel bir başlangıç inşa ederdim." deyip Derya'nın yüzünü avuçlarının içine aldı,


"Bana şans verir miydin? Yoksa ismi lazım değil bazı arkadaşlar gibi boşa kürek mi çekerdim." dedi damarlarını saran kıskançlık Umut'un adını bile anmaya tahammülsüz ediyordu onu.


Derya'nın dudakları kıvrıldı, kıskanılmak hoşuma gidiyordu. Herkesin hoşuna giderdi, burda ki kırmızı çizgi kıskançlık başlığı altında kısıtlamayı hak sayan bencil ruhların, kendini ezmesine izin veren kadınlardı. Kısıtlanmayı kabul eden bunu sevgi gösterisi sayan sonrada hapis oldukları kafeslerde boğulan kadınlar.


"Zeynep, ikimizi tanıştırsaydı. Ben sana Yusuf'u sevdirmeye çalışırken, seni tanıyıp rüzgarına kapılıp giderdim. Her şartta, her zaman sana kalbimden akan bir ırmak var Boran. Hastane de yanıma geldiğinde seni hatırlamazken bile, konuştuğumuz o kısacık zamanda sana kapılacağımı hissettim." dediğinde duydukları ile içinde ki tüm sevda çiçekleri açtı Boran'ın.


Alt dudağını ısırarak başını iki yana salladı,


"Aklımı daha fazla alma Derya yeter güzelim." dediğinde çalan telefon ile anın büyüsü bozuldu.


"Efendim Devran Ağa" dedi tripli sesiyle.


...................................


"Evet kardeşim hanımcıyım bir sorun mu var? Sende hanımcı olacaksın, açarım Ela'nın yanında ağzımı, benle uğraşmak neymiş hatırlatırım sana."


.....................................


"Heee Devran heee geliyorum, hatta külahıma da getiriyorum nasıl taş fırın erkeği olduğunu külahına anlatırsın artık."


Kapattığı telefonu yatağın üzerine attı rastgele,


"Yemek hazırmış Ela da burda ya hep beraber oturalım diyorlar." dedi arama sebebini anlatarak.


"Gidelim..." deyip dudaklarını yaladı Derya "Acıktık biz de."


Dudağına bırakılan sert öpücük ile neye uğradığını şaşırırken mutluydu, huzurluydu.


Peki ya bu huzuru ne kadar misafir edeceklerdi. Kirlenmiş ruhlar buna müsade edecek miydi?


Sofraya yerleşen Hanoğlulları sohbet eşliğinde yemeklerini yerken, misafirlerden ancak fırsat bulan Zeynep babanne ilgilenemediği Ela ile sohbet etmek için,


"Ela kızım bizim yörenin yemeklerini sever misin?" diyerek gülümsedi.


O gülümsedi de, Derya'nın gündüz anlattıkları ile sınava çekileceğini sanan Ela yay gibi gergindi.


"Seviyorum efendim, pek yemek seçen biri değilimdir." diyerek sevimli olmaya çalıştı.


Derya dudaklarını birbirine bastırdı gülmemek için,


"Çalışıyormuşsun zamanın olmaz meşakkatli yemekler yapmaya, canının çektiği bir şey varsa kızlar yaparlar. Ne zaman istersen soframız açık kızım buyur gel olur mu?"


Anlatılanla uyumsuz tavır karşısında afalladı Ela.


" Teşekkür ederim." diye bildi.


Onun bu haline anlam veremeyen Devran,


"Ela çok güzel yemek yapıyor babanne." diyerek yanı başındaki sevdiceğini övmek istedi.


"Allah Allah ben daha hiç fırsat bulup yemek yiyemedim arkadaşımın elinden, ama maşallah sen konuya çok hakimsin Devran Ağam." diyen Derya kocasına hanımcı diyen Devran'a savaş açmıştı.


Ela'nın kulaklarına kadar kızarmasına kıyamayan Zeynep babanne şanına yakışır çıkışını yaptı,


"illa ki güzel yapıyordur ama yapmak zorunda değil. Hiç birimiz yapmak zorunda değiliz. Kadının yaptığı ev işleri eşine ve çocuklarına ikramıdır. Mecburiyeti değildir."


Ela'nın kaşları şaşkınlıkla havalanırken, ağzı resmen o şekli almıştı. Beklediği son şey feminist bir babanneydi.


Türkan Hanım durumu toparlamak için,


"Ela'cım sizin aile kalabalık mı? Kaç kardeşsiniz?" demesiyle


    Ela, 

"üç" derken,


Devran,

"iki" deyince ikisi birbirine baktı bi süre.


     Ela, 


"Ufaklığı unuttun sanırım" diyerek toparlamaya çalıştığında Devran daha çok batırdı,


"Yok abini unuttum." demesiyle Derya kahkahasını tutamazken,


Bayram ağa,


"Oğlum kızımıza soruyorlar, sen niye cevap veriyorsun?" diyince, Boran dişlerinin arasından fısıldadı,


"Hanımcı Devran ne olacak!"


"Amca Ela biraz gerildi sanki de ondan araya girdim." deyip ters ters Derya ~Boran çiftine baktı.


Boran çatılına taktığı sarmayı ağzına atarken,


"Derya ben külahımı getirecektim yukarıda mı unuttuk onu karıcım?" diyerek yangına körükle giderken keyfi yerindeydi.


"Ne külahı?" diye soran Ela ortamda dönen üstü örtülü mevzuyu anlamaya çalışıyordu.


Derya,


"Önemli değil canım boşver, ben sana başka bir şey soracaktım. Bi Karadeniz'li şarkıcı vardı böyle hareketli şarkılar söylüyordu adı güllü oğllu birşeydi de çıkaramadım şimdi. Sen hatırlıyor musun?"


Soruya anlam veremese de cevabı söyledi Ela,


" Davut Güloğlunu mu diyorsun?"


Derya,


" Hay ağzın bal yesin güzel arkadaşım. Onun bir şarkısı vardı " deyince Boran araya girdi.


"Nerde o eski taş fırın erkeği?

Bir anda oldun light erkeği"


Masada herkes gülerken Devran, neden bu muameleyi gördüğünü savcı hanıma izah etmeye çalışıyordu.


Boran'ın telefonu çalınca tanımadığı numara ile kaşları çatılsa da, bugün yeni bir anlaşma yaptıkları şirketle sorun çıkmış olabileceğini düşünerek telefonu kulağına götürdü.


'Alo Boran Ağa sen misin?' diyen sesi tanıyor gibiyse de emin olamadı.


'Benim, siz kimsiniz?' dedi masadan biraz uzaklaşarak.


'Ben Doğan ağa, neşeli bir aile yemeğindesin gelen seslere bakılırsa, mahkemeyi mi kutluyorsunuz?' dediğin de anlamadığı mevzu ile bakışları Derya'yı buldu.


'Ne mahkemesi Doğan ağa, derdin neyse açık konuş akşam akşam asabımı bozma.' dedi tehditkar sesiyle.


'Vallahi senin hanım yaman çıktı, duman etti hepimizi amma ben sana şaşırdım. Böyle bir kadına güvenmeyip de, çocuğum olur mu diye test yaptırmak yakışmadı sana. Gerçi sende haklısın bir kere boynuzu yeyince kimseye güvenemez insan.'


Boran duyduklarına anlam veremezken değişen ifadesi ve gittikçe çatılan kaşları ile Derya'ya bakıyordu.


'Sen yine de işini sağlama al Boran ağa, çocuk doğunca DNA mıdır nedir onun testinden yaptır. Gerçi ben mevzuyu aşiret toplantısına taşıyacağım orda geniş geniş konuşuruz. Haydi iyi geceler.' deyip telefonu kapatan adam öyle bir bombanın fitilini ateşlemişti ki yıkım büyük olacaktı.


Boran elindeki telefonu sinirle duvara fırlattığın da masada ki herkes yerinden sıçrarken, Derya hemen yerinden kalkıp Boran'ın yanına koştu. Sinirden alnındaki damarlar dahi belli olan adamı hiç bu halde görmediği için ne yapacağını da bilemedi o anlık,


"Doğan ağanın sadece ikimiz bildiği testten nasıl haberi var Derya." diye dişlerinin arasından adeta kor alevler saçtığında söylediği sözü sadece Derya duyuyordu.


Sertçe yutkunan kadının bakışları Devran ve Bayram ağayı bulunca, Boran'ın elleri yumruk oldu.


" Ne çeviriyorsanız bu işe dahil olan herkesi al çalışma odasına gel!" deyip arkasına bakmadan çıktı salondan.


Derya arkasınsaki sedire çökerken, başını iki elinin arasına aldı. Bu adam ne akla hizmet Boran'ı aramıştı. Derdi neydi? Bugün yeterince boyunun ölçüsünü almamış mıydı?


Devran gelip önünde diz çöktü, biraz evvel masada birbirine kılıç çeken onlar değilmiş gibi,


"Ne oluyor Derya, Boran niye delirdi." diye sordu.


"Doğan ağa bugün mahkemeyi kazandıran dosyayı Boran'a anlattı. Bu hiç iyi olmadı Devran, bu adamın hâlâ ne hesabı var."


"Şerefsiz köpek..." diyerek Devran kalktı diz çöktüğü yerden.


"Çalışma odasında bekliyor bizi mecbur anlatacağız, Ela ile babamı da al gel." deyip Derya çıktı salondan.


Boran terasın soğuğunda bir uçtan bir uca turlasa da içindeki yangın sönmüyordu. Düştüğü durumu hazmedemezken, Derya için yapılan imâlar yenilir yutulur değildi. Kendini nasıl bu çıkmaza sürüklerdi.


Çalışma odasına geçtiklerinde, babasının da işin içinde olması daha çok canını sıktı.


Devran olayı baştan sona anlatmaya çalıştı, başka şansları kalmadığını anlattı fakat Boran da kabul görmedi. Anlatılanları dinlerken bile sakin kalamayan Boran, kardeşim dediği adamın karşısına dikildi.


"Sen böyle birşeye nasıl müsade edersin Devran. Benim karımı, kardeşim dediğin kadını ne duruma düşürdüğünüzün farkında mısınız?"


"Oğlum mecbur kaldık, başka yol yoktu." diyerek Devran'a destek çıkan Bayram ağa ile Boran'ın son sabır taneleri de harcandı.


"Siz nasıl Elif'i aklayıp da, Derya'nın düşeceği durumu hesap etmezsiniz. Aşireti toplayacağım diyor adam, ne anlatacağız o laftan anlamaz eski kafalı adamlara."


Boran'ın gözünden adeta ateş çıkıyordu. Kendisine söylenen onca söze değil Derya için yapılan imâya delirmişti.


" Bunca işe kalkışıyorsunuz, benim neden haberim yok. Arkamdan iş çevirmeye ne hakkınız var. Beni aldatan kadını aklamaya ne hakkınız var. Benim karıma olan güvenimi milletin ağzına nasıl sakız edersiniz. Bugün bütün Mardin Hanoğlullarına torun verecek Derya Hanoğlunu konuşuyordu. Yarın benim karıma güvenmeyip test yaptırdığımı konuşacak. Buyrun susturun şimdi kaynayacak dedikodu kazalarını... " deyip kapıyı çarptığı gibi konağı terk etti.


Oy nenem oy ortalık fena karıştı.


Bu iş nasıl çözülür?


Boran haklı diyenler...


Derya'nın başka çaresi yoktu diyenler...

Loading...
0%