@zamansizim84
|
Boran'dan Çalışma odasının kapısını kırarcasına çarpıp çıktım. Babam, Devran, Derya hatta Ela bile herşeyden haberdarken resmen arkamdan iş çevirip beni aptal yerine koymuşlardı. Devran'ı kurtarmak için Elif'i aklamaları bir yana, Derya'nın o testi mahkemeye sunup kendini Doğan denilen adamın karşısında düşürdüğü durum, aklımı yitirecek derece de delirtmişti beni. Benim karım, hayat arkadaşım, bütün hayallerini silip yanımda durmuş olan kadınımın, yarın bütün Mardin'in diline düşecek olması her yeri ateşe verecek kadar yaktı canımı. Başka çocuklarımızın da olabileceğine sevinemeden içine düştüğümüz duruma inanamıyordum. Umut haklıydı, kendilerince cahil gördükleri insanları tüp bebek merkezine yönlendirmek için olumsuz test sonucu veriyordu özel hastanedeki doktor. Elif'in hain bir plana ortak olup verdiği ilaçlar geçen zamanda etkisini yitirmiş, bedenim verdikleri zehri atmıştı. Buna sevinirken, yapılan testin bu şekilde ayağımıza dolanacağı aklımın ucundan geçmezdi. Derya ikimizin mahremini nasıl olurda bu insanlara çiğnetirdi işte bunu aklım almıyordu. Konaktan çıkıp arabayı nereye gittiğimi bilmeden sürdüm Mardin sokaklarında, içimdeki öfke hiçbir yere sığmıyordu. Eğer ki yüz yüze gelirsek Derya'yı kırmaktan korkuyordum. İki canlı halinde öfkeme muhatap olacak son kişiydi. Gel gör ki konağa dönmezsem de ayrı üzülecekti. Kaldığım araftan bağ evinin yoluna saparken sıyrıldım, ikimizin de biraz yanlız kalması daha doğruydu. Benim sakinleşmem, onun yaptığı yanlışı düşünüp kabullenmesi gerekiyordu. Allah biliyor ya, bir yanım çok kırgındı Derya'ma. Bağ evinin önünde park edip indim arabadan. Eski yapının cumbalı balkonunda ki ufak masaya bıraktım arabanın anahtarını. Sandalyeye yığılırcasına oturduğum da bu geceyi uyumadan burda tamamlayacağımı biliyordum. Derya'sız uyku girmezdi gözüme, yanımda uyumasa da onu izleyerek uyurdum. Beni unuttuğunda da böyleydi, ayrı odalarda uyuduğumuzda da... Uzun zamandır böylesine ayrı düşmemiştik. Bağ evi ile ilgilenen Akif kahya yanıma gelip ellerini önünde bağladı. Çocukluğumu bilen adamların bu hallerine sanırım hiç bir zaman alışamayacaktım. "Hoş gelmişsin ağam." "Hoş buldum Akif abi, ne ağası bırak dünkü çocuğuz ne ara ağa olduk." dedim yanımdaki sandalyeyi çekip oturması için işaret ederken. "Yaşla değil senin ağalığın Boran oğlum, sen toparlanalı şirket şaha kalkmış diyorlar. Burda dursam da haberim var her şeyden, hele de gelin hanımın namı dört bir yanda. Yaman hanım Ağa olacak, yanına da şanına da yakışacak belli ki." deyince burukça gülümsedim. Yarından sonra da böyle düşünürdü inşallah. " Var mıdır bir emrin, yemek hazırlatayım sana? " dedi ayaklanırken, "Devran'ı arayıp burda olduğumu söylersen abi, telefon yok yanımda." dediğim de başıyla onayladı. "Bir de şu cigara paketini bıraksan yeter, Huriye ablamı yanlız bırakma, benden de selam söyle." Cebindeki paketi masaya bıraktı, iki kez omuzuma vurdu babacan tavrıyla. Bu bi derdin var ya neyse çıkar kokusu demekti onun dilinde. Derya hastanedeyken çöpe attığım paketten sonra ağzıma vurmamıştım ama bu gece eski dostuma ihtiyacım vardı. Akif abi bilirdi derdim olunca buraya düştüğümü, sessizce kaybolduğunda paketten bi dal sigara çekip yaktım. Dumanı dağılırken izledim uzun uzun. Yorgundum... Çok yorgundum. Derya beni dinlendiren, anlayan, saklayan kadındı. Sırtımı düşünmeden dönebileceğim bir elin parmağını geçmeyen insanlar içinde en son eklenen ama ilk sıraya çıkmayı bilendi. Nasıl bizi böyle çıkmaz bir sokağa soktuğunu aklım almıyordu, çünkü güzelliğiyle yarışan aklı hep beni ona çekmişti. Mahkemede Doğan ağanın tozunu fena attırmıştı anlaşılan. Kuyruk acısı ancak benim üstümden çıkarmaya çalıştığına göre. Bütün sinirime rağmen, yüzüme yayılan gülümsemeye mani olamadım. Aslında orada olup rezil olduğu anları izlemek isterdim. Kimbilir şansını nasıl zorlamıştı, Elif'in nasıl bir hain olduğunu bildiği halde kimseyi inandıramıyor olmak Doğan ağa için kabul edilemezdi. Zaten öyle olduğu için mahkemede öttüremediği borusunu, aşireti toplayıp öttürecekti. Kendi kadar kalın kafalı ve bağnaz olan kesim ona yeter de artardı. Bir sigara daha yaktığım da, önündeki küllüğün neredeyse dolduğunu gördüm. Yorgunluk bedenimi ele geçiriyordu. Biten sigara ile odama geçip zorda olsa uykuya daldım. Sabah yüzüstü uyandığımda bir gözüm kapalı, bir gözüm açık elimi yatağın boş tarafında gezdirdim. Derya neredeydi, o bana temas etmeden uyumazdı ki, erkende uyanmıyordu artık. Sırtımı yatağa değdirdiğim de bağ evinin eski ağaçlarla desteklenmiş tavanı gözlerimin önüne serildi. Aynı anda dün akşam yaşananlar aklıma doluştu. Yüzümü buruşturup gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Bomba bir sorunu daha kucaklamıştık. Bakalım bombayı elimizde patlamadan sahibine iade edebilecek miydik? Zihnim düne göre daha dingindi. Bizimkilere olan sinirim ise yerli yerinde duruyordu. Elimi yüzümü yıkadım, balkona çıkıp bitmek üzere olan paketten aldığım sigarayı parmaklarımın arasına yerleştirdim. Ucunu ateşlediğim de Akif abi bahçeden seslendi. "Hayırlı sabahlar Ağam" Başımı biraz ileri uzattığım da bende onu görebilmiştim, " hayırlı sabahlar Akif abi" Elindeki yuvarlak sini ile Huriye ablanın hazırladığı kahvaltıyı merdivenlerden çıkardı. Önümdeki masaya bıraktığında takılmadan edemedim, "Böyle sini taşırken görmesinler dillere düşersin Akif abi. " "Eşine yardım etmek sünnettir, bakma sen bu ahaliye işlerine geleni bilir, işlerine gelmeyeni yok sayarlar." Gülümsedim ister istemez, onun gibi adamlar bu toprakların gerçek sahipleriydi. Gerisi, işine geldiği gibi yaşayan, kadını hor görmeyi marifet sayan akıl tutulması içinde kaybolmuş bir güruhtu. " Eyvallah abi bizde sizden gördüğümüz yoldan gideriz." dedim. Çayımı içip önüme bıraktığı kahvaltılıklardan yemeye çalıştım, aklım Derya da kalmıştı. Onunda aklı bendeydi biliyorum. Daldığım düşünceden, "Devran Ağayı aradım akşam, haber verdim burda olduğunu." deyip duraksadı "Gelin Ağam çok evham etmiş, sabah da aradılar uyumamış gece boyu. Konağa gelsin diyormuş Bayram ağam." Derya üzerinden beni döndürmeye çalışmak tam babamlık hareketti. İçimdeki öfke yerli yerinde dururken konağa gidemezdim. Dahası saçma sapan konuşan insanlar Derya'ya dil uzattığında hiç sabredecek değildim. Aşiret toplanana kadar hepimizin biraz kafayı dinlemesi lazımdı. Siniyi kucaklayan Akif abinin ardından geriye masaya bıraktığı sigara paketi kalmıştı. Nerede duracağını bilen insanları seviyordum. Oyalanmak için buradaki kitaplarından birinini seçip yine balkona çıktım hava oldukça soğuktu da içerilere sığamıyordum. Öğleden sonra Devran'ın kapıda bitmesi beklediğim birşeydi. Karşımdaki sandalyeyi çekip oturduğunda o yokmuş gibi kitabımı okumaya devam ettim. "Boran tamam kendince haklısın, o şerefsizin mahkemeden sonra buna cesaret edemeyeceğini düşündüm. Onun için Derya'yı oyunun içine çektim. Başka şansımız yoktu oğlum anlasana." deyip geriye yaslandı. Aramızda uzun bir sessizlik oldu. "O testin sonucu Doğan ağanın dediği gibi çıkabilirdi Devran, öyle çıksaydı bu davadan kendinizi nasıl kurtaracaktınız?" dedim dümdüz seslimle. "Bulurduk yolunu, oğlum DNA testi istedi köşeye sıkıştırdı bizi. Derya mecbur kalmadıkça ne hamilelik haberini, ne de testi mahkemeye vermeyecekti. Bu iftiralara maruz kalmamak için test yapıldığını söyledi. O pisliğin bu kadar düşeceğini bilemezdi." "O bilemezdi ama sen bilmeliydin Devran, benim karımın adı milletin diline düşecek ben o dilleri kesip atmayacağım, bunu aklın alıyor mu? Öldürüm lan ben Doğan denilen adiyi. Beni nasıl kurtarırsınız siz düşünün." Devran da sigarasını yakıp sessizleşti, adı gibi biliyordu haklı olduğumu... " Derya çok üzüldü Boran, bizi kurtarmak için uğraştı kız. Ona ceza kesme sabahı sabah etti. Döndü durdu, uyumadı yolunu bekledi, gelmeyeceğini haber ettiğin halde. Sabaha karşı zor uyuttu Ela..." Cevap vermedim, diyecek sözüm yoktu. Ceza kestiğim de yoktu. Karşı karşıya gelirsem kalbini kırmaktan korktuğum için buraya kaçmıştım. " Yarın üç de aşiret toplanacakmış Doğan ağanın konağında haberin olsun." deyip cebinden çıkardığı başka bir telefonu masaya bıraktı. "Burda hasta olursan doktor seni Derya'ya yaklaştırmaz haberin olsun, gerçi müstehak sana. Hamile halinde o kızı üzüyorsun." Cevabımı beklemeden çıkıp gitti. Arabası eski köy yolunda kaybolunca kalkıp içeri girdim. Sobanın yandığı oda sıcacıktı, beyaz yaygılarla süslü sedire bıraktım kendimi. Çoğu zaman olduğu gibi doğru söylüyordu Devran Ağa. Telefonu elime alıp Derya'yı buldum, CENNETİM...Aranıyor... " Boran... " dedi sanki çölde su bulmuş gibi bir sevinçle. "Çok merak ettim seni." "İyiyim Derya, merak etme..." dedim ama sesindeki özlem içime akmış bendeki eşini çoktan bulmuştu. "Sen ortadan kaybolunca merak ediyorum, sanırım bunun için haklı sebeplerim var." dediğinde kendince haklıydı belki ama aynı yerde değildik. Olaylar aynı değildi. "Sizi bırakıp ortadan kaybolacağımı gerçekten düşündün mü?" diye sordum istemesem de sesim sitemli çıkmıştı. "Beni bırakıp gittin, ama bizi bırakıp gitmezsin..." dedi söylediklerimden bunu çıkardığına inanamıyordum. "Anladım, demek ki bırakamadığın ben değilim." derken sesi titriyordu. "Derya sana ve diğerlerine kızgınım, seni kırmamak için buraya geldim. Burda olduğumu da haber verdim. Hatalarımı biliyorum, sende ölsem bi daha seni bırakmayacağımı biliyorsun." dedim sakin kalmaya çalışarak. "Tamam bizi özleyince gelirsin o zaman." dedi yine üste çıkarak. Hiç Derya'lık konuşmalar değildi bunlar. Kendi tabiriyle hormonları halay çekiyordu muhtemelen. Derin nefes alıp verdim yine alttan almak bana düşecekti belli ki, "Derya'm..." dedim "Ben kapıdan çıkmadan özlüyorum seni, bilmiyor musun?" "Bilmiyorum..." dedi çocuksu sesiyle tripli tripli. "Gel yanımda dur özlediysen, ne işin var oralarda." "Derya yaptığınızın sonuçlarıyla yarın yüzleşeceğiz, aşireti topluyorlar söylemiştir suç ortağın. Biri birşey der kaldıramam, sinirim geçmedi kalbini kırarım. Bana biraz müsade et güzelim." dedim sakin bir sesle tane tane anlatarak. "Bir hatalık kredim yokmuş gözünde, ben kötü niyetle yapmadım. Bizim için yaptım, bugün aynısı olsa yine yaparım. Sizi o geri kafalı adamların önüne atmamak için elimden geleni ardıma koymam Boran." Cümlenin başı olmasa da sonu daha Derya'ya ait gibiydi. " Yarın o geri kafalı adamlarla uğraştıktan sonra yanına geleceğim, o zaman istediğin kadar nazını çekerim ama bu gerginlikle seni üzermek istemiyorum." " Gelmezsen uyumayacağım haberin olsun, çünkü sen yokken uyuyamıyorum. Seçim senin!" deyip kapattı telefonu. Elimdeki telefonu yanımdaki minderin üzerine bırakıp parmaklıklarımı saçlarıma geçirdim. Kalkıp odada volta atarcasına sağa sola gitmeye başladığım da kendimle girdiğim savaş çok büyüktü. Kıyamıyorum... Kıyamıyorum... Kıyamıyorum... Konu Derya olunca haklı olsam da haksızım, suçsuz olsam da suçluyum, kırgın olsam da gönül alması gereken benim. O kadar geçiz ki birbirimize ayrı geçen saniyenin hesabını tutmak boynuma borç gibi. Aradan geçen iki saatin sonunda Derya'yı alıp Bağ evine getirmek için yola çıkarken buldum kendimi. Kontağı çevireceğim sırada kulağıma çalınan yabancı melodi ile gözüm yan koltuğa bıraktığım telefona kaydı, Cihan Karacahan... İşte başlıyorduk, Doğan ağanın yaydığı dedikodu en çok Cihan'ın ilgisini çeker tabii. Meşgule atıp arabayı çalıştırdım. Bağ evinin yüksek duvarlı avlusundan çıkmadan iki kez tekrar arayınca sinirle derin bir nefes aldım. İşte bundan bahsediyorum bu adamla konuşup Derya'nın yanına gidersem hiç bişey olmamış gibi davranamam. Direksiyona avucumun içiyle sertçe vurdum, "Ne var Cihan Ağa bu kadar ısrarla arayacak ne var!" sesim sakin değildi. Ben sakin değildim çünkü. "Boran Ağa, bu kadar sinir iyi değil bak çoluk çocuk sahibi olacak adamsın." dedi alay eder gibi. "Ne diyeceksen de, senden önemli işlerim var." "Tamam... Tamam... Söyleriz kızma." dedi fazlaca rahat uslupta. "Şimdi senin avukat hanım, hasretine dayanamayıp yola çıkmış senin yanına gelmek için. Bizde o gün aşiret toplantısında derdimizi tam anlatamadığımızdan misafir etmek istiyorduk kendisini. Bizim büyük depodayız, sende buyur gel. Sevenleri ayırmak bana yakışmaz. Beraber keseyim hesabınızı." Telefondan Cihan'ın sesi geldi duydum, idrak ettim ama kabullenemedim. Kulağıma gelen dıt dıt dıt... Sesiyle kapattığını anladım. Derya'yı kaçırmış olamazdı değil mi? Belki de beni ayağına getirtmek için blöf yapıyor. Devran'ı aradım hemen, Derya bağ evine gelmek için yola çıkmıştı gerçekten. Murat'ın ve Derya'nın telefonları çalıyor fakat cevap gelmiyordu. Devran konaktan ben bağ evinden söylediği depoya doğru yola çıktık. Bana yakındı ama Devran'ın gelmesi uzun sürerdi. Murat'a neden ulaşılamıyordu, Derya'ya zarar vermeyi göze alan adam onu tek kurşunda harcardı. Aklıma gelenin başıma gelmemesini dilemekten başka elimden birşey gelmiyordu ne yazık ki. Gaza bastığımda lastiklerden çıkan ses aklımda ki karmaşayı susturamadı. Zelal'in Elif'e yaptığını Cihan da Derya'ya yapmaz diyemiyordum. İki canlı bir insanı kaçırmak bile ne denli şuursuz olduğunun ispatıydı. Elif'in hamile olduğunu bilse de Zelal çıktığı yoldan dönmezdi. Onun hastalıklı kafasında benle olamamasının sebebi hep başkaları oldu. Onu istemediğimi asla kabul etmedi, kendi kurduğuna inanan zihni. Şilan'ı ise Cihan'ın aşkına inandırarak kullanmıştı. Bu hikaye de aslında Cihan kandırılmış, sonra da kandırmıştı. Büyük depoya geldiğim de, belimdeki silahı çıkarıp torpidoya bıraktım. Pamuklara sarıp saklamak istediğim kadın, bana haksız yere düşman olmuş adamın elindeydi. Onu en ufak bir tehlikeye atamazdım. Deponun geniş kapısına doğru yürüdüm seri adımlarla. Kapının iki yanında bekleyen adamları arabadan iner inmez silahlarını bana doğrultmuşlardı. Açık olan kapıdan geldiğimi gören Cihan'ın sesi duyuldu, "Boran Ağa hoşgeldin." dedi sanki misafirini karşılar gibi sonra buz gibi bir sesle, "Üstünü arayın!" diye buyurdu yanımda ki adamlara. Üzerimi aradıktan sonra yüzlerini öne eğip çekildiler. Biliyorlardı ki ben burdan çıkarsam başları büyük dertte. Burnumdan solusam da sakin kalmaya çalıştım. İçeri girdiğim gibi köşede sandalyede oturan elleri önünde kalın bir iple bağlı Derya'yı gördüm. "Uslu durdu avukat hanım sadece ellerini bağladık. Akıllı kadın kaçmaya falan çalışmadı." Cihan'ın sesini duyuyordum ama gözlerimi Derya'nın ağlamış olduğu her halinden belli olan mavilerinden çekemiyordum. Hayatım olan kadına doğru adım attığım anda, "Dur bakalım Boran Ağa, gördüğün gibi avukat hanım iyi. Eğer burdan sağ salim çıkmak istiyorsan dediklerimi yapacaksınız." Bakışlarımı zorla Derya'dan koparıp geriye döndüm. Karşımda gördüğüm adamla beynimden vuruldum. Murat, Cihan'ın arkasında ellerini arkasında birleştirmiş dimdik duruyordu. Cihan onun önünde, yanındaki küçük masaya sağ kolunu dayamış sigarasını içerken olan biteni anlamaya çalışıyordum. Benimle beraber başını çevirip Murat'a baktı, "Kapında ki adamlara iyi para vereceksin, iyi para vereceksin ki gözün arkada kalmadan karını emanet edebilesin. Murat kardeş de düğüne derneğe heves etmiş ama parası yetmemiş. Eee o sayede de bize gün doğdu, yoksa Derya hanımı bu kadar vukuatsız alamazdık." Gözlerim de safi hayal kırıklığı ile baktım Murat'a, onunsa yüzü ifadesiz olsa da bi süre sonra kaçırdı bakışlarını. " Sadakat insanın içinde olur Cihan, yoksa para, pul bahane. Benim Murat'a canımdan ötesini emanet ettim bunun bedeli yok." dedim dümdüz çıkmıştı sesim. "Bak o da doğru, sen daha iyi bilirsin ihanetin nasıl bir yılan olduğunu, koynundakine bile güvenemiyor insan." dedi alaylıca. Ellerimi yumruk olsa da diyeceklerimi yuttum. Geriye dönüp hızla Derya'ya doğru bir kaç adım attım.
"Boran kal orda..." diyen Cihan'ı duymazdan geldim. Peşimden çektiği silahın emniyetini açtığını duyuyordum ama umrumda bile değildi. Derya başını iki yana sallayarak ağlıyordu. Önünde diz çöktüm hemen ellerinin üzerine bastırdım dudaklarımı, "Ağlama... Ağlama güzelim çıkaracağım seni buradan..." diyerek bileklerini saran ipi çözmeye başladım. Duyduğum tek el silah sesiyle omzumun üzerinden geriye baktım. Cihan delirmiş gibiydi, havaya sıktığı hâlâ yukarı bakan silahtan belliydi. "Boran şakam yok sıkarım kafanıza...!" diye kükredi. "Hamile kadını alkoymandan anladım zaten şakan olmadığını, karımın yanında duruyorum diye vuracaksan vur. Burdayım, derdin neyse anlatırsın dinleriz." derken Derya'nın bileğindeki iplerden kurtuldum. Kollarını boynuma doladığında şu dünya üzerinde ki herşey kıymetsizdi. Bir damla huzuru bize çok gören bu topraklardan yorulmuştum, elini tutup gidecektim buralardan... Töreleri de, düzenleri de gözümde yoktu. Mardin yansa arkamı dönüp bakmazdım. Derya'nın gözünden akan tek damla yaşta boğardım o Doğan denen şerefsizi de Cihan'ı da. "Vay be Murat! Sizde ağa diye bu adamın arkasında durdunuz yıllardır. Kadının önünde diz çöktü, hemde onca olup bitene rağmen. Akıllanmaz bu ha..." deyip gür bir kahkaha attı. Onun boşluğundan yararlanan Derya boynuma sardığı kollarını kendine siper ederek, "Bana verdiğin silah belimde, Murat hain değil... " diyerek fısıldadı. Kollarını boynundan çözüp bizi göz göze getirdim. Gözlerini yavaşça kapattı, bu söylediklerinin onayıydı. Cihan'ın sesi tekrar çalındı kulağıma, "Kime diyorum Boran Ağa, bir kadın için rezil oldun tüm Mardin'e hâlâ önünde diz çöküyorsun." Derya bir hışım ona döndü, "Bana bak haddini bil, yoksa ben bildirmesini bilirim." diye diklendi. Bayılıyordum bu hallerine, hamile olmasa analarından emdikleri sütü burunlarından getirirdi. Cihan bu haline şaşırsada çabuk toparlandı, "Vay be avukat hanım, ağlayıp duruyordun, bak Boran Ağa geldi yine diklenir oldun." "Seni onun göz yaşıyla boğarım Cihan" dedim bakışlarımız birbirimize meydan okurken... Cihan, "Neyse sizin meseleniz sizi bağlar, ben kendi derdimi anlatayım. O davadan Zelal'i kurtaracaksın avukat hanım. Nasıl yaparsın bilmiyorum ama bacımı o deliğe soktuğun gibi çıkarmak da senin işin." dedi. Derya güldü alay eder gibi, "Bacın o deliğe suçlu olduğu için girdi. Hatta bu yolda seni de harcamaktan geri durmadı. Sen hâlâ onu aklamaya çalışıyorsun." deyip duraksadı. "Sen bana dua et, sayemde sevmediğin bir kadınla evlenmekten kurtuldun." Cihan, "Benim bacım öldürmedi Elif'i, Şilan yapmış etmiş hepsini. Hem nasıl olsa biriyle evlenecek değil miyim? Ha Şilan olmuş, ha başkası... Ben aşka falan inanmam. Bacıma, anama, atama, töreme aşığım ben." dedi duygusuzdu sesi. "Sizde ki aşk değil takıntı, Zelal'in bu kadar ileri gitmesin suçlusu sensin Cihan. Abi olup akıl vereceğine onun aklına uydun, eline oyuncak oldun." dedim elindeki silahı görmezden gelerek. "Asıl sen oyuncak oldun bu kadınların elinde, bak ikiside rezil etti seni Mardin'e. Zelal'in ahı yerde kalmadı, ben oldukça kendide hapiste olmayacak. Avukat karın ya bir yolunu bulur çıkarır onu yada burası hepimiz için yolun sonu." Derya önüme geçti tek hamlede, " Merak ediyorum Zelal de seni bu kadar seviyor mu? " dedi gözlerini kısıp. Cihan'ın cevapta tereddütsüzdü, " Ben onun için ne yapıyorsam o da benim için yapar. Bizim kardeşliğimizi sorgulamak sana düşmedi avukat hanım." Derya dudak büktü bu dik duruş karşısında, "Sen haklısın Cihan Ağa bana düşmez, kendine güveniyorsan bir ses kaydı var mahkemeye de sundum, onu dinleteyim sana. Hâlâ Zelal'in arkasında durursan ben de elimden geleni yaparım sözüm olsun." Cihan'ın yüzü şüphe ile bulutlandı bir anlık, "Kendime güvenmesem burda olmazdım avukat hanım." dedi yine de dik duruşundan ödün vermeyerek. Derya masayı işaret ederek Cihan'a, "Telefonumu verir misin?" dediğin de yanındaki küçük masadan silahının yanındaki telefonu alıp bize yaklaştı. O arada ben Derya'nın belindeki silahı aldım paltomu siper ederek. Cihan telefonu Derya'ya uzattığında kolumu boynuna dolayıp silahı başına dayadım. Murat hızla kapıyı kapatıp, içerideki adamın başına silahını doğrulttu. Namlunun ucuna nasıl geldiğini anlamayan Cihan gözlerini Murat'a dikti. "LAN!!! SEN BİZE OYUN MU OYNADIN?" diye kükredi tüm öfkesiyle, "Beni öldürsen de ağama ihanet etmem, Derya hanımı yanlız bırakmamak için sizden tarafa göründüm." dedi gözünü tuttuğu adamdan ayırmadan. Telefonunu alan Derya aradığını çabuk bulmuş olacak ki kulağımıza Zelal ile olan telefon konuşmasın ses kaydı dolmaya başladı. Zelal, "Merhaba hanım ağam nasılsın?" D erya, "Hanım efendi kimi aradınız? Siz kimsiniz?" "Aaaa aşk olsun beni tanımadım mı?" "Kim olduğunuzu söylemezseniz telefonu kapatmak zorundayım." "Zelal Karacahan ben, gerçi şimdilik Karacahan yakında Hanoğlu olacağım bende." "Yaaa öyle mi nasıl olacak o söylediğin çok merak ettim doğrusu?" "Senin akıllı bir kadın olduğunu sanmıştım ama sen Elif'ten de aptalmışsın. İnsan Boran'ı bırakıp gider mi?" "Niye gitmesem beni de öldüreceksin, bence akıllıca bir hamle yaptım." "Bak sen avukat hanım çözmüş cinayeti, yine de kalırsında savaşırız demiştim ama sen kaçmayı seçtin." " Savaşmak için bile dengimi ararım ben, sen insanları zehirle öldürten kalleş bir düşmansın. Bütün planlarından haberim var üstüme kuma gelmeni bekleyecek değildim Zelal. Ama seni uyarayım Boran Berdeli kabul etmez, yani demem o ki hem Şilan'ı hem Cihan'ı tehlikeye atıyorsun." Karşıda güçlü bir kahkaha yükseldi. Cihan'ın bakışları ifadesiz olsa da kaydı can kulağıyla dinlediği çok belliydi. " Derya bu hayatta herkes aklınca yaşar. Onlarda aptal olup elimde oyuncak olmasalardı. Bak sen olacağı görüp kurtardın kendini." Zelal'in kendine de Şilan'a da aptal deyip sarf ettiği sözler ile Cihan'ın gözleri kapandı, derin bir nefesle uğradığı hayal kırıklığını azaltmaya çalıştı belki de. " Beni niye aradın Zelal, sonuçta bunların sohbetini etmek için doğru kişi değilim." "Olur da geri dönersen aşiret seni çiğnemez, berdel Devran'a teklif edilir. Seni uyarmak için aradım akıbetin Elif gibi olsun istemiyorsan Mardin defterini kapat." "Olur canım kapatırım da Boran beni seviyor onu napacağız?" "Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Ben koynuna gireyim senin adını bile anmaz bir daha." "Zelal... Elinden geleni ardına koyma güzelim hodri meydan" Derya, " Duyduğun gibi herşey çok açık Cihan Ağa, benim de bir ağabeyim, bir erkek kardeşim var. Seni anlamaya çalışıyorum ama senin kız kardeşini sevdiğin gibi, onların da göz bebeği benim. Ve sen namusuma bile laf etmekten çekinmedin." Cihan, Derya'nın yüzüne boş gözlerle baktı. Yaşadığı yıkım çok büyüktü. Hem bir yalana inandırılmış, hem de aptal yerine o konulmuştu. Öz be öz kız kardeşi tarafından silahların önüne atılmış ama yine de bir adım geri atmamıştı. Cihan kardeşini çok seven ama ağabeylik etmeyi yanlış yorumlamış biriydi. Derya onu bırakmamı işaret edince gevşettim kollarımı. Sevdiğim kadını elini tutup temkinli adımlarla ilerlemeye başladım. Murat kapıyı açtığında dışarda kalan adamın çektiği silah ile burun buruna geldi. İkiside birbirine meydan okurcasına silahına daha sıkı sarılırken Cihan'ın sesini duydum, "Emin çekil yollarından, alıkoyduğunuz iki korumayı da serbest bırakın. Kimse Hanoğlullarına ilişmeyecek." dedi düz bir sesle. Arkamı dönmeden, "Eyvallah Cihan Ağa..." dedim. Arabanın sağ kapısını açıp Derya'nın oturmasını bekledim. Murat'a döndüm, "Ağam bana haber saldılar bir kaç kere ama seni huzursuz etmek istemedim. Böyle olacağını bilsem saklamazdım." dedi çekinerek. Onu kendime çekip sarıldım, elimi sırtına vurdum iki kez, "Bunları konuşacağız Murat ama yanımda olman bizim için kıymetli. Senle can yoldaşı olduk biz, onların sandığı kadar basit değil yani..." dediğim de gözlerinde ki huzursuzluk silindi. "Korumaları al konağa dönün, yaralı var mı?" "Bilmiyorum ağam ben arayı açtım onları yakaladıklarını anlayınca." Devran'ı arayıp onlarla ilgilenmesini söyledim. Zaten buraya gelmek üzereydi. Arabaya bindiğim gibi gaza bastım, şu yaşadıklarımıza inanamıyordum. Ben yarın ne yapacağımızı düşünürken, şimdi kimlerle uğraşmıştım. Depodan yeterince uzaklaşınca sağa çektim. Gözlerimi Derya'ya çevirdiğim de onun bakışları zaten üzerimdeydi. "Boran... özür dilerim, niyetim senden birşey saklamak değildi. Seni üzmeden çözebiliriz sanmıştım. O adamın bu kadar küçüleceğini düşünemedim. Ne olur benden uzak durma buna daya..." sözlerini yarım bırakan dudaklarını hapseden dudaklarımdı. Yirmi dört saat bile geçmemişti ama sanki asırlardır ondan ayrıydım. İnce parmakları boynumda, saçlarımda hissettiğim de onun da benimden farksız olduğunu biliyordum. Emniyet kemerini açtığım gibi onu çekip kucağıma oturttum. Sırtı kapıya yaslanırken ayakları kendi koltuğuna uzanıyordu. Bunu beklemediği için dudaklarından tiz bir çığlık kaçmıştı. Kollarım tüm bedenini yanımda olduğuna ikna olmak ister gibi sardığında, başını boynuma gömüp orada nefeslendi. Boynuma ateş gibi değen dudaklarını hissedince, "Korktun mu?" diye sordum. Aynı ateşle bir kere daha beni yakıp geri çekildi, çok sevdiğim mavilerine kavuşmuştum, "Korktum, ama kendim için değil, bana emanet olan canımız için. Hamile olmasaydım bilirdim onları süründürmesini." Dudaklarım duyduklarımla kıvrıldı, " Ben de bilirim, gözümle görmüşlüğüm var." derken aklımda onu ilk gördüğüm akşam vardı. "O iki serseriyi benzetişini ağzım açık seyredip, üstüne birde seninle evlenecek adama sabır dilemiştim." dediğim de kollarımda kıkırdayan kadına fena halde aşıktım. "Kendi kendine dua ettin desene." diyerek burnunu burnuna değdirdi. Dudaklarımız tekrar buluştuğunda ayrılmak ilki kadar kolay değildi. Gittikçe birbirimize daha çok kapılırken dudaklarım boynunu buldu. Kokusunda bu kez ben soluklandım. Son kez derin bir nefes alıp, "Doktora gitmemiz lazım korktun, gerildin..." dedim iyiden iyiye belli olan göbeğini okşarken. "Haklısın bu hafta gidecektim zaten Ülkü hanım müsaitse şimdi gidelim." deyip kucağımda hareketlendi, yerine geçmesine yardım ettim. Yarım saat sonra hastane de Ülkü hanımı bekliyorduk. Muayene günü olmamasına rağmen bizim için geleceğini beklememizi söylemişti. Yanımızdan geçen hamileliğinin son aylarında olduğunu tahmin ettiğim kadına tedirgin gözlerle baktı Derya, "Boran... Bende böyle çirkin olacağım yakında."deyip dudak büzdü. Hamilelik çift karakter yaratmıştı Derya'da. Bir saat evvel silahlara meydan okuyan kadının, biraz evvel ki cümleyi kuruyor olması çok ilginçti mesela. Bu hallerine ayrı bayılıyordum o başka. Bana nazlanması, sürekli sevildiğini, beğenildiğini duymak istemesi hoşuma gidiyordu. "Aşkım sen uzun boylusun, öyle olmazsın merak etme." dedim teselli etmek için. " Sen aşkım mı dedin bana? " dedi yüzünü buruşturarak. " Sen de bana demiştin? " " Ben işim düştüğü için demiştim. Yoksa sevmem o kelimeyi. Hiii... Sende inanayım diye dedin değil mi? Çirkin olacağım biliyorum ben." dedi bu kez kollarını bağlayıp bana hafif sırtını döndü. Gülmemek için yanaklarımı ısırıyordum, " Deryam ben sana yalan söyler miyim? Cennettim sen hep güzelsin, çirkin olman mümkün değil, benim gözlerim sana bakarken ruhunun güzelliğini de görüyor." dediğim sırada Ülkü hanım geldi. Derya'yı içeri aldığında biraz dışarıda beklememi rica etmişti. Bu trip aslından da böylece yırtmıştık. Ülkü hanımın eşi Mirza gelip yanıma oturdu, hal hatır faslından sonra, " Neler oluyor Boran Ağa, yarın ki toplantı sizinle ilgiliymiş. Bütün Mardin çalkalanıyor." deyip malumun ilan etti. Aladağ aşiretinin küçük oğluydu Mirza, abisinin yanlış hareketleri yüzünden ağalık ona geçmişti. Eşiyle ailesi arasına sıkışacağına adım kadar emindim. Ailesi töreye oldukça bağlı ve dediğim dedik yapıdaydı. Hangi tarafın ağır basacağını ise zaman gösterecekti. "Olan birşey yok aslında, gördüğün gibi eşim yanımda, huzurum yerinde. O ihtiyar heyetinin ne diyeceği umrumda değil. Bir daha Derya'ya söz ederlerse terk ederim bu toprakları." dedim en net ifademle. "Boran delirdin mi? Ata toprağını bırakıp nasıl gidersin? Karın uyacak bu düzene başka çaren yok, bunu sende biliyorsun." dedi yıllardır ezber edilmiş bir tek düzelikle. "Ya yarın arkamda dururlar yada artık layık oldukları gibi yönetilirler Mirza. Madem Doğan ağanın ağzına bakıp toplantı istediler akacak kanın önüne de kendileri geçsinler bundan sonra. Benim Derya için vazgeçmeyeceğim hiç bir şey yok." dedim kendimden emin. Kaşları havalandığında söylediklerimi duymayı beklemediği açıktı. " Sen mantıklı düşünemiyorsun. " dedi en sonunda. Güldüm söylediğine, çok da mantıklı düşünüyordum. Asıl o başına gelecekleri ön göremiyor yada görmek istemiyordu, " Eşin doktor Mirza, iki kız çocuğun olsa kuma al diye başlayacak aşiret. Sen onlara bebeğin cinsiyetini babanın belirlediğini anlatabilecek misin?" dediğim de dondu kaldı. "Her dediklerini yapa yapa bu hale getirdiniz işleri, her yeni kuşak eskiyi taktit etti. Etmeyene cehennem etiler hayatı, pes edip gitti insanlar. Ben de çekip gideceğim, bugün bana yarın sana Mirza. Bu yılan hepimize bir gün dokunacak." dediğim sıra da hemşire hanım içeri girebileceğimi söyledi. Mirza'yı kapıda düşünceleri ile bırakıp içeri girdim. Derya uzanmış, Ülkü hanım yanında ki döner ayaklı tabureye oturmuş ultrason cihazının başlığını karnında gezdiriyordu. Bir kaç adımda soluna geçip elini tuttum. "İyiyiz değil mi doktor hanım." demekten kendimi alamadım. Ülkü hanım gülümsedi bu halime, "Derya da bebeğiniz de iyi Boran Bey merak etmeyin. Hatta size bir ufak süprizimiz var." dediğin de odayı dolduran kalp atışı sesi ile benim kalp ritmim de onu yakalamak ister gibi hızlandı. Derya'nın gözlerinden akan iki damlayı yakalıyıp sildim hemen, alnına derince bastırdım dudaklarımı. "Dünya'nın en güzel melodisi olabilir..." dedi sevdiğim kadın. ❇️
Konağa gitmek istemediğim için kendi evimize sürdüm arabayı, hala biraz evvel dinlediğim kalp atışlarının etkisi altındaydım. Derya da benim gibi olmalı ki arabaya bindiğinden beri eli karnındaydı. Büyük bahçe kapısını açtığımda arabayı bahçeye park ettim. Beraberce eve girdik. Derya'yı koltuklara oturtup, Murat'ı aradım evde ne yiyecek yemek vardı, ne de kapıda güvenlik. Yanına oturunca ayakkabılarını çıkarıp, başını göğsüme koyarak uzandı. Parmaklarım saçları ile oynarken, "Yarın ne yapmayı düşünüyorsun?" Kafamdan geçenlerin bilmesini istediğim kadarını dile döktüm. "Bilmiyorum güzelim, akışına bıraktım. Sen yanımda ol gerisi gözümde değil. Bizi gözden çıkaracak olurlarsa bedelini yine kendileri ödeyecek, biz değil bu topraklar kaybedecek."
Evet adım adım Finale gidiyoruz. Boran gemileri yakacak gibi... ⭐⭐⭐⭐ Dokunalım lütfen... ❤️💞
|
0% |