Yeni Üyelik
70.
Bölüm

70. Bölüm

@zamansizim84

Derya'dan,


Boran'ın kapıyı çarpıp çıkması ile sendeledim, sanki yer ayaklarımın altından çekildi. Hamilelikten mi, gerginlikten mi bilemediğim bir baş dönmesi beni esir aldığın da Devran ve Ela koltuğa oturmama yardım ettiler.


Ben o üzülmesin, bu defterler bir daha açılmasın diye uğraştıkça daha derin yaralar açıyorlardı sevdiğim adamın kalbinde. Ve adım gibi biliyorum ki bana söylenen sözü hazmedemiyordu.


Devran deli danalar gibi odanın içinde dolanırken, Bayram babam sessizliğe gömülmüş masasın da oturuyordu. Kırlaşmış sakalları, Boran'ın karasını aratmayan gözleri, zamanın ondan çok şey çalıp götürdüğünü saklamayan dalgın bakışları sevdiğim adamın yıllar sonra ki resmi gibiydi. Onun imtihanı daha ağırdı, sevdiğinin acısıyla sınanmak başka hiç bir acıya benzemiyor olduğundan, Bayram Babama ayrı, Bayram ağaya ayrı saygı duyuyordum.


Ela ise ortamın birden verildiği duruma uyum sağlamaya çalışsa da onun için tanışma günün şahane olduğu kesindi, bu geceyi asla unutamayacağına eminim.


Şu an hiç birimizin yapacağı birşey yoktu, bezgin adımlarla odamıza gittim. Çok değil bir kaç saat önce nefeslerimiz birbirine karışıyorken yine uzağa savrulmuştuk. Boran yine beni bırakıp gitmezdi değil mi? Bizi bırakmazdı. Siniri geçince döner gelirdi. Bu düşünceyle dolandım durdum. Telefonu duvara fırlattığı için arayamıyordum da. Geçen bir saati aşkın zamanın sonunda Devran gelip Bağ evine gittiğini, merak etmememiz için haber yolladığını söylediğinde içime su serpildi.


Yine de onsuz yatağa girmek, kokusu olmadan uyumak çok zordu.


Öğlene doğru Devran ona yeni telefon götürüp dönmeye ikna etmeye gittiyse de eli boş döndü.


Onun beni aramasını bekledim, biliyorum kıyamazdı, kızsa da, kırılsa da kalbine gömer bana ses verirdi. Yine beni yanıltmadı, çalan telefonum da adını görünce sevinçle açtım.


Bana kırgındı ve beni kırmamak için gitmişti. Bunu açık açık söylediğinde üste çıktım. Hamileydim ben, her yaptığımın suçunu hormonlara atıp kurtulurdum nasıl olsa. Bolca trip atıp kapattım telefonu.


Geçen zaman Boran'ı bana getirmeyince, kuyruğu indirip ben yola düştüm. Murat'ın kullandığı araba ile Bağ evinin yolunda ilerlerken dikkatimi sık sık dikiz aynasından i arkayı kontrol etmesi çekti,


"Ne oluyor Murat, neden arkaya bakıp duruyorsun?" dedim, ben de arabanın arka camından geriye bakarken.


"Derya hanım korumaların olduğu arabayı sıkıştırıyorlar. Peşimizde birileri var." dediği sıra da gerimizden bizi takip eden iki korumanın olduğu araba yoldan çıktı.


Murat'ın ilk defa küfür ettiğini duydum, gaza yüklenirken,


"Derya hanım korkmayın, ben sağken kimse size zarar veremez, sıkı tutunun." dediğinde elim telefonuma gitti ama eski köy yollarında olduğumuz için çekmiyordu. İyi de kimdi bu adamlar, benden ne istiyorlardı.


Arkamızda ki araba ile mesafeyi açsakta yakalıyorlardı, boşuna bir çabaydı Murat'ın verdiği.


"Cihan'ın adamları bunlar beni satın almaya çalıştılar geçen hafta. Demek ki gözünü karartı şerefsiz." dediğin de aklımdaki soruya da cevap bulmuş olsam da başka soruların kilidi açıldı satın almak ne demekti, niyetleri neydi ki,


"Ne diyorsun Murat, ne demek satın almak?" dedim anlam veremeyerek.


"Sizi onlara götürürsem beni paraya boğacaklarmış, şimdi de vurmaya karar verdiler muhtemelen." dedi yolu ortalayıp önümüze geçmelerini engellemeye çalışırken.


Bu kadar mı gözleri dönmüştü? Bu işin sonu hiç güzel bitmeyecekti, dudaklarımı kemirirken aklım hiç olmadığı kadar çok şeyi aynı anda düşünmek zorundaydı. Bebeğim, ben ve canı pahasına bizi korumaya çalışan Murat. Hızlı karar vermeliydim. Murat ölse beni teslim etmezdi ama gördüğüm onlarında beni korumaya çalışan adamı öldürmekten geri durmayacağıydı. Arabada her zaman olan, Çetin'i vurduktan sonra Boran'ın bana zor durumda kalırsam kullanmaktan çekinmememi tembihlediği küçük silahı alıp belime taktım. Üzerimde palto uzunca olduğu için anlamaları zordu.


" Murat az ilerde durup beni onlara teslim edeceksin." dediğimde Murat'ın soru dolu gözleri aynadan beni buldu.


"Olmaz Derya hanım, ben ölmeden olmaz." dedi zerre düşünmeden.


"Ölün işime yaramaz ama onları bizi sattığına inandırırsan yanımda olup koruyabilirsin. Boran'ı da isteyeceklerdir bana hemen zarar vermezler." dedim söylediğime en çok kendim inanarak.


Murat, araf da kalmış gibi bir bana birde gittikçe yaklaşan arabaya baktı, Söylediğim kafasına yatmış olacak ki,


" Size zarar vermeye kalkarlarsa plan bozulur." dedi ve yavaşlayarak arabayı sağa çekti.


Sesinin en sakin tonuyla,


" Tamam, şimdi aşağı inip benim lanet, insanları hor gören kendini beğenmiş biri olduğumu söyle. Hakaretlerimden bıkmış ve beni onlara teslim etmişsin gibi davran." dedim.


Yüzüme uzaylı görmüş gibi baktı,


" Sorgulama Murat dediğimi yap! Akıllı ol! Ayşe ile beni papaz edersin. İkimize de bişey olmayacak. Benden nefret ettiğine inandır onları." dedim tüm ciddiyetimle. Şakaya gelir yanımız yoktu. Bıçak sırtı bir işe kalkışmıştık.


Arabadan inip tam da dediğim gibi konuşmaya başladı. Cihan ağa gelip kapımı açtığında Murat'a hakaretler yağdırarak indim arabadan diğer yandan da zırıl zırıl ağlıyordum. Benim soğukkanlı kalıp onlara kafa tutacağıma o kadar eminlerdi ki, bu halimi beklemedikleri için hepsi birbirine baktı kısa süre.


"Sen kimsin de bizi satıyorsun, Boran bunun hesabını senden soracak Murat efendi!" diye bağırdım ağlayarak.


"Cihan Ağam, ben bu hakaretleri kaç aydır çekiyorum. Ekmek yediğim kapıya ihanet etmem ama daha fazla bu kadının beni ezmesine tahammülüm kalmadı. Erkek adamım gücüme gidiyor artık." dediğinde rolünü hiçde fena oynamıyordu.


Benim çekilmez bir insan olduğuma kanaat getirmiş olduklarından Murat'ın ihanetini de daha fazla sorgulamadı hatta en iyi adamını yanlarına çekip Boran'ın canını daha çok yakmanın hesabını yapmaya başladılar.


Arabadan inerken o kadar yaygara çıkardım ki üstümü aramak akıllarına bile gelmedi. Sonrasında ise dedikleri hiç birşeye itiraz etmedim, arabaya bin dediler bindim, in dediler indim. Bebeğimi tehlikeye atacak hiç birşey yapmadım.


Depoda ellerimi bağladıklarında da Boran'ın gelmesini ve sakin olmasını diledim sadece. Şükür ki geldiğin de o da soğuk kanlı görünüyordu. Beni görmesi ile bir hışım Cihan'a döndü ama tam arkasında dikilen Murat'ı görünce omuzlarının düştüğünü, bu darbenin ona çok ağır geldiğini sırtı dönük olsada anlamıştım.


Tek bir an korktum, hem de çok korktum. Boran, Cihan'ın durması için bağırıp, silah çekmesine rağmen tereddütsüz yanıma ulaşıp dudaklarını ellerimle buluşturduğun da. Bir yanı gerçekten deliydi, hani gözü kara derler ya, her manada gözü karaydı. Ben onu kara gözlerine bakmaya doyamıyordum.


Ordan kurtulmamız zor olmadı belimdeki silahın varlığını, Cihan'ın bir anlık zaafından yararlanıp Boran'ın kulağına fısıldamıştım, tabii Murat'ın hain olmadığı da. Emin olmak için gözlerime öyle bir bakışı vardı ki gözlerin de çok duyguyu aynı anda gördüm.


Gerisi çorap söküğü gibi geldi, Zelal'in ses kaydını namlunun ucunda dinleyen Cihan'a üzülmekten kendimi alamadım. Bir ağabey için yaşadığı yıkım çok büyüktü.


Bütün bu olanların üstüne bizi sakinleştirecek tek şey birbirimize yakın olmaktı. Arabada ondan özür dilerken dudaklarıma kapanan adamın kalbindeki merhamete ve aşka sığındı dudaklarım.


Onun kokusunda sakinleştim, o da bende dinlenirdi kalbini.


Fakat günün en özel anı bebeğimizin kalp atışlarını dinlediğimiz andı. İmkansız sanarken döktüğümüz göz yaşlarına inat iki damla sevinç göz yaşı şakaklarıma süzülüyordu. Şefkatli parmaklar yakaladı hemen, alnıma değdi sıcacık dudakları...


Ülkü'nün bizi imrenerek izlediğini gördüm. Onun hekim olarak sıkça şahit olduğu bir andı oysa, belki bizde kendi evliliği için umut görüyordu.


Evimize geldiğimizde salonda ki büyük köşe takımında Boran'ın göğsüne uzandım.


"Yarın ne yapmayı düşünüyorsun?" diye döküldü dudaklarımdan.


Boran'ın gemileri yakmasından korkuyordum, rest çekip elimi tutup bu toprakları terk etmesi, bana yapılacak hadsiz tek söze bakıyordu sadece, sabrının sonundaydı sanki,


"Bilmiyorum güzelim, akışına bıraktım. Sen yanımda ol gerisi gözümde değil. Bizi gözden çıkaracak olurlarsa bedelini yine kendileri ödeyecek, biz değil bu topraklar kaybedecek." dediğin de düşündüklerim de haklı olduğumu anladım.


Eli bebeğimizin üzerine gitti,


" Ya bu toprakları yaşanır kılacağız yada yaşanır bir diyara yol alacağız Derya'm... " dedi saçlarımı okşayan elini tutup avuç içine bastım dudaklarımı, tam kader çizgisinin üzerine.


Avucunu açıp ona gösterdim öptüğüm yeri,


"Bak bu kader çizgisi, seni bana yazan rabbime bir değil, bin şükür ediyorum. Sen ne dersen o Boran, gidelim dersen gideriz. Kalalım dersen sonuna kadar savaşırız. Yeter ki el ele olalım. Kader çizgimiz bir olsun."


O da benim avuç içime, Kader çizgime öpücük kondurdu.


"Sen nasıl bir kadınsın, bütün yükümü sırtımdan çekip bana güç veriyorsun. Sizinle el ele törelere karşı savaş açmak benim için zevktir avukat hanım." dediğinde boynuna sokuldum. Kulağına fısıldadım,


"Ülkü dedi ki artık beni kucağına alıp üst kata çıkarabilirmişsin."


Kaşları havalandı,


" Nasıl yani? " diyebildi zar zor bulduğu sesiyle.


"Öyle yani, bebeğimiz çok güçlüymüş. Ayına göre gayet güzel ilerliyormuş. Bana güzel tutunmuş..."


" Yani? " dedi daha açık konuşmamı istiyordu sanırım.


" Yani ne Boran..." dedim kucağına yerleşirken "illa çıkıp bordo elbiseyi mi giyeyim?" diye sitem ettiğimde biraz evvel ki gerginliğinden sıyrılmış alev alev gözlerle beni izliyordu.


Üzerimde ki kazağı tek hamlede çıkardığın da,


"Madem öyle manzaramız güzel olsun, değil mi karıcım?" dedi gözleri bedenimde gezerken.


Bende onu taklit edip kazağını çıkarmak için hamle yaptığımda kollarını kaldırıp bana yardım etti.


"Kesinlikle katılıyorum hayatım." dedim kollarımı çıplak bedenine sararken.


Ayağa kalktığında bacaklarım beline dolandı. Her basamakta birbirimize daha çok karışarak odamıza çıktık.


Her zerremde onu hissetmeyi özlemiştim...


❇️


Gece geç vakit uyanmamı sağlayan tek şey guruldayan midemdi. Gözlerimi zar zor açtığımda Boran yanımda yoktu. Üzerimde bornoz ile uyuyakalmıştım. İç çamaşırlarımı giydikten sonra Boran'ın tişörtünü üzerime geçirip merdivenlerden inmeye başladım, arka taraftaki kış bahçesinden sesi geliyordu. Telefonla konuşuyor olmalıydı, konuşmasının hararetine bakılırsa konuştuğu kişi Devran olabilirdi.


Kapalı olan verandaya adım attığımda ise olduğum yere adeta çakıldım, Umut gece yarısı bizim evde ne geziyordu ve ben üzerimde sadece Boran'ın tişörtü ile onun karşısında ne arıyordum.


İkisi de benim varlığımı ilk anda algılayamamış olacaklar ki bir süre bana baktılar. Kendine gelen Umut bakışlarını hızla çekerken, ben yanımdaki koltuğun arkasına adeta yengeç gibi yan yan sığındım.


Boran hızla yerinden kalktı,


"Sen neden uyandın güzelim?" diyerek yanıma gelip beni içeri yürüttü.


"Karnım acıkmıştı, siz ne yapıyorsunuz bu saatte?" dedim haklı olarak. Kendi evimde görmeyi bekleyeceğim son insanı, gece yarısı evimde bulmuştum sormak hakkımdı kanımca.


Bana cevap vermezken merdivenleri çıkmıştık bile. Üzerimdeki tişörtü çıkardı, başımdan bana ait olan swetşörtü geçirip saçlarımı kurtardı. Bacaklarıma geçirdiği eşoman altını yukarı çekip düzeltirken çocuk gibi hissettim kendimi.


" Boraaan..." dedim en sonunda sitem ederek.


"Derya biliyorum haberin yoktu, ama müsade et o adamın seni bu halde gördüğünü hafızamdan sileyim." dediğin de bunu gerçekten yapabilmeyi diliyor gibiydi.


"Hafıza kaybı çok sevimli bir durum değil kocacım, tavsiye etmem." diyerek kıkırdadım.


"Kafasına sert birşeyle vursak unutur mu? Filmlerde öyle oluyor ya..." dediğinde kahkahamı tutamadım.


O ise gayet ciddi ifadesini bozmadan alnını kaşıdı sıkıntıyla,


"Ben sana yiyecek getiririm sen en iyisi burda kal." dediğinde,


"Saçmalama Boran yani eve çağırmışsın, misafir sonuçta hoşgeldin diyeyim."


Derince nefes alıp içli bir Offf çekti. Bense onun önünden yürüyüp odadan çıkmıştım bile.


Tekrar kış bahçesi olan verandaya çıktığımızda Umut'a elimi uzattım,


"Hoşgeldin" dediğim sırada kaşının üzerinde az önce fark etmediğim yarabandını gördüm. "Kaşına ne oldu?" dedim ister istemez.


"Hoş buldum" derken eli kaşına gitti refleks olarak, "Önemli değil, Boran yardımcı oldu sağ olsun. Terzi gerçekten kendi söküğünü dikemiyormuş." dedi espriye vurarak.


Boran, Umut'un yarasını mı sarmıştı. Bu hayatta gerçekten çok ilginç şeyler oluyordu.


Soran gözlerle Boran'a döndüm,


"Güzelim mutfakta yemekler var, konaktan yollamış annemler. Hadi sen karnını doyur uykun açılmasın." dedi beni ortamdan bir an evvel uzaklaştırmak için.


"Sen?" dedim soran gözlerle "yemek yedin mi?"


Sessizliği bana cevap olunca Umut'a döndüm,


"Sen yemek yedin mi?"


O da sessizliğin onay olduğunu anlamış olacak ki cevap gelmedi.


"Peki... Siz önemli işler peşindesiniz anlaşılan, ben mutfaktayım yemek hazır olunca gelirsiniz." deyip mutfağa geçtim.


Boran'ın dediği gibi saklama kapları yemek doluydu ama hiç birine dokunulmamıştı.


Masaya üç kişilik servis açıp elimdekileri masaya dizdim, bu saate hiç yeni gelin sunumu yapacak halim yoktu.


Boran ve Umut itirazsız gelip mutfaktaki masaya yerleştiler.


"Eviniz çok güzel keyifle oturun" diyen Umut mutfağı incelerken gerçekten beğenmiş görünüyordu.


"Huzur verseler oturuyoruz aslında." dedim Boran'a bakarak uykusuzluktan göz altları kararmıştı.

"Siz yarın için mi bir araya geldiniz?" diye sordum açık açık.


Elindeki içli köfte ile yeni bir aşka yelken açan Umut,


"Oporosyon bitti bugon." diye ağzındaki lokmaya rağmen konuştuğunda Boran onun bu haline güldü.


"Sabahtan bu saate kadar kaşıma inen yumruk dışında birşey yemedim de kusura bakmayın." dedi şakaya vurarak.


"Bu bizim işimize yarar mı?" dedim Boran'a dönüp,


"Yarayabilir mi? Onu konuşuyoruz." deyip o da ağzını börekle doldurdu.


"Sen niye yemedin acaba Boran Ağa, aç durunca sorunlar çözülüyor sanki?" diyerek söylendim.


Mutfağımda asla yan yana gelmez dediğim iki adam karnını doyurunca birer kupa kahve ile tekrar kış bahçesine çıktılar. Bende odaya çıkıp uykuma kaldığım yerden devam ettim.


Sabah gözlerimi Boran'ın kollarında açtım, ne zaman uyuduğunu bilmediğim için uyanmasını istemedim. Yavaşça kollarından sıyrılıp çıktım odadan. Elimi yüzümü yıkayıp mutfağın yolunu tuttuğum sırada tıklatılan kapıyı açtım, Ayşe'yi görünce gülümsedim.


"Günaydın Derya abla." dedi ışıl ışıl gözlerle.


"Günaydın güzellik" dedim neşesine ortak olarak.


İçeri girdiği gibi kollarını boynuma doladı. Ne olduğunu anlamak için bakışlarımı onu getiren Murat'a çevirdim. Yanda ki evi işaret ettiğinde Ayşe'nin neşesinin sebebini anlamıştım.


"Gelin hanım beğendin mi evi?" dedim ona takılarak.


"Derya abla hayallerimden bile güzel, çok güzel..."


"Siz de en güzeline layıksınız zaten, Murat da sende bizim için çok değerlisiniz bunu sakın unutma." dedim.


Dolu dolu gözleri ile bana bakan kıza sarıldım tekrar.


Beraberce mutfağa geçip enfes bir kahvaltı hazırladık.


Boran aşağı indiğinde gördüğü manzaradan oldukça memnundu.


Sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi,


" Ayşe, Murat'ı da çağır beraber kahvaltı yapalım." dediğin de bana göz kırmayı ihmal etmedi. Kalbime zarardı kendileri.


Birlikte oturduğumuz sofrada Ayşe ve Murat'ın çekindikleri her hallerinden belliydi. Ben Ayşe'nin tabağını doldururken, Murat'a da gözlerimle kahvaltılıkları işaret etmekle meşguldüm.


Boran,


"Murat dün herşeyi göze alıp Derya'nın yanında olman benim için çok kıymetliydi. Sana öyle güveniyorum ki Cihan'ın arkasında görünce yaşadığım hayal kırıklığını, hayatımda sayılı yaşamışımdır." dediğin de Murat başını öne eğdi. "Senin yerinde Devran olsa ancak o kadar şaşırırdım. Aklım almadı orada olmanı, ihaneti asla sana yakıştıramadım."


Murat mahcup tavrıyla,


"Ağam öyle olmak zorundaydı, Derya hanım anlatınca planı aklıma yattı. Yoksa beni çiğnemeden kimse senin mahremine el uzatamaz." dedi koyu kahve gözleri önce Boran'ı sonra Ayşe'yi buldu.


"Biliyorum ve diyorum ki, siz benim kardeşimsiniz. En kısa zamanda düğünü yapalım. Eviniz hazır, keyfinizce dayanıp döşenecek." dedi çatalıyla yan evi işaret ederek.


"Ağam ben bunları kabul edemem. Biriktirdim paramı elimden geldiğince yaparım hepsini." dedi Murat.


Boran geriye yaslandı,


"Haaa sen yanlış anladın, ben kız tarafıyım. Ayşe'nin çeyizi onlar dizmek bana düşer. Sen hanım ağanla altındı, takıydı eksikleri alırsın. Kendisi oğlan tarafı, kız isteme de tecrübeli sayılır ama Bayram ağa'dan kız almayı başarabilir mi göreceğiz?"


Ayşe buruk tebessümü ile baktı Boran'a. Ablasından başka kimsesi yoktu, zaten ona da yeni kavuşmuştu.


Murat ile göz göze geldik,


"Sakın itiraz etme vallahi istemem kızı, bak benden başkası Bayram ağa'dan kız alamaz bunu sende biliyorsun." dedim kaşlarımı çatarak.


Ayşe ile birbirine baktılar, ikisinin de gözleri dolsa da Murat çabuk toparladı.


"Nasıl derseniz öyle olsun Hanım ağam." dedi tüm samimiyetiyle.


❇️


Saat ikiye gelirken Boran üzerinde siyah takım elbisesi, siyah gömleği ile çıktı giyinme odasından, bende siyah kruvaze diz hizasınsaki elbisemle onu bekliyordum. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapmış sadece rimel sürmüştüm.


"Derya gelmesen daha iyi güzelim, sen yanımdayken hadsizlik ederlerse sakin kalamam." dedi son kez rica ederek.


"Bende geleceğim Boran, madem ben konuşuluyorum cesareti olan yüzüme konuşsun. Sen de sakin kalacak onlara istediklerini vermeyeceksin. Gideceksek de başımız dik gideceğiz bu topraklardan."


Aramızda ki mesafeyi kapatıp dudaklarını alnımla buluşturdu. Dudakları tenime değerken,


"Kalsak da, gitsek de senin eşin olmaktan her zaman gurur duyduğumu bil. Beni hiç bir zaman pişman etmedin, iyi bir oyun arkadaşıyken, ömrümü adayacağım

hayat arkadaşım oldun. Seni çok seviyorum..." dedi sıcacık sesiyle.


"O gurur bana ait Boran, iyi ki seninle bu yola çıktım. Üzülsem de pişman olmadım. Her zaman sevdim, hep de seveceğim... Sonsuza kadar." dedim nefesim tenine değerken mührümü gamzesinin üzerine bıraktım.


Evden çıkıp, Murat'ın kullandığı araba ile yola çıktık,


" Kaç kişi katılacak toplantıya, yani bütün aşiret ağaları olacak mı? " diye sordum ortamı ön görebilmek için.


Boran camdan dışarı bakan ama aklının çok başka yerlerde gezdiğini ele veren bakışlarını bana çevirdi.


"Bütün aşiret liderleri olmaz, Cihan ile Şilan kaçtığında bizim avluda ki gibi bir curcuna beklemiyor yani bizi." deyip elimi tuttu. "En iyi tanıdığından başlarsak Hüseyin Karacahan olur, şimdiye kadar hep babamın yanında durdu ama son olaylardan sonra tarafını değiştirecektir. İyi ihtimalle tarafsız kalır ama bu çok iyimser bi yaklaşım..."


Onu anladığı belli etmek için başımla onayladım.


" Kaç büyük aşiret var? "diye sordum.


" Beş... Biri de Doğan ağa tahmin edersin ki elinden geleni yapacaktır babamın yerine geçebilmek için." Derince nefes alıp devam etti. " Bu günün kaderini Asım Aladağ ile Civan Ağa belirleyecektir." dedi.


" Aladağ? " diye sordum." Doktorum olan Ülkü Aladağ ile alakası var mı? Sadece isim benzerliği mi? "


"Ülkü'nün kayınpederi olur kendisi, akıllı adamdır ama töreye çok bağlıdır." dediğinde kafam da taşları yerine oturtmaya çalışıyordum.


"Onun da tarafı belli o zaman?" dediğimde hoşnutsuz ifadesi ile beni onayladı. Son umut "Civan Ağa aklı başında bir adam olsun lütfen?" dedim ama gülüşü büyük yanıldığımı anlamamı sağladı.


"En eski kafalısı odur. Oğlu bile çekti gitti hâlâ akıllanmadı." deyip duraksadı. "Benan'ı istediğimiz akşam Dağhan vardı hatırlıyor musun?" diye sordu.


Gözlerimi kısıp hafızamı yokladım. Biz de oğlan tarafıyız diyen neşeli bir çift belirdi zihnimde.


"Barlas'ın kuzeni Sevinç'in eşi mi?" diye sordum.


"Aynen güzelim, Dağhan'ın babası Civan Ağa. Ailesinin eşini buralardan değil diye istemedi. O da gemileri yakıp Kayseri'ye yerleşti. Çok dil döküyorlar Mardin'e gelsin, aşiretin başına geçsin diye ama gelmez. Ne Dağhan gelir, ne de karısını öyle baskıcı bir aile düzeninde ezdirir."

Yüzüm düşmüş olacak ki,


" Derya bu savaşta yanlız kalsak da dert değil. Ben doğruyu biliyorsam gerisinin ne düşündüğü umrumda bike değil. Senin de olmasın..." diyerek elimin üzerine dudaklarını bastırdı.


Devamı sessiz geçen yolun sonunda Doğan Ağanın konağına ulaştık. Eski konağın büyük avlusunda Bayram babam ve Devran bizi bekliyordu. Boran'ın elindeki dosya dikkatlerini çektiğinde, ortam kalabalık olduğu için sessiz kaldılar.


Boran,


"Baba ne sen, ne de Devran karışmayın bugün sadece ben hakkımı arayacağım." deyip kalabalığa aldırış etmeden elimi sımsıkı tuttu. "Benim yolum bugün çizilecek." dedi.


Gülen gözlerle birbirinden ayrılmayan ellerimize baktı Bayram babam,


"Sen ne karar verirsen arkandayım Boran. Biz senden gizli iş yapmak istemedik oğlum, madem bu kadar küçüldüler başlarına ne gelecekse yaşamayı hak ediyorlar. Bugün benim kızımı üzerlerse, ben de bunca yıl verdiğim savaşı bırakırım. Doğan'ın insafına kalmayı hak ediyorlar demektir." deyip kolumu sıvazladı.


Buruk bir tebessümle cevap verdim.


İçeri geçmeye başlayan insanlarla U şeklinde yerleştirilmiş sedirlerin sağ yanına Bayram babam, ben, Boran ve Devran olarak sıralandık, sol yanına Doğan Ağa geçti. Normalde bu toplantıyı Bayram babamın yönetmesi gerekirken taraf olduğu için, Asım Aladağ baş köşeye geçti. Onu tanıtan Boran'a,


"Ülkü'nün kayın pederi?" diye sordum, gözleriyle onayladı beni. Hüseyin Karacahan, Doğan ağanın yanındaki yerini alırken buna şaşırmadım. Bayram babam eski dostuna baktı acı bir tebessümle.


Hüseyin ağanın yanına onun yaşlarında sakallarına yer yer beyazlar yerleşmiş bir adam oturdu.


"Bu kim?" diye sordum.


"Dağhan'ın babası Civan ağa."


Görünen o ki Doğan ağa iki büyük aşireti de yanına çekmişti. Bu yolda yanlızdık. Hüseyin Karacahan ile yolların ayrılması bütün dengeleri bozmuştu. Salonda bulunan beş aşiretin Ağası da yerlerini alınca Asım Aladağ konuşmaya başladı.


"Hepiniz hoş geldiniz ağalar" dediğin de Hoş bulduk sesleri birbirini takip etti.


"Bayram ağam torun haberin hepimizi mutlu etti. Mübarek olsun." dediğin de Bayram babam,


"Sağol Asım Ağa, sağlıkla gelsin inşallah." diyerek tebriğini kabul etti.


Asım Aladağ,


"Ağalar bugün burada toplanma sebebimizi biliyorsunuz ama Doğan Ağa'dan dinleyelim bir kere daha." dediğin de Boran araya girdi.


"Doğan Ağa derdini anlatmadan önce hepimizi ilgilendiren daha önemli bir konu var, önce onun görüşülmesini teklif ediyorum." dediğin de bu çıkışını bende beklemiyordum.


Asım Ağa,


"Boran oğlum, bugün Doğan ağanın isteğiyle toplandık, biliyorsun ki bu ikinizin aşireti için de çok önemli."


"Biliyorum Asım Ağa, yanlız konuşulmasını istediğim mesele daha acil ve dün gece sonuçlandığı haberini aldığım bir konu. Hepinizi dahası bütün Mardin'i ilgilendiriyor." dediğin de hepsinin kaşları çatıldı.


Birbirlerine baktılar bi süre,


"Buyur anlat bakalım, sonrasında Doğan ağayı dinleriz." deyip sözü Boran'a verdi.


"Konuyu size Doktor Umut Bey anlatacak" dediğin de telefonu kulağına götürdü. Kısa süre sonra kapıda Umut göründü.


İçeri girdiğin de yabancısı olduğu ortamın onu gerdiğini anlayabiliyordum. Ağalara başını eğerek selam verip Devran'ın yanına oturdu.


Umut operasyonu baştan sona anlattığın da karşımda ki adamlar da bizim ilk duyduğumuz da düştüğümüz dehşete düşmüş görünüyordu.


"Bakın Beyler bu çok büyük ve karışık bir işti. Boran ağadan yardım istediğim de o da bana inanmakta zorlandı. Hatta onu ikna etmek için korumalarından birinin adını vererek test yaptırmaya ikna ettim. Sonuç tahmin ettiğiniz üzere olumsuz geldi. Teyit etmek için yaptınız testte sonuç ilkinden çok farklı çıkınca bize yardım etmeye karar verdi. Dün gece isim isim elimizdeki numunelerin kimlere ait olduğunun listesini çıkardık. "dediği sırada Boran elindeki kağıtları karşısında oturan adamlara dağıttı, konuşmayı devraldı.


"Hepinizin aşiretinden kimlerin bu tuzağa düştüğü o kağıtlarda yazıyor. Dahası burda ki Ağalardan birinin oğlu da bu tuzağa düşmüş. Demem o ki hiç haberinizin olmayacağı torunlarınız olabilirdi. Şimdi bu işi neticelendirdiğimiz için gönül rahatlığıyla size anlatabiliyorum. Öncesinde söyleyemezdik çünkü numuneleri yurt dışına çıkarmak için harekete geçmelerini beklemek zorundaydık."


Asım Ağa,

" Tövbe estağfurullah... Bunlar nasıl insanlar doktor bey oğlum. Sağolasın hepimizi büyük vebalden kurtarmışsın" dediğin de bu insanların öz ailesi olması Umut'un da canını yakıyordu. Sessizliğini çok iyi anlıyordum.


"Benim söyleyeceklerim bu kadar" diyerek ağalarla tek tek tokalaşıp çıktı.


Doğan ağanın elindeki en büyük silahını boşa düşüren Boran'ın keyfi yerindeydi.


Asım Ağa,


"Boran oğlum bu iş yinede burdan çıkmasın, iyi ki sen sessiz sedasız halletmişsin. Sağol, varol tam Bayram ağanın şanına yakışır evlatsın."


Boran için duyduklarının önemi yoktu ama Bayram babamın gururunu gözlerinden okudum.


Asım Ağa,


"Şimdi gelelim Doğan ağanın meselesine "dediğinde konu aslında açılmadan kapanmıştı bana göre.


Asım Ağa söz hakkını Doğan Ağa'ya verdiği sırada odanın kapısı açıldı. İçeri giren üç genç adam toplantıya katılmak için Ağalardan müsade istedi. Anladığım o ki Mirza Aladağ, Bekir Karacahan ve Dağhan Ağa buraya Boran için gelmişti. Hepsi bizden tarafa olan boş sedire yerleştiğin de Doğan ağanın keyfinin kaçtığı belliydi. Kendi tarafına çekmeye çalıştığı ağaların, varisleri açık açık bizi destek veriyordu. Babaları dahi burada olmalarına en az, bizim kadar şaşkınken. Boran ve Devran ile selamlaşıp Bayram ağanın elini öptüler.


Babalar ile oğulları arasında kısa bakışmalar olsa da kimse söyleyeceklerini dile dökmedi. Gençler babalarının yaptığını doğru bulmazken, yaşını almış ağalar gençlerin bu çıkışını kendilerine saygısızlık, hatta meydan okuma olarak görüyordu.


Fakat Doğan ağa tabii ki vazgeçmedi, mahkemeden elde edemediği herşeyi bu toplantıda elde etmek niyetindeydi.


Oğluyla Elif'in ilişkisinden başlayarak, Devran'ın oğlu Savaş'ın ölümünün azmettiricisi olduğuna kadar herşeyi anlattı. Hatta Elif'in öldüğün de oğlundan hamile olduğuna kadar ileri gitti.


Boran yanımda sanki başka birinin hayatından bahsediliyormuş gibi sakin dinledi konuşulanları, anlatılanları hayretle dinleyen ahali birbirine bakarken bugün şoktan şoka girdikleri de başka bir gerçekti.


Asım ağa duyduklarını doğru olup olmadığı bu kez Boran'a sordu.


Boran gayet dik yönünü karşısındaki adamlara çevirdi,


"Ağalar benim eşim yanım da, ona karşı sevgim de saygım da sonsuz. Elif'e gelince..." deyip derin bir nefes aldı. " O beni hiç sevmedi, diyeceksiniz ki niye o kadar zaman üzülüp yasını tuttun? Ben ailem olarak bildiğim kadını koruyamamanın, günahsız bir cana kıyılmasını engelleyememenin yasını tuttum." deyip bana baktı. Sıcacık gülümsememi sundum kara gözlerine.


" Sizin merak ettiğiniz kısma gelirsek, beni aldattığını evliliğimiz boyunca hiç düşünmedim. Şimdi ise ölmüş birinin ardından bu muhasebeyi yapmak ne işime yarar, ne de bana yakışır. O günahların bedelinin ödetildiği gerçek Dünya'ya gitmişken burda bunları konuşmak çok anlamsız." deyip arkasına yaslandı.


Doğan Ağa suya düşen planlarını kurtarmak derdindeydi.


"Sen mezhebi geniş olabilirsin Boran Ağa ama ben oğlum da olsa bu suçun cezasız kalmasını istemiyorum. Senin namusun olan kadın söz konuşurken, sen beni ilgilendirmez diyemezsin." dedi onu kışkırtmak için.


Boran sakin tavrını bozmadan yönünü Doğan ağaya çevirdi,


"Beni ilgilendiren tek kadın yanımda oturuyor Doğan Ağa, ona da iftira atıp Mardin'in diline düşürmeye kalkan sensin. Ölmüş oğlunu bile kendi amacın uğruna harcarsın, biz Savaş ile hiç anlaşamadık. O bunu başkasının eşine göz dikecek boyuta getirmişse de, elimde delil yok. Ne yapalım ölmüş insanlardan hesap mı soralım." dedi gayet rahat ve onun kışkırtma çabasını boşa çıkararak.


Doğan ağa daha da hırslandı,


"Ateş olmayan yerden duman çıkmaz!" dedi hiddetle.


"Niye çıkmasın?" diye sordu Boran karşısında hırsından gözü dönmüş adama. "İki gündür Mardin de dolanan benim karıma güvenmeyip test yaptırdığım yalanı da ateş olmayan yerden çıkan bir duman değil miydi. Bunun için aşireti toplamadınız mı?"


Ağaların kafası karışmış olacak ki birbirlerine baktılar.


Asım ağa derin bir nefes aldı,


" Boran oğlum, sen inanmıyorsun diye Doğan ağanın anlattıklarını yok sayamayız. Elif için bedel ödetmek zorundasın." dediklerinde yanımdaki adamın bütün bedeni gerildi. "Ayrıca biraz evvel ki mevzuyu insanlara anlatamayız, ne hastaneye ne doktora güven kalmaz. Kuma diye tutturanların önünde duramayız." deyip sustu.


Boran ise gayet sonuç odaklıydı,


"Ne olacak yani?"


"Yanisi eşinin uğradığı haksızlığı gideremeyiz, insanların tekrar güvenini sağlayamayız. Bilirim Bayram ağanın vekilisin ama bu saatten sonra sözünü aşirete geçiremezsin. Ya eşinden geçeceksin, ya ağalıktan." dediğin de elimi tutan Boran hızla ayağa kalktı, tabii peşinden bende.


"Ben seçimimi buraya yanımda eşimle gelirken belli ettim ağalar, sizde tarafınızı belli ettiniz madem benden buraya kadar." deyip kapıya doğru iki adım atmıştı ki,


Bizimle aynı sedirde oturan üç genç adam Bekir, Mirza ve Dağhan babalarının aksini düşündüklerini belli ederek ayağa kalktı.


Bekir Karacahan babasının sessiz kalışına isyan edercesine,


"Boran dur kardeşim, yakma gemileri." dedi geri döndüremeyeceğini adı gibi biliyordu oysa. Başımı onlara çevirdiğim de Devran'ın bizimle beraber toplantıyı terk etmek için ayağa kalktığını fark ettim.


Duraksadığımız da, Bayram babamın sesini duydum,


"Bekle Boran Ağa, beraber gidelim. Lakin ağalara iki çift lafım var." dediğin de oturmamız için eli ile biraz evvel kalktığımız sediri gösterdi.


Boran; Mirza, Bekir, Dağhan ile göz göze gelip elini minnetle Bekir'in omzuna iki kez vurdu. İyi ki buradasınız demenin sessiz haliydi aralarında geçen.


Babasını çiğnemeyeceği için elimi bırakmadan tekrar yerimize geçtik.


Bayram babam bana döndü,


"Derya kızım bu ağalara diyecek sözün var mıdır? Söyle ki için de kalmasın." deyince karşımda babam yaşında ki adamlara tek tek baktım. Göz göze gelmek istemeyerek bakışlarını kaçırmaları traji komikti.


Muhatap almaya bile gerek yoktu aslında ama Bayram Ağanın bunca yıllık emeğini yok sayan adamlara meydanın sandıkları kadar boş olmadığını da göstermeliydim.


"Ne demeli bilmiyorum ki babacım, sözün bittiği yerdeyiz. Ölmüş bir kadının hakkını arayan ama hayattayken hakkımı yemekte mahsur görmeyen insanlara ne denir ki." derin bir nefes aldım. Gülümsedim ama manası çok derindi benim için, "Üniversitedeyken bir hocam vardı, kökeni bu topraklara dayanan ama kendini adalete adamış bir kadın, Mihrimah Kızıltepe. Törelerin masum insanlar üzerinden suçtan caydırma üzerine kurulu bir sistem olduğunu, berdel ve kan davasının ailendeki masumları düşünerek nefsine yenilmemeyi temel edindiğin anlatmıştı."


Doğan ağaya dönüp devam ettim,


" Ve derdi ki burada en büyük zafiyet bencil insanların yok sayılmasıydı. Kardeşini, evladını hatta ana babasını kendi hırsı uğruna harcayacak bencil insanlar var oldukça töre hep zalim olaracak, hep can yakacaktır." dediğim de bencil olduğunu belli etmekten hiç bir zaman çekinmeyen Doğan ağa ile bakışlarımız birbirimize meydan okuyordu.


Onunla bu anlamsız düelloyu bitirip Hüseyin Karaca'na döndüm.


"Dün oğlunuz Cihan Karacahan beni kaçırdı." dediğim de ortam da buz gibi bir rüzgar esti. Şoktan ilk sıyrılan Bayram babam olurken,


" Ne demek kaçırmak, benim niye haberim yok?" diye kükredi. Devran'ın onu sakinleştirmesi zor olmuştu.


"Ben kızınızdan ayrısınız, bir evladınızla daha sınanmayın istemiştim ama sanırım bencil olmak da fayda var. Siz düşünün oğlunuzu nasıl kurtaracağınızı."


Hüseyin Ağa'dan ses çıkmazdan, Asım Aladağ araya girdi.


"Derya kızım bizi de anlaman lazım, buraların bir düzeni var. Uymak zorundasın, seni kurtarmak için bütün taşları yerinden oynatamayız." dediğin de güldüm ama histerik bir gülüştü.


"Bu toplantıyı yönettiğinizi bütün Mardin bilecek Asım Ağa, insanlar verdiğiniz hükmet de saygı duyacak belki. Ama siz en büyük kaybı kendi haneniz de yaşayacaksınız. Bu haksızlığınızı sizin yanına bırakmaz Ülkü Aladağ. Çünkü sizin sandığınızın aksinize, bize dokunmayan yılan bin yaşasın demenin kendi sonumuzu hazırlamak olduğunu bilecek kadar zeki kadınlarız." dediğim de Asım ağanın bakışları oğlu Mirza Aladağ'ı bulmuştu.


Onlara göre tuzu kuru olan yada öyle olduğunu sanan Civan Ağa,


"Sen bizleri tehdit mi ediyorsun gelin hanım? " dedi alaylı bir ifadeyle.


"Kimseyi tehdit etmiyorum Civan Ağa, gitmeden önce yapacaklarımı anlatıyorum. Bu arada Kayseri'ye yerleşmeyi düşünüyoruz. Gelininiz Sevinç'i de Mardin'de yaşamamakla ne kadar doğru bir karar verdiği konusunda tebrik edeceğim." dediğim de Dağhan'ın yüzüne saklamaya gerek duymadığı memnun bir gülümseme yayıldı. Babasının hakkından gelmem hoşuna gitmişti anlaşılan.


Boran elimi tuttuğunda ona döndüm, bakışlarında ki hayranlık tüm ruhumu okşadı. Sözü ise her biri sus pus olmuş ağalaraydı,


"Siz sanıyor musunuz ki ben karıma attığınız iftirayı temizlemeden gideceğim. Huzurunuz bozulmasın diye gizlice örtbas ettiğim sperm bankası operasyonunu tüm Mardin öğrenecek. Benim o testi neden yaptırdığımı herkes bilecek. Ardımda nasıl bir cehennem bıraktığım umrumda bile olmaz. Hanginizin kızının üstüne kuma gelir. Hanginizin oğlu zürriyetsiz ilan edilir bu saaten sonra sizin sorununuz." dedi açık açık tehdit eden oydu aslında.


Boran'a sen bizi tehdit mi ediyorsun demeye cesaret edememiş olacaklar ki, hepsi birbirine baktı. Bunu beklemedikleri çok açıktı. İşler istediği gibi gitmeyen Doğan ağanın keyfi kaçmış olsa da Bayram ağanın bunca olanın üstüne aşiretin liderliğini bırakacağını da biliyor gibiydi.


Bayram babam sessizce dinledi konuşulanları. Yanımızdan kalkıp Asım ağanın yanına, yani esas oturması gereken baş köşeye geçti.


" Doğan..." dedi gözleri yerde ki halıya dalıp gitmiş adam yavaşça bakışlarını açıkça düşmanlık etmeye çekinmediği Bayram babamın gözlerine dikti. "Yıllardır ettiğin düşmanlığın sonuna geldik. Sen bugün istediğini alacaksın. Sana tek bir soru soracağım."


Hepimiz sus pus olmuş yıllardır süren düşmanlığın bitişini ve biterken sorulacak kadar bekletilmiş soruyu merakla bekliyorduk.


Doğan ağa yerinde dikleşti, sanırım o da gelecek soruya odaklanmıştı.


"Dilan'ın canına kıyacağını bilsen, yine Mustafa ile Havva'yı yakalayıp aşiretin önüne atar mıydın?"


Duyduklarımla Boran'a döndüm, bu düşmanlığın temelinde Bayram ağanın tek sevdası Dilan vardı demek ki.


Doğan ağanın gözlerinden çok duygu aynı anda geçti ama bunların içinde pişmanlık yoktu,


"Bugün olsa yine aynı şeyleri yaparım Bayram, Dilan benim olmadıysa senin de olmadı." dedi tüm bencilliği ile.


Bayram babam gözlerini kapattı acı ile, eli ceketinin iç cebine gitti. Eskimiş, saman kağıdından bir zarf çıkardı. Titreyen parmakları ile içindeki mektubu açtı,


Bayram, sen ve ben hiç bir zaman bu topraklara ait olmadık. Sen okumaya gittiğinde 'bekle dönünce evleneceğiz' demedin. 'Dilan'ın ümidini kaybetme sen de okuyacaksın, bu topraklara adalet getireceğiz' dedin.


Bayram'ım, hayat bize gülmedi. Berdeli kabul etmek zorundasın, kimse kardeşinin cenazesi üzerine yuva kuramaz. Sen daha Dilberle nikahlanmadan, Doğan kapımızda bitti, yüzüğün parmağımdayken 'ölürüm yine senle evlenmem' dediğim adama sözler verildi. Ben bilmiyorum sanıyorlar ama herşeyden haberim var. Ayrılığının acısına bile kanamadım...


Biliyorum sen her zaman çözüm bulursun. Biliyorum beni kimseye yar etmezsin. Ben de senden başkasına yar olamam zaten. Fakat gücümüzün yetmediği yerdeyiz.


Gidiyorum, ailemin yüzünü eğip verdikleri sözü çiğneyemem, Dilber'in üstüne kuma gelemem. Bizim kavuşmamız mahşere kaldı çavreşamın(karagözlüm). Benim bu törelere gücüm yetmedi ama senin yetsin Bayram. Dilber'i suçlama, hayal ettiğimiz evlatları onunla yetiştir. Bu topraklara seninle deli bir Boran bırakmak istedim, olmadı... Ama karagözlü bir oğlun olursa adı Boran olsun. Belki bizi yarım bırakan törelerin gücü ona yetmez... Dilan'ın gücünün yetmediği yerde bile dik duracak kadar deli bir kız bul oğluna, bu topraklarda adaletin simgesi olsunlar.


Seni çok seviyorum çavreşamın.

Dilan'ın.


Mektubu katlayıp yine sol göğsünün üstüne gelecek şekilde cebine koydu. Gözlerinden akan yaşları ancak fark etmiştim.


"Sen benden Dilan'ı alabileceğini sandın, bencildin hâlâ da öylesin Doğan. Benden buraya kadar ağalar, şimdiye kadar sevdiğim kadının vasiyeti için çabaladım. Yıllardır kimsenin hakkını yemedim, yedirmedim. Dilan'ımın dediği gibi onun gücünün yetmediği yerde size meydan okuyacak kadar gözü kara kızı bulduğunda tamam Bayram dedim gözün açık gitmeyecek, Dilan'ın vasiyetini yerine getireceksin."


Bana dönüp gülümsedi,


"Derya'yı size yedirmem, hoş bana ihtiyacı yok, hiç bir zaman da olmadı. Hepinizin hakkından gelmeyi iyi bilir. Fakat onun gibi hanım ağa bu topraklara çok fazla. Dediği gibi, ölü olan Elif'in hakkını aradınız ama benim kızıma iftira atan adama hesap sormak aklınıza bile gelmedi. Bundan sonra layık olduğunuz gibi yönetileceksiniz. " deyip parmağındaki Mardin ağalığını temsil eden yüzüğü çıkarıp Asım Aladağ'ın önündeki sehpaya bıraktı.


Yerinde kalkacağı sırada Mirza Ağa,


" Bayram amca yapma, oluk oluk kan akar bu topraklarda. Müsade et orta yol bulalım." dedi kendinden oldukça emin çıkan sesiyle tüm bakışlar ona dönmüştü.


"Babanın yapmadığı neyi yapacaksın Mirza?" diye sordu Bayram babam.


"Babamın yapmadıklarının peşinde değilim, ama burdan bu haksız hüküm çıkarsa ben de karımın elinden tutup gideceğim, devranın dönmesini bekleyip bu düzene evliliğimi feda etmeye niyetim yok. Belli ki en başından Dağhan haklı, Boran savaştı olmadı, ben dediklerini yaptım olmadı. Ya Derya hanıma attılan iftirayı temizlersiniz yada kendinizi çok kıymetli aşiretinize liderlik edecek diğer oğlunuzun yapacaklarına hazırlarsınız."


Mirza'nın abisinin ağalığa layık görülmemesinin sebebi neydi bilmiyorum ama Asım ağanın bu tehditi ciddiye aldığını gözlerinde gördüm.


Bekir zaten Zelal'in yaptıkları ortaya çıktığından beri babasına mesafeliydi. Mirza gibi bunları söze dökmesine gerek bile yoktu. Kartlar açık ve ortadaydı. Cihan'ın sonu belli değilken, üstelik bu kadar fevri bir karakteri varken, onu ağa yapıp saygı değer bir kişi olarak tutmak çok çok çok zordu.


Civan ağa ise sözün bittiği yerdeydi. Söz geçirmediği gelini ile tanıştığımı duymak onun Dağhan'ın bir gün döneceğine dair umutlarını yok etti.


Doğan ağa ise bu çıkışları beklemediği için zaferinin tadını çıkaracağını sandığı anlarda şoktan şoka sürükleniyordu.


Hüseyin Karacahan oğluna döndü,


"Sende mi gideceksin Bekir?" diye sordu.


"Gitmeyeceğim baba ama ağalık da etmeyeceğim. Ya Boran geçer başa bizde size vekalet ederiz yeni bir düzen kurulur, ya da bizi yok sayıp yolunuza Doğan ağayla devam edersiniz." dediğin de Mirza ve Dağhan da onu onayladılar.


Doğan Ağa,


"Derya hanımı zor duruma düşüren durumun yanlış anlama olduğunu açıklar bunu düzeltiriz ama ağalık bende kalacak." dedi tüm netliği ile.


Bekir Karacahan alaylıca güldü,


"Zaten yapman gerekeni bize lutüf gibi gösterme Doğan ağa, biz pazarlık yapmıyoruz. Boran aşiretin başına geçmeyecekse yokuz."


Boran tuttuğu elimi hiç bırakmazken durumdan oldukça memnundu.


"Eee... Doğan ağa benim ve Devran'ın başına çorap örerken bunu düşünmeliydin. Kim sana nasıl güvensin? Bugün bana yaptığını yarın onlara yapmayacağın ne malum?"


Ortam da buz gibi bir sessizlik oldu. Peşi sıra ise herşey su gibi aktı. Boran aşiretin başına geçip babasının yüzüğünü takarken, Mirza ve Bekir artık babalarına vekalet edeceklerdi. Civan ağa şimdilik devam etse de önemli kararlar alınırken Dağhan'ın Mardin de olması şartı konuldu. Doğan ağa da oğlunu kendine vekil kılabilir yada yanlız kaldığı bu yolda devam edebilirdi. Yanlız kaldığı için gücünü de yitirmişti.


Doğan ağanın konağından el ele çıkarken, Mardin için yeni bir sayfa açıldığını hissediyordum. Beraberce konağa döndüğümüz de iki gündür yaşadığımız gerilimi de arkamızda bırakmıştık.


Yemekten sonra kendi evimize gitmek istediğimiz de Dilber hanım bizimle konuşmak istedi. Boran'ın sorgulayan bakışları beni bulsa da hiç bir fikrimin olmadığını belli edecek şekilde dudak büktüm.


Bayram babamın çalışma odasında konuyu merak ederek birbirimize bakıyorduk. Dilber hanım gözlerini uzun süre halının üzerinde tuttu.


Sonra ise başını kaldırıp yıllar önce berdel ile birbirlerine bağlandıkları hayat arkadaşına baktı, dudakları söyleyeceklerinin zor olduğunu belli etmek ister gibi açılıp kapandı. Derin bir nefesi ciğerlerine çektiğinde, bizim aklımıza hiç gelmeyecek sözleri dudaklarından döküldü,


"Ben boşanmak istiyorum..."


Finale gidiyoruz bol bol yorum bekliyorum.


⭐⭐⭐⭐Dokunalım

lütfen 💞❤️


Loading...
0%