Yeni Üyelik
72.
Bölüm
@zamansizim84

Derya'dan,


Uykumun arasında ağlama sesi duyuyordum ama gözlerimi aralayıp kalkamıyordum. Bizim küçük prenses gece sık sık uyanıyordu. Doktorun söylediğine göre emme refleksi yüksekmiş. Saat başı emzirip uyumak döngümüz haline gelmişti.


Uyanmak için kendimi zorlarken, yataktaki hareketliliği hissettim, sonra ise Boran'ın fısıldayan sesi,


"Babacım... Anneyi çok yoruyorsun ama Gülce'm." dedi şevkat dolu sesiyle. Babasının sesini duyan prenses ağlamasını mıkırtılara dönüştürürken, "Anne dinlensin biraz biz sohbet edelim olur mu?" derken seslerden Gülce'yi beşiğinden aldığını anladım.


"Öyle güzel kokuyorsun ki, evlat cennet kokarmış derlerdi de inanmazdım." dediğinde gözümü zorda olsa aralayıp onlara baktım. Rahat emzirmem için getirdiğimiz koltukta geriye yaslanmış kızımızı göğsüne yatırmış kokusunu içine çeke çeke sohbet ediyordu.


Şu manzara öyle kıymetliydi ki benim için, döktüğümüz her damla göz yaşına bedel günler yaşıyorduk son altı haftadır. Boran bütün zamanını bize ayırıyor, işe gitse de adeta uçarak yine bize geliyordu. Onu kapıda kızımızla karşılamak, bize gelirken ışıldayan kara gözlerindeki pırıltılara şahit olmak çok güzeldi. Beni öpüp kokumu içine çekmeden kızına pas vermiyor oluşu ise çok kıymetliydi benim için.


Dilber hanım kızımızın kırkı çıkana kadar yanımızda kalmak istemiş ve bu süreçte gerçekten iyikim olmuştu. Ne zaman paniklesem, ne zaman elim ayağıma dolaşsa yanımdaydı. Onunla hiç geçirmediğimiz kadar çok zaman geçirmiştik. Boran hem anne sevgisini, hem evlat sevgisini doyasıya yaşarken onun için mutluydum. Geç kalsalarda telafi etmeye çalışıyor olmaları çok güzeldi.


Prenses babasının kokusuyla mayışsa da açlığını bir kenara atamamış olacak ki mızıldandı,


"Azcık daha sabret güzelim, nasıl kıyıpta uyandırayım anneni. Gülce ikinizin de saçının teline bile kıyamıyorum biliyor musun? Bir yılda hayatımı cennet bahçesi yaptınız. İyi ki bana geldiniz..." deyip kızının boynundan derin bir nefesi daha içine çekti.


Yavaşça doğruldum yatakta gözleri beni buldu hemen,


" Uyandırdık mı Deryam, sessiz olmaya çalıştık ama bu prenses hep aç... Daha fazla dayanamadı."


Yataktan kalkıp ona doğru yürüdüm, Boran'ın dizine oturdum. Boynundan derin bir nefesi içine çekip, dudaklarımı boynuna bastırdım.


"Ohhhh..." dedim dolu dolu, "şarjımı doldurdum, kızımla ilgilenebilirim."


"Hımmm..." dedi mest olmuş bir tonda "Benim şarjım nasıl dolacak güzelim."


Gülce'yi alıp dizinden kalktım, sırtımı yatak başlığına dayayıp kızımın karnını doyurmaya başladığımda,


"Aslında kızın birazcık müsade etse..." dediğim de kaşları havalandı. Ne demek istediğimi anlasa da konduramadı. Çapkınca süzdüm onu... Bana uyacak sandım ama,


"Çok yoruluyorsun güzelim, kızım müsade ettiğinde dinlenmeni tercih ederim." dedi.


Azcık trip atmaktan kimseye zarar gelmezdi değil mi?


"Sen beni beğenmiyorsun artık..." deyip dudaklarımı büzdüm, "Çirkin oldum tabii..." diyerek suratımı astım. Telaşa kapılışını izlemek keyifliydi.


"Güzelim deli misin? Ölüyorum senin için." diyerek kalkıp yanıma geldi. Başımı diğer yana çevirip burnumu havaya diktim.


"Derya'm bakmaya kıyamıyorum, öyle güzelsin yavrum." dediğin de dayanamayıp kıkırdadım. "Bak hele sen benimle mi uğraşıyorsun." deyip dudaklarıma sert bir öpücük bıraktı.


Ayrılmadan elimi yanağına koyup sakallarını okşadım, gamzesini bana sunduğunda alınlarımızı birbirine yasladı,


"Boran..." dediğim de sesim titredi, gözlerimin dolmasına engel olamadım, "Allah kimseyi sevdiğinden ayırmasın. Nefesinin değmediği yerde yaşayamam artık." Göz bebekleri titredi. Muhtemelen benimde titremişti. Ciğerlerine derin bir nefes doldurdu,


"Amin... Cennetim, Allah'ım bizi bir daha sınamasın. Ben sensiz nefes alamıyorum bile..." dediğin de bir kaç dakika öylece durduk. Aramızda ki sözsüz köprüden sevgimizi akıttık birbirimize. Derin bir iç çektiğim de gözlerimi ondan ayırıp kızıma düşürdüm. Uyumuştu küçük cadım. Alnımı öpüp ayrıldı benden.


Omzuma yasladığım kuzumun, gazını çıkardım. Beşiğine bıraktığımda huzurun resmini izledim biraz. Uykuda saatlerce izleyebilirdim.


Başımı yatağa çevirdiğim de kollarını açan Boran çok cazip görünüyordu. Kalbinin sesini duyacak şekilde göğsüne yerleştirim. Saçlarımda dolaşan parmakların verdiği huzurla uykuya daldım.


Sabah uyanıp gözlerimi açtığım da dünyanın en güzel manzarası ile karşılaştım. Babası ile aynı yastığı paylaşan bir adet Gülce hanım kocam ile arama girmişti bile. Ağzından düşmüş emziği, babasının işaret parmağına sarılıp yumruk olmuş eli huzurun resmi buydu işte ne eksik ne fazla... Kokusunu içime çektim, her fırsatta yapıyordum bunu. Günler öyle hızlı geçiyordu ki tek bir anı bile kaçırmak istemiyordum.


Bu eşsiz manzarayı orada bırakıp üzerimi değiştirdim. Yazlık uçuş ucuş çiçekli bir etek giyip kalın askılı beyaz bir badi ile kombinledim. Saçlarımı da açık bıraktım. Ayna da kendimi beğenmiştim. Doğumdan kalan kilolarım vardı ama emzirirken hızla verdiğim için moralimi bozmuyordu.


Mutfakta Dilber hanım ve Ayşe'yi kahvaltı hazırlarken buldum,


"Günaydın hanımlar, yine döktürmüşsünüz." diyerek ada tezgaha dizdikleri kurabiye, poğaça, sarma ve dolmalara göz gezdirdim.


Ayşe,


"Günaydın Derya abla." deyip gülümserken Dilber hanım,


"Günaydın kızım, Gülce'mizin kırkını uçuracağız ya hazırlıklara erken başladık. Uyuyor mu prenses?" diye sordu.


"Uyuyor babannesi, babasına da yapışmış sıkı sıkı elimden aldı sonunda kocamı." dedim ağzıma kurabiye atarken.


"Aman aranızda ezilir çocuğum dikkat edin." dediğinde haklılığı ile kulağımı çekip tahtaya vurdum. Çünkü anne olmak bunu otomatik yüklüyordu bünyeye,


"Allah korusun... Daha dikkatli olmak lazım haklısınız." dedim.


Kahvaltıyı hazırladığımız da Boran kollarında kızıyla indi merdivenleri, Allah'ım, bir adamın kucağına bebek ancak bu kadar yakışır.


Mutfağa girince kolunu belime dolayıp başımın üzerinden öptü.


" Günaydın hanımlar " dediğinde annesi çoktan Gülce'yi almak için kollarını ona çevirmişti bile.


"Günaydın oğlum" deyip "Kızım gel babaanneye gel!" diyerek torununu göğsüne yatırdı.


Boran boşalan kollarını hemen bana sararken sırtım göğsüne yaslıydı.


"Babannelik yakıştı ana, gitme sen Nevşehir'e nasıl dayanacaksın Gülce kızının hasretine." dedi birçok kez söylediği şeyleri tekrarlayarak.


Dilber hanım toruna aşk dolu baktı, gözleri doldu anlık,


"Gitmem lazım oğlum, burada kalmaya dayanamam artık, sık sık gelirsiniz hasreti dindiririz." dedi yine reddederek.


Ne zaman bu konu açılsa hızla kapatıyordu. Bayram babamla aynı ortam da mümkün olduğunca bulunmamaya çalışıyor olması garibime gitse de saygı duymaktan öteye gidemiyorduk. Gülcenin kırkı çıkana kadar kalmaya ikna etsek de bu akşam ki uçak ile Nevşehir'e dönmesine mani olmamıştık.


"Geliriz tabii biraz daha büyüyelim el öpmeye gideceğiz, değil mi prensesim?" dedim babannesinin kollarında huzuru soluyan kızıma.


Keyifle kahvaltımızı yaptık öğlene doğru Türkan yengem, Ela ve Zelfi de bize katıldılar. Ellerinde ki sepetler ile kırk uçurmaya başka bir boyut kattıkları kesindi.


Dualar ile kızımı yıkayıp kırkını uçurduk.


Kimine göre batıl inanç, kimine göre hoş bir ritüel olan kırk uçurma etkinliğimiz oldukça keyifli geçti.


Peşi sıra gelen misafirler ile mevlüt okundu, ikramlar dağıtıldı. Gülce hanım en minnoş haliyle arzı edam etti.



Sonunda yorgunluktan bayıldığın da misafirlerim ile ilgilenecek fırsatı bulmuştum. Kalabalıktı büyük ağaların hanımları, onların gelinleri, Ülkü, Hesna ve tanımadığım bir çok insan, ilk defa evimde bu kadar büyük bir davet misafiri ağırlıyordum.


Yaşının Dilber hanım civarı olduğunu tahmin ettiğim hanımlardan başında ki yeşil şalıyla uyumlu gözleri dikkat çeken Arjin hanım,


"Allah analı babalı büyütsün gelin hanım" deyip elindeki çay bardağını önündeki sehpaya bıraktı.


"Amin... İnşallah..." diyerek cevap verdim.


Başıyla onayladı kısaca diyeceği yada derdi bu olmadığından devam etti,


"Sen bu Mardin'in düzenini değiştirmeyi kafaya koymuşsun anlaşılan, konağı bırakıp ayrı eve geçmeler... Kız doğurdum diye başını eğeceğine, ortalarda salına salına gezmeler... Yanlız hanım ağalık böyle olmaz gelin hanım. Boran ağaya yaraşır davranman lazım. Gerçi buralardan olmayınca zor. Adet töre bilen birini alaydı böyle olmazdı." dedi şaşılası bir özgüven ile.


Ortam da buz gibi bir sessizlik olurken Ülkü'nün ellerinin yumruk olduğunu fark ettim. Malesef ki insan kayınvalidesini seçemiyordu. Onun yanında oturan görümcesi olduğunu bugün öğrendiğim Rojin ise bana söylenenlere oldukça keyiflenmişti ve belli etmekten de zerre çekinmiyordu. Gözler bana döndüğünde yüzüme en yakışan tebessümümü kondurup kadına döndüm.


"Çok doğru anlamışsınız Arjin hanım, bu düzeni kökten değiştirmek niyetindeyim. Sizde bilirsiniz ki herşeyin ilki zordur, yadırganır, eleştirilir... Ve herkes ilkleri hayata geçirecek cesarete sahip değildir." dedim, sakinliğim ve kibarlığım ile şaşırsalarda devamını bekledikleri çok açıktı...


"Kendinde bu cesareti bulamayanlar genellikle ilk taşı atanlardır. Hanoğlu konağında da keyifle yaşadım, evimde de keyifle yaşıyorum. Fakat kabul edersiniz ki herkesin bir özel hayatı var. Sandığınız gibi benim değil, Boran ağanın tercihi buraya taşınmak." dediğimde ortamda fısıldaşmalar oldu. Elindeki çayımdan keyifli bir yudum aldım.


"Kocanın ağalığı ile övünüyorsan kucağına erkek evlat verecektin avukat hanım... " diyerek tekrar konuştuğunda sakin kalmak zordu ama başardım.


"Ben bir kadınım Arjin hanım, Allah'ın bahşettiği canı bedenimde büyütüp Dünya'ya getiren bir elçiyim sadece... Yaradanın emanetine kız erkek diyip değer biçecek kadar cahil olmaktan da yine yaradana sığınırım." dediğim de mevlüdü okuyan orta yaşlı hoca hanım samimiyetle gülümseyip,


" Sonunda Mardin kendine yakışır bir hanım ağaya kavuştu çok şükür. Maşallah Derya hanım kızım, gurur duydum hanım ağamız olduğun için." derken kadınların bu anlayışta olmasından derin üzüntü duyduğu belliydi.


Arjin hanımın yüzü düşerken Ülkü dayanamamış olacak ki,


" Ayrıca hanımlar Mardin'in ileri gelen ailelerinin çoğu buradayken anlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. " deyip herkesin dikkatini kendine çekti. "Bir can Dünya'ya getirmek biz kadınlara bahşedilmiş en büyük mucize, mesleğim gereği küçücük bir canın annesinin kucağına gelene kadar yaşadığı sürece çok kez şahit oldum. Oğlu oldu diye sevinen de gördüm, kızı oldu diye üzülüp kendini suçlayanı da. Unuttukları çok önemli bir detay vardı... O da şu ki bu bebeğin annesi olduğu gibi bir de babası var ve cinsiyeti genetik olarak baba belirler." deyince ortamda uğultu birden çoğaldı.


Arjin hanım dahil herkes Ülkü'nün söylediklerini ilk defa duymuş gibiydi. Bu kadar mı kendilerinden bi haberdi kadınlar. Gençlerden bir kaçının yüzünde umut ışığı gördüm. Ülkü de, bende buralarda sözü geçecek kadınlardık. En büyük iki aşiretin hanım ağası olarak bu düzene dur diyebilmemiz çok çok önemliydi.


Ülkü ortamdan beklediğini almış olacak ki devam etti,


"Demem o ki hanımlar, kız doğurdu gelininizi yeremezsiniz, üstüne kuma getirmeye kalkamazsınız. Ne Boran ağa izin verir, ne Mirza ağa" deyip Hesna'ya döndü, kendini gülümseyerek onaylayan kadından aldığı destek ile "Ne de Bekir ağa..." diye ekledi.


Kendi kayınvalidesine meydan okuyan kadın, doktor kimliğini, eş kimliğini ve Mirza ağanın karısı olduğunu gözlere sokarken hak edene dersini verişi hoşuma gitmiş, sözü devralnanın zamanı ise gelmişti,


"Yani hanımlar, Mardin de bir devir kapandı... Yeni bir devir başladı. Sizden ricam kadın olarak kendinize değer veren siz olun. Başka bir kadını sırtından vurmak, canını acıtmak size zevk veriyorsa dönüp aynaya bakın, hangi eksiğiniz sizi bunu yapmaya itiyor. Kendini tam hisseden insan başkasına kusur bulmaya uğraşmaz."


Dilber hanımın elini sırtım da hissettim. Türkan yengemin gurur dolu bakışlarını gördüm. Belki yıllar sonra ilk defa bugün renkli giyinmişti.

Onunda eli Ela'nın dizindeydi.


Arjin hanım verilen ayarı sindirememiş olacak ki, kızınıda alarak ayaklandı. Yerimden kalksam da kapıya kadar uğurlamadım, bu da bana yaptığı saygısızlığın cevabıydı.


Devamında tüm misafirlerimi dış kapıya kadar uğurlayıp, Gülce adına teşekkür hediyeleri verdim.


Ülkü ve Hesna'ya akşam yemeğine kalmaları için ısrar ederken, niyetim günün kritiğini de yapmaktı.


Dilber hanımın uçak saati yaklaşınca Boran annesini havaalanına götürmek için gelmişti.


Ülkü ve Hesna'dan haberi olmadığı için kapıdan girer girmez kollarını belime dolayıp saçlarımı koklayarak derin bir öpücüğü alnıma bıraktı.


"Çok özledim cennetim..." deyip hemen ekledi "Gül kokulu Gülce'm nerde?"


Salonda ki küçük beşiğinde uyuyan prenses babasının gelişini anlamış gibi ağlayınca gözü kızını arayan Boran misafirler ile karşılaştı.


Kolunu belimden çekmezken, beni oturma alanına yönlendirip misafirlerimize hoş geldiniz dedi.


Ellerini yıkamadığı için kızını kucağına alamazken, bakışarak özlem gidermeye çalıştılar.


Dilber hanımın merdivenlerde görünmesi ile Boran valizini alıp arabaya götürdü. Biz de peşinden çıktık,


"Derya bu geçen zamanda acemiliğini de atlattın, huzurlu yuvanın tadını çıkar. Bugün ki gibi hak edene dersini vermekten çekinme. Sen Mardin'in hanım ağasısın, herkes yerini bilmeyi öğrenecek." dedi elimi iki elinin arasına alarak devam etti. "Gözüm hiç arkada değil biliyor musun? Boran çok mutlu seninle, kızıyla... Yeniden doğdu sanki. Onlara çok iyi bakacağını biliyorum kızım. Allah'a emanet olun." deyip burukça gülümsedi.


O sırada Boran yanınıza gelirken,


"Kocama da, kızıma da, Mardin'e de çok iyi bakacağım anne aklın bizde kalmasın." dedim. Evet anne dedim... Çünkü bu kırk günde gerçekten anne oldu benim için. Eski defterleri kapattım, yeni temiz sayfalar açtım.


Boran ve Dilber hanım şaşkınlıkla bakarken,


"En çok ihtiyacım olan zaman da yanımda olduğun için teşekkür ederim. Annemin yokluğunu hissettirmedin, elimi ne zaman uzatsam yanımdaydın. Anne kız olup devam edelim kaldığımız yerden."


Dilber hanımın gözlerinden akan damlalar yeter cevaptı benim için sarıldık ana kız gibi.


Boran ikimize öyle bir bakışı vardı ki, mutluluğu gözlerinden taşsa da buruk yanını saklayamıyordu. Gözlerinde ki annesini isteyen o erkek çocuğu hep var olacaktı.


Onlar havaalanına giderken salonda sohbet koyuydu. Hesna hamileliğinin altıncı ayında olduğu için bugün konuşulanlar onu çok huzursuz etmişti. Oğlu olacaktı ama bunun üstünlük sağlamak için kullanılıyor olmasını hazmedemiyordu, isyanını sesine yansıtarak,


"Ülkü kusura bakma ama bu kadın ile aynı evde nasıl yaşıyorsun? Yarın ,öbürgün çocuğun olunca herşeyi burnundan getirir açık açık belli ediyor zihniyetini..." dedi. Ülkü onunda doktoruydu aralarında ki arkadaşlık hamileliği ile kuvvetlenmişti.


Derin bir nefes alıp iç çekti Ülkü,


"Ben boşanmaya karar vermiştim aslında..." deyip sustu. Ortamda buz gibi bir sessizlik oldu o susunca. "Hatırlıyor musun Derya acil kontrole gelmiştiniz Boran Ağa ile. Cihan seni kaçırdığı gün?" deyince başımla onayladım onu. Çok korkmuştuk hatta ilk kalp atışını da o gün duymuştuk. Ben o güne gitsem de Ülkü devam etti kaldığı yerden,


"Sen aradığında boşanma avukatının bekleme salonundaydık, anlaşmalı boşanacaktık tek celsede" deyip güldü ama gülmekten çok uzak bir gülüştü. "Senin sesindeki telaşı duyunca apar topar çıkıp geldik. O gün ben seni muayene ederken Boran ile Mirza kapıda konuşmuşlar, ne konuştuklarını bilmiyorum ama siz gittikten sonra arkanızdan öyle bir bakışı vardı ki... Sanki Boran dağları aşmış da kendi düz ovada şaşmış gibi."


Elindeki soğuyan çayından bir yudum aldı, o güne gittiği çok belliydi. Ülkü seviyordu eşini ama Arjin gibi bir kayınvalide ile işinin zor olduğuda gün gibi ortadaydı.


"O gün Mirza benden zaman istedi, herşey hızla değişti. Yanımda ilk tanıdığım adamı görür oldum. Zaten ertesi gün aşiret toplantısında babasına rest çekmiş, döndüklerinde kıyamet koptu konakta. 'Sizin devriniz bitti' dedi zerre geri adım atmadan. 'Karıma tek söz eden olursa çeker giderim, bir daha yüzümü göremezsiniz' diye de ekledi." deyip dolan gözlerini sildi.


Uzanıp elini tuttum, buruk bir tebessüm sundu bana,


"Boran ile kapıda geçen üç beş dakikalık zaman da ne konultular ise benim eviliğimi ipten aldı Derya. Biz çoktan bitmiştik..." yanaklarının içini ısırdı. "Sevdiğin adamın yanı başında tanıtamadığın birine dönüşmesi korkunç bir şey. Töre canavarı kanlarına işlemiş ailesine rağmen bizi tekrar var etti Mirza. Anlıyacağınız Boran ağaya çok şey borçluyuz." dedi şakacı olmaya çalışarak.


"Ülkü kusura bakma canım da, böyle bir kadınla da yaşanmaz yani..." diye isyan etti Ela.


"Ayrı eve çıkıyoruz bizde, o yüzden Derya'ya saldırdı bu kadar. Onun suçu olarak görüyor. Kendi aklımız yok ya akıl verdiğini düşünüyor."


"Sizde havalar nasıl? " diye Hesna'ya döndüm. Eli karnını okşarken gülümsedi.


"Bizde tek sorun Zelal'di, kendini herkesten herşeyden üstün görüyor en ufak bir sorunda Cihan ağayı doldurup üstümüze salıyordu. Kayınvalidem çok üzülüyordu bu hallerine ama laf söz anlayacak gibi değildi. Sonu malum zaten, hırsı uğruna yaptıkları ortada..."


Üstüme kuma gelmek için abisini harcayan bir kız kardeş, üstelik can alacak kadar gözü kara bir ruh hastasıydı Zelal...


"Her şerde bir hayır vardır derler ya, seni kaçırdıkları günden sonra Cihan Abi çok değişti. Günlerce Mecnun gibi gezdi. Sonra Bekir ile benden özür diledi. Yüzüme bile bakmazdı eskiden şimdi abim gibi oldu,sanki Zelal'in yerine beni koydu."


Gülümsedi istemsiz, Hesna'nın kimsesi yoktu ailesi töre için öldürülmüş sığıntı gibi amcasının yanında büyümüştü. Hatta Bekir Ağaya amcasının kızı Fatma'yı istemeye gittikleri gün, mutfak da yere düşen tatlı yüzünden yengesinden ve amca kızından dayak yemiş. Buna şans eseri şahit olan Bekir zaten babasının ısrarı ile geldiği o evden Hesna'yı isteyerek, herkesi ters köşe yapıp hayat arkadaşının elini tutmuş bir daha da bırakmamıştı.


"Cihan için sevindim, kötü biri değil bence de. Yumuşak karnını iyi bilen Zelal iyi kullanmış abi sevgisini." dediğimde onlarda onayladı beni.


Devran, Bekir ve Mirza geldiğinde akşam yemeği için sofrayı kurmaya başladık. Beylerin Gülce uyuduğu için sessizce sohbet etmeleri çok izlenesiydi. Koca aşiretleri önlerinde diz çöktüren adamlar prenses uyanmasın diye fısıldıyorlardı. Devran ellerini yıkamış, üstünü değiştirmiş,beşiğe en yakın koltuğa oturup Gülce hanımın uyanmasını dört gözle bekliyorken bunu hisseden kızımdan mıkırtılar gelmeye başladı. Geldiğinden beri bu anı kollayan amcası,


"Gül kızım uyandın mı sen? Bak en sevdiğin amcan geldi." deyip beşikteki küçük bedeni alıp omzuna yatırdı. Normalde aç olduğu için huysuzluk edecek olan hanım efendi ise mutlu mesut yapıştı amcasına.


"Sanki başka amcası var Devran?" diyen Bekir'e ters bir bakış attı Devran.


"On tane de amcadı olsa kızım en çok beni severdi zaten." diye saçma bir savunma yaptığı gibi beni de içine çekti "Değil mi Derya?"


Elindeki meze tabağını masaya bıraktım.


"Kesinlikle haklısın en sevdiğim kaynım." dediğimde beyler güldüler. O sıra da Boran'ın arabası bahçeye girdiğinde onu karşılamak için kapıya yöneldim.


Masa hazır olmak üzereydi, Boran misafirlerimize hoş geldiniz dedikten sonra beraberce üst kata çıktık. O elini yüzünü yıkarken bende koyu renk kotu ile mavi spor tarz gömleğini çıkarıp yatağın üzerine bıraktım.


Yanıma gelip kollarını belime sardı.


"Elbisen çok yakışmış." deyip rahat emzirmek için tercih ettiğim önden kuruvaze bağlanan beyaz elbisemin bağcığını çekiştirmeye başladı.


"Hımmm... Birileri beni çok özlemiş bence." dedim nazlı nazlı.


Açmayı başardığı ipler gevşerken göğüs dekoltem gözleri önüne serildi. Dudaklarını boynundan başlayıp göğüslerime kadar inerek kokumu içine çekti, bitiş noktasına iki derin öpücük kondurdu. İçimde volkanlar ateşliyordu acaba haberi var mıydı?


"Boran..." dedim yana yana... Aşağıda ki kalabalığı unutabilirmişim gibi geldi o an.


"Hımmm..." dedi bulunduğu yeri daha çok ateşe vererek tekrar boynuma kadar çıktı. Ellerim gömleğinden tutunmuş kendimi kaptırmamaya çalışıyordum ama çok zordu.

"misafir var..." dedim ama tüm bedenimden bir titreme geçti. Ayların hasreti vardı aramızda...


"Gülce ilgileniyor onlarla akıllarına bile gelmeyiz" derken eli eteğimi havalandırıp bacaklarıma ulaştı, beni kendine daha çok çekerken bedenlerimiz bir bütün oldu. Kollarım boynuna dolanırken dudaklarımız buluştu. Masum başlamayan öpücük kısa sürede çığırından çıktı. Üzerimdeki baskısı artarken bacaklarım yatağa değdi, kısa süre sonrada sırtım yatakla buluştu.


İkimizin de aklı başından çoktan gitmişti. Aramıza biraz mesafe koyup yatakta ki dağılmış halimi seyretti. Parmakları dudaklarımı okşarken,


"Karım...Hayat arkadaşım... Herşeyim..." dedi yüreğimi titreten tonlamasıyla.


Hâlâ çözemediği kravatından tutup kendime çektim ikimizden de çarpışan dudaklarımız ile beraber birer inilti koptu. Biz nasıl bu hale geldik diye sorgulamaya fırsat kalmadan odanın kapısı tıklatıldı.


Nefes nefese birbimizden ayrılıp kapıya baktık sanki geleni görebilecek gibi...


"Derya abla Gülce acıkmış sanırım, aşağı gelmeden doyur istesen." diyen Ayşe'nin sesini Gülce'nin ağlamaya yakın huzursuz mırıltıları destekledi.


"Geliyorum Ayşe!" deyip toparlanmaya çalıştım.


Boran üzerimden kalkıp elini uzattı, avuçlarındaki ateş yerli yerindeydi.


"Bu fragmandı güzelim..." diye fısıldadığında tüm bedenim titredi.


Dudaklarım da hâlâ sızısı dururken kapıyı açıp Gülce hanımı bana verdi. O üzerini değiştirdi, bende kızımı doyurdum. Altını temizleme, gazını çıkarma faslının ardından beraberce aşağı indik. Salonda muhabbet koyulmuş, herkes daha da kaynaşmış şakalar kahkahalar havada uçuşuyorken sofrada çoktan hazır olmuştu.


Keyifle yenen yemeğin ardından tatlılara geçmiştik ki benim telefonumun sesi mutfaktan duyuldu, Zelfi'nin elinde giderek yükselen melodiyi bir an evvel susturmak için müsaade isteyip ayaklandım. Kulsğıma götürdüğüm telefonla kış bahçesine çıktığım da açık olan pencereleri sebebiyle akşam serinliği hissediliyordu. Kayıtlı olmayan numarayı cevapladığımda karşıda ki sesi ilk anda tanıdım,


"iyi akşamlar Derya." diyen sesin sahibi okuldayken en çok sevdiğim hocalarımın başında gelen Mihrimah hanımdı.


"İyi akşamlar Mihrimah hocam, sesinizi duymak beni çok mutlu etti, nasılsınız?" dedim cıvıl cıvıl bir sesle.


"İyiyim Derya'cım, sen nasılsın? Annelik nasıl gidiyor? " dediğin de hayatımda ki detaylara hakim olmasına şaşırsan da belli etmedim.


"Bende iyiyim hocam, annelik yorucu ama çok da keyifli..."


İçerden gelen kahlaga sesleri telefonun diğer ucunda kadar ulaşınca balkon kapısını kapattım ama geç kalmıştım.


"Müsait değilsen sonra konulabiliriz?" dediğinde,


"Misafirlerim var ama şuan müsaitim hocam sizi dinliyorum." dedim.


"Peki o zaman hemen konuya gireyim canım, ben bugün bir sempozyum için Mardin'e geldim. Biliyorsun benim de köklerim bu topraklarda her ne kadar araya zaman girsede gerçek değişmiyor." deyip duraksadı.


"Hocam sizi ağırlamayı çok isterim" dedim araya girip.


"Bende seninle konuşmak istiyorum ve mümkünse Bayram Ağa ile tanışmak. Buralarda çok şey değişmiş Derya ve kime sorsam bu değişimin mimarı olarak Bayram Hanoğlunu ve devamında bayrağı devralan eşinle seni överek anlatıyor. Bayram bey kabul ederse yıllardır verdiği savaşı tez konusu olarak öğrencilerime vermek istiyorum." dediğinde doğrusu çok şaşırmıştım.


"Mihrimah hocam ben Bayram babam ile konuşup müsaitse size dönüş yapayım." dediğimde çok uzatmadan vedalaşıp telefonu kapattı.


Salona döndüğümde Boran'ın gözleri hemen beni buldu,


"Hayır mı güzelim bu saatte?" deyince yanında ki yerime oturdum. Konuşulanları kısaca anlattığım da masadaki herkesin heyecanlandığını gördüm. Biz temiz bir sayfa açmaya çalışan yeni nesil olarak en çok Bayram babanı örnek alıyorduk.


Ela,

"Mihrimah hoca çok idealist bir kadındır, Derya hatırlıyor musun? 'Törelerin masum insanlar üzerinden suçtan caydırma üzerine kurulu bir sistem olduğunu, berdel ve kan davasının ailendeki masumları düşünerek nefsine yenilmemeyi temel edindiğini' söylerdi.


Devran,


"Ben bu sözü bir yerden hatırlıyorum" dedi çenesini kaşıyarak.


"Derya aşiret toplantısında ağalara söylemişti." diyen Boran ise her sözüme nasıl değer verdiğini tekrar ispat etti. Bu öyle hoşuma gitti ki gözlerimi üzerinden çekemedim. O toplantı günü çok gergindik, hem bize atılan iftira, hem Elif ile Doğan Ağa'nın oğlunun ilişkisinin ortaya saçılması derken ben bile ne konultığumu şuan net hatırlamıyodum. Ama Boran benim sözümü o karmaşanın içinde bile kulak ardı etmemiş ,hafızasına kazımıştı.


Sonrasında Bayram babamı arayıp durumu izah etmiş ve yarın akşam yemeğinde görüşmek için karar vermiştik. Mihrimah hocamı arayıp davet ettiğim de fazlaca memnun olmuştu.


Misafirlerimizi yolcu edince kızımızı uyutup odamıza geçmiştik. Elimdeki bebek telsizini komidinin üzerine koyup giyinme odasına geçtim Boran banyodan çıkmadan siyah dantel detaylı geceliğimi giyip saçları taradım, parfümümü sıktığım esnada banyodan çıkıp belindeki havlu ile giyinme odasına geldi. Beklediği manzara penye pijamalar üstüne ev topuzu olduğu için kapı önünde kaldığında bu haline gülmemek çok zordu. Kendini toparlayıp yutkunduğunda sesini zor bulmuş olacak ki sesi kısık çıktı,


"Derya?" Dedi sorar gibi. Yanına yanaşıp kolumu beline sardım 'hımm' diyerek anlamanaza yattım.


"Güzelim Gülce?" dedi yine soru cümlesine tamamlayamadığı sorusuyla.


"Odasında babası, büyümüş artık bizi baş başa bıraktı." dediğimde hâlâ durumu idrak edebilmiş değildi. Bu kez kıkırtıma engel olamadım.


"Eee hani fragman falan diyordun, sana ortam hazırladım sen hâlâ kızını soruyorsun? " diyerek yalandan sitem ettim.


Belimden tuttuğu gibi kucağına aldığında koala gibi yapıştım yine. Giyinme odasından çıkıp yatağın üzerine oturdu. Komidinin üzerinde ki bebfk telsizini işaret edince tek kaşını kaldırdı,


"illa filmi izleyeceğim diyorsun..." Dedi.


Ağır ağır başımı salladım. Önce dudaklarımız kavuştu, sonra bedenlerimiz... Birbirimize özlemimiz hiç azalmıyordu, gün geçtikçe tamamlanıp daha çok büyüyen aşkımız bizi esir alıp tutkuya teslim ediyordu.


Gülce hanım uyanıp isyan edene kadar hasret giderdik yada gidermeye çalıştık. Tek bir an bile teni tenimden ayrılsın istemiyordum...


Sabaha yorgun uyansamda keyfime diyecek yoktu. Prensesi doyururken gözüm yüz üstü uyuyan Boran'ın sırtını kesiyordu. Kızımı doyurup, temizleyip babasının sırtına bıraktığımda bir elim dengesini sağlamak için üzerindeydi. Boran yanağına öpücükler bırakırken Gülce'nin kıpırtılarına kayıtsız kalamayacağını biliyordum.


Gözleri kısıkda olsa açılıp beni buldu,


"Cennetim..." deyip derin bir nefesi içine çekti.


"Günaydın hayatım..." deyip küçük bir öpücük daha bıraktım yanağına. Dönmek için hareketlendiğinde Gülce'yi alıp sırt üstü dönmesini bekledim. Yastığını da düzeltip biraz daha dik bir konum alırken kızımızı göğsüne yatırdım. Bende yanlarında ki yerimi aldığımda ikimizi de sarıp sarmaladı. Gözlerimiz huzurla kapandı,


"Teşekkür ederim gelip de beni tamamladığın için, vazgeçmeyip bizi bu mucizeye kavuşturduğun için..." dedikten sonra şakağıma derin bir öpücük bıraktı.


"İyi ki vazgeçmemişim, iyi ki içinde o kırgın adamı görüp iyileştirmişim. Kendime yaptığım en büyük iyilik senin çocuklarının annesi olmak..."


"Lar...?"


"Lar... Boran'cım en az dört tane." dediğim de,


"Vallahi güzelim ben tüm kaynaklarımla hizmetindeyim. Şu Gülce kızın güzelliğine bakmaya doyamazken etrafında dolaşan Gülce'ler olması tadından yenmez."


"Sadece Gülce'ler olmaz Boran ağam Hanoğlları hanedanının soyunu düşünmek zorundayız." deyip gözlerine baktım. Tek kaşını havaya kaldırmış sorgulayan bakışlarını mavilerime sunmuştu.


"Dün Arjin hanım benimle uğraşmaya kalktı da, oğlan doğurmam lazım Ağam." deyince gözleri kısılıp en güzel tebessümünü sergiledi.


"Eminim ağzını açtığına pişman etmişsinizdir. Sen ve çete arkadaşların fena takım oldunuz." dedi.


"Aynen öyle yaptık, Ülküler de konaktan ayrılmaya karar vermişler hıncını bizden çıkarmak istedi ama aldı boyunun ölçüsünü."


"Evliliğini yıkmadan Mirza'nın aklı başına geldi çok şükür." dedi.


Başımla onayladım sadece ne konuştuklarını merak etsem de anlatmak isese çoktan anlayacağını bildiğim için uzatmadım.


Beraberce kahvaltıya indik. Dilber hanımın yokluğu hissediliyordu. Bir aydan fazladır bizimle olduğu için sabahları onu mutfakta bulmaya alışmıştım.


Boran'ı işe uğurlayıp kızlarla yemek hazırlığına giriştik. Akşam Ela, Devran ve Türkan yengemde bizimle olacağı için Zelfi'de erkenden yardıma gelmişti.


Hazırlıklar bitince birer yorgunluk kahvesi alıp verandaya oturduk.


"Zelfi nasıl gidiyor okul işleri alıltın mı güzelim?" diye sordum.


"iyi Derya abla açık lise için başvurdum."dediğin de bir duraksadı.


"Birşey mi oldu canım?" Diye sordum hemen. Ona zarar verecek kimse kalmamıştı ama yine de tedirginliğini anlıyordum.


"Cihan Ağa ile karşılaştık." Deyince elim yüreğime gitti. Zelfi sokak ortasında Cihan'ın suratına okkalı bir tokat atmıştı. Bu pek Cihan ağanın hazmedeceği birşey değildi.


"Özür diledi benden, okumam için destek olmak istiyormuş özür mahiyetinde. Bende ona ihtiyacım olmadığını söyledim." dedi.


"Hayretler içindeyim, dün Hesna da onun değiştiğini söyledi de bu kadarını beklemezdim doğrusu." dedim. Zelfi yerinde huzursuzca kıpırdandı yine,


"Seni huzursuz edecek birşey mi yaptı?" diye sordum.


"Şey dedi..." deyip gözlerini kaçırdı.

Ayşe benim kadar sabırlı olamsmış olacak ki


"ne dedi?" diyerek elindeki fincanı sehpaya bırakıp öne eğildi meraklıca.


"Sana baktıkça emin oldum ki, hanım ağan sendeki güzelliği nasıl parlatıp ışıl ışıl yaptıysa. Mardin'i de hak ettiği güzelliğine kavuşturur. dedi"


Gözlerim kısıldı önce bi anlayamadım. O sırada


"Ne dedi? Ne dedi?" diyen Ayşe şoklardaydı.


Zelfi'nin gözü ise bendeydi sanki tepkime göre duyduğunun iyi bir şey olup olmadığına karar verecekti.


"Ooooovvv... Bak bu hayatımda duyduğum en güzel ama en dolaylı iltifat." dedim. Kızlar gözümün içine bakarken devam ettim. " Hem Mardin'i, hem beni, hem de seni övmüş ama biz bahaneyiz bence asıl hedef sensin Zelfi'cim."


Zelfi'nin yanakları kızardı hemen,


"Benim neyimi övsün Derya abla koskoca ağa? Zelal'in yaptıklarına mahcup oluyor bence ondan öyle dedi.


"Vallahi güzelim Cihan ağayı pek sevmem, ama öyle yalandan yere iş yapacak, gönül almak için böyle afilli laflar edecek biri değil. Öyle düz bir adamın dili çözülüp böyle konuştuğuna göre sana fena çarpılmış bence."


Bu kez Zelfi'nin kulakları da kızarırken zilin çalması onu kurtardı. Kaçar gibi kapıyı açmaya giderken Ayşe'ye döndüm,


"Ne diyorsun bu işe Ayşe?"


Kapıya bi göz atıp bana yaklaştı iyice,


"Bize anlattığına göre kafası karışmış Derya abla, o şerefsiz kocası ne yaptıysa anlatmıyor ama uykusundan bile sıçrayıp kalkıyor çoğu zaman. Cihan Ağa ablamı iyi edecek kadar sabırlı bir adam mıdır? Sanmıyorum..." Dedi umutsuzca.


Benimde omuzlarım düşerken içerden Bayram babam ve ahalisinin sesi geldi. Hemen toparlanıp salona geçtim.


Zeynep babannemi görünce mutluluğum iki katı oldu, konaktan çıkmayı çok sevmediği için nadir geliyordu ve sanırım küçük prensesin hatrı bizi geçmişti. Elini öpmek için hamle yaptım ama müsade etmeyip yanağımı okşadı. İçime sıcacık sevgisiyle aktı sanki basit bir hareketle sevildiğini hissettirebilmek ne güzeldi.


Bayram babam ağalık ile beraber bıraktığı takım elbisesini bir daha giymez olmuştu. Beyaz gömleğini daha göz önüne çıkaran siyah ince bir süveter giymiş, siyah pantolonu ile şık ama çokda klasik olmayan bir havaya sahipti. Bu hali ile Boran'ı daha çok babasına benzettim.


"Babacım, hoş geldin çok şıksın. Ağalığı bırakmak sana yaradı bence..." diyerek ona takıldım. Sor verir gibi yaklaştı biraz, bende ona uyup kulağımı ona verdim,


"Ağalığı bırakmadım Derya, kocanın başına sardım. Biraz da o uğraşsın..." dediğinde ikimizde güldük. Bana sarılıp her zaman ki sorusunu sordu,


"Eee... Hani benim Gül kızım nerede?"


Sanki bu anı bekliyormuş gibi Gülce'nin sesi megafondan duyulunca Ela,


"Sakın kimse ayaklanmasın ben getireceğim prensesi." deyip benimle merhabalaşma gereği bile duymadan üst kata yöneldi. Devran da bana müsade ister gibi bakınca elimle merdivenleri gösterdiğimde karısının peşine takılması uzun sürmedi.


Onların bu halini gülen gözlerle izleyen Türkan yengemle kucaklaştık,


"Hoş geldin yengecim, bunlarda bu heves varken torun haberi yakın bence" diye fısıldadım kulağına o da benim söylediklerimi onaylayıp gülerken koltuklara yerleştik.


Devran ile Ela bebek telsizini kapatmayı unutup kızımı cilveleşmelerine alet ederken sehpanın üzerindeki telsizi nasıl kapatacağımı şaşırmıştım. Allah'ım bu ikisi çok ateşli bir çift olmuş da haberimiz yokmuş. İyi ki de yokmuş...


Kızımı almaya çıksam mı diye düşünürken Boran'ın gelişi ile dikkatim dağıldı.


Çabukça kapıya vardığımda salondan görünüyor olduğumuz için sadece ışıldayan gözlerle,


"Hoşgeldin..." diyebildim.


İçerdeki misafirlere benim aksime takılmayan Boran alnıma derin bir öpücük kondururken kokumu içine çekmeyi de ihmal etmedi.


"Hoş buldum cennetim." deyip içeri geçti. Misafirlere hoş geldiniz dedikten sonra üzerini değiştirmek için yukarı çıkarken Ela ve Devran merdivenlerde göründü, acıkmış bir Gülce ağlaması her türlü cilveleşmeyi söndürebilirdi ve tam da öyle olmuştu.


Yukarı çıkarken kızını da beni öptüğü gibi öpen Boran odaya geçerken bizde hanımlar olarak mutfağın yolunu tutmuştuk.


Ben kuytu bir yer bulup kızımı doyururken Zeynep babannem ve Türkan yengem Ela'nın da isterse konaktan ayrılabileceğini söyleyip adeta ağzını arıyorlardı. Bu ikili çok tatlıydı. Hem gitsinler istemiyor, hemde bencillik etmemek için gençlerin önünü açmaktan geri durmuyorlardı. Sofranın hazır olmaya başlarken kızımı dedesinin kollarına verip onların dede~torun aşkını izlemeye koyuldum. Bayram babam Gülce'ye ne kadar düşkünse, Gülce'de ona ayrı bir bağla bağlıydı. Ne kadar huysuz bir anında olursa olsun onun kucağında hemen susuyor dedesinin onunla ettiği sohbete kulak veriyordu.


Boran merdivenlerin başında görünmüştü ki zil çaldı, babasına benzer kombini hoşuma giderken bakışlarımı ondan çekip kapıya çevirdim. Zelfi çoktan kapıyı açmış gelen misafirimizi güler yüzü ile karşılıyordu.


"Mihrimah hocam hoş geldiniz." diyerek kapıya dahada yaklaştım.


Kucağında Gülce ile oturduğu koltuktan kalıp kapıya dönen Bayram babam ise donup kaldı. Türkan yengenin dudaklarından tek bir kelime döküldü,


"Dilan..."


✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨


Yazarın anlatımıyla,


Dört ay önce Ankara...


Elinde kahve kupasıyla odasına yürüyen kadının topuklu ayakkabılarının sesi koridoru doldururken, kimisi öğrencisi kimisi meslektaşı olan insanlara gülümseyerek yada baş selamı vererek odasının kapısına ulaştı.


Elindeki sınav kağıtlarını kolunun altına sıkıştırıp kapının kilidini açtığında Amber kokusu burnuna doldu. Gözlerini kapatıp kokuyu tekrar içine çekti. Özlem böyle dinmezdi biliyordu, yıllar belki de en iyi bunu öğretmişti ona... Onun yenibe değmedikçe Amber kokusu istediği notalara ulaşıyordu. Sadece hoş bir anımsama hissiydi vazgeçemediği.


Masasına geçip otururken sınav kağıtlarını çekmecedeki yerine bıraktı. Kahvesinden büyük bir yudum daha almıştı ki odanın kapısı kısaca tıklatılıp açıldı.


"Halit abi gelsene..." dedi samimiyetle ama 'abi' kelimesini duyar duymaz yüzü asılan adamın haline olan üzüntüsü daha derindi.


Halit yıllardır aşık olduğu kadının ısrarla aralarına ördüğü 'abi' barikatını aşamamanın yorgunluğu ile adımlayıp masanın önündeki iki koltutan birine yerleşti.


"Nasılsın Mihrimah?" dedi yine de dik durmaya çalışarak.


"iyim sen nasılsın? Habersiz uğramazdın kötü bir şey yok inşallah..."


Saçlarına ellili yaşlara ulaşmanın verdiği kırlar yerleşmiş adam düşündü kötü birşey var mıydı? Vardı belki de... Aslında kişiye göre değişebilirdi. Kimi için iyi olan haber, bir başkası için tüm ümitlerin sonu olurdu. Gözlerini Mihrimah'a çevirdi,


"Ben anlatayım sen karar ver iyi mi? Kötü mü?" dediğin de karşısında yıllara bir şarap gibi direnip, güzelliğine güzellik katan kadın huzursuzca kıpırdandı.


"Seni dinliyorum."

Ellerini dizlerinin önünde birleştirip direklerini bacaklarına dayayarak eğildi biraz, sanki anlatacaklarının yükü sırtına yüklenmiş gibi.


"Mardin'de işler karışmış Dilan..." dediğinde Mihrimah artık kendinin bile unuttuğu gerçek ile sarsıldı. Ona Dilan denmeyeli kaç yıl olmuştu. On mu? Yirmi? Hayır... Tanımı tamına otuz yıldır Mihrimah olmuştu Dilan...


"Dilber Hanoğlu bana geldi!" dediğinde kulakları uğuldadı. Dilber bir zamanlar hayattaki tek dostu. Yıllar sonra onun ismini Hanoğlu soyadı ile duymak içine bir ateş topu gibi düştü. Göz görmeyince gönül katlanıyordu da işte, duymaya bile tahammül edemeyen kulakları ne yapacaktı.


"Halit abi neler oluyor? Dilber bunca yol sonra niye sana gelsin?" dedi duyacaklarından korkarak.


"Bayram herşeyi öğrenmiş Havva'nın yaptığı herşey ortaya saçılmış. Üstelik kızı Şilan da Boran'ın karısını öldürmekten hüküm giymek üzere..." dedi işin başından başlayarak.


"Herşeyi derken?" dedi yüreğinin atışı tüm bedenini sarsarkrn titreyen ellerini saklamak için yumruk yapıp masadan aşağı aldı. Yaşadığını biliyor muydu Bayram?


"Sakin ol seni bilmiyor, sen istemediğin sürece de bilmeyecek." dedi paniğini sakladığını sandığı adam yıllardır her derdinin sırsaşı olduğundan kitap gibi okuyordu onu.


"Dilber ne istiyor o zaman?"


"Havva yaşadığını öğrenmiş." dediğinde kaşları daha da çatıldı Dilan'ın. En son öğremesi gereken kişi yılanın başı Havva... Onun yüzünden değil miydi çekilen bunca acı...


"Kimden öğrenmiş ki?" dediğinde Halit'in tek kaşı imalıca havaya kalktı. "Hüseyin abim mi?" dedi adeta kekeleyerek. Bunca yıl bu sırrı üç kişi sırtlamışlardı nasıl olurda Hüseyin Karacahan bunu kız kardeşine yapardı.


Sessizlik onu onaylarken sordu,


"Neden? Bunca yıl sonra neden abi?"


"Okkanın altında Zelal de var. Şilanı azmettiren Zelal tutuklu şimdi. Abinin kızına olan düşkünlüğünü bilirsin. Onu kurtarmak pahasına seni bile sürmüş ortaya."


Anlamıyordu Dilan bu saaten sonra varlığı neyi değiştirirdi? Kime ne yarar sağlardı bir türlü kabuk tutmayan yaraları kanatmaktan başka.


Karşısında ki kadının kafa karışıklığının farkında olan Halit,


"Başından anlatayım dinle, yiğenin Şilan ile bir olup Boran'ın karısını zehirliyor. Nasıl becerdilerse bunca yıl üstünü de güzel örtüler Devran gitti okkanın altına işlerine geldi... Her neyse bu kısımları az çok biliyorsun zaten bizde az kafa yormadık kim yapmıştır diye o zamanlar." dedi adam Dilan hiç kopmamıştı Bayram'dan, oğluna Boran adını verdiğini öğrendiği gün sabaha kadar ağlamıştı. Kimse bilmese de o biliyordu vasiyetine sarılmıştı Bayram.


"Kim çözmüş?" dedi merakına yenilerek.


"Esas bomba da orası, Zelal ile Şilan yıllar önceki oyunu tekrar kuruyorlar. Cihan olacak akıllı yiğenin Şilan'ı kaçırıyor. Ne hikmetse ertesi gün yakalanıyorlar."


Elleri ağzına gitti kadının,


"Boranla evlenmek için mi? Bu kadar mı gözü dönmüş bunların..."


"İşte burda devreye Derya Hanoğlu giriyor." dedi Halit ama hikayenin bu kısmından çok keyif aldığı belliydi.


"O kim?" dedi Dilan.


"Derya Acar desem tanırsın, öğrencin..."


Boran'ın evlendiğini duymuştu ama kimdir necidir diye sormamıştı. Derya en sevdiği öğrencilerinden biriydi. Olaylara bakış açısını, kıvrak zekasını takdir ederdi. Üstelik kendi gençliğini görürdü onda. Onun gücünün yetmediği şeyleri de başaracak cesareti vardı deli kızın.


"Aşiret karar vermek için toplanınca çıkıyor ortaya, tutuyor kocasının elini Doğan şerefsizine de töreye de meydan okuyor. Dilan'ın size gücü yetmemiş olabilir ama benim gücüm yeter deyip polise teslim ediyor Zelal ve Şilan'ı. Elinde ki delilller öyle kuvvetli ki ağalar ağzını açıp tek söz edememiş."


Acılı bir tebessüm yer etti Dilan'ın dudağında gücü yetmemişti, hayatının ellerinden çalınmasına seyirci kalmıştı. İçindeki güç yetirememenin açtığı yara yıllardır kaynıyordu. Hukuk fakültesini derece ile bitirmiş, okulda kalıp bir çok adalet neferi yetiştirmiş hatta aylar

sonra profesör ünvanını adının önüne yazdıracak olsa da içindeki ezilen yan hiç eksilmiyordu. Hep Bayram'a veda mektubunu yazan aciz kız olarak içinde bir yerlerde saklanıyordu.


"İşin ucu nasıl bize çıktı oraya gel istersen?" dedi merakla.


"Dilber hanımı, Zelal ve Şilan'ı kurtarmalarına yardım etmezse senin yaşadığını Bayram ağaya söylemek ile tehtid ediyorlar. O da gözümle görmeden inanmam deyince bana ulaştılar. Yarın seninle görüşmek istiyor."


Gözlerini kaçırıp yutkundu Dilan, Dilber onun çocukluğu en iyi arkadaşı sırdaşıydı. Bayram ile aşklarını belki de en iyi bilen, en çok dinleyen insandı. Abisinin Havva'yı kaçırdığını duyunca nasıl yıkıldığı geldi aklına... Kim başkasını seven bir adamın yarını olmak isterdi ki Dilber de istememiş ama kimseye dert anlatamamıştı.


"Ne konuşacakmış benimle?" dedi düşünceli ses tonuyla.


"Ne konuşacak sence Dilan?" Deyip tek kaşını kaldırdı Halil. "Bu zamana kadar ortaya çıkmadın, şimdi de çıkma diyecek. Yuvamı yıkma, ben Bayram'ı seviyorum diyecek. Belki o da seni tehdit edecek. Akıllı kadınsın bundan sonra kimse sana rahat vermez. Gel kabul et alıp gideyim seni bu ülkeden, ikimize yeni bir Dünya kuralım. Bu saaten sonra Bayram'dan sana fayda gelmez. Gençliğim, orta yaşım sebi beklerken geçti. Bari yaşılıkta aynı yastığa baş koyalım."


Halit yılardır kabul ettiremediği aşkını bir kez daha haykırmaktan geri durmasa da Dilan ona hiç o gözle bakmamıştı. Gözlerini yumdu, bunları duynak istemiyordu. Seviyordu Halit'i ama abisi olarak. En zor zamanonda yanında olmuştu. Çok değerliydi onun için ama o kadar,fazlası yoktu olamazdı da...


"Ben Bayram ile nikahlıyım Halit abi, bu ahdi ancak ölümüm bozar." dedi bıkkınca.


Halit ise sabrının sonunu geçeli çok olmuştu. Sinirle kalktı oturduğu sandalyeden ellerini saçlarına geçirdi çaresizlikle,


"Adam evlendi Dilan, senin en yakın arkadaşınla evlendi! İki çocuğu var yakında dede olacak sen hâlâ Bayram diyorsun."


"Derya hamile mi?" dedi onca söylenenin içinden cımbızla çekip. Gözleri sevinçle ışıldadı. Boran'ın yaşadıklarını biliyor onun için üzülüyordu.


"Sen akıllanmazsın... Konuş Dilberle de aklın başına gelsin madem." deyip kapıyı çarparak çıktı.


Bir kaç saat sonra ise Halit yarın öğlen Dilber hanımın Dilan'ı ziyaret edeceğini evinin adresini verdiğine dair bir mesaj attı.


Bahçeli küçük evinin balkonun da saatlerce düşündü kadın, Dilber eski Dilber değildi. Soğukluğu, hatta bazen acımasızlığı kulağına çalınmıştı. Ne demek için geliyordu, elbette yuvasını korumak isteyecekti.


İçinde kor ateş gibi yanan hasret tekrar depreşti. Çocuktu belki Bayramı tanıdığı yaşlarda ama içine işlemişti adam. Bunca yıl başını çevirip başkasına bakmayı bile düşünmeden geçirmişti ömrünün en güzel zamanlarını. Bi kere boynuna doyasıya sarılıp eskisi gibi kokusunu içine çekse yeterdi, bir bu kadar daha hasrete razıydı Dilan. Kimsenin yuvasında gözü yoktu. Savaşmaktan korkmazdı ama bazı savaşların kazananı yoktu işte. Kimsenin mutsuzluğunun üstüne huzurlu yuva kurulmazdı.


Geceyi bu düşüncelerle uykusuz geçirdi. Sabah aynada yılların yorgunluğu tekrar vurdu yüzüne,

Eskiden sarıya çalan saçlarına çoktan beyazlar düşmüştü, ışıl ışıl parlayan mavi gözleri soğuk bakıyordu, umutsuz, buz gibi...


Çalan kapı zili ile kebdibe geldi, Elmas gelmiş olmalıydı. Bu sırrını bilen tek arkadaşı. Yorgun adımlarla gidip kapıyı açtı.


Gece geç vakit konuşmazsa çatlayacağını hissedip olup biteni Elmas'a mesaj atmıştı. Arkadaşının dağınık halinden anlaşılan oydu ki mesajı görür görmez gelmişti.


Dilan'ın gözünden bir damla yaş yıllar gibi usul usul aktı yanağına, Elmas onu kendine çekip sardı sıkıca. Mutfağa getirip sandalyeye oturttu. Bir bardak su doldurup önüne bırakırken,


"Her şerde bir hayır vardır Mihrimah ağlama. Bak belki kavuşursunuz artık." dedi Dilan'ın düşünmeye bile korktuğu umudunu dillerdirerek.


Suyundan büyük bir yudum içti,


"Ne sanıyorsun Elmas, Dilber'in bunca yıl çektiğin yeter deyip aradan çekilmesini mi? Hayal kuracak yaşı geçtim ben güzelim arkadaşım. Kurduğum hayaller başıma yıkılır benim. Boşa ümitlendirme..."


Elini sertçe masaya vurdu Elmas,


"Aynen onu demesini bekliyorum. Sen bunca yıl onun için sustun sıra onda. Hiç kusura bakmasın çıksın aradan."


Başını iki yana salladı Dilan,


"Seviyor Bayram'ı bırakmaz..."


Öfkeyle soludu Elmas,


"Ne Bayrammış arkadaş adam geldi ellisine hâlâ aşk diyor bunlar. Çirkin mendebur birşey olmuştur şimdiye boşver sen onu." dedi arkadaşını güldürmek için.


Amacına da ulaştı kıkırdadı Dilan,


"Olamamıştır camii yıkılsada mihrap yerindedir." dedi ona uyarak muzipçe.


"Ay Allah'ım yarabbim öğrencilerin şu halini görse bütğn karizman bitik Mihrimah." deyip duraksadı "Bana bak varmı bu adamın sosyal medyada hesabı falan bi bakayım vallahi merak ettim." deyip cebinden telefonunu çıkarıp açtı.


"Yoktur... Yani sanmıyorum." deyip dudak büktü Dilan.


"Neydi adı Bayram..." deyip soy adını öğrenmek için Dilan'a bakıp tek kaşını kaldırdı.


"Ay Elmas alemsin..." desede tek kaşı havada cevap bekleyen arkadaşına uydu sonunda "Hanoğlu..." deyip başını masaya koyduğu kolunun avucuna yaslayıp telefonu ile uğraşan arkadaşını izledi.


"Yok... Devran Hanoğlu var... Boran Hanoğlu... Zeynep Hanoğlu... Derya Acar Hanoğlu..." deyip başını kaldırdı şaşkınca " Eee bu bizim Derya!"


Başıyla onayladı Dilan,


"Boran ile evlenmiş. Hatta cinayeti ve kurulan tuzağı da o çözmüş. Anladığım o ki Dilber'den Derya'yı durdurmasını istediler. Onun için bunca yıl sonra varlığım bir tehdit için kullanıldı."


Elmas keyifle kahkaha attı,


"Allah belalerını vermiş Mihrimah, Derya asla dönmez yolundan... Hele de onun canını yakacak birşey yaptıysalar."


Dilan güldü ama gülmekten çok uzaktı eylemi,


"Zelal yani yeğenim, üstüne kuma gelmeye çalışmış." dedi utanarak.


"Ooooo... Direk kafasına sıksaymış daha acısız olurmuş." deyip tekrar telefona yöneldi. "Derya'nın kocasını merak ettim."


" Sen işi iyice magazine bağladın Elmas. Esas öğrencilerin seni böyle görmesin. Ne diyorlardı bu yaptığına stolk mu?" deyip çaydanlığa su doldurup ocağa bıraktı. Akşam da yemeden uyuyunca midesi sinyalleri artırmıştı.


"Mihrimah bu adam oğluna benziyorsa sana hak vereceğim arkadaşım. Derya tam dengini bulmuş çok yakışmışlar gel de bak." dedi telefonu uzatarak.


Dilan istese ulaşırdı bunca zaman fotoğraflara ama uzak durmak istemişti. Göz görmeyince gönül katlansın istemişti. Yine de merakına yenilip aldı telefonu artık kaçmanın anlamı yoktu.


Yüzükleri takılırken çekilmiş bir poz yakın zamanda yüklenmişti. İşin acı yanı Boran babasının kopyasıyken Derya'nın Dilan'a olan benzerliği can yakıcıydı. Sanki zaman tüneline girmişte Bayram ve Dilan, Boran ve Derya olarak çıkmışlardı.


"Yalnız Derya'yı hep sana benzetirdik ya, oğlu da senin bi kopyanı bulmuş resmen." diyen Elmas'ın sesini duymadı bile. Parmak uçları Boran'a değdi, gözleri daha da doldu.


"Bayram'a çok benziyor..."


Arkadaşının halini gören kadın durgunlaştı, zaten kafası dağılsın diye şakaya vurmuştu mevzuyu. İçi öfkeyle doldu ama kime saydıracağını bilemedi.


Beraberce kahvaltıyı hazırladılar, sessizce yenilen yemek ve toplanan mutfaktan salona geçmişlerdi ki zilin sesi onları kapıya yöneltti.


Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı Dilan, yavaşça araladı kapıyı. Karşısında siyah bir takım üzerine gözlerine uygun yeşil şalını omuzlarına atmış ama beyaz saçlarını saklanamış Dilber'i görünce gülümseneye çalıştı. En son on sekiz yaşında görmüştü,


"Hoş geldin." dedi eli ile içeriyi göstererek.


Dilber ise daha şaşkındı, yıllardır yasını tuttuğu arkadaşı karşısındaydı ama iki yabancıdan öte değillerdi. Arkasında beliren kadının bakışlarından konuyu bildiğini anlayarak burukça gülümsedi,


"Hoş buldum Dilan."


Salonda ki koltuklara yerleştiklerin de ortamın elektriği hepsini germişti.


Elmas en azından bir sohbet başlangıcı olsun diyerek,


"Merhaba Dilber hanım, ben Mihrimah'ın arkadaşı Elmas." dedi.


"Mihrimah..." dedi fısıltı şeklinde tekrar ederek. Bayram'ın Mihrimah'ı... Öyle severdi Dilan'ı Mihrimah'ım derken gözleri ışıl ışıl yanardı. Dilan, ne kadar gitse de Bayram'dan uzaklaşmamıştı demek ki. Düşüncelerinden sıyrılıp "Memnun oldum" dedi Elmas'a.


"Nasılsın?" diye sordu Dilan.


Nasıl olurdu ki insan, eski bir dostu gördüğü için mutlu olurdu esasında. Dilber mutlu muydu peki onu gördüğü için.


"Seni gördüm daha iyi oldum Dilan." sözünü duyunca bakışları çakıştı. İkisinin de gözleri doldu.


"Ben size kahve yapayım." diyerek ayaklandı Elmas. " Nasıl içersiniz?"


"Sade olursa sevinirim." dedi Dilber ortamdan kaçmak istediği belli olan kadına gülümseyerek.


Ortam yine sessizleşti. İkisi de nereden başlayacaklarını kestiremiyordu. En sonunda cesaretini toplayan Dilber oldu.


"Sen nasılsın?" diyebildi.


Ellerini iki yana açtı Dilan,


"Gördüğün gibi, gördüğün kadarım." dedi yanak içlerini ısırarak. Ağlamak geliyordu içinden hem de bağıra bağıra isyan ederek ağlamak. Çok yanlızdım Dilber, çok yoruldum diyerek ağlamak ama güçlü durmaya alışmış karakteri çatırdasa da yıkılmıyor onu dik durmaya zorluyordu.


Yanlız değildi aslında Dilber de aynı duygularla başa çıkmaya çalışıyordu.


"Niye yaptın bunu Dilan? Nasıl kıydın kendine, nasıl kıydın Bayram'a... Bunca yıl..."deyip sustu devam edemedi. Başında ki şalı esnetti biraz sanki o nefesini kesiyormuş gibi.


Dilan'ın gözünden bir damla yaş daha süzüldü yıllardır içinde tuttuğu ne varsa dışarı çıkmak için sıvada bir çatlak bekliyordu sanki.


"Sen gidince mutlu mu oluruz sandın? Bayram seni bu kadar severken unutur mu sandın? Biz yıllardır bir yatakta üç kişi uyuyoruz Dilan hiç çıkmadın aramızdan. Senin vasiyetindir deyip beni ezdirmedi, en çok kendi saydı hatta... Ama bir gün eşim deyip göğsüne saklamadı. Bir gün olsun alnımdan öpmedi. Sen gerçekten biz mutlu mu oluruz sandın?" derken Dilber'in de gözünden bir damla yaş süzüldü.


Dilan'ın sessizliğini yine Dilber böldü,


"Keşke kuma gelseydin üstüme." deyince kaşları çatıldı Dilan'ın "Belki dost kalamazdık düşman olurduk ama düşmanım kim bilirdim. Ben yıllarca dostumun ölüsüyle savaştım. Kazanamayacağımı bile bile..."


"Dilber benim savaşım törelereyken nasıl kendim kuma olurdum. Bayram kendi nefsi için beni kuma alsa, seni ezse kime sözü geçerdi. Bayram Hanoğlu Mardin için adaletin, töreye savaşın simgesiyse bunu benim vazgeçişime borçluyuz. Ben üzüldüm, sen üzüldün ama belki yüzlerce kadına edilecek zulmün önüne geçtik. Şimdi dersen ki sen ölüsün Dilan öyle kal. Boynum kıldan ince Dilber, ne konakta, ne Mardin de gözüm yok. " desede devam edemedi Dilan.


"Bayram da?" diye sordu. "Onda da gözün yok mu? Alıştın mı bunca yıl hasretiyle yaşamaya...?"


Mavi gözlerini kaçırdı Dilan, yok demeye dili de gönlü de varmadı. Dese de kimse inanmazdı zaten...


Dilber hüzünle gülümsedi, derin bir nefes alıp duruşunu dikleştirdi. Kararını çoktan vermişti zaten.


"Şimdi..." dedi gözünden akan yaşı silerken. "Herkesin yerini yurdunu bilmesi zamanı geldi de geçiyor. Ben benim olmayan hayat için çok çabaladım, bu savaşı verirken anneliğimden oldum. Evlatlarından oldum. Dilber'den oldum... Bambaşka soğuk, duygusuz bir kadına dönüştüm." deyip üst dudağını ısırdı ağlama isteğini bastırmak için.


Elmas getirdiği kahveyi sehpaya bırakıp su ve peçeteyi de yanına iliştirdi. Konuşulanları duymuş mevzunun nereye gideceğini anlamaya çalışıyordu.


"Boşanma davası açtım, Nevşehir'e kızımın yanına yerleştim. Hiç bir zaman benim olmayan o soyadını da konağıda bıraktım." dediğinde Dilan ile Elmas birbirlerine baka kaldılar. İşte bunu ikisi de bekleniyordu. "Mahkeme gün verdi yakında bitiyor bu tiyatro."


Yıllardır öğrenciler yetiştirmiş, sempozyumlar da konuşmacı olmuş, davalar kazanmış bir kadındı Mihrimah ismi altında ki Dilan ama ağzını açıp Dilber'e söyleyecek tek söz bulamıyordu. Sadece göz yaşları yağmur gibi iniyordu yanaklarından.


"Senden son bir ricam var bana torunumun kırkı çıkana kadar müsade et. Sonra Mardin de senin olsun, Konak da... Bayram zaten hep senindi. Emanetlerini teslim al ki bende hafifleyeyim." dedi artık kontrol edemediği göz yaşları ip gibi akıp boynunu ıslatırken.


Birbirine baktı iki eski arkadaş gözleriyle anlaştı, gözleriyle özür diledi, gözleri ile affetti. İkisi de suçlunun onlar olmadığını biliyordu. Ayağa kalkıp Dilber'e doğru bir adım atan Dilan'ı aynıyla karşıladı Dilber. Araya yıllar girmemiş sanki hâlâ on sekizinde iki genç kız gibi sarıldılar. Göz yaşlarını serbest bıraktıkların da Elmas da onlara eşlik ediyordu. Dilber'in söyledikleri onu çok şaşırmıştı. Yaşamadan bilinmiyordu törenin açtığı yaraları.


✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨


Dilan, Mihrimah olarak misafir edileceği evin kapısına geldiğinde indi taksiden. Doğrusu konakta olmamalarına şaşırmıştı. Mardin'de ağalığı devam ettirecek evladın konaktan ayrılmasına müsade edilmez, hoş karşılanmazdı. Boran'ın eski usüllere pek takılmıyor oluşu hoşuna gitti. Üstelik karşısında ki ev çok güzel, çok huzurlu görünüyordu.


Bahçe kapısına yaklaştığında kendisine doğru gelen genç adam,


"Mihrimah hanım?" dedi sorarcasına,


"Evet benim." diye onayladığında,


"Hoş geldiniz buyrun diyerek bahçeden eve kadar eşlik etti. Zile basıp iyi akşamlar dileyerek uzaklaştı.


İçerden neşeli sesler duyuluyordu. Kapı açılana kadar kuruyan boğazına hayret etti. Kapıyı açan genç kadın gülümseyerek içeri buyur ettiğinde ışıl ışıl gözlerle kendisine adımlayan Derya'yı gördü ilk olarak, merdivenlerden inen Boran ile göz göze geldiler. Gülümsemeye çalıştı ama çok zordu, Boran sevdiği adama bu kadar benzerken geçmişe ışınlanmış gibi kala kaldı bi an. Yıllardır bir kere daha sarılıp kokusunu alsam yeter dediği adam ile aynı havayı teneffüs ediyor olmak bile kalbinin ritmini bozuyordu.


Koltuklara çevirdi başını, geçmişten gözlerinin kesiştiği ilk kişi kapıyı görecek şekilde oturan Zeynep Hanoğlu oldu, zamanın da anne dediği kadın... Onu kızı gibi seven aylarca yasını tutan kadın... Onun dikkatli bakışı ile Türkan Hanoğlu yönünü kapıya döndü bu kez gözlerinde ki hayret, şaşkınlığa dönerken Bayram Ağa misafirin kimliğinden habersiz kucağında torunuyla ayaklandı yüzünü kapıya dönmüştü ki Türkan'ın dudaklarından yıllardır anılması yasak olan o isim döküldü.


"Dilan..." dedi emin olamıyordu, nasıl emin olurdu ki zaten. Dilan ceseti sudan çıkarılmış dendiğinde annesinin ettiği feryat tekrar kulaklarında çınlıyordu sanki.


Bayram Ağa duyduğu ismi algılayamadan göz göze geldiler. Dilan kucağında torunu ile karşısında kaşları çatılmış olan adama özlem ile baktı. Hasreti öyle büyüktü ki koşup boynuna sarılmak istiyordu. Ellisine merdiven dayamış bir kadın gibi değil de, on yedinisinde genç kız gibi çarpıyordu kalbi.


Bayram ise karşısında ki kadının gerçekliğini sorguluyordu, aklı nasıl olabilirdi ki benziyordur sadece diyorken, kalbi eşinin varlığını anlamış gibi şaha kalkıyordu. Bu kadar benzeyemezdi, yıllar yaş aldırsa da Dilan tüm güzelliği ile karşısındaydı işte. Yutkunmaya çalıştı beceremedi. Kolları bir an boşalacak gibi olunca kucağında ki torununu tekrar kavradı.

    

Salondaki herkes bakışı ikisinin arasında gidip gelirken, Derya müdahale etti,


"Buyrun Mihrimah hocam tanıştırayım sizi." dedi ortamı toparlamak adına. Türkan hanımın söylediği ismi duymuştu ama benzerlik olduğunu düşünüyordu. Bayram babasının halini fark ederek ona doğru adımladı,


"Kayınpederim Bayram Hanoğlu, hocam Mihrimah Kızıltepe..." derken kucağından Gülce'yi alarak Bayram Ağa'nın omzuna koydu elini.


Dilan bir adım attı ama gerisini getiremedi, Bayram ise kucağından alınan torunu ile âna dönse de aklı yıllar öncesinden dönmek istemiyordu. Oydu işte Dilan'dı karşısında ki kadın... Ellerine kaydı gözleri, Dilan'ın sağ elinin işaret parmağı ile baş parmağının kesiştiği yerde üç noktadan oluşan bir deq(dövme) vardı. Mardin'de bu deqi üstüne kuma gelmesin isteyen kadınlar yaptırırdı. Dilan'a da çok küçük yaşta annesi yaptırmıştı. Biricik kızını tüm kötülüklerden korumak istese de gücünün yetmeyeceğini bilemezdi o zamanlar.


Bayram kendine doğru adım atınca elini uzattı Dilan, heyecandan yüreği titrese de belli etmemeye çalışıyordu kendince.


Kendine uzanan elin üzerinde aradığını bulan Bayram, hasretinin gözlerine baktı bu kez. Yıllardır töreye eğilmeyen boynu yana düştü. Gözleri kapandı anlık... Oydu işte Dilan'dı, Allah'tan tek dileği... Rüya mıydı? Olmamalıydı... Hemen açtı gözünü rüya olmamalıydı... Kaldıramazdı...


"Dilan..." dedi yakarır gibi...


Salonda herkes dondu kaldı bu hitapla, Boran ile Derya birbirine baktı şaşkınca. Sonra Ela ile Derya bakıştı... Anlam veremediler olanlara...


Dilan başını eğip gözlerini kapattı anlık, usulca onayladı Bayram'ı. Çok korkuyordu bu karşılaşmadan onu affetmemesinden, anlamamasından... Ama yinede çıkmıştı karşısına özlemi ağır gelmiş ayakları onu hayattaki tek Bayramına getirmişti.


Sonrasında herşey çok hızlı gelişti, sanki dün ayrılmış, araya yıllar girmemiş gibi kollarını Dilan'ına sardı Bayram, hasretinin kokusunu ciğerlerine çekti derin derin. Dilan ise şoktaydı herşeyi bekliyordu ama hiç birşey olmamış gibi bağrına basmasını beklemiyordu. Kollarını kısa zaman sonra sardı Bayram'a... Gözleri kapandı beraberinde iki damla aktı yanaklarından... Kokusunu çekti içine yıllardır hasret olduğu kokusunu soludu... Tütsülerle evinde var etmeye çalıştığı kokunun kaynağındaydı işte. Ev burasıydı, yuva buradaydı...


"Cavreşamın..." (Karagözlüm...) diye döküldü dudaklarından.


"Mihrimah'ım..." diye karşılık aldı peşi sıra. "Güneşim... Ayım... Işığım..."


Kimse dokunmadı onlara... Kimse neler oluyor demedi... Bu nasıl olur demedi... Akıllarına gelen herşeyi susturacak kadar büyük hasretin karşısında lâl oldular. Boran ortasında kaldığı merdivenleri tamamlayıp Derya'yı ve kızını kolları arasına aldı. Devran bir yanına annesini bir yanına Ela'yı aldı. Zeynep babannene onları şükreden gözlerle izledi. Dakikalar geçti...


Bayram kollarını çekip bir adım geriye atmasa Dilan hiç şikayet etmeden kollarının kuytusunda kalan ömrünü yaşayıp ölürdü. Öyle dindirilmez bir özlemi saklamıştı koynunda. Yanaklarına yerleşen ellerle bakışlarını meftun olduğu Kara gözlere çıkardı. Mavi gözleri ışıl ışıldı yine, yıllardır buz kristali gibi soğuk bakan hareleri sıcacık oldu. Alnında hissettiği dudaklarla tamamlandı herşey...

Derya bu anı bozmak istemedi. Sessizce ortamdaki herkesi kış bahçesine yönlendirdi.


Alnında ki dudaklar çekilince gözlerini açan Dilan etrafta kimse olmadığını fark etti. Onun tedirgin bakışıyla Bayram da etrafına baktı, sanki Dünya'dan soyutlanmış gibiydi.


Elini tutup deqin üzerinden öptü, koltuklara doğru yürüdü, kalbi bu heyecana dayanamayacak kadar yaşlıydı artık. Yanı başına oturttu Mihrimah'ını...Elini hiç bırakmadı.


"Hiç mi sitemin yok bana? Sormayacak mısın? Ne oldu? Nasıl oldu diye?" derken sesi titriyordu kadının.


Avucunda ki eli okşadı Bayram. Umurunda mıydı ne olmuş, nasıl olmuş... Yıllarca ölüp de Dilan'ına kavuşmak için dua ederken, şükürsüzlük olmaz mıydı?


"Sitem..." deyip başını iki yana salladı usulca "Sen burdasın Dilan, elin elimde... Neyin sitemi... Bana gelmeye yolun olsa durur musun yerinde? Gelmediysen vardır sebebin. Bir daha elimi bırakma yeter bana."


Dilan, öptü sevdiği adamın avuç içlerini,


"Bırakmam, bir daha bu hasrete dayanamam son gücümle sana geldim." deyince tekrar göğsüne sakladı Bayram, sardı sarmaladı. İmkanı olsa kabinin içine alıp orda sakladı. Sahi yıllardır zaten orda saklamamış mıydı?


Huzurla dinlendi kadın sesinde huzur bulduğu kalbin üstünde. Zaman aktı geçti.


"Torun çok yakışmış kucağına Bayram Ağa." dedi Dilan.


"Bayram desin o dudakların, ağalık getirmedi mi bu felaketleri başımıza... Deme ağa? Dilan'ın Bayramı de sadece."


"Eskisi gibi..."


"Eskisi gibi..."


Nasıl olduğunu sonra anlayacaktı tabii Dilan ama şuanı bölmek istemedi. O zamanlar Mardin'de asker olan ve töre için suya atılan genç kızı kendisi gibi gösterip, onu kaçırıp saklayan Halit'e hem minnattar kalacaktı. Okuması için yeni bir kimlik yeni bir hayat imkanı sunan, yıllarca aşkına karşılık bulamasa da gölgesini hiç üstünden eksik etmeyen Halit abisine borçluydu bu gününü...


Kış bahçesinde ise deli gibi dolanıp duran Boran ve Devran onları sakince izleyen hanımlar işin aslını bilmediklerinden sessizliklerini koruyorlardı.


Boran,


"Anam biliyordu bu işi, ne zaman öğrendi bilmiyorum ama onun gidişi ile bu kadının gelişi tesadüf olamaz." dedi.


Hiç biri sessizliğini bozmazken Zeynep babanne,


"Biliyorduysa da sonradan öğrenmiştir oğul, kendine yakışanı yapıp çekildi aradan demek ki."


Devran,


"Ben de bunca yıl sonra boşanmak da nereden çıktı diye düşündüm durdum. Bu yüzdenmiş öyleyse."


     Ela,


"Şimdi ne olacak?"


Herkesin merak ettiği soruya cevap. Türkan hanımdan geldi,


"Bayram Ağa'nın Bayramı bugün. Başının tacı geri döndü. Hepiniz sevda nedir? Hasret nedir? Bilen insanlarsınız. Yıllardır babanın çektiğini siz bilmeseniz de biz biliyoruz. Sakın kalbini kıracak birşey söylemeyin oğlum." diyerek usülüyle Boran'ı uyardı.


"Yok yenge saygısızlık yapacak değilim, şaşkınım sadece..." deyip Derya'nın yanına oturdu.


"Biraz müsade edelim onlara sonra isterlerse beraberce yemeğimizi yeriz." dedi Boran'ın elini okşayarak.


Devran,


"Yalnız söylemesem olmayacak, Derya sana ne kadar benziyor." dediğinde güldü Derya,


"Dilber hanım beni niye istemedi sanıyorsun?"


Ortamın kasveti biraz dağılırken kapı açıldı.


Zelfi,


"Bayram ağam salona buyursunlar dedi." demesiyle herkes salona geçti tekrar.


Zeynep babannene ile sıkı sıkı sarılan kadına istemese de dikkatle bakıyordu Boran. Bu olayı kafasında bir yere oturtamamıştı,


Türkan hanımın sarılışına karşılık veren Dilan ise Boran ile göz göze geldiğinde bakışlarını kaçıran genç adama nasıl davranması gerektiğini bilemiyordu.


Derya ve Ela için hocaları olan kadın yabancı değildi zaten fazlasıyla mutlu olmuşlardı. Sarılıp hal hatır sordular. Devran ve Boran yan yana oturdukları yerde birbirlerine baktılar iki küçük çocuk gibi.


"Babacım..." diyen Derya'yı kolları arasına aldı Bayram Ağa "Sizin için çok mutluyum. Bu arada sana benziyordu demiştin ama bu kadarını beklemiyordum." dedi.


"Okuldayken Derya'yı hep bana benzetirlerdi. Kızım sananlar bile olmuştu." dedi Dilan.


"Benim karım daha güzel!" diye söylendi Boran. Yanın da ki Devran gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı,


"Tuğra gibi psikolojik destek mi alsan acaba kardeşim. Cici anne sendromu oldun sen sanırım." deyince Boran'ın dirseğini karın boşluğuna vurmasıyla sesli gülmeye başladı.


"Oğlum Boran" deyip tanıştırma faslına geçen Bayram Ağada arada kalmış gibiydi. Zira Boran'ın suratı sirke satıyordu.


"Hoş geldiniz." deyip kısadan kestirip atmasıyla Derya göz devirdi bu haline.


"Yiğenin Devran" diyerek devam etti Bayram Ağa. Devran durur mu elinin üstünden öptü Dilan'ın,


"Çok memnun oldum yengeciğim." deyince genç kız gibi kulaklarına kadar kızardı Dilan.


"Çek lan elini eşşek sopası." diyen amcasıyla en son ergenlikte duyduğu hitaba güldü.


Yemek Boran dışında herkes için keyifli geçti. Dilan onun bu tavrına üzülse de konuşup aşacaklarını düşünüyordu.


Çaylar içilirken Derya Gülce'yi doyurmak için kış bahçesine geçti. Onunla Boran'a nasıl yaklaşması gerektiğini konuşmak isteyen Dilan da peşinden geldi.


Derya göğsündeki bebeğin kokusunu içine çekerken,


"Bu akşamı hiç böyle hayal etmemiştim. Hoş zaten edemezdim akla zarar bir gece yaşıyoruz." diyerek gergin kadına kapı açtı.


"Boran benim varlığımdan rahatsız oldu farkındayım ama ne yapmam gerektiğini bilmiyorum Derya. Onu ve Zeynep'i üzmek bu hayatta en son isteyeceğim şey. Ben bunca yıl onlar için kimsesiz gibi yaşadım. Dilber kapıma kadar gelmese, öyle de ölüp giderdim." dedi.


"Dilber anne kapınıza mı geldi? O biliyor muydu yaşadığınızı?" dedi Derya şaşkınlıkla.


"Bilmiyordu, iki kişi hariç kimse bilmiyordu. Fakat sen birilerinin kuyruğuna çok sert basmışsın yankısı bana kadar geldi. Hüseyin Karacahan benim abim Derya, kızını kurtarmak için beni ortaya çıkarmakla tehdit etmiş Dilber'i." deyince gözlerini kıstı Derya,


"Sen davadan vazgeç diye ikna etmesini istemişler." dedi açıklık getirmek için.


"Ama Dilber anne size geldi."


"Aynen öyle, boşanma davası açtığını ve bebeğin kırkı çıkana kadar zaman vermemi istedi. Benim kimsenin yuvasında gözüm yok Derya. Ama böyle hepimizi mutsuzluğa mahkum etmişiz." dedi hüzünle.


"Bayram babam sizi çok seviyor, çok kez şahit oldum içindeki yangına..." dedi Derya tüm samimiyetle.


"Herkes sevdiğini iddia eder Derya ama çoğu zaman sevdiklerim kendileridir. Senin yok olduğuna değil, yokluğunda çekecekleri acıya üzülürler. Bayram öyle değildir, seni senden çok önce düşünür. Kırılma incinme diyedir tüm çabası. Ne kadar ince düşünüyorsa o kadar ağır sınadı Allah, önce Havva ile benim aramda kaldı. O seçimi yapamayacağını daha doğrusu seçiminin sonucuyla mutlu olamayacağımızı bildiğim için gittim. Boyun eğdi, mecbur kaldı... Dilber ile aylarca kardeş hayatı yaşadıklarını adım gibi biliyorum. En nihayetinde abisinin ölümü onu daha zor bir seçime sürükledi. Türkan ile evlenmek... İşte Ordan sonra Bayram ağanın devri başladı bu topraklarda, yazdığım mektuba tutunduğunu oğlunun adını Boran koyduğunda anladım. Dualarımın kabul olduğunu ise Boran ile evlendiğini öğrendiğim de anladım."


"Boran'a biraz zaman verin hocam annesi ile bağını yeni yeni oturtuyor. Sizi anlayacaktır.


İkisinin de bilmediği bu konuşmalara kulak misafiri olan Boran'ın kafasında taşların çoktan yerine oturduğuydu.


Herkes evine dağılıp el ayak çekildiğin de Boran'ın göğsündeki yerini aldı Derya. Konuşmaya nereden başlasam diye düşünüyordu ki.


"Sizi duydum." diyen adamla öylece kaldı,


"Neyi duydun?"


"Dilan hanımla olan konuşmanızı. Annemin yaptığını çok takdir ettim Derya ama..." deyip derin bir nefes alıp burnundan verdi. "O kadının yaptığını kimse yapmazdı. Kimse bu kadar severken dahası sevilirken sırtını dönmezdi. Yaşadığını bilse asla bırakmazdı babam. Kuma işi bizim konağa kadar girdi mi de daha önü kesilmez yüzlerce kadının canı yanardı."


Derya kolunun üstünde yükselip çenesini Boran'ın göğsüne koydu.


"Doğru hiç böyle düşünmemiştim. Yine de ben onun yaptığını yapamazdım Boran. Senin gözüne başka bir göz değse deliriyorum. Sevdiğinin başkası ile aynı yastığa baş koyduğunu bilmek ölümden beter olsa gerek."


Alnına değen dudaklar ile gözleri kapandı Derya'nın,


"İkimiz onların bunca acıyla açtığı yolu devam ettirip bu topraklara adaleti getireceğiz Derya, kadınlar artık hak ettiği değere kavuşacak. Sen bize mucizeleri getirdin, bizde Mardin'de ki kadınların mucizesi olalım Cennetim."


     


Törenlere karşı güçlü kadın okumak isteyenleri davet ettiğim kitabıma desteğinden dolayı tüm oy veren okurlarıma teşekkür ediyorum.


Bu yolu burda bitirirken arada özel bölümler atarak özlem gideririz diye düşünüyorum.


Sevgiyle kalın...


⭐⭐⭐⭐⭐ Dokunmayı unutmayın...🥰😍

Loading...
0%