Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 1

@zeeyneep41

Heyoo yeni bölüm geldi. Bölümü şarkı ile dinlemenizi tavsiye ederim :)

 

Bölüme başlama tarihi ve saatinizi kaydediniz.

 

Oy ve yorum ile destek olmayı unutmayınız.

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~

 

Sonunda sağ salim bir şekilde havaalanına gelmiş ve kendileri için özel hazırladıkları uçakla İstanbul'a doğru yola çıkmışlardı. İstedikleri olmuş ve planları işlemişti. Demet'in aylardır ilmek ilmek işledikleri, bugün kendisini göstermişti.

 

Hüzünlü bir bakış attı son kez sevdiğinin şehrine. Gözünden bir damla yaş süzüldü. Son kez arkasını döndü ve ardından gelmesini istediği adamı aradı gözleri. Tam döneceği esnadaysa onu gördü...

 

***

 

Günümüz

 

Ah Mardin... Kanlı Mardin... Taşı toprağı kanla bulanmış, her evden ah sesleri yükselen Mardin. Neden? Kana bulanmış, taşı toprağı kan olan bir şehirden kime ne hayır gelebilirdi ki kendine de hayır gelmesini bekledi? İçindeki yangını biraz olsun söndürmek için derin nefesler aldı. Biraz sakinleyince buraya her geldiğinde yaptığı gibi annesinin en sevdiği şarkılarını söylemeye başladı.

 

Musa Eroğlu'nun Mihriban türküsünü söyledi. Annesi bir kızı daha olsa adını Mihriban koyardı emindi. O zamanlar yeni çıkan ve annesinin çok sevdiği, Onur Akın'ın seslendirdiği yağmur yüreklim türküsünü söyledi. En son annesinin adını koymasına ilham olan o türküyü içli içli söyledi. Söylerken biraz ağlar gibi oldu. Durdu, kendini toparladı ve sonra devam etti. Tekrar bir kere daha söyledi...

 

Erkan Oğur'un Zeynebim türküsünü söylemeyi ne çok severdi. Zeynebim Zeynebim dedikçe annesinin sesini duymayı ister ama asla duyamazdı. Hayat bazı insanlara fazla acımasız değil miydi?

 

Söğüdün dalları narindir narin

 

İçerim yanıyor dışarım serin

 

Zeynebi bu hafta ettiler gelin

 

Zeynebim zeynebim allı zeynebim

 

Güzeller içinde şanlı zeynebim

 

Sözlerde eriyip gidiyordu. Bir türkü yıllar boyunca dinlendiğinde bile aynı etkiyi bırakabilmesine Zeynep şaşırıyor ama seviniyordu. Annesinin ismini koymasına vesile olan, abisinin saçlarını okşayarak ona mırıldandığı türkü...

 

Zeynep duygusal bir kadındı. Duygularında ne hissediyorsa o an onu yapardı. Bazen pişman olurdu ama yine de duygularıyla hareket etmekten vazgeçmezdi. Savaş ile bu konuda asla anlaşamazlardı.

 

Zeynep oturduğu taşın üzerinde gözünden akan yaşları silerek son kez uçuruma doğru baktı. Uzun siyah saçlarını arkaya atarak ayağa kalktı. Elindeki gülü uçuruma yollayarak "Seni çok özledim anne" diyerek arkasını döndü.

 

Yan tarafta bir kafe vardı ve birkaç kişi oturuyordu. Zeynep kimseyi umursamadan kendisini bekleyen araca doğru ilerledi. Kafeye bakmamak için uğraşıyor ama yine de içinden bir his oraya bakması için zorluyordu.

 

Sanki bir bakış onu çekiyor gibi dönmüş ve karşısındaki adamla göz göze gelmişti. Karşısında karakaşlı, kara gözlü, esmer, kirli sakallı ve yakışıklı bir adam vardı. Bir süre göz göze kalakaldılar. Zeynep içinde hissettiği heyecan ile önüne dönerek tekrar karşısındaki adama döndü. Bu sırada karakaşlı yağız delikanlı kadını izliyordu.

 

Bir süre birbirlerine baktıktan sonra Zeynep, alelacele önüne dönerek araca doğru ilerledi. Şoförün kendisi için açtığı kapıdan araca binerek kapıyı kapatmasını bekledi. Şoför kapıyı kapatmış aracı kullanmak için aracın önüne doğru ilerlerken Zeynep camı açmaya başladı.

 

Camı açtığı esnada içinden hala oraya bakma isteği geçiyordu. Kendine yenik düşerek "Acaba bakıyor mu?" diye kafeye baktı. Delikanlı ona bakmakla kalmamış ayağa kalmış ve dikkatle kendisine bakmıştı.

 

Şoför araca binmiş ve çalıştırmıştı. Zeynep zamanın bu kadar uzun olabileceğini düşünmediği halde bakıyor ve içindeki hisleri anlamaya çalışıyordu. Uzun süre gördüğü terapiler doğrultusunda hayatına kattığı en önemli ritüel, duygularını anlamaya çalışmaktı ve şuan önemli olduğunu düşünüyordu.

 

İçinde nedenini bilmediği bir sızı vardı. Heyecanla birlikte kendini belli eden ama asla nedenini anlayamadığı o acı, tıpkı yıllar önce annesinin gidişiyle hissettiği acıya benziyordu.

 

"Çok saçma onu tanımıyorum bile..." diye mırıldandığında araç yavaşça hareket etmiş ve oradan ayrılmıştı. Bir süre ne hissettiğini anlamaya çalışan Zeynep konağa gelince araçtan inmişti.

 

Konağın kapasından girdiğinde, içeriyi incelemeye başladı. Sol tarafta büyük bir mutfak ve mutfaktan girilen kiler vardı. Sağ tarafta ikinci kata çıkan merdiven vardı. Müştemilat gibi kullanılan kısım iki katlıydı. İleride kendi konakları vardı.

 

Giriş katta yemek odası ve salon vardı. İkinci katta herkesin yatak odası vardı. Üst katta bir odanın içinde Mehmet ağanın güvercinleri vardı. Diğer odada çalışmalarının bulunduğu bir odası vardı. Eski bir konaktı ama yine de yaşanmışlıkları vardı.

 

Onu avluda bekleyen babası, hızla ayağa kalktı ve kızına doğru ilerledi. Zeynep karşısında gördüğü adamın yıllar içinde daha da yaşlandığını fark etti. Saçları daha da beyazlamış, yüzü ise biraz daha çökmüştü.

 

Babası sekiz yıl boyunca gelmeyen kızına özlemle sarılıyordu. Ara sıra görmeye gittiği kızını evinde görmesi, ölmeden yaşadığı en güzel duyguydu. Ah bir de oğlu ile barışabilse, onunla da konuşabilse, ondan "Baba" dediğini duyabilse...

 

Ne çok isterdi Mehmet ağa. Kızını kucaklaya bildiği gibi oğluna sarılabilmeyi hayal ederken gözünden bir damla yaş süzüldü. Mehmet ağa kimseye belli etmeden silerek kızından uzaklaştı.

 

"Kızım kahvaltı hazırlasınlar sana. Gel gel yorulmuşsundur. Avşin! Zeynep'in bavulunu odasına götürün" Mehmet ağa çalışanlara seslendiğinde Zeynep herkesi durdurmuş ve babasına dönmüştü.

 

"Tepedeydim ve geciktim. Duş alayım şirkete Ateş'e sürpriz yapacağım. Beni akşam gelecek diye biliyor. Ayrıca ben kahvaltı yapmıyorum ve odama birilerinin girmesinden hoşlanmıyorum. Lütfen sakin ol baba."

 

Zeynep babasını kırmak istemiyordu ama prensiplerini de yıkmalarına izin vermeyecekti. Bu konaktan gidişini hatırlıyordu. Tüyleri diken diken olmuş bir halde, babasının odasına gözünü çevirdi.

 

Babası kızının telaşını anladığında içini hüzün kaplamıştı. Her şeyi öğrendiği o akşamı asla unutmuyor ve kızının gidişini sindiremiyordu. Kızının tedirginliğini hissederek bakışlarını odasının camına çevirdi.

 

"O yok! Senin buraya geleceğini söylediğinde, onu ablasına gönderdik" Kısa ve öz yaptığı açıklamayla kızına dönmüştü. Kızının rahatladığını hissetmek istiyordu. Onu koruyamadığı onca yıla inat onu korumak ve yanında tutmak istiyordu.

 

"Baba, annemin evini temizlettiğim zaman ben oraya geçeceğim. Orası ile ilgili planlarım var. Arada geldiğimde de orada yaşarsam, sizin de düzeninizin bozulmasına gerek kalmaz."

 

Mehmet ağa olumlu anlamda kafasını sallamıştı. Kızını desteklemezse, tümden kaybedebileceğini biliyordu. Kızını gördükçe "Peri kızı" dediği sevdiğini hatırlıyor ve ona duyduğu özlemi gidermeye çalışıyordu.

 

Zeynep babasından ayrılarak bavuluyla birlikte odaya doğru ilerledi. Odasına geldiğinde kapıya dokunup bir süre bekledi. İçeride ne görmeyi umduğunu bilmiyor ve cesaretini topluyordu. Yavaşça kapıyı açarak içeriye doğru adım attı.

 

İçeriye göz gezdirmişti. Eskisi gibi oyuncakları, çizdiği resimleri, çektiği fotoğraflarının çıktıları, çadırı, kitapları, sevdiği çantaları ve masası... Babasının dediği gibi odası hala aynı onu bekliyordu. Belli ki babası burada çok vakit geçirmişti.

 

Zeynep'in gözleri dolmuş ve buğulu gözlerle tekrar bakmıştı. Burnuna gelen kan kokusu, açlık, açlıkla gelen uyku ve soğuk... Kimse bunları göremezdi. Bunları bir tek Zeynep görüyor ve hissediyordu.

 

Zeynep kafasını sallayarak kötü olan düşüncelerden uzaklaştı. Bavulunu yatağa bırakarak kendi giyeceklerini çıkardı. Gerekli birkaç eşyayı almıştı ama yine de her zaman kıyafeti yetersiz gelirdi. Sonunda ne giyeceğine karar verdiğinde ise kendini duşun sıcak ve rahatlatıcı kollarına bıraktı.

 

Tüm gerginliklerinden kurtularak duştan çıkmış ve saçlarını kurutmuştu. Üzerini giyindikten sonra saçlarını su dalgası yaparak makyaja geçmişti. Gözlerini ön plana çıkaran güzel bir makyajın ardından telefonu eline alarak sevdiği, kardeşi gibi gördüğü arkadaşını aradı.

 

Arkadaşı ve annesi Hacer Sultan ile konuşan Zeynep, Bahar'la çarşıda buluşmak için sözleşti. Hacer Sultan kızı gibi gördüğü Zeynep'in geldiğini duyunca çok mutlu olmuştu. Gözlerinin önünde neler yaşamış ama onlar hiç birini görmemişti. Kendini pişman hissediyor ve ne yapsa affedilemeyeceğini düşünüyordu.

 

Zeynep'i yemeğe ikna edene kadar konuşmuş ve en son "Gelmezsen küserim" kozunu kullanmıştı. Zeynep ise durumları iyi olmadığı için gitmek istemiyor ama Hacer Sultan'ı da kırmak istemiyordu. "Yarın akşam sizdeyim o zaman" diyerek telefonu kapatmış ve çıkmadan Ateş'i aramıştı.

 

"Şuan havaalanına gitmek için yola çıkıyorum Ateş ağa. Bir isteğiniz olmadığına emin misiniz?" diyerek gülmüştü. Zeynep aynı anneden olmasa da aynı babadan olan abisini seviyordu.

 

Birçok yanlışına rağmen Zeynep onu sevmeye devam ediyordu. Ateş annesi tarafından kolay manipüle edilebilen biriydi. Samyeli erkeklerinin hatası değildi. Havva Samyeli, tam bir manipülasyon abidesiydi.

 

Narsist özelliklere sahip olan Havva Samyelinin en iyi kullandığı silah manipülasyon olması çok tehlikeli ve zordu. Bazen herkes kendini hasta zanneder ama asıl hastanın o olduğunu göremezdi. Görse de bir narsisti buna ikna etmek kolay değildi. Zeynep bile tüm bunları, yıllarca gördüğü terapiler sonucu görebilmiş ve öğrenmişti.

 

Zeynep düşüncelerden arındığında şirkete gelmiş ve şoförün kapıyı açtığını fark etmişti. Araçtan inerek şirkete doğru ilerledi. Şirketi inceleyerek danışmaya doğru ilerledi. Ateş'in odasını bilmediği için yardım almayı istemişti.

 

Kimsenin onu tanımaması dezavantaj oluşturduğu için şirkete görüşme için gelen bir kadın olarak değerlendirilmişti. Sekreter kadın bakarken, Zeynep yavaşça karşısındaki kadına döndü.

 

"Ateş Samyeli ile görüşecektim."

 

"Ateş Bey'le randevunuz var mıydı?"

 

"Yok, canım ama benim geldiğimi söylerseniz sorun olmayacak" dedi.

 

Ateş bu sırada önemli bir toplantıdayken kişisel sekreterine verilen haberle Zeynep içeri alınmamıştı. Zeynep çok sinirlense de bunu göz ardı etme niyetiyle konuştu.

 

"Siz odasını tarif edin ben giderim."

 

"Hanımefendi neden anlamıyorsunuz? Ateş bey toplantıda" diyen kadın sessizce "Çattık resmen!" dedi ve Zeynep bunu duymuştu. Sinirle telefonu eline alarak Ateş'i aramak için numarayı çevirmişti. Telefonu hoparlöre alan Zeynep, sekreter kızın gözlerine bakarak konuşmaya başladı.

 

"Ateş, aşağıdayım ve beni almıyorlar."

 

"Geliyorum."

 

Ateş, toplantıdan biraz izin alarak ayrılmıştı. Önemli biriyle toplantısı olduğu için bölmek istemezdi ama kardeşi yedi yıl sonra geldiği için onu da kapıda bırakmak istemiyordu. Neyse ki misafiri anlayışlı çıkmış ve biraz beklemeyi kabul etmişti. Ateş, adı gibi ateş püsküren gözleriyle baktığı sekretere;

 

"Zeynep Samyeli... Bir daha kardeşim kapıda kalırsa kovulursun. Şimdilik bu yaptığınızı görmezden geliyorum" diyerek kardeşini odasına götürdü. Zeynep ise Ateş'le toplantıya girmek için üzerine aldığı ceketi çıkararak Ateş'in peşine düştü. Ateş sessizce onay verirken odaya girerek yerlerine oturdular.

 

Toplantı devam ederken Zeynep şok olmuş bir şekilde karşısındaki adama bakıyordu. Zira bu gözleri nerede olsa tanırdı. Bu gözler sabah gördüğü, karakaşlı kara gözlü yağız delikanlıya aitti. Bunun bir şaka olacağını düşünen Zeynep, karşısında kendine bakan gözlerle utanarak önüne döndü.

 

Yaklaşık yarım saat sonra toplantı biterken karşısındaki yağız delikanlı ile göz göze gelen Zeynep, delikanlının ifadesiz bakan gözlerinde soğukluğu gördü. Hâlbuki sabah ne de güzel bakmıştı gözlerine. İçi ısınmış, hatta sızlamıştı. Ateş, hafif öksürükle boğazını temizlediğinde ikisi de Ateş'e dönmüştü. Çalışanların çıkmasını bekledikten sonra içeriye göz attığında yağız delikanlının bir adamı ile yalnız kaldığını gördü. Ateş bu sırada kardeşi ile tanıştırmaya başladı.

 

"Ömer ağa, bu bacım Zeynep'tir. Zeynep bu da beyefendi Mardin ağası ve beylerbeyi Ömer Demirhanlı'dır. Doğu ve güneydoğu aşiretlerinin beyidir."

 

Ömer, Zeynep'in Ateş'le kardeş olduğuna emin olduğunda gözlerindeki soğukluk gülümsemeye dönmüştü. Zeynep içinin ısındığına yemin edebilirdi. Hatta o gözlerin güldüğünü hissediyordu ama bunu yalnız kendisi biliyordu. Kimse anlamamıştı ve anlamamalıydı. Ömer ve Zeynep el sıkışarak tanışmalarını resmileştirdikten sonra Ömer, Ateş'e dönerek;

 

"Bir bacın olduğunu bilmezdim Ateş ağa."

 

"Bu uzun bir hikâyedir Ömer ağam öyle ayaküstü anlatılmaz. Bacım, İstanbul'da yaşardı ve yaklaşık sekiz yıldır gelmezdi. Gelişine bir yemek yiyeceğiz. Sizin otelin restoranının yemekleri güzel derler. Bugün orada yemek yiyeceğiz. İstersen sende katıl bize Ömer ağam."

 

Ömer ağa, Mehmet ağanın bir İstanbul'lu kadınla evlilik yaşadığını biliyordu ama tüm hikâyeyi bilmediği için kurcalamak istemedi. Sahi ne demişti Ateş? "Bu uzun hikâyedir Ömer ağam öyle ayaküstü

anlatılmaz. Neydi bu kızın hikâyesi? Bugün bu cümleyi ikinci kez duyuyordu.

 

Bölüm Sonu

 

Oy ve yorum ile destek olmayı unutmayınız.

 

Loading...
0%