Yeni Üyelik
39.
Bölüm

Bölüm 38

@zeeyneep41

Heyooo yeni bölüm

 

Oy vermeden geçmezseniz sevinirim.

 

Satır aralarına yorumlar bekliyorum.

 

Keyifli okumalar dilerim çiçeklerim ve böceklerim.

 

~~~~~~~~~~~

 

Birlikte odalarına giderek hayallerine dalmıştı. Bebekleri ile kavuşacakları günü iple çekiyor ve onun için neler yapacaklarını konuşuyorlardı. İki heyecanlı ebeveyn, gelecek hayalleriyle uykuya dalarak günü bitirmişti.

 

***

 

1 hafta sonra

 

Ömer bir hafta boyunca eşiyle ilgilenirken, işlerini de ihmal etmiyordu. İşlerle ilgilenebilmesi için Ahmet'le iletişim halinde kalıyordu. Mehmet ağanın kızını merak ettiğini ve bilgi almak için birçok kez iletişim kurmak istemişti.

 

Ömer artık sonunda Demirhanlı konağına dönmeyi düşünüyordu. Zeynep'in dinlenmesi ve birazda ailesiyle vakit geçirmesi gerekiyordu. Savaş'la ilgili konuları halletmek için bahçeye çıkmış ve Savaş'ı aramıştı.

 

Savaş telefonu açtığında sesindeki telaş kendini belli ediyordu. "Alo! Zeynep iyi mi? bir şey mi oldu?" Ömer bu iki kardeşi de korumak ve yanlarında olmak istiyordu. Savaş kendinden büyük olsa da, hala küçük bir çocuk gibi olabiliyordu.

 

"Zeynep iyi! Biz konağa döneceğiz. Zeynep seni soracak eminim. Yarın babasıyla buluşmak istiyor. Seninle ilgili soru sormadı ama seni konakta göreceğini düşünüyor. Gelmek istiyorsan gel ve kardeşinle konuş. En azından iyi olduğunu görmesine izin ver."

 

Ömer telefonu kapatarak, Savaş'ın söyleyeceklerini duymaktan kaçındı. Zira hala ona kızgın olduğu gerçeği değişmemişti. Dikkatsizliği yüzünden bebeklerini kaybedebilir ve Zeynep'in derin bir acıya düşmesine neden olabilirdi.

 

Zeynep ve Ömer Demirhanlı konağına geldiğinde, saat üçe geliyordu. Doktora gitmiş ve durumun iyi olduğunu görmüşlerdi. Bebeklerinin kalp atımlarını duymuş ve minicik bebeklerinin görsellerini almışlardı.

 

Mercimek tanesi kadar olan bir bebeğin resmi sayılan ultrason, tüm Demirhanlı konağını mutlu etmişti. Zişan Hanım gelinini dinlendiriyor ve neredeyse tuvalet dışında kalkmasına izin vermiyordu. Sürekli meyve ve sebzelerle besliyor ve canının çektiği her şeyi söylemesini istiyordu.

 

Zeynep o an kendini çok değerli hissediyordu. Zişan Hanım sürekli gelinine değerli hissettirdiği için sorun görmüyordu ama annesiz olmanın zorluğunu çekiyordu. Kendi annesi olsa korkularını daha çok paylaşır, daha rahat hissedebilirdi. Zişan Hanımın korkuları için ne düşüneceğini kestiremiyordu.

 

"Güzel kızım, ben Ömer'ime gebeyken çok zorlanmıştım. Belli ki sende benim gibi oldun. Kayınvalidem kayınvalidesinden çok çekmiş. Bana hiç eziyet etmezdi. İlk bebeğime gebe olduğumda da bana, her ne istersen benimle paylaş derdi."

 

Zişan Hanım o günlere gitmiş gibi gözlerini, avludaki üçlü koltuğa çevirmişti. Yüzünde oluşan gülümsemeyle, o gün kayınvalidesinin söylediklerini düşündü. O gün kendine söylenilenleri, bugün kendi gelinine söylüyordu.

 

"Anne olmak çok zordur ama yalnızlıkla daha zordur. Anneler korkar, yorulur ama destek almadan yoluna devam edemez. Ben hep senin yanında ve seninle yan yana olacağım. Sende beni annen gibi görüp benimle bir ve benimle birlikte olmaktan çekinme."

 

Zeynep, evliliğinin başından beri yanında olan kadına baktı. Her fırsatta yanında olması ve kendini desteklemesi çok önemliydi. Zeynep artık kendine bu kadar yakın kalan kadına, anne sevgisini hissediyor ve onunla ilgili soru işareti duymamaya çalışıyordu.

 

Sanki soru işareti duyarsa kabalık etmiş olacaktı. Zeynep elinden gelen gülümsemeyi yaparken, bir yandan da içinde ki üzüntüyle başa çıkmaya çalışıyordu. Zaten duygusal olan bedeni, bebek haberiyle daha da duygusal olmuştu. Gözünden kendini dinlemeyen bir yaş sürüldü.

 

Zişan Hanım gelinine sarılarak duygularını paylaşıyor ve kendini kötü hissetmemesi için telkinde bulunuyordu. "Ben senin üzülmen için söylemedim güzel kızım. Ağlama! Hem sen üzülürsen bebeğinde üzülür. Sen sakin ve rahat ol, ol ki bebeğinle bu zamanların tadını çıkar" diyerek geriye çekildi.

 

Zeynep bu ailenin kendisini, artık gerçekten sevdiğini görüyordu. Zeynep ilk zamanların verdiği "anlaşmaya çalışma" durumu yaşamadıklarını görünce, daha da duygulanmış ama ağlamamak için toparlanmıştı. Gerçekten seviliyordu ve bu kendi olduğu içindi.

 

Bu zamana kadar Arslanlı ailesi dışında, onu gerçekten seven yoktu. Ya zenginliği, ya abisi ya da not tutma düzeninden dolayı yanında olanlar vardı. Hepsinin çıkarı vardı ve Zeynep, yine de kendini sevmeleri için kullanmalarına izin veriyordu.

 

Demirhanlı konağında ise durum böyle değildi. Demirhanlı ailesi, Zeynep'i Zeynep olduğu için seviyordu. Oğluna eş, konağına gelin ve şimdi de torunlarına anne olduğu için seviyordu. En güzeli de kendini sevdirmek için çabalamak zorunda kalmayacaktı.

 

Bu arada Savaş'ı görememişti ama sormaya çekiniyordu. Abisinin haklı olduğunu biliyordu ama Zeynep'in birinin kaderinde, ölüm emri verebilecek kadar acımasız olmadığını anlamıyor muydu? Kendisini katille bir tutmuş ve ağır konuşmuştu.

 

"Zişan anne! Ben... Ben aslında Savaş'ı merak ediyorum ama nasıl..." Cümlesini bile bitiremeden gözünden tekrar yaş damladı. Ömer bu sırada aşağı inmiş ve kapıda bulunduğunu bildiği Murat'a seslenmişti.

 

"Murat!" dediğinde kapı açılmış ve Murat hızla içeri girmişti. Hiçbir şey söylemesine izin vermeden "Savaş İstanbul'dan uçağa binmiş. Havaalanına araç gönderip aldırın!" diyerek kadınının yanına oturmuştu.

 

Ömer hem Zeynep'in sorusunu cevaplamış hem de abisi için araç göndermişti. Bu konuda kızgın hissediyordu. Savaş'ın yaptığını doğru bulmuyordu. Konuşarak ve kelimelerini doğru seçerek konuşsaydı, belki bugün bu kadar sıkıntı yaşamazlardı.

 

Akşam yemeğinde herkes masadaydı. Çatal bıçak sesinden başka sesin çıkmadığı masa, eski şen halini arıyor gibiydi. Bu masada hep muhabbet yapılır ve gülüşerek yemekler yenilirdi. Bugün büyük bir sessizlik ve gerginlik hâkimdi.

 

Yemekler yenildiğinde, iki kardeş birbirinden kaçıyor gibiydi. Ömer ise Zeynep'in bu durumdan rahatsız olduğunu düşünüyordu. Onların bu halinden memnun olmadığı fark ediyordu.

 

Tüm aile kahve içerek günlük muhabbetlere dalmış ve iki kardeşin en azından muhabbet etmesi için uğraşıyordu. İki kardeş, muhabbete katılmıyor ve birbirinden kaçıyor gibiydiler. Artık yatma saati geldiğinde, Ömer ağa bu duruma el atmak istedi.

 

"Berfin sen odana gidebilirsin. Kocan birazdan gelir. Herkese iyi geceler!" diyerek herkesin kendilerini yalnız bırakmalarını sağlamıştı. İki kardeş ne kalkıyor ne de yalnız kalmak istiyordu.

 

Savaş özür dilemenin yersiz olduğunu düşünüyor ama bir şeyler söylemesi gerektiğini de biliyordu. Kardeşine bakmak için döndüğünde ise kendine özlemle bakan kardeşini gördü. Hızla kendine çekerek sarmaladığı kardeşini, öperek özür diliyor ve kendini affetmesini istiyordu.

 

Ömer onları biraz yalnız bırakmak adına üst kata çıkmış ama kadınının yanında olmak adına, yukarıdan izlemeye devam etmişti. Savaş hala kardeşini öpüyor ve kokluyordu. Sonunda biraz uzaklaşarak ayrılmış ve kardeşinin yüzüne bakmıştı.

 

"Özür dilerim!" sesi yorgun ve bitik çıkmıştı.

 

"Öyle söylemek istemedim. Kızgındım ve bunu sana yansıttım. Hatalıyım ve özür dilerim! Beni affedebilecek misin?" diyerek kardeşine baktı. Zeynep ise yaşlarla dolmuş gözleriyle kardeşine bakıyor ve onayla başını sallıyordu.

 

Savaş kardeşinin düşen damlalarını silerken, ağlamaması için uğraşıyordu. Dizlerine yatırdığı kadının saçlarını okşarken muhabbet etmeye başlamışlardı. Zeynep'in annelik hakkında korkularını dinliyordu. İnternetten okuduğu hikâyeleri, annesi anlatmış gibi kardeşine anlatıyor ve sakinleşmesini sağlıyordu.

 

İki kardeş sonunda odalarına gitmiş ve bu evde olma sebepleri, eşlerine sarılarak günü bitirmeye başlamıştı. İki kardeş bir haftadır yaşadığı en güzel uykuya dalarken, Zeynep aklındaki sorunların birçoğuyla baş etmeye hazırdı.

 

*** 

 

Güne zorda olsa uyanarak kalkmıştı Zeynep. Artık daha çok uyuyor ve çok dinleniyordu. Bugün babası ile buluşacak ve aklındaki soruları sorarak yüzleşmeye çalışacaktı. Geçmişle ilgili konuşulmamışları konuşacaktı.

 

Zeynep kahvaltıya indiğinde, Savaş onu sıkıca sarılmıştı. Özlediği kardeşiyle arasını düzeltmesi, kendini daha iyi hissettirmiş ve güzel bir sabaha uyanmasını sağlamıştı.

 

Hep birlikte güzel bir kahvaltı yapıyor ve muhabbet ediyorlardı. Dün akşam yemeğindeki aileden eser olmaması herkesi mutlu etmişti. Zeynep ise hafif bir gerginlik hissediyordu. Gözleri Ömer'e döndüğünde, hazır olduğunu belirtmişti.

 

Ömer kahvaltısının ardından Zeynep ve ailesiyle kahvesini yudumlamak için üst kata çıkmıştı. Tüm aile birlikte kahve içerken, bugün için Zeynep'e destek vermeye çalışıyorlardı. Savaş ise sakince dinliyor ve ne yapacağını düşünüyordu.

 

"Bende geliyorum!" diyerek kardeşine bakmış ve bunun tartışmaya kapalı olduğunu göstermişti. Orada iki kardeşi neler beklediği aşikârdı. Ömer iki kardeşi yalnız bırakmak için işleri bahane etmiş ve eşi için hastaneyi hazırda bekletmişti.

 

Zeynep ve Savaş arabaya binerek tepeye doğru ilerlediğinde, akıllarında hep o soru vardı. "Neden?" İki kardeş neden sevilmediğini, neden bu kadar şeye sustuğunu ve kendilerini sevmediğini anlayamıyordu. Zeynep bebeğini okşayarak sakinleştirmek istemişti.

 

"Sakin bebeğim. Baban bizi hep korur merak etme. Yanımızda olmaması, bizi görmediği anlamına gelmiyor. Kesin oralarda bir yerlerde bizi izliyor olacaktır!" Zeynep içinden bebeğini sakinleştiriyordu.

 

İki kardeş sessizce tepeye gidiyor ve bilinmezliğin verdiği gerginlikle savaşmaya çalışıyordu. Sır gibi görünen bazı perdelerin açılması, iki kardeşte derin yaralar bırakabilirdi. İkisi de bunu göze almış ve en kötüye hazırlıklı gitmişlerdi.

 

Tepeye geldiklerinde, Zeynep kendisi için açılan kapıdan indi. Savaş ise inmeyerek kapıyı kapatmış ve camdan babası ve kardeşini izlemeye koyulmuştu. Kendiyle futbol oynamayan adamın yaşlanışını düşünüyordu.

 

Şakaklarıyla başlayan aklanma, tüm saçlarına yayılmıştı. Hafif önde göbeği, biraz daha kendini belli etmiş ve omuzları çökmüş gibiydi. O an annesini düşündü Savaş. "Yaşlansa nasıl görünürdü benim annem?" diye mırıldandı.

 

Akıllarında bile hep gençti Demet. Yaşlanmamış ve saçlarına aklar düşmemişti. Hep güzel hatırlıyordu. Son günlerini ve kötü olduğu dönemleri silmiş, güzel anılarıyla hatırlıyordu. Dahası annesiyle anılar üretmiş ve on iki yaşındaki Savaş'a güç vermek istemişti.

 

Zeynep ise her adımda ağırlaşan ayaklarını ilerletmeye çalışıyordu. Elinden tutulmasına ne de ihtiyacı vardı o an. Duyguları coşmuş ve ağlamaya yüz tutmuştu. Zeynep kendini toplarlarken, annesine gelmenin mutluluğunu hissetmeye çalıştı.

 

Neler yaşanmış olursa olsun bu uçurum kenarı, kendisine en iyi gelen kısımlardan biriydi. Babasının yanına geldiğinde, içinde bir kuş uçmuş ve babasına sarılmıştı. Zeynep ise sakince bakmış ve başıyla selamlamıştı. Sarılmaya çekiniyor ve bunu iki tarafın istediğini de görüyordu.

 

Taşın kenarına oturdu, baba kız. Demet'in görmeyi belki de yıllardır beklediği sahneydi ve onları Demet değil, Savaş izliyordu. Yavaşça arabadan inerek yaklaşan Savaş, iki metre geride duruyordu. Kimsenin duymaması için çabalamış ve konuşmaktan duyamadıklarını anlamıştı. Şimdi dinliyor ve anlamak istiyordu. Belki de yüreğine çok ağır gelen soruyu sorabilirdi.

 

Zeynep'in sorusunu duyduğunda artık pür dikkat kardeşi ve babasını dinlemeye odaklanmıştı. Zeynep ise babasına içinden geçeni soruyordu. "Amcanın çocukları varken baba, o kadını nasıl kabul ettin? Ne uğruna annemden vazgeçtin?"

 

Mehmet ağa bir anı girdabına girmiş ve o günlere gitmişti. Gözünün önünde dönen sahneleri görüyor ve ne kadar kör olduğunu o zaman tekrar hatırlıyordu. "Babamla annem çok istemiş Havva'yı. Eğer ağa olursam..." duraksadı bir süre. Mehmet ağa derin bir nefes alarak devam etti.

 

"Ben ağalıktan vazgeçsem, aşiret için iyi olmayacaktı. Ağa olduğumda da anneni korurum zannettim ama yanıldım. Gitmesin istedim. Beni hep sevsin istedim. Çünkü Demet'in sevgisi, çölde su, karda ateş ve dünyamda eşsizdi."

 

Gülümseyerek kadınını izliyordu. Kimse görmese de Mehmet ağa orada kadınını görüyordu. Her buraya geldiğinde, Demet'i görüyor ve onunla konuşuyordu. Sözlere ihtiyaç duymasına bile gerek olmadan, sevdiğiyle ilişkisini yaşıyordu.

 

"Bende sevdim ama yapamadım. O evliliğime de zaman ayırmak zorundaydım. Aşirete karşı birçok sorumluluğum olduğunda, keşke dedim... Keşke ağa olmasam ve buralardan gitsem ama olmadı. Demet'i, Savaş'ı bir bilinmezliğe sürüklemek istemedim. Gitsem beş parasız olurdum. Ben ağalık için yetiştirildim. İş güç bilmezdim ki."

 

Zeynep ne diyeceğini bilmediği için sessizce dinliyordu. Anlamak istiyordu ama anlamıyordu. Annesi lüks düşkünü bir kadın değildi. Babası da iç güveysi olabilecek biri değildi. Velhasıl zaman beyhude bir çaba içinde geçmişti.

 

O zaman Ömer'in dediği bir cümle düştü Zeynep'in aklına. Aklına düşen diline peyda oldu. "Zaman ertelenmeye gelmiyor." Ne de güzel demişti Ömer ağa. Sevdiği kadını görünce âşık olmuş ve peşinden gitmişti. Denemiş ve pişman olmamıştı.

 

Mehmet ağa kızının dediği söze başını sallayarak onay vermişti. Zira bunu en iyi bilen kişiydi. "Bir zamanlar annenle Antep'ten gelirken durmuştuk burada. Abine gebeydi. Senin gibi onunda güzelliği Mardin'e destan olmuştu. Bende ne buldu acaba derdim. Çünkü ulaşılmaz bir güzelliği vardı."

 

Mehmet ağa sessiz kalınca, Zeynep kendi hisleriyle devam ettirdi sözlerini. "Sevgi arayarak bulunmaz ama geldiğinde de kaçılmaz. Sen benim kaçamadığımsın. Senden kaçabilmek benim kaderimde yok. İçi dışı seninle kaplı bir kadınım ben."

 

Annesinin günlüğünde okuduğu birkaç satırdan biriydi söyledikleri. Şimdi anlıyordu annesinin hislerini. Zira kendisi de Ömer'den kaçamamıştı ama içinden bir his, Ömer ve Mehmet aynı değil diyordu.

 

"Peki, bizi neden sevmedin? Abim ve ben..." Zeynep'in sesindeki hüzün, Mehmet ağanın kalbini buz kestirmişti. Zeynep'in gözlerine bakarak odaklandı. Gerçekten sevilmediğini hissettiğini gördüğünde, gözünden bir damla yaş süzülmüştü.

 

"Bir anne veya baba, evladını nasıl sevmez? Bilirim size baba olamadım ama sizi hep çok sevdim. Abin ve sizin yanınızda olamadım belki ama sizi sevmekten asla vazgeçmedim. Anne olduğunda anlayacaksın. Evlat farklıdır..."

 

Mehmet ağa duygularını aktarırken, Savaş kendini tutamadı. "Beni o kadar severdin ki, seninle futbol oynamak istemiştim hayır dedin! Peşinden geldim ve gördüm. Oğlunla oynuyordun. O avlunun içinde, sen ve oğlun... Siz futbol oynuyordunuz ve ben futboldan nefret ettim o gün."

 

Savaş derin nefes aldı. Çocuk gibi ağlamanın sırası değildi. Dik durmak ve babasına öfkesini kusmak istiyordu. "O kadar sevdin ki bizi, kızın konağından ölü gibi çıktı. O gün İstanbul'a gittiğimizde kanaması olunca, biz iç kanama geçiriyor zannettik. Doktorlar bile bu şiddetin boyutuna hayret etmişti."

 

8 Yıl Önce

 

Savaş ve Barış'ın İstanbul'a getirdiği kardeşi uyuyordu. Bitap düşmüş bedeni, derin uykuya açtı. Huzurla uyurken araç yolculuğu, Arslanlı'ların evine geldiğinde son bulmuştu. Barış kucağına aldığı kızı, uyandırmadan odasına götürmek isterken, Buket'in "Kanaması var!" sözüyle bacaklarındaki kanı görmüştü.

 

Hızla arabaya geri koyduğu yeğenini hastaneye götürerek doktorlara emanet etmişti. Ortalığı ayağa kaldırarak tüm doktor ve hemşireyi, yeğeniyle ilgilenmesi için ikna etmişti. Birçok test yapılıyor ve raporlar hazırlanıyordu.

 

Yasal vasisi olarak Savaş'ın kabul edilmesi için tüm tanıdıkları kullanan Barış, yeğeninin durumunu merak ediyordu. Bir gecenin sonunda artık doktorlar bilgi için hazırdı. Küçük yeğeni regl oluyordu ve bunun ne olduğunu, ne yapılacağını bilmiyordu.

 

Hastanedeki hemşirelerin verdiği eğitimlerle konuyu öğrenmiş ve annesizliği daha derinden hissetmişti. Anneannesi Hande Hanım bile kendine kızıyordu. Torunu regl bilmiyordu. O kadar yok sayılmış ve dövülmüştü ki, ruhu yara bere içindeydi. Bedeninde ki morluklar bile çok şiddetliydi. Haftalarca geçmeyen morluklar, herkesin kendini sorgulamasına neden olmuştu.

 

*** 

 

 

Bölüm Sonu.

 

Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.

 

 

Loading...
0%