@zeeyneep41
|
Heyooooo. Yeni bir bölümle geldim.
Yeni kurguyu beğendiniz mi? Şekerler ben uzun bölümlerde çok boğulduğum için fazla uzun bölümler yazmıyorum. Eğer bu sizi rahatsız ediyorsa bunu belirtebilirsiniz. Profilimdeki link wattpad için açılmış bir instagram adresidir ve oradan ya da bu hesaba üzerinizden bana ulaşabilirsiniz.
Sol alt köşedeki yıldızlara basmayı unutmayalım.
Satır aralarını yorumlarla dolduralım.
Hadi bölüm başlasın. Keyifli okumalar dilerim.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Medya: Belkıs Özener - Sevemedim kara gözlüm (Ayşe'nin mırıldandığı şarkı)
Her gece içmiş ve kızının gidişini görmemek için çabalamıştı. Sahi sarhoş olunca, kızı gitmemiş mi olacaktı? Canı yanmamış mı olacaktı? Kızını verdiğini, gittiğini, ağladığını ve ne olacağını bilmeyecek miydi? Zalim adama kız vermişti.
Ayşe üzerine bol gelen gelinliğiyle, şehrin meydanında gelin olmuştu. Hala görmediği damadı, hiç merak etmiyordu. Hala bir umut kurtulmayı bekliyordu. Şuan bir erkek gelse onunla kaçabilirdi bile. Denize düşmüş ve bir çıkış kapısı arar olmuştu.
Ayşe yaşadığı şehirden on iki, on üç saatlik bir yolculukla bir köye gelmişti. Eniştesinin yanında, küçücük bir kız çocuğuydu. Korkuyla yürüyor ve önden giden adama yetişmeye çalışıyordu.
Bindikleri minibüsle köye giden Ayşe, gördüklerine şaşırmıştı. Her yaz anneannesinin köyüne gittiğinde gördüğü hayvanlar, şimdi bu köyde de vardı. Ayşe şehirde büyümüştü ve köy işlerini pek bilmezdi.
Annesi her işi yaptırır ama köye gittiklerinde de asla kirlenmemesi için uyarırdı. Ayşe köyün kokusunu hissediyordu. Burun deliklerine dolan hayvan ve pislik kokusu kendini hissettiriyordu. Ayşe yüzünü buruştursa da hemen toparlamıştı.
Bir bahçenin içinde tek katlı bir evin önünde duruyordu Ayşe. Önce yavaşça etrafa bakındı. Dikenli tellerle çevrelenmiş arazinin yola yakın kısmında; tek katlı, çatısız bir ev duruyordu. Önünde üzüm çardağı, yan tarafında tavuk kümesi ve erik ağacı, diğer yanında incir ağacı ve elma ağacı vardı.
Arka kısmı merak etmişti ama pek görünmüyordu. Biraz ileride, küçük ve toprak ev vardı. Topraktan yapılmış, küçük ve çatılı bir evdi ve Ayşe'ye anneannesinin köyünü hatırlatıyordu. Kendilerine doğru gelen teyzesini görünce, biraz olsun rahatlamış hissetmişti.
Teyzesinin kendine yapmacık bir gülümsemeyle sarıldığını hissediyordu ama sessiz kalmaya devam ediyordu. Akşama yapılacak kına için hazırlıklar devam ediyordu. Ayşe, görümcesi olduğunu öğrendiği kızla odaya girdi.
Görümcesi Sevda kendisinden iki yaş büyük, zayıf, kahverengi ve düz saçlara sahip biriydi. Gözleri büyük ve güzeldi. Sevda güzel bir kızdı. Eniştesine benzerliği barizdi ama eniştesi kadar zalim durmuyordu.
Ailesi hakkında kısa bir bilgi vermeye başlamıştı. Sevda'nın söyledikleriyle şok oluyor ve buradan gitmek için dualar ediyordu. Keşke bir dilek hakkı olsa ve bu kâbustan uyanmayı dileyebilseydi.
Hikmet Köseoğlu... Eniştesi ve uzaktan akrabasıydı. Tüm köyün nefret ettiği, zalim bir adamdı. Ailesinin en büyük ve en asi evladıydı. Hüma Köseoğlu ile evliliği, şiddetli geçimsizliğe rağmen devam ediyordu.
Hüma Köseoğlu... Teyzesiydi ama kendisini istemediğini belli ediyordu. Sessiz, sakin biriydi. Şiddete boyun eğen, gidecek bir yeri olmayan biriydi. Durumunu "İleri gidince başıma, geri kalınca da sırtıma vurdular" diye belirtiyordu.
Semih Köseoğlu... Damat beyin ta kendisiydi. Hikmet ve Hüma'nın en büyük ve tek sakin çocuğuydu. Herkes onun için "Vur kafasına elinden ekmeğini al" diye tanımlardı. Gereksiz argümanlar değildi. Bu sözler, gerçekleri yansıtıyordu.
Semih şehir merkezinde çalıştığı için, uzun yol giderdi. Sabah erken kalkar ve akşamda biraz geç gelirdi. Şuan Askerde olan adamın yaşı da yirmi dörttü. Ayşe'den on bir yaş büyük, askerde olan bir adamdı. Peki, o zaman Ayşe neden gelin edilmişti?
Köseoğlu ailesinin diğer bir ferdi de, Ahmet Köseoğlu'ydu. Asi ve babası gibi zalimdi. Kimsenin elinden ekmeğini almasına izin vermeyecek kadar kurnaz, abisinin ekmeğine pay isteyecek kadar arsızdı.
Ve evin en küçüğü Sevda Köseoğlu. Sevda Ayşe'den iki yaş büyüktü. On beşinde, güzel denilebilecek bir alıma sahip biriydi. Ayşe'nin bu kıza kanı kaynamıştı. Onu sevebileceğini düşününce, içi biraz olsun rahatlamıştı.
Bir yandan konuşuyor ve bir yandan hazırlanıyorlardı. Ayşe, toprak evi merak ediyordu. Orada birilerinin yaşayıp yaşamadığını sormak istiyordu ama çocuk hali yine de ona bunu sormayı engelliyordu.
Sevda'nın susmaya pek niyeti yoktu. Bu yüzden herkesi tek tek anlatıyordu. Şimdi de sıra toprak eve gelmişti. Babaanne ve dedeleri hala orada yaşıyordu. Ömer dede sakin ve herkesin sevdiği, saygı duyduğu biriydi.
Köydeki herkes Ömer dedenin elini öpermiş. İş ve kız isteme mevzularında icazet ister, gerekirse de yanlarına alırlarmış. Eli öpülesi Ömer dede, fazlasıyla sevilen biriymiş. Peki ya babaanne?
İşte o biraz Hikmet eniştesi gibi sinirli ve zalim bir kadınmış. Bir söylediği iki edilmez, hürmette kusur edilmezmiş. Yanlış bir şey yapıldığındaysa, elindeki bastonu havaya kaldırırmış. Şiddete meyilli ve zalim bir kadınmış.
Birde amcaları var. Hikmet eniştenin kardeşi Salih amca, yolun karşı tarafında oturuyorlardı. Onların evi de arazilerinin içindeydi. Dikenli çitlerle sarılı arsanın içinde iki katlı bir evdi onların evi. Çardağı, meyve ağaçları ve bahçe mobilyaları...
Yanlarında boş bir arazileri vardı. Üzerinde biraz eski ama yine de iş gören bir yapı vardı. İki ailenin de hayvanları oradaydı. Samanlığı, harmanı ve ahırı birleşik bir yapıydı. Ayşe, hayvancılık hakkında pek bir bilgiye sahip olmadığı için anlamamıştı ama hayat ona yaşaya yaşaya ezberletecekti.
Sevda ise şu şekilde açıkladı. "Ahır ya da mera dediğimiz alana hayvanları koyarız. Saman verir sütünü sağarız. Hayvanların pisliğini toplar dışarı atarız. Bu hayvan pisliğini de, bahçede sebzelere gübre niyetine kullanırız."
Ayşe gübre olarak hayvan pisliği kullanıldığını duyunca, midesi bulandı. Yüzünü ekşitince, Sevda gülümsedi. Bilmeyen herkes aynı tepkiyi veriyordu ama gübreyi toprakla örmeyi tercih ediyordu ailesi.
"Samanlıkta adı üstünde samanlık. Samanları yükleriz. Herkesin bölümü farklıdır. Harman ise gördüğün boş alan. Bahçeden çıkan buğdayı oraya alıyoruz. Kuruyan başakları döverek buğdayı alırız."
Ayşe yavaşça başını salladı. Elinden gelse yok olmak isterdi. Daha on üçünde, yirmi üç yaşındaki bir adama gelmişti. Adam daha askerdeydi. Akrabalıkları vardı ama tanımıyordu. En azından şehrinde kalmak isterdi.
Kötü de olsalar, ailesine yakın olmak isterdi. Korkuyorum diyebilmek isterdi. Sığınacak bir limanı olsun, düşerse elinden tutanı olsun isterdi. Yavaş yavaş hazırlıklarını tamamlamışlardı. Görümcesinin yardımıyla evden çıkmış, kapının önünde toplanan insanlara doğru ilerlemişti.
Bakanın bir daha baktığı, görenin içini hüzün kapladığı bir akşamdı. Herkes şaşkın ve üzgündü. Bu güzel kızın zalime düştüğüne mi yoksa küçücük haliyle gelin olmasına mı ağlamaları gerektiğini bilmeden üzüldüler.
Hayat işte tam da böyle. Sana üzülenler, kapısını kaptır ve rahat yataklarında uyurlardı. O köyün gördüğü en genç çocuk, gelin olmuştu. O köye o kadar küçük bir gelin, hiç gelmemişti. Ayşe ise sessizce, bir evcilik oyunu hazırladı kendine.
Hayat bir oyun sahnesi gibiydi ve Ayşe de o sahnede evcilik oynayacaktı. Kimse görmeyecek ve duymayacaktı ama Ayşe çığlık atacaktı. Ayşe ağlayacaktı ama kimse anlamayacaktı. Tıpkı, şimdi attığı sessiz çığlıklar gibi...
Kına gecesi kadınlar arasında yapılırdı ama bu köyde iki kına gecesi olurdu. Ayşe'nin kocası burada olmadığı için bir kına gecesi yapılacaktı. Köyün adetlerine göre evlenecek kızlara iki kına gecesi yapılırdı.
Birincisi kadınlar arasında olur ve sadece kadınlar toplanırdı. Evlenecek kıza ilk gecenin önemi, evliliğin yükü ve önemi anlatılırdı. Kızın korkuları ve bilmedikleri, eğlence eşliğinde anlatılarak öğretilirdi.
İkincisi ise düğün gibi olurdu. Erkek kadın toplanır ve eğlenilirdi. Düğünde ise damadın durumu belli olurdu. Kınaya benzer yaptıysa durumu normaldi. Kına üstüne çıkmış ve daha güzelini yaptıysa durumu iyiydi.
Birde durumu kötü olup düğün yapamayanlar vardı. Evine gidilir ve takı ellerine verilirdi. Herkesin gülümseyerek girdiği evden, dedikodu malzemeleri toplayarak çıkardı herkes. Yüzüne gülen arkandan konuşurdu.
"Ay gördün mü evi nasıl pisti veya kızın dili de pabuç gibiymiş. Baksana nasılda cevap veriyor kaynanasına..." Saygının susmaktan ibaret olduğunu düşündükleri ve gelin kelimesinin, hizmetçilikle karıştırıldığı dönemlerdi.
Ayşe eğlenenleri izliyordu. Aslında oynamayı severdi ama bu kendi kınasıydı. Oynamayacaktı... Çünkü ne bu evliliği istiyordu, ne de bu köyü. Belki de oynaması ayıp bile sayılabilirdi. Sessizce oturuyor ve insanları izliyordu.
Herkesi tek tek inceliyor, herkes hakkında bilgi sahibi olmak istiyordu. Yaşıtlarına göre akıllıydı ama şansı güzel değildi. Güçlü kalmaya çalışarak kendisine doğru gelen görümcesine baktı.
"Yenge, bir şeye ihtiyacın var mı?" Aslında Sevda iyi bir kızdı ama kendinden büyük birinin, kendine yenge demesini beklemiyordu. Gerçekler tokat gibi çarpmıştı Ayşe'nin yüzüne. Derin bir nefes alarak Sevda'ya döndü.
"Çok yoruldum. Ne zaman biter?" Etrafındaki bu curcunadan bahsediyordu. Küçük bir kıza yapılan kına gösterisini. Sevda döndü ve herkese göz atarak Ayşe'ye doğru bakışlarını çevirdi.
"Yavaşça dağılıyorlar. Bir saate biter. Yarın düğün olacak. Biraz yorulacaksın ama sonra dinlenirsin merak etme." Sevda içten gülümsemeyle baktı Ayşe'ye. Ayşe ise hüznünü belli etmeden Sevda'ya gülümsedi.
Artık kına gecesi bitmiş ve misafirler dağılmaya başlamıştı. Ayşe, kendine üzülen herkese bakmıştı. O yüzlerindeki hüzün silinmiş ve durumu kabul etmişlerdi. Eğlenmekten yorulmuş ve evlerine giderek dinlenmeyi düşünmeye başlamışlardı.
Ayşe, görümcesinin odasında kalacaktı. Odaya girince etrafa bakmaya başladı. Sağ tarafta teyzesine ait sandığı gördü. Üzerinde bir döşek, yorgan ve yastık vardı. sol tarafta bir dolap vardı. Dolabın içi Sevda'nın eşyalarıyla doluydu.
O an Ayşe, yanında getirdiği çeyiz ve eşyaları düşündü. Birkaç havlu, dantel, lif ve tülbent vardı. Üç beş parça kıyafetiyle bile, Sevda'nın kıyafetlerine yetişemezdi. Kendi kaderine üzülüyordu.
Bir aile vardı on üç yaşındaki kızı, hizmetçilik etmesi için evlendiren. Birde zalim bir adam vardı. On beş yaşındaki kızını, evlendirmeyen... Yere serdikleri döşeğin üzerini çarşafla örttüler. Sevda bir yastık daha getirmiş ve döşeğin üzerine bırakmıştı. Üzerine aldıkları yorgana sarılarak uykuya daldı Sevda.
Ayşe ise sessiz gözyaşlarını akıttı. İçinde kopan fırtınalar, acılar ve boğazından kopan çığlıklar... Hepsi sel oldu aktı. Yorgunlukla uykuya dalan Ayşe, rüyasında okula gitmeye başladı. Artık rüyaları, istedikleriyle dolacaktı.
***
Bölüm Sonu
Oy ve yorum ile destek olmayı unutmayın.
|
0% |