Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. Bölüm

@zeeyneep41

Heyoooooo. Yeni bölüm geldi.

Satır aralarına yorum bırakmayı unutmayalım.

Sol alt köşede bulunan yıldızlara basmadan geçmeyelim.

Sizleri bekletmeden bölüme geçiyorum.

Keyifli okumalar dilerim.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Gün her zaman güzel başlamazdı. Bazen de böyle kalbinizdeki acı ve başınızdaki ağrı ile uyanmanız mümkündür. Ayşe akşam ağlamıştı ve bu yüzden başı ağrıyordu. Ama kadınlık görevi, asla uyumasına izin vermiyordu.

Kalkarak kocasına kahvaltı hazırladı. Bu sırada Semih'in anne ve babası Hikmet ve Hüma Hanım kalkmıştı. Sevda'yı da uyandırmışlardı. Ayşe hızla kahvaltı hazırlayarak kocasını evden kahvaltısız göndermemek için uğraşıyordu.

Bu sırada Semih hazırlanmış ve kahvaltı masasındaki yerini almıştı. Ailesi de onun yanına oturmuş ve masaya gelenlerle karınlarını doyurmaya başlamıştı. Bir süre sonra Hamit Bey'in seslenmesiyle Semih dışarı çıkmıştı.

İşe birlikte gittikleri ve aynı yerde çalıştıkları için, birlikte giderlerdi. Bu sırada Hüma Hanımda planlarını devreye sokmuştu. Kocasını fişekleyerek evdeki eşyaları konuşuyordu.

"Benim ütüm yok. Bu kısır kızın ki güzel ütülüyor hem bu yatakta çok güzel. Aslında giderken alsak gitsek iyi olur. Hem onları benim oğlum aldı. Ayıp değil, günah değil."

Kocasını bu şekilde doldurarak evdeki eşyalara göz dikmişti. Ayşe şaşkınlıkla donmuş ve odaya girememişti. Eniştesi zaten alacak bir adamdı ama teyzesi...

Hayat, işte böyle dersler verirdi ama Ayşe gibiler, bunları anlayamazdı. Çünkü hayat, onları yaşatmamıştı.

Manipüle edilebilen ve hayata eksik başlayan çocuklar, hayatta hep eksik kalırlar. Anlarken bile...

Ne acıdır ki, bu hayatın hep acı tarafına odaklanırız. Mutlulukları görmez ve kendimiz için yapılanı fark edemeyiz. Çünkü hayat, başta bize acımamıştır.

Hep bunu düşünür yaralılar. "Hayat bana hiç acımadı, şimdi mi acıyacak?" Belki acımıştır ama bunu görmek ve anlamak Ayşe gibilere göre değildi. . Ayşe gözü yaşlı mutfağa gitmişti. Kocasının aldıklarına bakmaya bile kıyamazken elinden alınacağını biliyordu. Zaten hissetmişti ama dillendirememişti.

Hayat hep acımasız geliyordu ve Ayşe, artık çok yorulmuştu. Yavaşça gözlerini silerek kendini mutfakta oyaladı. Birkaç saat geçmişti ve Ayşe, akşam için yemek yapmıştı. Yavaşça oyalana oyalana iş yapıyordu.

Mutfak dolaplarını da silmiş ve artık kendini dinlendirmek istemişti. İşte o an, kapıya yaklaşan arabayı görmüştü. Eniştesi, evin önüne araba getirttirmişti. İçeriden giden eşyalara baktı Ayşe.

Giden aslında Ayşe'nin duyguları, sabredişleriydi.

Umutlarıydı,

Gidiyordu...

Ayşe yavaş adımlarla ilerledi. Sevda elinden tutmuş ve tartışmanın anlamsız olduğunu hissettirmişti. Ailesinden utanıyor ve yaptıklarını asla tasnif etmiyordu ama sözü de geçmiyordu.

Ayşe yavaşça ütüsüne, yatağına ve giden koltuklarına baktı. Aslında kendi evlerinde olan eşyalar daha güzel ve daha kaliteliydi ama Ayşe'nin iki parça eşyası, gözlerine gelmişti. Gözü götürmeyenin gönlü de, sizin iyiliğinizi götürmezdi.

Ayşe'nin aldığı en büyük dersti ve bunu hep aklında tutacaktı. Kendinden doğacak çocuklarına da bunu öğretecek ve hayatlarına zindan olacaktı. Belki de, onları bir karanlığa mahkûm edecekti.

Herkes gittiğinde Ayşe, kapıyı kapatarak duvara yaslandı. Yere doğru süzülerek oturdu. Ayşe kaç saat orada öyle durdu bilinmez. Kendine eşlik eden gözyaşları ve umutsuzlukla oturuyordu.

Zamanın nasıl geçtiğini bile bilmeden yerinden kalktı. Çalan kapıyı açmış ve Semih'i içeri buyur etmişti. Semih, Ayşe'nin yüzüne baktığında bir sorun olduğunu anlıyordu ama yorgun hissettiği için sormamıştı.

İçeri gittiğinde koltukların olmadığını fark etti. Yavaşça diğer odalara da baktı. Alınanların hepsi gitmişti. Kimin götürdüğü ve Ayşe'nin ne hissettiği de malumdu. Semih, izinsiz iki haftadır çalışıyordu ve kendini bitkin hissediyordu.

Sessizce koltukları bile olmayan odaya geri geldi. Ayşe'de konuşmayı mantıksız buluyordu. Yavaşça sofrayı kurmaya başlamıştı. Sessizlik içinde yenilen yemekten sonra Semih, yavaşça odasına gitti.

Ayşe, artık konuşmaya hazırdı ama Semih odaya gitmişti ve uyumaya hazırlanıyordu. Bu sessizlik Ayşe'ye yük olmuştu. İçinde bir öfke peyda olurken Ayşe, kendini dışarı atmıştı.

Kendi başına oturup saatlerce konuşuyordu. Kendi kendine ve boşlukla. Onun bu halini gören Hacer Hanım, çocukları uyuttuktan sonra Ayşe'nin yanına geldi. Kendi kızlarından ayırmadığı Ayşe için üzülüyordu.

Giden arabayı görmüş ve Ayşe'nin neden üzgün ve sinirli olduğunu biliyordu. Aslında yaşadığı kırgınlıktı. Herkese kırgındı Ayşe... Yaşayan ve hayatına dokunan herkesten nefret ediyordu.

Yavaşça evden çıkarak Ayşe'nin yanına doğru ilerledi. Ayşe, kendi kendine konuşurken arkasından gelen hışırtıyla irkildi. Hacer Hanımı gördüğünde Ayşe, kendini bırakmıştı. Ağlamasıyla Hacer Hanıma sarılması ve kendini bırakması bir olmuştu.

Annesinden daha anne gibi gördüğü bu kadın, Ayşe'nin en büyük şansıydı. Hiç görmediği anneliği görüyor ve hiç sevilmediği kadar seviliyordu. Keşke gerçek annesi olsaydı ama değildi.

İki kadın, gecenin ayazında ve bahçede...

İki kadın dertleşerek kendilerini rahatlatmaya çalıştılar. Çünkü kadın olmak zordu ve kadın olmanın ağırlığı, anlatarak yüklerinden kurtulmaya çalışılıyordu. İki kadında acılıydı ama Hacer, Ayşe'nin acılarını gördükçe kendi acılarını saklıyordu.

Üzülmeye hakkı yokmuş gibi hissediyordu. Ayşe'nin elinden tutmak ve onu acılardan korumak istiyordu ama elinden de pek bir şey gelmiyordu. Kadının güçsüz kalması ve erkeğin elinden gelen paraya bakması işte böyle acımasızcaydı.

Yüreği yakar ve acıtırdı. Deva olmak isterdi ama olamazdı. Ne maddi yeterli olabilirdi ne de maneviyatta yetebilirdi. Kendi değeri bile yoktu ki, başkasına manevi desteği olabilirdi. Yine de konuşarak elinden geleni yapıyordu.

Her şeylerini vermeye çalışan kadın, elinde olan tek şeyi yapıyordu. Muhabbet ederek sırtındaki yükü alıyor ve onun için elinden geleni yapıyordu.

***

Gün Ayşe için ağrılarla başlamıştı. Baş ağrıları ile uyanan Ayşe, yavaşça kendine gelmeye çalıştı. Semih, erkenden evden çıkmıştı. Kahvaltısını yapmadan çıkmış ve Ayşe'yi uyandırmadan çıkmıştı.

Ayşe yavaşça açtığı gözleriyle etrafına bakındı. Yatakta gerinerek kendini esnetti. Yer yatağında yattığı için beli ağrıyordu. Giden yatağına ve karyolasına ağlıyordu. Sessiz gözyaşlarıyla yerinden doğruldu.

Güzel bir kahvaltı hazırlayarak yer sofrasını hazırladı. Yalnız ve sessiz bir kahvaltı hazırladı ve bir iki lokma kendini zorlayarak yedi. Hayatında yediği en tatsız kahvaltıydı. Günü temizlikle geçirirken Hacer Hanım yine yapmıştı yapacağını.

Ayşe ve kızlarla dışarı çıkarak eğlenmeye çalışıyordu. Kızların oyunlarına destek oluyor ve oynadıkları saklambaca yardımcı oluyordu. Sonunda yorulan kızlar, saati fark ederek yerine oturdular.

"Akşam yemeğini hep birlikte mi yesek? Ne dersin Ayşe?"

"Olur abla. Ne hazırlayalım?"

"Siz oturun ben şu kızımı yatırayım. Sonra da yemek hazırlarım. Bugün siz eğlenin."

Hacer Hanımın eli hızlıydı. Pratik bir şekilde yemekler hazırlıyor ve lezzetli yemekleri, ikram edeceği kişilere sunuyordu. Ayşe ise biraz yavaş kalıyordu.

Akşam yemeği, herkesin bir araya gelmesiyle başlamıştı. Semih sessizdi. Ayşe gibi...

Herkes her şeyi fark ediyordu ama kimsenin konuşacakları yoktu. Aile içindeki duruma karışmak istemiyorlardı.

Akşam yemeğinin ardından yapılan çay ve atıştırmalarla, akşamın sonuna gelmişlerdi. Ayşe ve Semih evlerine geçerken Ayşe, Semih'e bakmıyordu. Semih ise bu durumdan memnun değildi.

"Sana kadınlık görevini hatırlatmama gerek var mı?"

Ayşe anlamsızca bakıyordu. Semih, oturduğu yer yatağında yanını işaret ederek Ayşe'yi yanına çağırdı. Ayşe, o ana kadar tuttuğu siniriyle Semih'e bakıyordu. Hiçbir şey olmamış gibi, birde kadınlık mı bekliyordu?

On üç yaşındaki kızdan...

"Giden eşyaların ardından adamlık yaptın mı ki, benden de kadınlık bekliyorsun?"

"Ne diyorsun sen kadın?"

"Sen nasıl bir adamsın ki, eşyaları alıyorlar ama kılın kıpırdamıyor. Oturacak koltuk kalmadı. Belim ağrıyor ama yatağımız yok! Neden? Çünkü ailen aldı gitti. Peki, sen ne yaptın? Koca bir hiç..."

Semih sinirle yerinden kalktı. İki koca adımla Ayşe'nin karşısına dikilerek gözlerine öfkeyle baktı. Sinirleri zıplamıştı ve kadına karşı kendini tutmaya çalışıyordu.

"Ağzından çıkanı kulakların duysun. Yoksa ben seni kedine getirmesini bilirim."

"Ne yapacaksın? Dövecek misin? Döv, vur, kır! Keşke ailene karşı da, böyle adam olabilsen..."

Semih'in eli, Ayşe'nin üzerinde yükselmişti. Bir adamın gücü, kadının üzerinde peyda olmuştu. Ayşe, küçücük bedeniyle zorluklarla savaşırken birde, Semih'in ve ailesinin şiddetine maruz kalıyordu.

Vurdukça vurdu Semih. İçindeki öfkeyi Ayşe'de azaltmaya çalışıyordu. Vurdukça sakinleşiyordu. Yavaşça sakinleştikçe vurma gücü de düşüyordu. En sonunda sert bir tekme atarak eşyalarına doğru ilerledi.

Üzerini değişerek yatağa geçti. Kendi tarafına uzanarak Ayşe'ye sırtını döndü. Gününü bitiren karanlığa gömülürken arkasında sessizce ağlayan ve inleyen bir kadın bırakmıştı.

Ayşe ise üzerinden kalkan adamın bıraktığı acıyla savaşıyordu. İnlemelerine, sessiz gözyaşları da eklenmişti. Dudağının kenarı ve burnu kanamıştı. Bedeni acıyordu ama neresinde ne var bilemiyordu. Hali bile olmayan yerde, bir süre kaldı.

Artık üşümeye başlamıştı. Yerinden zorda olsa kalkarak kendini duşa attı. Bedeninden süzülen suyla, gözyaşları yarışıyordu. Gözyaşları, sudan daha hızlı akmıştı. Sıcak sudan bile daha sıcaktı ve yakıyordu.

Kendini toparlayarak duştan çıktı. Üzerine kıyafetlerini geçirerek Semih'in yanına uzandı. Şuan evde yatacak bir yer olsa, Ayşe kesinlikle orada yatardı. Maalesef Semih'in ailesi, her şeyi götürdüğü için başka yatacak yer yoktu.

Acıların izin verdiği kadar, gözünden akan yaşlarla karanlığı izliyordu. Dualar ediyor ve sesini, sadece yaradanına gönderiyordu. Yavaşça ve yorgunlukla, kendini gecenin karanlığına bırakmıştı.

***

Sabah Ayşe, Semih’in dürtüklemesiyle uyanmıştı. Kahvaltı hazırlamaya başlamış ve Semih’in yemeğini önüne koymuştu. Bedeni ağrıyordu. Bedeni neyse de, ruhu kanıyordu. Ayşe en çok böyle zamanlarda isyan ediyordu.

Semih’i işine gönderdiğinde kendini yatağa bıraktı. Evde hiçbir iş yapacak hali yoktu. Gözünden süzülen yaşlar, Ayşe’nin içinden geçen ahlar… Hepsinin bir hedefi vardı. Bir de hedefi olmayan ahlar vardı.

İşte onlar da, gören ama susanlaraydı. Biliyorlardı ama susuyorlardı. Bilmese bile, bir yerlerde duyuluyordu. Kendine ve kendi gibi olanlara susan herkese, Ayşe’nin ahı vardı.

On üç yaşlarının sonunda bir çocuğun ahı, öyle istediği oyuncak alınmadı diye değildi. Allah’ın verdiği hayatı elinden alınmıştı ve hayat ona zindan edilmişti.

 

***

 

Bölüm sonu

Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.

 

Loading...
0%