Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@zeeyneep41

Heyooooo. Yeni bir bölümle geldim.


Yeni kurguyu beğendiniz mi?


Sol alt köşedeki yıldızlara basmayı unutmayalım.


Satır aralarını yorumlarla dolduralım.


Hadi bölüm başlasın. Keyifli okumalar dilerim.


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


Gün Ayşe için erken başlamıştı. Aslında hâlâ yorgun ve hâlâ uykuluydu ama düğünü olacağı için, herkes erken kalkmıştı. Ayşe yavaşça görümcesine yardım ediyordu. Yattıkları eşyaları, sandığın üzerine koymuşlardı.


Evde temizlik yapılırken Ayşe yardım ediyor ve göze batmamaya çalışıyordu. Tam olarak ne yapması gerektiğini bilmeden masayı kurmaya yardım etti. Hep birlikte oturdukları yer sofrasında kahvaltı yapılıyordu.


Zeytin, peynir, domates, salatalık gibi birçok kahvaltılık vardı. Bu köyde her sofrayı bir tek içecek süslerdi. Köseoğlu ailesinin de sofrasını, o içecek süslüyordu. Çay! Sıcacık, demli ve yumuşak...


Ayşe sessizce çayını içiyordu. Ortaya koyulan yumurtanın geldiği gibi bitmesine şaşırmıştı. Herkes için kırılan yumurta, sanki savaş meydanında gibiydi. Saldırılmış ve kim daha fazla yemeyi başardıysa mutlu olmalıydı.


Ayşe, evlerinde bu durumu hiç yaşamamıştı. Sofraya koyulan her şey, herkese yetecek kadar pişerdi. Herkes önündeki tabağına alırdı. Kimse saldırmaz ve daha çok yemek için çabalamazdı. Ayşe burada fazla zorlanacaktı ama elinden gelen bir şey yoktu.


Ayşe'ye bir gelinlik alınmıştı. Yine de bir değer ve sevgi hissediyordu. Çocuk kalbi, ona değer verildiğini zannediyordu. Bu düğünün bir hizmetçi almak için yapılan bir gösteriden farkı yoktu. Ya da bir ömür hizmetçiye para ödemek yerine, bir kere biraz masraf yapmak daha mantıklı geliyordu.


Hizmet etmek denilince bile insanların aklına kadınlar geliyordu. Çünkü bir erkeğin hizmet etmesi olanak dışı görülüyordu. Kadının hizmet etmesi makbulken erkeğin hizmet edenine kılıbık gibi söylemler yapıştırılıyordu.


Erkek sadece dışarıda iş yapar ve para kazanırdı. Bu köyde de, bu şekilde yaşanıyordu. Adamlar dışarıda çalışarak para kazanıyordu. Kadınlar ise evlerde temizlik, yemek ve çocuk yetmezmiş gibi, birde bahçede ekin ekerdi.


Tüm yükün kadına yüklenmesini normal sayıyorlardı. Biraz başını kaldıranın başına vurarak susmasını sağlıyorlardı. Sessiz sedasız yaşamak zorunda kalan kadınlar, kendi çocukları için okumaktan başka çare olmadığını görüyordu. Zamanla gördükleri bu hayatın gerçeklerini, kendi çocukları görmediği için zorlanırdı. Hele bir de çocuk gelinse...


Çocuk gelin demek ziyan olmuş çocuk demekti. Doğmuş, hor görülmüş ve ziyan edilmiş bir çocuk... Daha kötüsü de, Ziyan olmuş bir çocuktan sağlıklı ebeveyn olmasını beklemekteydi. Ziyan olan, ruhu zedelenen, onuru ve gururu örselenen çocuk, anne olamayacaktı ama bunu kimse anlamıyordu.


On üç yaşında gelin olacak Ayşe, akşamki düğün için hazırlanıyordu. Önce duşa girmişti. Görümcesinin yardımı ile gelinliğini giyinmişti. Saçlarını düzenlemiş ve saçlarına duvağı tutturmuşlardı. Gözlerine sürme ve dudaklarına kırmızı bir ruj sürmüşlerdi.


Şimdi o gelinliğin içinde, çocuk bir gelin vardı. Anne babasının yanında olup okula gitmesi gereken ama bunun yerine evlilik adı altında, bir adama mahkûm edilen bir çocuk. Ayşe! Mahkûmun adı Ayşe, pranganın adı da evlilikti...


Ayşe, görümcesinin de yardımıyla aşağı inmeye başladı. Kadınların alkışlar eşliğinde inişini izlediği Ayşe, ailesini görüyordu. Bir misafir gibi gelen ve bir köşede oturan anne, babası... Ne acı! Ayşe'nin yüreği kuş oldu uçmak istedi.


Ayşe'nin annesi Emine Hanım, kızını evlendirdiği için mutluydu. Babası ise mutsuzdu. Ayağa kalkamayacak kadar sarhoş, kızını rezil edecek kadar da bilinçsizdi. Sırf babasının o hali bile, insanların evlenmesini kurtuluş olarak görmesine neden oluyordu.


Bir aile, çocuklarını ateşe atıyordu. Bir aile, çocuklarını aşağı çekiyor ve değersizleştiriyordu. Bir aile, bir çocuğu ziyan ediyordu. Ayşe enkazdı. Ayşe yaralı bir kuştu ve hiç iyileşmeyecek yaralara sahip olacaktı.


Artık herkes Ayşe'ye daha ılımlı bakıyordu. Çocuk gelin fikrine alışmış ve Ayşe için üzülmekten vazgeçmişti. Ailesi ve gelin geldiği zalim Köseoğlu, onlara eşdeğer geliyordu. "Zaten teyzesine gelin geldi" diyerek kendilerini avutuyorlardı.


Herkes eğlenmiş ve takılar takılmıştı. Ayşe, kendi için ayrılan masaya oturdu. Eğlenmekten kendini görmeyen kalabalığa baktı. Gözünden süzülen bir damla yaşı, hızla elinin tersiyle sildi. Şimdi olamazdı. "Burada olmaz!" diye mırıldandı.


Bir süre sonra yanına doğru gelen annesine, bakmak dahi istemiyordu. Annesiyse halinden memnundu. Kızına bakarak derin nefes aldı. Ayşe ise kendini derin bir nefesle sakinleştirerek annesine baktı. O bakışlarda acı ve nefret vardı.


"Valla kimseye böyle düğün yapılmadı. Şehirdekiler seni çok kıskanıyor. Orada düğün, burada kına ve düğün... Hepsinde ayrı gelinlik giyinmek nasibinmiş bak. Bana o bile nasip olmadı."


Ayşe annesine bakıyordu. Sahi, annesi bu kelimeleri gerçekten söylüyor muydu? Olay bu kadar basit olabilir miydi? Daha on üçünde, yirmi üçündeki adama gelin olmuştu. Hiç görmediği, hiç bilmediği ve sevmediği...


"Şimdi bana kızıyorsun ama bana dua edeceksin. Zenginlik önemli. Bak babana, bak! Evin kömürünü bile başkalarından istiyoruz. Zıkkıma para bulurken, evine kömür alamıyor. Nereye kadar dikişler satacağım? Hepinizi evlendirdim. Şimdi daha kolay geçinebilirim."


Ayşe içindeki duygulara hâkim olmaya çalışıyordu. Elinde olsa kaçmak istiyordu. Kimsenin onu bulamayacağı ve duyamayacağı... Okumak istiyordu Ayşe. Okuyup güçlü bir kadın olmak, bir erkeğe bağlı olmak zorunda kalmamak ve çalışarak evini geçindirmek istiyordu.


Annesine anlamsızca bakıyordu. Asla annesini anlamayacak ve annesiyle aynı fikirde olmayacaktı. Kendini kurtarmak için gereken çabayı gösterecekti. En iyi ihtimalle de, çocuklarını batağa sokmayacaktı.


Herkes evlerine dağılmaya başlamıştı. Ayşe yavaşça eve doğru ilerlemeye başladı. Görümcesi yardımıyla gelinliğinden kurtulmuş ve kendini duşa atmıştı. Görümcesi suyu önceden ısıtmış ve rahatlaması için duşu hazırlamıştı. Kazanlı bir banyoda daha önce yıkanmayan Ayşe, bu evde tüm bunlara alışacaktı.


Ayşe sudan çıktıktan sonra, bu evde ki tek yerine gitti. Görümcesi Sevda'nın yanı... Sanki görümcesi için gelen bir arkadaş gibi, görümcesiyle yatıyordu. Saçları ıslak, taranmadan yatmıştı. Çünkü bir tarağı bile yoktu. Evde tarağın yerini bile bilemiyordu.


Sessizce gözlerinden yaş dökmeye başlamıştı. İçinde bir ateş vardı Ayşe'nin. Yavaş yavaş yanıyor ve hiç azalmıyordu. Hiç azalmayacak ve hatta bazen daha da çok yanacaktı. Yandığı kadar yakacak ama kimse onu anlamayacaktı.


Bir çocuk gelinin ruhu yaralıdır. Çünkü daha aşkı bile bilmeden prangalarla bağlanmış ve bir aile kurmuş olur. Bedeninde yara bere görmezsiniz ama çocuk gelinlerin ruhu yar beredir. İçinde bir ateş vardır.


Elinden alınanlara öfkelidir çocuk gelinler. Elinden alınan çocukluğu yaşamak isterken aldığı sorumlulukların altında boğulur. Desteksiz kaldığı için, güçsüz olan çocuklara öfkelenir. Öfkesini herkese yansıtır ama kimse, çocuklar kadar etkilenmez.


Kurban, kurtarıcı ve zorba üçgeninden* asla kurtulamayan çocuk gelinlerin çocukları da, bu zinciri kırmayı başarabilecek yapıda olamayacaktır. Bir çocuk gelin, ruhundaki yaralarla herkesi yaralamaya başlar.


(*Diane Zimberoff – Kurban tuzağından kurtulmak isimli kitapta, bu üçgenin detayı bahsedilir.)


***


Ayşe, güne görümcesinin dürtüklemesiyle uyanmıştı. Çok yorgun olsa da gerinerek uyanmış ve görümcesine bakmıştı. Köyde erken kalkıldığını öğrenmiş ve uyku sevdasıyla vedalaşmak zorunda bırakılmıştı.


Yatağı toplayarak mutfağa gittiler. Artık ailenin tam zamanlı hizmetçisi gibiydi. Bu evdeki kalabalığa uygun yemek pişirmek çok zordu. Ayşe bu kadar çok yemek yapmayı bilmiyordu ve bunu belirtmekten çekiniyordu.


Herkese bir yumurta gelecek şekilde yumurta pişirmeye çalıştı. Sahanda pişirdiği yumurtanın sarısı patlamamış ama beyazı ise tam pişmişti. Kendinden memnun bir şekilde sofrayı kurmaya başlamıştı.


Dede, babaanne, eniştesi, teyzesi, kayını, görümcesi ve kendisi için hazırladığı sofraya bakıyordu. Kahvaltıya gelenleri görünce şaşırmış ve amcanın çocuklarının da bu evde yediğini öğrenmişti. O gün o yumurtadan Ayşe'ye kalmamıştı.


Bir dilim ekmek ve bir bardak çayla yarı doymuş bir halde sofradan kalkan Ayşe, kendine yapacağı yumurtanın hayaliyle sofrayı toparladı. Ayşe bulaşıkları yıkarken Sevda evi toparlıyordu.


Sevda evi süpürürken de, Ayşe evi siliyordu. Dizlerinin üzerine oturmuş ve yerde sürünerek temizlik yapıyordu. Babaannenin gözüne batmamak için çabalıyor ama babaannenin kötü bakışlarını üzerinde hissediyordu.


Dayanamayarak babaannenin yanına ilerledi. "Babaanne bir isteğin mi var? Yoksa bilmeden seni kıracak bir şey mi yaptım?" diye sordu. Babaanne öfkeliydi. Gelin diye aldıkları çocuğun cüretiyle daha da öfkelenmişti.


"Sabah benim yatağımı toplamaya gelmeliydin." Ayşe şaşkındı. Neden yatağını toplaması gerektiğini anlamıyordu. Toplayamıyorsa bunu daha kibar bir dille belirtmesi veya en azından istemesi gerekirdi ama babaanne, bunu görevi gibi belirtmişti.


"Neden?" diye sordu Ayşe. Sessiz ve sakindi. Amacıysa bunun nedenini öğrenmek istemesiydi. Babaanne ise bunu saygısızlık olarak algılamış ve çemkirmeye hazırlanmıştı. Yalnız ve küçük bulduğu kıza, sesini yükselterek konuşuyordu.


"Ne demek neden? Sen bana karşı mı geliyorsun? Başka ne işe yararsın ki sen? Evimize geldin ve hizmet edeceksin! Yediğin yemeğin hakkını vereceksin!" Babaannenin söyledikleri ağırdı. Ayşe ise sendeledi.


Gözlerine hücum eden gözyaşlarıyla savaşıyordu. Gözlerini kırparak karşısındaki kadına bakıyordu. "Hayır! Saygısızlık etmedim. Henüz yeni geldim ve sabah kahvaltıda bana bir şey kalmadı" diyerek açıklama yapmaya çalışıyordu.


Duyduğu sesle irkilirken gözlerini kocaman açmıştı. Tir tir titreyen bedenine hâkim olamıyordu. Ellerini kendine siper ederek eğildi. Gözüne hücum eden gözyaşları, artık yere damlamıştı.


Bölüm Sonu


Oy ve yorum ile destek olmayı unutmayın.


Burada bırakmak istemezdim ama sizi heyecanlı ve meraklı bırakmak birazcık hoşuma gidiyor. Öpüldünüz :)



Loading...
0%