@zeeyneep41
|
Heyoooooo. Yeni bölüm geldi.
Not: Bu bölümde, üstü kapalı bir şekilde cinsellikten bahsedilmektedir. Lütfen dikkatle okuyarak ve hassas davranarak yorum yapınız.
Satır aralarına yorum bırakmayı unutmayalım.
Sol alt köşede bulunan yıldızlara basmadan geçmeyelim.
Sizleri bekletmeden bölüme geçiyorum.
Keyifli okumalar dilerim.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Semih askerde olduğu için gıyaben imam nikâhı kıyılmıştı. En kısa zamanda tekrarlanacak ve günahsız bir şekilde, evlilik akdi yapılacaktı. Şimdi Semih'le, Ahmet'in odasına girmişlerdi. Ahmet'in odasında bir karyola vardı. Tek kişilik olduğu belli olan karyolaya nasıl sığacakları ise belli değildi.
Semih yavaşça kapının önündeki kadına baktı. "Üzerini değişmeyecek misin?" diye sorarken Ayşe kıpkırmızı olmuştu. Ayşe pijamasını eteğinin altına giyinmişti. Üstündeki kıyafetin kollarını çıkardığında, pijamasını üzerine geçirdi.
Boyun kısmından üstünü çıkararak kenarı bıraktı. Eteğini de çıkarmıştı. Şimdi ne yapacağını bilmeden yere bakıyordu. Semih ise ona bakıyor ve gülümsüyordu. Ailesi bu küçük kızı nereden bulmuştu acaba?
"Yanıma gel!" diye seslendiğinde Ayşe, yavaşça ilerledi. Semih'in eliyle gösterdiği karyolaya oturarak yere bakmaya devam etti. Semih, çenesinden tutarak kendine bakmasını sağlamıştı. Ayşe o zaman Semih'i inceleme fırsatı buldu.
Semih asker traşlı saçları ve sakalsız yüzü ile karşısındaydı. Orta büyüklükte gözleri, yuvarlar burunu, kemikli yüz hatlarına sahipti. Esmer, uzun boylu ve yakışıklı bir bedene sahipti. Ayşe için görüntü önemli değildi. Önemli olan ona yaklaşımıydı.
Semih'te Ayşe'yi inceliyordu. Ayşe; beyaz tenli, siyah saçlı, orta büyüklükte gözleri olan güzel bir kadındı. Güzeldi ama çocuktu. Masum bir çocuk...
"Yaşın kaç senin?" Ayşe duyduğu soruyla Semih'e döndü. "Belki evlenmeyi istemeyerek beni aileme gönderir" diye içinden geçirdi. İçinde umut büyümüştü. Kısık bir sesle "On üç" dedi.
Semih teyzesini düşündü. Teyzesi; esmer, siyah saçlı, hafif kilolu bir kadındı. Evlendiğinde on üç yalındaymış. Eniştesinin içki içtiğini ve eve pek bakmadığını duymuştu. Eniştesi de esmerdi. Kısa boylu ve kilolu bir adamdı. Yapılı vücudunu içki göbeği sarmıştı.
Esmer bir anne ve babadan, böyle beyaz tenli bir kadın nasıl doğmuştu? "Sen kime çektin böyle beyaz tenli?" diye sordu. Ayşe ise bunu çok duyardı. Ailesinde herkes esmerdi. Ayşe ise evden pek çıkarılmazdı. Bu yüzden de beyaz tenli kalmıştı.
"Ben evde iş yapardım. Bu yüzden de tenim pek güneş görmedi. Yani annem öyle derdi" diyerek kızaran yüzünü yere çevirdi. Semih ise çenesinden tutarak kendine çevirdi. Gözlerine uzun uzun bakıyordu. Bir ikilemde olduğu belliydi.
Gözleri yavaşça Ayşe'nin dudaklarına düştü. Dudakları pembenin en güzel tonu gibi görünüyordu. Semih derin bir yutkunmayla Ayşe'ye yaklaşmıştı. Ayşe ne olduğunu bilmediği için bakıyordu.
Semih'in dudakları, artık Ayşe'nin dudaklarına değmiş ve geri dönülmeyen yola girmişti. Ayşe'nin bedeni, elektrik çarpmış gibi titrerken Semih bunu hissetmemişti. Ayşe'nin gözyaşları hızla içine akıyordu.
Ruhu sızım sızım sızlıyordu Ayşe'nin. Bedenine dokunan ellerle yanıyordu. Bir umutla eve gideceğini düşünmüştü. Şimdi o kırık umuduna bakıyor ve kendini daha da kötü hissediyordu. Artık geri dönme umudu kalmamıştı.
Elinde kalan birkaç umudu vardı. Kendini koruması, ezdirmemesi ve zalim olmaması... Ayşe'nin yaralı ruhu, en azından bu umutlara sarılıyordu. Bedenine değen elleri yok sayarak kapattığı gözlerinde, hayallerine dalmıştı.
Çocuklarla oyun oynadığı, ip atladığı ve sek sek oyunu oynadıklarını hayal etti. Semih bu sürede korkudan gözünü kapatan kadına bakıyordu. Sessiz kalması güzeldi. Çünkü kimsenin duymasını istemiyordu.
Elini kadının ağzına kapatarak dokunuşlarını sertleştirmiş ve artık kadını olmasını sağlamıştı. Ayşe o an ağzının kapatılmasıyla irkildi. "Ne olur zalim bir adam olma" diye içinden geçirirken, kasıklarında hissettiği acıyla gözlerini açtı.
Canı çok yanıyordu ama ağzı kapalıydı. Belli ki çığlık atmaması için ağzını kapatmıştı. Gözünden süzülen yaşlara engel olamamıştı. Semih ise birkaç saniye beklemişti. Zaman artık ona dayanılmaz geldiğinde, işine devam ediyordu.
Ayşe artık çocuk olmadığını görüyordu. İçinde açılan yaralarla, kalbine saplanan oklarla yaşamaya alışmak zorunda bırakılmıştı. Elindeki yüzüğe bakarak mırıldandı.
"Pranga!"
Ayşe, herkesin uyuduğunu bildiği bu saatte duşa girdi. Sobanın üzerinde bulunan güğümü almış ve banyoya girmişti. Gözyaşlarının suyun sıcaklığından daha sıcak olduğunu ve sudan daha hızlı aktığını o gece öğrenmişti.
Duşunu aldıktan sonra Ahmet'in odasına geri döndü. Semih orada uyumuştu. Tek kişilik yatakta, kendine yer bulamadığı için dolaptan yorgan çıkardı. Yere serdiği yorganın bir kısmına yatmıştı. Diğer kısmını üzerine alarak üşümesine engel oldu.
Ellerini yastık niyetine başının altına koymuş ve yaşananları düşünmüştü. Gözlerinden akan yaşlara hâkim olamıyordu. Zaten hâkim olmak gibi bir niyeti de yoktu. Sonunda uyku gelip kendini bulana kadar, Ayşe sessizce ağlamıştı. Küçük bedeni uykuya daldığında da, ruhu ağlamaya devam ediyordu.
***
Güne kocasının dürtmesiyle uyanmıştı. "Kalk! Babaannemin yatağı toplanacak. Kendisi yaşlı olduğu için, bizim kadınlar yapar. Gitmezsen kötü olur" diyerek Ayşe'yi uyandırmıştı. Ayşe hayal kırıklığıyla kocasına bakıyordu.
Kendisini korumayacağını ve eziyetlerin karşısında durmayacağını belli ediyordu. İçinde kopan fırtınalara aldırmadan yataktan kalkmıştı. Kasıklarına vuran ağrıyla iki büklüm olmuş ve derin nefesler almaya başlamıştı.
"Bir sorun mu var?" diyen kocasına bakmış ve sadece "Kasıklarım!" diyebilmişti. Semih bu sırada, gururlu bir edayla Ayşe'ye baktı. Kendisiyle gurur duymanın dışında, bir duygu daha yaşıyordu ama Ayşe bunu anlamıyordu.
"İlk gün olur öyle. Zamanla alışırsın!" diyerek üzerini değiştirmeye başladı. Ayşe yavaşça yerdeki yatağı topluyordu. Yastıksız yattığı için boynu ağırmış ve yeterince dinlenememişti. Bu evin sınırlarında, bu hayatı yaşayacağını kabul etmeye çalıştı.
Bu adam kendini korumayacaktı. Kadınına sahip çıkacak olsa, babaannesinin evine göndermezdi. Gerçi, onunla konuşmaya bile cesaret edememişti. Babaannesinin elini öpmek için koşturmak zorunda kalmıştı.
Ayşe "Daha ne olması gerekiyor anlamam için" diye içinden geçirdi. Odadaki eşyaları toparlamış ve üzerini değişmişti. Kasık ve bacaklarında ki ağrıyı hissetmemek için çabalıyordu.
Babaannenin evini toparlamaya başladığında babaanne, kahvaltı için eve gidiyordu. Ayşe içinde bulunduğu boşluğun acısını oraya bırakmak ister gibi, gözündeki yaşları salıvermişti. Bu hayat bazı insanlara fazla acımasızdı.
Ayşe, hayatın acımasızlığıyla erkenden tanışmış ve başına gelenleri kabullenmeye başlamıştı. Doğrusu nedir bilmeden hayatta kalmaya çalışıyordu. Gözündeki yaşları yavaşça silerek kendini toparlamaya başladı.
İşleri bitirerek eve dönmüş ve kahvaltı için mutfağa geçmişti. Herkes Ayşe'nin yürüyemediğini fark ediyordu. Ağrıyla savaştığını ve buna neden olan durumu da biliyordu. Hikmet Bey, oğlu ile gurur duyuyordu.
Yanına oturan oğluna bakışları, değerinin arttığını gösteriyordu. Elini oğlunun omuzuna koyarak gülümsemiş ve birkaç kez sırtına hafifçe vurmuştu. Bunun anlamı "Artık adam oldun" demeye çıkıyordu.
Ayşe, o an babasına gülümseyen Semih'e baktı. Kendini değersiz hissediyordu. Çöpe atılan bir mendil kadar kirli ve bir o kadar değersiz. Tek farkı, peçete gibi atılmamasıydı. Hala bu evde ve o adamla evliydi.
Yüreğinden ince bir kan sızdı. Kâğıt kesiği gibi, ince ve derin acıya sahipti. Kâğıtta keserdi ama belli etmeden. Ne yaparsan yap, kâğıdın kestiği yerin acısını geçiremezsin. Ayşe'de o an içinde bulunduğu acıyı geçiremeyeceğini görüyordu. Sessizce kanıyordu...
Kahvaltıda ağzını bıçak açmıyordu. Kıvranıyor ama belli edemiyordu. Acıkmıştı ama yiyecek hali yoktu. Herkesin bildiğini anladığı andan itibaren utanmış ve göze batmamaya çalışmıştı. Bu evde, hüzünlerin bile bir bedeli vardı.
Ayşe, herkesle birlikte sofradan kalkmıştı. Evin işlerine koşturmuş ve ağrısına rağmen tüm işi yapmıştı. Bugün komşu kadınlarında yardımıyla bahçede çapa yapılacaktı. Mısırların arasında çıkan otların mısırların büyümesine engel olmaması adına, diz seviyesine gelen mısırlar çapalanırdı. Çapa yaparak otlar yok edilir ve mısırın daha verimli olması sağlanırdı.
Köyde imece usulü yardımlaşma yapılır ve çalışan kadınlara yemekler yapılırdı. Ayşe ve Sevda yemekleri yapmak için evde kalırken, kadınlar bahçeye çıkmıştı. Erkekler köy kahvesindeki yerini alırken Ayşe'nin acemiliği, Ayşe ve Sevda'nın evde kalmasına olanak sağlamıştı.
Teyzesi gitmeden "Kuru fasulye ve pilav yapın. Yanına da kesme çorbası yapın. Öğleden sonra yemek için gelmeden her şeyi bitirin. Geldiğimizde birde sizi beklemeyelim" diyerek gitmişti.
Ayşe ve Sevda, hiç beklemeden işe koyulmuştu. Bahçede yenilecek yemekler için hazırlıklar hızla devam ediyordu. Gelin görümce gülümsüyor ve birlikte iş yapmanın keyfini yaşıyordu. Tam işleri bitirdikleri sırada masayı kurma fikri, akıllarına düşmüştü.
"Masayı kuralım ve biraz oturalım yenge. Sonra da kalkıp kadınları çağıralım" diyen Sevda'ya, Ayşe onayla bakmıştı. Sevda içeri girmiş ve Ayşe'nin aklına da şeytanlık gelmişti. Kapının ardında bekleyen Ayşe, Görümcesinin gelişini tam hesaplayamadı.
Birden çıkarak "Böö" yapmıştı. Koridordaki Sevda, istemsizce irkildiğinde elindeki tencere yere düşmüştü. Ayşe ve Sevda, birbirine bakmıştı. Tekrar pişirmeye vakitleri olmayan yemeğe bakıyorlardı.
"İçeri gel yenge!" diyerek Ayşe'yi içeri almıştı. Hızla yerdeki yemeği toparlayarak tencereye doldurmuş ve halıyı silmişlerdi. Her yeri temizledikten sonra masayı kurmuş ve dinlenmeden kadınları çağırmışlardı.
Kadınlardan biri, iki genci çağırdığında Ayşe ve Sevda olumsuz yanıt vermişti. Yere düşen yemeği yiyenler beğeniyor ve övgüler yağdırıyordu. Sevda ve Ayşe, birbirine bakarken gülmemek için kendini tutuyordu.
Masayı kaldırmış ve mutfağı toparlamaya başlamışlardı. Misafirlerden kalan bir tabak pilavı birlikte yemiş ve acıkan karınlarını en azından biraz yatıştırmışlardı. Akşam yemekleri, sabah hazırlanmıştı.
Bu yüzden Ayşe ve Sevda, yemekleri ısıtmıştı. Masayı kurdukları sırada, Semih içeri gelmişti. Ayşe, içinde hissettiği o acıyı tekrar hissediyordu. Semih'i gördüğü her zaman, aynı acı yüreğine konacak gibiydi.
O sırada babaannesinin bir sözü aklına gelmişti. "Zaman her şeyin ilacıdır kızım. Bir gün düşersen bil ki, zamanla dizinin acısı geçecek." Rahmetli babaannesini ne çok severdi Ayşe. O an burnu sızlamıştı.
Özlemle burnunun sızladığını ilk defa hissediyordu. "Bir gün!" dedi "Bir gün... Seninle kavuşacağız babaanne!" diyerek işine devam etti. Semih'e hiç bakmıyordu. Uzak durmak ve utanmamak için elinden geleni yapacaktı.
Yemeğin ardından Semih'in sesiyle durdu herkes. Semih'e dönerek ne diyeceğini merak etmişlerdi. Semih, herkese bakmış ve sonunda karısında durdurmuştu gözlerini. Herkese hitap ediyordu ama gözleri sadece Ayşe'ye bakıyordu. Ayşe'yse yere...
"Bugün bir arkadaşımla görüştüm. Karamürsel'de iş varmış. Yarın oraya gideceğim. Artık orada çalışmaya başlayacağım." Semih'in devam etmesini bekledi Ayşe. Bir süre sonra devam etmeyeceğini anladığında da, yavaşça gözlerini Semih'e değdirdi.
Semih ve Ayşe birbirine bakıyordu. Hikmet Bey söze girmiş ve oğlunun dikkatini kendine çekmişti. Ayşe, bir umut beklediği adamdan memnun olmamıştı ama yine de burada yalnız kalmak istemiyordu.
Belki birlikte yaşarlarsa anlaşamaz ve eve geri dönerdi. Gerçi onu kabul edecek bir ailesi var mıydı bilmiyordu. Ayşe, bu dünyada en çok isyan etmekten korkardı. Şuan isyan etmenin eşiğinde ve intihar etmeye hevesliydi.
Günah olmasa yapar ve kurtulurdu. Peki, sizce günah neydi? Bu hikâyede günahkâr kimdi? Ayşe mi? Semih mi? Köseoğlu ailesi mi? Yoksa Ayşe'nin ailesi olan Akyol ailesi miydi? Ayşe intihar etmiş olsaydı, intihar eden mi yoksa onu bu psikolojiye sürükleyen mi günahkâr oluyordu?
Akşam Ayşe için donuk geçmişti. Uykusu geldiğinde uyuyamıyordu bile. İstediği zaman uyumak, istediği zaman uyanmak ve istediği kadar yiyebilmek isterdi. Bu evde bunlar mümkün değildi.
Akşam Semih erken yatıyordu. Eşi olduğu için, Ayşe'de onunla gitmişti. Görümcesinin odasından yastığını alarak dünkü yatağını yaptı. Hızla üzerini çıkarmadan değiştirmiş ve kendisi için yaptığı yatağa yatmıştı.
Semih kadına bakıyor ama anlamıyordu. Gözlerini kapatan kadının yorgun olduğunu düşünerek yatağını açtı. "Bir daha yatağımı açmadan yatma! Bir daha, asla affetmem!" diye tehdit dolu sesiyle konuştu.
Ayşe gözünden akan yaşlarla savaşıyordu. Artık alışkanlık olmuştu. Bu evde sadece ağlıyordu. Ağladığını bile belli etmeden yavaşça sakinleşti ve küçük bedenini uykuya teslim etmişti.
Bölüm sonu
Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.
|
0% |