@zeeyneep41
|
Heyoooooo. Yeni bölüm geldi.
Arkadaşlar öncelikle sizlerle ufak bir şey paylaşacağım. Ayşe, benim annemin adı ve o da çocuk gelindi. Bu hikaye onun değil ama onun gibilerin hikayesi...
Dolayısıyla bu hikayeyi yazmak beni çok zorladı. her bölümde çokça ağladım ve çokça savaş verdim yazabilmek için. Bu yüzden biraz aksaklık yaşıyorum. başka kurgular veya yorgunluk gibi bahanelere saklanıyorum.
Yoğun bir süreç yaşamam, hastalanmam, iki yaş sendromu çeken kızım derken, sizleri aksattım ama artık ara ara da olsa bölüm atacağım. Fazlasıyla bölüm isteği geldi ve artık kayıtsız kalamayacağım.
Bu kitabı yazarken amacım, bu durumu asla romantizme çevirmek değildi. Tepki göstermek, Ayşe ve gibileri için umut olmak, sizleri görüyoruz demekti amacım ve umarım bunu, sizlerle birlikte başaracağım.
Bu süreçte anlayışlı olduğunuz için teşekkür ederim.
Satır aralarına yorum bırakmayı unutmayalım.
Sol alt köşede bulunan yıldızlara basmadan geçmeyelim.
Sizleri bekletmeden bölüme geçiyorum.
Keyifli okumalar dilerim.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
1 Ay Sonra
Ayşe Semih'in gitmesinin ardından geçen iki haftada biraz daha eve alışmıştı. Artık bu eve uyum sağlamış ve bu evin kurallarıyla yaşamayı doğru gibi görmeye başlamıştı. Hakaret duymak ve akabinde şiddete maruz kalmak Ayşe için olağan şeylerdi.
Günleri bu evin içinde geçmiş ve babaannenin evini temizlemeye bile gönderilmemişti. Ayşe için güzeldi. İşi azalmıştı ama Sevda için üzülüyordu. Çünkü Ayşe'nin yapmadığı iş, Sevda'nın yükü oluyordu.
Semih arada geliyordu. Özellikle hafta sonlarında geliyor ve bir gün bile olsa kalıyordu. Semih'in gelmediği zamanlarda Ayşe ve Sevda birlikte kalıyordu. Ayşe'nin en sevdiği zaman dilimi, görümcesiyle yalnız kaldığı anlardı.
Semih geldiğinde Ayşe üzgün ve mutsuz oluyordu. Çünkü Akşamları artık eğlenmeye başlamışlardı. Sevda'yla beş taş oynuyor ve muhabbet ediyorlardı. Birbirlerine hikâyeler anlatarak gülüyor ve muhabbet ederek dertleşiyorlardı.
Semih geldiğinde Semih'le aynı odada kalıyor ve onunla birlikte olmak zorunda kalıyordu. Ayşe bu konudan rahatsızken Semih, gün be gün bu kadına bağlanıyordu. Bir çocuk geline duyulan sevda, ne kadar sağlıklı görülebilirdi?
Çocuk gelin okulda geçirmesi gereken zamanı, "En azından ailemin yanında olsam" diye geçiştirmeyi öğrenmişti. Evlendirildiğinde ise bunun doğru olduğu öğretilmişti. "Hem okuyup ne olacaksın? Erkeklere mektup yazarak namusumuza leke mi süreceksin?" diye öğretilmeye başlanmıştı.
Artık çocuk gelin, hayallerinin yanlış ve günah olduğunu düşünüyordu. "Hem böyle olduysa Rabbinin vardır bir bildiği" diye manipülasyona uğramıştı. Birçoğu yetişkin manipüle edildiğini bile anlayamazken çocuk gelin, bu durumu nasihat olarak değerlendirir.
Artık Köseoğlu evinde, Ayşe için kısır konuşmaları yapılıyordu. Onlara göre çocuk gelinin çocuğu olmalı ve tarlada, evde çalışacak insanlar olmalıydı. Ayşe, tabi ki kısır ne demek biliyordu.
Kendine yapıştırılan bu etikete üzülüyor ve hatta kendine kızıyordu. Kuytu köşelerde hüzünleniyor ve hatta bir bebeği olması için dualar ediyordu. Akabinde bebeği için üzülüyordu.
Değersiz ve hor görüleceğini bildiği halde doğurmak zorundaydı. Yoksa kocasına başka bir kadın daha alacaklardı. Kendisini göndermeleri, kocasını evlendirmeleri sorun değildi Ayşe için ama Sevda'dan ayrılmak istemiyordu.
Zaten gidecek bir evi de yoktu. Ailesinin evine gitseydi, her gün dayak ve aşağılanma görecekti. Dul adamlara peşkeş çekilecek ve başlık parası adı altında, kendinden menfaat sağlanacaktı.
Ayşe tekrar satılmak istemiyordu. Artık bu eve ve kurallarına alışmıştı. Sevda'yla da iyi bir dostluk kurmuştu. Görümceler için yılan yakıştırması yapılırdı ama Sevda, tam bir dost ve aileydi Ayşe'ye.
Çocuk gelin yaşadığı manipülasyonla bebek sahibi olmak istiyordu. Bunun için ne gerektiğini bile bilmiyordu ama istiyordu. Daha kendine zor bakarken, bir de bebeğe bakması beklenecekti.
Ev işleri devam edecek ama o çocuk doğacaktı. Semih ise, sağlıksız olan bu bağa tutuluyordu. Çünkü istese de ayrılamaz ve o kadını yüz üstü bırakamazdı. Bir kadının ahını almaktan korkardı.
Çünkü bilirdi ki, kadınların ahı çıkardı. Bilmediğiyse, kadınlar dövülürken de ah ederdi. Keşke el kaldıranların karşısında durabilse ve kadınını koruyabilseydi. Yapamazdı! Çünkü fıtratında yoktu.
Semih, hiçbir zaman asi olmamıştı. Ailesine asla yalan söyleyemez, asla karşı gelemezdi. Çünkü babası ve babaannesi, onu her zaman aşağılamıştı. Şimdi bir çocuk vardı hayatında ve onun karşısında, asla aşağılanmak istemiyordu.
Bu yüzden eve her geldiğinde, Ayşe'nin yaşadıklarına göz yumuyor ve ailesine destek çıkıyordu. Bu bir aylık sürede de, işte bu durum devam etmişti. Neyse ki, sonunda maaş almış ve bir ev kiralamıştı.
Şimdi ailesinin evine gidecek ve eşyalarıyla, kiraladıkları eve geçeceklerdi. Sonunda Semih, kendi köyüne giden akşam arabasına yetişmişti. Bu arabayı kaçırsa, muhtemelen eve yürüyerek gidecekti ve yirmi kilometre yürümek istemiyordu.
Küçük bir minibüstü. Eskimeye başlayan minibüste, oturacak kişi sayısı on taneydi. Nitekim yollarla uğraşmak istemezdi kimse, bu yüzden de araç pek dolmazdı. Sabah gider, akşam ise geri dönerdi.
Semih eve geldiğinde, saat sekize geliyordu. Ayşe, bugün kocasının geleceğini biliyordu. Bu yüzden stres yaşıyor ve içindeki kötü hisle savaşmaya çalışıyordu. Sonunda içeri giren Semih'le, içindeki his daha da arttı.
Ayşe, doymadan kalktığı masaya tabak getirmişti. Kocasına yemek koymak ve kocasının doyduğundan emin olmak zorundaydı. Neyse ki Semih, sessizce yemeğini yemeğe koyulmuştu.
Ayşe, azda olsa bir şeyler yemeliydi. Çünkü bu evde, sadece iki öğün yemek yenirdi. Eğer şimdi yemezse, sabah kahvaltısına kadar aç kalacaktı. Sevda ile kalamayacağı için, ekmekte çalamazlardı.
Bu gece oyun oynamadan yatacak olması, zaten yeterince ağır geliyordu. Birde Semih'in birlikte olma isteği, yeterince zor bir gece geçirecekti. Bu yüzden, aç kalamazdı.
Yemek ve çay faslı geldiğinde, Semih ailesine taşınma işini anlattı. Babası karşı çıkarken Semih sakince dinliyordu. Sürekli gelemediğini ve evde yemek yapılması gerektiğini anlatıyordu.
Semih'in anlamadığı da, Köseoğlu ailesinin bahçelerde çalışacak adamı azalıyordu. Belki de yevmiyeye gönderecek ve para kazanacaklardı ama Semih, bunu ellerinden alıyordu. Semih, ilk kez direniyordu. O küçük kadını, artık buradan götürecekti. Sürekli gelmeyecek ve yanında tutacaktı.
Ayşe, Sevda'dan ayrılacağı için üzgündü. Arkadaşından ayrı kalacaktı. Semih'in "Sürekli gelemiyorum" sözleriyle, sürekli gelemeyeceklerini anlıyordu. Akşamları oynadıkları beş taş, ekmek çalmaları, muhabbetleri...
Hepsi gözlerinin önünden geçmeye başladı. Gözünden süzülen yaşlardan haberi bile yoktu. Ayşe yavaşça kendine geldiğinde eniştesinin söylediği sözlere, daha da ağlamaya başladı.
"Bu kadın kısır oğlum. Gel bunu yollayalım evine. Ben sana Bursa'daki akrabalardan kız alırım. Ne zamandır evlisiniz ama hala bir tık yok. Kısır belli ki..."
Semih yavaşça gözlerini Ayşe'ye çevirdi. Gözünden akan yaşlara ve kadının haline baktı. Yaşının ve okulun verdiği bilgilerden dolayı Ayşe'nin kısır olmadığını biliyordu. Bu yüzden babasına dönerek ilk kez başkaldırdı.
"Alırken bana sormadığın kadını, şimdi sen istiyorsun diye boşayamam. Sen alırken bana sordun mu bu kadını? Baba bu çocuk. Çocuk! Sen görüyor musun bunun çocuk olduğunu? Ayşe, odaya geç! Eşyalarını topla, benimkileri de... Yarın sabah erkenden gidiyoruz."
Ayşe, buradan kurtulmanın sevincini yaşarken bilinmezlikten korkuyordu. Sevda'dan ayrı kalma fikri, daha da canını sıkan bir durumdu. Ne yaşarsa yaşasın, Sevda için dayanıyordu çünkü Sevda, onun sırdaşı olmuştu.
Ayşe yerinden kalkmış ve odalarına geçmişti. Eşyalarını yavaşça toparlıyor ve odasıyla vedalaşıyordu. Kısa zamanda çok şey yaşadığı bu oda, onun Sevda ile güzel anılar biriktirdiği yerdi. Semih'le yaşadığı kötü birlikteliklerin de...
Bu sırada Semih, babasının para isteğine çaresiz bakıyordu. Yakın arkadaşına bıraktığı paradan haberi olmayan ailesi, elinden paralarını alsın istememişti. Çünkü biliyordu ki, aldığı yatağı bile vermeyeceklerdi.
O gece Ayşe, yine Semih'le birlikte olmuştu. Oyun oynadığı akşamlardan, güzel rüyalardan mahrum kaldığı bir gece daha, Ayşe'ye zulüm olmuş ve karşısına gelmişti. İstemediği yerlere savrulsa da, sessiz kalmıştı.
Gözlerini kapatmış ve o güzel rüyalara dalmak istemişti. Semih'in varlığı mı, yorgunluk mu bilinmez, o güzel rüyalar gelmemişti gözlerine. Sadece dipsiz bir karanlık ve sessizlik...
***
***
Gün Ayşe için yine erken başlamıştı. Yerinden doğrulmuş ve yavaş adımlarla ilerlemişti. Üzerini giyinmiş ve hızla hazırlık için çalışmaya başlamıştı. Biraz sonra uyanan Sevda'nın da katılmasıyla, Ayşe duygusallığa bürünmüştü.
"Ağlamak istemiyorum Sevda. Sen babaannenin evine git en azından giderken ağlayalım."
Sevda kabul etmişti. Ayşe ise sessizce kahvaltı hazırlıyordu. Biraz sonra gelen teyzesi, burnundan soluduğunu belli ediyordu. Ayşe sessizliğine sessizlik kattı. Nefesinin sesi bile duyulmuyordu.
Hızla masayı kurmuş ve odaya giderek Semih'i uyandırmıştı. Odayı toparlaması, kalan tüm eşyaları alması bitmişti ama sadece bunlarla mı gideceklerdi? Bir yorgan bile almayacaklar mıydı? En önemlisi de, bu kadar yük nasıl gidecekti?
Semih, parasını bile emanet ettiği arkadaşının küçük kamyonetiyle gelmesini istemişti. Benzin parasını vermiş ve kendilerini alması, yolu da tarif etmişti. Bu çevreyi bildiği için arkadaşı sorun yaşamadan gelmişti.
Kahvaltıya bir tabak daha koyan Ayşe, küçük kırmızı kamyoneti beğenmişti. Çünkü ilk defa bir araca binecekti. Otobüs ve minibüsler kalabalık olduğu zaman zor tutunuyordu ama bu araba da oturacaktı.
Kahvaltı masası, yine bilindiği gibi savaş meydanıydı. Ayşe, artık evinde savaşmak zorunda kalmadan ve istediği gibi yiyeceği için sevinmişti. Bu yüzden aç kalsa bile sorun etmezdi ama yolda midesi bozulmasın diye, savaşa katılarak yemek yedi.
Yemek bittiğinde Köseoğlu ailesi, istemese de çocuklarıyla vedalaştı. Homurdanarak vedalaşıyor ve "Arada gel, özletme kendini" diyerek söyleniyorlardı. Çünkü Semih, bu evin en büyük para kaynağıydı.
Semih ve Ayşe eşyaları odadan çıkardığında babaanne, oğlunu dürtmüştü. Kendine yaklaşan oğluna "Bu evden çok bir şey almasınlar ki, geri gelsinler" diye tembihlemişti. Bir döşek ve bir yorgan vermişti Köseoğlu ailesi.
Ayşe'nin çeyizinde gelen kolonya, havlular ve ütü alınmıştı. Semih, Ayşe'nin elinden tutarak sorunsuz evden çıkarmak istemişti çünkü çalışacak ve alacaklardı. Ayşe ise anne ve babasından kalan tek hatıraları, Köseoğlu ailesine bırakmak istemiyordu.
Elinden gelen bir şey kalmayınca, Sevda ile sarılmak istedi. Birbirlerine sımsıkı sarılan iki çocuk, ağlayarak vedalaşıyordu. Onların bu hali, izleyenleri üzebilirdi ama bu aileyi değil. Çünkü bu aile, vicdanlarını kör kuyulara atmıştı.
Kırmızı kamyona binen Ayşe, sessiz gözyaşlarını akıtıyordu. Sevda, Ayşe'nin ardından bir sürahi su dökmüştü. Gözyaşları sel olan Sevda, annesinin ağlamasına şaşırmıştı. Oğlu için üzülen kadını anlamıyordu.
Ayşe, onun yeğeniydi. Onu ateşe atması, evladından ayırıp kötü davranması, Sevda'nın asla aklının almadığı bir şeydi. Bir kadın, nasıl olurda bunu yapardı. Bir anne, başka bir annenin yavrusuna zulüm etmezdi.
Hele ki, yeğenine...
Oluyordu işte, annesi gibileri vardı ve Ayşe gibileri eziyordu. Bir gün gelecek ve Ayşe gibiler de görülecekti. Bir gün, Ayşe'nin acıları kefaretini bulacaktı. Peki, o zamana kadar geçen zaman ne olacaktı?
Allah tüm bunların hesabını soracaktı ama neden bu kötülükler yapılıyordu? Madem Müslümandık, neden acımasız bir zalime dönüşmüştük? Sevda, asla bunun cevabını bulamadı. Belki de görüyordu ama aklı ermiyordu.
Bu sırada Ayşe, sessizce ağlamaya devam ediyordu. Arabada kendini önemli biri gibi hissetmişti ama Sevda'dan ayrılmak, yüreğine ağır geliyordu. Giden araçla etrafını izliyordu. Sahi, Semih nerede çalışıyordu? Bu araç nereye gidiyordu?
Tabelalara bakıyor ama anlamıyordu. Acaba ailesinden ne kadar uzaklaşmıştı. Yoksa yakınlaşmış mıydı? Hiç bilmiyordu ama manzaralara dalmaktan, düşüncelerine bile odaklanamıyordu. Sormaya da korkuyordu.
Sessizce tüm gördüklerini hafızasına kaydetti. Belki bir daha görme imkânı olmayabilirdi. Bu yüzden her şeyi kaydetmeye çalıştı. Bir ara denizi de görmüştü Ayşe. Sahi, Ayşe hiç denize bile gitmemişti.
Memleketinde deniz vardı ama gidemezdi, yasaktı! Burada ise yine gidemezdi çünkü evliydi. Hep bir bahaneleri vardı ama Ayşe, sadece çocuktu. Ne evlilik, ne de yasak engel olmamalıydı. Sadece ama sadece, görmeliydi.
Şimdi görüyordu ve evliliğine zarar verecek bir şey yoktu. Uçsuz bucaksız mavilik, kendine baktırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Adına şiirler yazılan ve şarkılar söylenen deniz, işte kendi gözleriyle gördüğü bir şeydi.
Tuzlu demişlerdi tadına. Sahi, gerçekten de tuzlu muydu? Balık var mıydı acaba? Bu deniz, memleketindeki denizle birleşiyor muydu? Belki okula gitse, bunları da bilirdi Ayşe ama bilmiyordu.
Sebebi olan herkese kızıyor ve hakkını helal etmiyordu. Hiçbir zaman hakkını helal etmeyecek ve affetmeyecekti. Elinden geldiğince de, çocuklarını okutacaktı. Çocuklarının ezilmesine izin vermeyecekti.
Kendisi ezilecek, dövülecek ve düşecekti ama çocukları, asla düşmeyecek, dövülmeyecek ve ezilmeyecekti. Ayşe buna izin vermeyecekti. Bu kırmızı kamyon şahit olsun ki, Ayşe güçlenecek ve her şeyi yapmak için çabalayacaktı.
Ayşe güçlü bir kadın olacaktı ve ona el kaldıran, ezen ve onu kıran herkese haddini bildirecekti. Kadınların gücü olacaktı. Bir çocuk gelin, ne kadar güçlü olabilirse... İşte Ayşe böyle yemin etmişti.
Bölüm sonu
Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.
|
0% |