Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm

@zeeyneep41

Heyoooooo. Yeni bölüm geldi.

 

Satır aralarına yorum bırakmayı unutmayalım.

 

Sol alt köşede bulunan yıldızlara basmadan geçmeyelim.

 

Sizleri bekletmeden bölüme geçiyorum.

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

 

Sonunda kırmızı kamyon durmuştu. Ayşe yeminlerine dalmış ve ilerleyen yolu takip etmemişti. Geldikleri yer, bir yol üstü köyüydü. Burası Kocaeli'nin bir köyüydü. İstanbul'a yakınlaşmış ve memleketinden bir adım daha uzaklaşmıştı.

 

Denizi gören bazı noktaları vardı. Tuttukları ev ise, iki katlı evin girişiydi. Üst katında, arabasına bindikleri arkadaşı yaşıyordu. Ayşe, kendi yaşlarında kızları görünce sevinmişti. Sevda kalbindeydi ama burada yalnız kalmayacaktı.

 

Semih'in dürtmesiyle eve giren Ayşe, yavaşça evi incelemeye başladı. Bir küçük mutfağı vardı. Sahi, hiç mutfak eşyaları yoktu. Bu evde yemek nasıl yapacaktı ki Ayşe? Mutfakta bir ocak vardı. Bir tüpe bağlı hortumu, üstte dört adet dolabı ve altta çekmeceler ve dolaplar vardı. Mutfak eşyası olmayan biri için, oldukça fazla dolap vardı.

 

Ayşe, yavaşça diğer odalara bakmak içim adımladı. Önce sağdaki odaya baktı. Odanın girişinden sağa bakınca, dışarıyı gören camları buluyorsunuz. Sola dönünce de, uzun bir oda...

 

Odanın içini hayal etmeye başladı. İki çekyat koysalar ve bir halı, belki televizyon bile alırlardı. Yine de bir radyo, isteyebileceği bir şeydi. Diğer odaya girdiğinde de, daha geniş bir odayı gördü.

 

İçeride sadece dolap vardı. Üstte yaşayanlar bu evin sahibiydi ve yeni evli çift için, bu eski eşyaları indirmişlerdi. Ayşe yine de mutluydu. Çünkü kendi evi ve kendi hayatı vardı. En azından, artık eziyetler azalmıştı.

 

Dolabın bulunduğu odaya gelen Semih, önce eşyaları getirmişti. Tam bu sırada Semih'in arkadaşı, eşi ve çocukları gelmişti. Semih'in arkadaşı, Semih'ten bariz büyüktü. Kırklı yaşlarına gelen adamın saçına, yavaşça aklar düşüyordu.

 

Hamit Yılgın; uzun boylu, esmer bir adamdı. Saçlarına düşen aklar, yavaşça kendini belli ederken karısına bakışlarında saygı görünüyordu. Hacer Yılgın; kocasına yakın boyu, beyaz tenli ve kapalı bir kadındı.

 

Kızları ise boy boydu. Benden büyük olma ihtimali olan Kader, yaşıtım olma ihtimali olan Tuğba, küçük olan Elvan ve bebek olan Yasemin... Kader de, annesi gibi beyaz tenli olanlardandı. Beyaz tenine tezat siyah saçları, anne ve babası gibi uzun boyuyla, bir hayli güzel kızdı.

 

Hacer ise babası gibi esmerdi. Esmer tenine yakışan siyah saçlarını, iki yanda örmüştü. Örgülerini tutarak gülümsüyor ve benimle arkadaş olmak istediğini hissettiriyordu. Tuğba, ablası Hacer gibi, babasına benzeyen kısımdaydı.

 

Babası gibi esmer, siyah saçlı ve gür kirpikliydi. Uzaktan bile kirpiklerinin belli olduğunu görebiliyorduk. Çok güzeldi. Elvan ise annesine benziyordu. Tamamen annesinin bir kopyasıydı.

 

Küçük bebek ise, ne annesine benziyordu ne de babasına. Yasemin bir sarışındı. Annesi "Kızlar hep sarışın doğdular. Sanırım kayınpederimden kaynaklanıyor. Kendisi tam bir sarışın ama zamanla sarışınlıklarından eser kalmıyor" diye belirtiyor.

 

Çocuk gelin çocukluğunu unutup hayallere dalıyor. O zamanlar bebek olan Yasemin'e bakıyordu. Bebek hayalleri kurmaya başlayan Ayşe, kısır olmadığını kanıtlayacaktı. Ne kadar sağlıksız düşündüğünü, göremeyecek kadar küçüktü.

 

İşte çocuk gelin zedelenmişti ve bunu kimseye gösteremedi. Kimse de görmeyecekti. Bu zedelenmiş, ezilmiş ve küçük düşürülmüş kadın, çocukluğu elinden alınmış çocuk gelin, yaralı çocuklar doğuracaktı.

 

Kendisi sağlıklı değilken birde, kendi gibi çocuklar doğurmasını bekleyenler vardı. Peki, o çocuklar nasıl yaralarını saracaktı? Ayşe, daha kendi yaralarını saramazken çocuklarına nasıl merhem olacaktı?

 

Olamayacaktı...

 

Ayşe, Hacer ve Tuğba'nın da yardımıyla, bavuldaki eşyaları çıkarmaya başlamıştı. Dolabın bir tarafına Ayşe'nin, diğer tarafına da Semih'in eşyalarını diziyorlardı. Bu sırada Semih ve Hamit, alışverişe çıkmışlardı.

 

Hacer Hanım, Elvan ve Yasemin'i almış ve akşam için yemek hazırlıklarına girişmişti. Ayşe, hem muhabbet ediyor hem de iş yapıyordu. Buradaki ilk günü, Köseoğlu evindekinden daha güzeldi.

 

Sevda'yı özlüyordu ama o evden kurtulduğuna da memnundu. Hacer ve Tuğba'nın yardımıyla eşyaları dizince, yatak yerine döşek sermişlerdi. Döşeğin üzerine serecek çarşaf, başlarını koyacak bir yastık ve gece yakacak bir lambaları bile yoktu.

 

Mutfağa giderek kızlar, orayı düzenlemek istemişlerdi. Bilmedikleri ise, Ayşe'nin ne bir yemek tabağı, ne de tenceresi vardı. Çay demleyecek çaydanlık, çatal, kaşık ve su içecek bardak...

 

Ayşe'nin bir odayı bile doldurmayan eşyaları, yüreğine dert olmuştu. İşte bu sırada gelen kırmızı kamyon, Ayşe'nin umutlarını yeşertmişti. Kırmızı kamyondan inen Semih ve Hamit'in ellerinde, birkaç poşet vardı.

 

İçeri götürdükleri poşetlerin içini merak eden kızlar, hızla içeri girdiler. Poşetleri bırakınca çıkan Semih'in ardından poşetlere koşmuş ve Hamit'in getirdiği kutuya bakmışlardı. Hamit, çaydanlık ve ütü getirmişti.

 

Semih'in getirdikleri arasında da, bir çinko tabak, bir adet çinko tencere ve iki adet tabak vardı. Diğer poşette de iki çatal, iki kaşık ve iki su bardağı vardı. Bu sırada Semih, yatak odasına iki çarşaf almıştı.

 

Gelen diğer poşetlerde de; biraz zeytin, bir kalıp peynir, biraz şeker, tuz, patates ve soğan vardı. Bir kutu daha vardı ama Ayşe, onun ne olduğunu anlayamadı.

 

"Kızlar bu ne?"

 

"Salça o. Yemeklere koyuluyor. Sen, yemek yapmayı biliyor musun?"

 

"Tabi. Memlekette yapardım. Annem öğretmişti ve teyzem, yani kayınvalidem de biraz gösterdi. Sadece okuma bilmiyorum ve bizim salçalarımız kavanozda olur. Ondan bilemedim."

 

"Bu hazır salça. Ondan dolayı bu konserve şeklinde. El yapımı olanlar da var."

 

Son olarak leğen ve toz deterjan alan Semih, içeri taşınacakları taşımıştı. Hamit, kızlara yukarı çıkmasını söyleyerek yeni çifte "Hacer Hanım yemek yapmış. Yenge şimdi yemekle uğraşmasın. Bize gelin" diyerek yukarı çıkmıştı.

 

"Şimdilik param buna yetti. Hamit abinin komşusu var. Koltuklarını değişecekmiş. Eskilerine baktım, kötü değildi. Onları bize verecek. Maaşımı alınca, sana para veririm. Sende ihtiyacın olan bir şey olursa alırsın.

 

Maaşıma pek zaman yok ama yine de idareli yemekler yap. Maaşı aldığımda mutfağa daha çok şey alacağım. Zamanla tabak çanakta alırım. Hamit abi, evlere işe gönderecek beni. Böylelikle daha da kazanırım."

 

Ayşe sadece dinlemişti. Sonunda başıyla onaylamıştı. Teşekkür etmek istiyordu ama dili dönmemişti. Yine de kendini zorlamak istedi. Çünkü Ayşe'ye göre, onu o cehennemden kurtaran adam, onun kocasıydı.

 

Artık ömür boyu evli olacağının bilincine de varmıştı. Ayrılık yoktu ve Semih, onun çocuklarının babası olacaktı. Ayşe, o evliliğe prangalanmıştı ama bunu göremeyecek kadar küçüktü. Onun bu minneti, sonsuza dek yanında gelecekti.

 

Belki zamanla "Birbirlerini sevdiler" diyeceklerdi ama aslında olan, o kadının prangalanmasıydı. Bir çocuğun daha gözü açılmadan alınması fikri, bu dünyaya nasıl gelmişti bilinmez ama bütün bir nesli çürütmüştü.

 

Ayşe, kendisi gibi binlerce kadın olduğunu biliyordu. En acısını kendisi zannedecekti ama aslında değildi. Daha acıları da vardı ve Ayşe'ye "Sen haline şükret" dercesine anlatacaklardı.

 

Olmamalıydı...

 

Asıl amaç, buna dur demek olmalıydı. Bu hayatta kimse, acılarını yarıştırmamalıydı. Hele ki, çocuk gelinler...

 

Hiçbir acı ya da acı büyüklüğü, çocukların elinden hayatların karşılığı olamaz. Hayatlarını kendileri, kendi iradeleriyle yönetmelilerdir. Bir çocuğun elinden alınan hayatı, onun yaralanmasına neden olur.

 

Yaralı bir çocuğun yaraları, çocuklarına, çevresine ve ailesine sirayet eder. O çocuk gelinin çocukları, birer yaralı kuştur. Neden yaralandıklarını bile bilmeden yaşarlar. Kör bir kurşunla vurulmuş gibi...

 

Artık yukarı çıkmaları gerekiyordu. Yavaş yavaş merdivenlerden çıkan Ayşe, içinde bir çekingenlik hissetmişti. Semih'in önden girmesini ve ardından yavaşça girmeyi planlamıştı. Semih'in gelmesiyle de, Ayşe kendini arkada bırakmıştı. İçeri girdiklerinde, aşağının aynı düzeninde bir ev bulmuştu.

 

Sadece biraz daha büyüktü ve yeni olduğu belliydi. Yavaşça etrafa bakmaya çalışırken Hacer Hanımın sesini duydu. Hızla yerdeki sofraya oturarak muhabbete katıldı. Göz ucuyla sofraya bakarken kendini acıkmış hissediyordu.

 

Hacer Hanım fazlasıyla döktürmüştü. Mercimek çorbası, pilav, karnıyarık ve taze fasulye yemeklerini yapmıştı. Ayşe'nin bildiği ve sevdiği yemeklerdi. Sofrada salata ve yoğurtlu bir şeyler vardı.

 

Merak etse de, utandığı için uzanamamıştı. Yavaşça çorbasını içerken gözü de, yoğurtlu olan tabaktaydı. Hacer Hanım gülümsese de, uzanmasını söylemiyordu. Ona göre Ayşe, kendi kendini aşmalıydı.

 

Yemekler yenilirken Ayşe, bir ara pilavının yanına yoğurtlu yemekten almıştı. Tadını merak ediyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ağzına önce küçük bir parça aldı. Yavaşça ağzında döndürerek ne olduğunu anlamaya çalıştı.

 

"Kabak kavurma deriz biz ona. Bazıları tarot mu ne diyor. Sevdin mi Ayşe?"

 

Ayşe utana sıkıla başını sallamıştı. Yanakları kızarırken yemeğine devam etti. Yol, ev yerleştirme derken Ayşe yorulmuş ve acıkmıştı. Köseoğlu evindeki gibi değildi burası. Herkesin kendi tabağı vardı ve ortadakileri de, kendi tabaklarına alıyorlardı.

 

Ayşe, bu yeme sistemini çok sevmiş ve benimsemişti. Kendi evinde de bu şekilde yapmayı planladı. Bütün akşamı bu şekilde geçirmişlerdi. Yemekler, çaylar, kahveler ve muhabbet...

 

Ayşe Sevda'yı özlese de, burada olmaktan mutluydu. Hayatının en güzel zamanlarını geçireceğini düşünüyor ve mutlulukla gülümsüyordu. Gözlerini Semih'e çevirdiğinde de, minnet duygusuyla prangalarına sarılıyordu.

 

Artık uyku saati geldiğinde, çiftin yastıkları olmadığını bilen Hacer Hanım devreye girmişti. Evindeki iki yastığı hediye etmişti. Ayşe ne kadar mahcup olsa da, evlerinde yastık olmaması zordu.

 

Çünkü yastıksız yatmamış ve nasıl olacağını bilememişti. Hacer Hanım ise, ev hediyesi niteliğinde olmasını ve mahcup olmamalarını istemişti. Ayşe, Hacer Hanıma da minnet duygusu hissediyordu.

 

Bu hayattaki en acımasız duygulardan biri olan minnet, sizi kullanmaya ve manipüle etmeye sevk edecekti. Ayşe çocuktu ve bunu anlamayacaktı ama Hacer Hanım onu yönlendirecek ve yanında bir anne gibi duracaktı.

 

Çünkü anneydi Hacer Hanım. İkinci çocuğuyla akran kızı, gelin diye bir adama vermişlerdi. İçi kaldırmasa da, sessiz kalmıştı. Çünkü Semih'in haberi bile yoktu bu evlilikten. Ona bile kızamıyordu ama ailelerine çok kızıyordu.

 

Bu yüzden de, elinden geldiğince yardım edecekti Ayşe'ye. Elinden tutacak ve bilmediklerini öğretecekti. Onu hayata hazırlayacak ve elinden geldiğince de, yanında tutacaktı.

 

Ayşe, sonunda eve gelmiş ve duş almak istemişti. Semih'in şampuan almadığını görmüştü. Suyu kaynatacak bir güğüm bile yoktu. Terlemiş ve kirlenmiş hissiyle uyumak zor olsa da, Ayşe bu gece böyle yatacaktı.

 

Semih'e dönerek söze girmek istedi ama sonra vazgeçti. Çünkü Semih, bu kadar alabildim demişti. Belli ki, parası yetmemişti. Başını yastığa koyduğunda da, tavanı izleyen Semih'in sesini duydu.

 

"De bakalım Ayşe Hanım. Bir derdin var gibi..."

 

"Aslında, şampuan ve güğüm alır mısın diyecektim. Birde tarak..."

 

"Yarın bir işe gideceğim. Parasını verirseler gelirken alırım. Vermezlerse de... Hallederim bir şekilde."

 

Ayşe sadece sessiz kaldı. Prangasına atılan bir halka daha vardı. Kocasını kendisine bağlayan ve isteklerini yaptığına sevinen... Kendini önemli hissetmişti ama zaman ona, gerçekleri gösterdikçe anlayacaktı.

 

Yavaşça başını Hacer Hanımın verdiği yastığa koydu. Sağ yanına dönerek gözlerini kapattı. Okula gitmeyi, masalarda oturmayı ve öğretmen olmayı hayal etti. Hayalleri bir birini kovalarken de, Ayşe kendini karanlığa teslim etti.

 

*** 

 

Bölüm sonu

 

Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.

 

Loading...
0%