Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@zeeyneep41

Oy vermeden geçmeyiniz

Satır arası yorumlarınızı bekliyorum

Keyifli okumalar dilerim

~~~~~~~~

Dilşah güne bağırış sesleriyle uyanmıştı. Hiçbir zaman erken kalkmayı beceremeyen Dilşah, yine geç kalktığı için annesi bağıra çağıra odasına doğru geliyordu.

Hızla kendisini odasındaki banyoya atarken, kapıyı kilitlemeyi de ihmal etmemişti. Suyu açarak altına girdi ve annesinin onu uyumadığını düşünmesi için beklemişti. Bir süre sonra duş almış vaziyette odasına geçerken, annesinin orada olacağını beklemiyordu.

"Yine mi geç kalktın. Ben sana erken kalkılacak ve adamların kahvaltısı hazır edilecek demedim mi? Hem sabah sabah, bu duşta neyin nesi?" Dilan Hanımın sesi sinirini belli edecek kadar yüksek çıkmıştı.

"Kâbus gördüm anne. Çok terlemiştim. Kusura bakma kâbus yüzünden uzun kalmışım. Aysel abla hazırlamadıysa hemen geliyorum" diyerek annesine yalan söylemişti Dilşah.

Aslında yalan söylemekten oldum olası nefret ederdi ama ailesi ona başka bir şans bırakmıyordu. "Hem kâbus gördüm demek yalan sayılmazdı" diye içinden geçirirken, bir yandan da "Allah'ım ne olur affet" diye tövbe ediyordu.

"Ne gördün bakalım söyle de bilelim Dilşah Hanım" diyen annesinin sitemli sesi duyulduğunda, Dilşah kendisine kıyafet alıyordu. Dolaptan hiç kafasını çevirmeden, annesine başka yalan uydurması gerekiyordu.

Bir süre sessiz kalınca, annesinin yalanını anlamasından korktuğu için hızla lafa girdi. "Korkunçtu anne, hem korkunç rüyalar anlatılmaz" diyerek konuyu kapamaya çalışmıştı ama Dilan Hanımın susmaya niyeti yoktu.

"Yoksa yalan mı söylüyorsun? Yalan söylüyorsan, cezasına hazırlan Dilşah." Dilan Hanımın sesi fazlasıyla öfkeliydi. Köroğlu konağında kimse yalan sevmezdi. Zira yalan sevilecek bir şey değildi.

"Yok, ne yalanı anne. Abim... Abim kız kaçırmıştı. Rüya işte, değil mi?" diye geçiştirmeye çalışırken, Dilan Hanım kahkaha atmıştı. Herkes bilirdi ki, Fırat Köroğlu'nun sevdiği biri yoktu.

"Kıçın açık mı yattın sen? Neyse hazırlan ve evin temizliğine yardım et. Boş boş oturma tüm gün" diyerek Dilan Hanım odadan çıkarken, Dilşah büyük bir nefes verdi. Rahatlamıştı ama işler yine onu beklerdi.

Tüm ağa kızları gibi, el bebek gül bebek yetişmek isterdi ama o Köroğlu kızıydı. Bu konaktaki adamlar, kışın soğuğu kadar sertti. Kadına özel bir muamma gösterilmez, aksine erkek el üstü tutulurdu.

Kadınların kendilerine hizmet etsin diye var olduğuna inandıkları için, sürekli işlerini yaptırır ve ayaklarını yıkatırdı. Aşağılamaktan zevk aldıkları ve gerekirse dövmekten çekinmediklerinden dolayı, kadınlar göze batmamak için çabalardı.

Dilşah ise bunu hiç beceremezdi. Babası ve abileri işe gitmeden uyanıp kahvaltılarını hazır etmesi gerekirdi ama uykuyu sevdiği için kalkamazdı. İşleri yapmaktan yorulan bedeni, uykuya düşmek için abilerini ve babalarını beklerdi.

Son olarak ayaklarını yıkamaları gerektiğinde Dilşah, çok kötü hissederdi. Bir insanın neden ayağını yıkamak gerektiğini anlayamazdı. Sonuçta bunu kendileri de yapabilirdi.

Tüm herkesin böyle yaşadığını düşünürken, bazı arkadaşlarının böyle yaşamadığını öğrenmişti. İşte o dönemlerde, hayaller kurmayı öğrenmişti. Sonunda evlenecek ve belki de ayak yıkamaktan kurtulacaktı.

Üniversitenin bitmesine bir ay kalmıştı. Bu süreçte daha da yoruluyordu Dilşah. Babasına her şeyi yapacağına dair söz verirken, bu kadar yorulacağını düşünmemişti.

Beş yıllık üniversiteyi dört yılda bitirecek olmanın gururunu yaşıyordu. Evde bu kadar çalışırken, üniversiteyi asmadan devam edebilmesi büyük bir gururdu.

Ailesinin çalışmasına izin vermesini hayal ediyordu ama bunun olmayacağına da emindi. Ailesi çalışan kadınlara küfür edebilecek kadar kötüydü. Zihniyet olarak gelişmemiş bu aileden kurtulmasına da çok bir şey kalmamıştı.

Okulun bitmesine doğru artık bizde dâhil, herkes bizim evleneceğimizi düşünür olmuştu. Azat'la... Azat Dilşah'ın üniversite de tanıştığım ve sonrasında da âşık olduğu bir adamdı. Bu aralar eksik giden bir şeyler vardı ama ailesinden kurtulmak için bunu dert etmemeye çalıştı.

Kendisinden iki yaş büyük olduğundan onun okulu bitmişti. Ara sıra buluşurdu. Bazen de okula gelirdi Azat. Üniversitenin başlarında tanışarak aşk yaşamaya başladığından beri, gözü gönlü yükseklerdeydi.

Uçan yüreğinin, onların konağına konacağı günü bekler olmuştu. Okulu bitince gelip isteyecekti. Ailesinin vereceğine eminim çünkü Azat'ın babası da bir aşiretin ağası. Babası büyük bir başlıkla Dilşah'ı onlara verebilirdi.

Ailesinin haberi olmadığı için evde pek konuşamazdı ama arada görürdü onu. Notlar iletir, mesajlar yazardı. Aşkla bakan gözlerinde, hayatı gördüğünü zannederdi.

Şu sıralar elinden oyuncağı alınmış gibi canı sıkılıyordu Dilşah'ın. Eski ihtişamı yoktu aşklarının ama Dilşah kurtuluşu Azat'a bağladığı için bunu göz ardı ederdi. Elinde olsa hemen giderdi Azat'a. Dilşah bir eksiklik hissediyor ama görmemek için çabalıyordu.

Eksikliği göz ardı ederken de, kılıflar bulurdu. Babasının aksine, Azat ona hep iyi davranırdı. Aşağılamaz ve hor görmezdi. Gerçekten mi böyleydi, bilinmez ama değişmemesi için sürekli dua ederdi. Buna sığınır ve sevmeye devam etmek için çabalardı.

Bu sırada evdeki işleri bitirmeye başlamıştı. Evleri biraz eskimeye başladığı için temizlik biraz zor oluyor ve pekte kendisini belli etmezdi. Ev, evin erkekleri gibi nankördü. Hiç bir şeyi belli etmiyor ve kadınları yoruyordu.

Sonunda yerleri silmeyi bitirdiğinde, mutfağa geçmişti. Mutfakta yemek yapan, Zehra ve Aysel ablanın bulaşıklarını yıkamaya başlayarak onlara yardım etti. Akşam için tatlı yapmaya koyulurken, Aysel ablanın kaburga dolması yapışını izlemeye başlamıştı.

Bir yandan tatlı yaparken, bir yandan da Aysel ablayı izlemek keyif verirdi. Abileri ve babası arda kalan yemeği, biz kadınlar sonradan oturduğumuz masada yerdi.

"Umarım kaburgadan fazla yemezler de, bize de kalır" diye mırıldandıktan sonra, tatlıyı yapım aşamalarını devam ettirdi. Tatlı bitmişti ve bulaşıkları yine yıkamıştı. Artık çok yorgun hissediyordu.

Avluya çıkarak sedire oturduğunda, annesi yanıma geldi. "Kalk kız, bana bir kahve yap yoruldum. Dinlenirken içeyim. Orta olsun" diyerek Dilşah'ı mutfağa göndermişti. Sahi ne yapmıştı ki yorulmuştu?

Aslında annem evde pek iş yapmazdı. Çalışanlar ve benim iş yapmam yetiyordu. Benim okumama da en çok annem karşı gelmişti. Evin temizliği kendisine kalmasından korktuğu için...

Mutfak tezgâhına ilerleyerek kahveyi ve suyu cezveye koydu. İki küp şekeri de ekledikten sonra bir güzel karıştırarak ocağa koydu. Kısık ateşte, yavaş yavaş pişirmeye başladığı kahvenin kokusuna çok bayılıyordu.

Kahvenin kokusu güzeldi ama tadını pek sevmezdi. Bana acı gelen o kahve, acı bir hayatla asla çekilmiyordu. Sonunda kahve pişmişti. Fincana aldığı kahvenin yanına lokum koyduktan sonra suyunu da koymuştu.

Annesinin yanına giderek, kahvesini yanına bıraktı. Tepsiyi sehpaya bıraktıktan sonra oturmuştu. Ayaklarımı ovuşturma isteğimle savaşırken, yorgunluğumu atmaya çalışıyordu. "Benden bir isteğin yoksa odama gidebilir miyim? Tezim üzerinde çalışmam gerekiyor" diyerek annesine bakmıştı. Okulla ilgili konularda nedense çok öfkeleniyordu Dilan Hanım.

"Git... Sanki kâtip olacak başımıza. Neymiş mimar olacakmış. Ol bakalım ol da başın göğe ersin" diyerek söylenirken, hızla odasına doğru yol almıştı. Artık bu laflara alınmıyordu ama okulunun bitmesi için gün sayar olmuştu.

Yorulmuştu...

Birkaç saat teziyle ilgili çalışmalar yaparken, tezinin konusunda hayallere dalmıştı. "Sosyal ve mekânsal ayrışma çevresinde yeni konutlaşma eğilimleri: Kapalı siteler" konusunda tez hazırlaması gerekiyordu.

"Bir gün ben de bir site çizimi yaparak hayata geçirebileceğim. Eminim ki bunu becerebilecek kadar yetenekli olabilecektim." Hayallere dalmış bir halde, çalan alarmın sesiyle irkilmişti.

Mutfağa gitmesi için çalan alarmı kapatarak, derslerini kaldırmıştı. Babası gelmeden hazırlığı yapması iyi olurdu. Annesini yine kızdırırsa bu sefer ceza almaktan kurtulamazdı.

Mutfağa inerek, çalışan kadınlara yardım etmeye başlamıştı. Bir yandan da masayı kurarak, babasının gelmesini bekledi. Biraz geç kalmışlardı ama umurumda da değildi.

Derken babası ve Mert abisi içeri girmişti. Fırat abisi görünmüyordu. Kapıyı kapatmadan dışarıya baktı. Gelen yoktu ve abisinin neden gelmediğini merak eder olmuştu.

"Kapatsana kapıyı. Ne bakıyorsun?" diyen babasın sesini duyduğumda, hızla kapıyı kapattı. Babasına dönerek, soru sormak için cesaretimi topladı. "Abim yok mu baba?" diye sorduğunda, sessizlik olmuştu.

"Dilşah, abim gelmeyecek. Yemekleri getir sen" diyen Mert abisinin sesini duyunca, yavaşça ona döndü. Başıyla onaylayarak mutfağa doğru yol aldı. Sessizliğin içinde yenilen yemekten sadece çatal kaşık sesleri geliyordu.

Abisinin gelmemesi biraz tuhaftı ama düşünecek değildi. Bir ayak az yıkanır ve en önemlisi bir boğaz daha az olurdu. Kaburgadan kendisine düşecek payı düşünerek, sevinmişti Dilşah.

Sonunda yemek faslı bitmişti. Masa toplanırken, Dilşah abisi ve babasına kahve yapmaya koyuldu. Üç kişilik kahveyi hazırlayarak, avluya gitti. Havaların ısınmaya başladığı bu dönemde, hafif esen avluda bir şeyler içmek çok güzeldi.

Babası, abisi ve annesine verdiği tatlı ve kahvelerin ardından, mutfağa giderek iş yapmaya devam etmişti. Çalışan kadınların kendisine yaptığı çayla, kendisine de tatlı alan Dilşah için en güzel an başlamıştı.

Dilşah'ın bu hayatta sevdiği üç şey vardı. Çay, tatlı ve mimarlık. Birde Azat'ı vardı ama bu listeye girebilecek bir eşya olmadığı için onu saymayacaktı. Artık akşam çayını da içtiğine göre keyfini bozan o saati gelmişti.

Isıttığı suyu alarak salona gitmişti. İki ayrı leğen ve havluyu getiren çalışanlar odadan çıkarken, Dilşah leğenlere suyu doldurmuştu. Abisi ve babasının ayaklarını suya sokmuştu. Dilşah biraz beklemişti ve artık o iğrendiği an başlamıştı.

Önce bir ayağını sudan çıkaran babasının ayağına sabunu sürerek köpürtmeye başlamıştı. Topuklarından parmak uçlarına kadar, her yerini temizlemiş ve en iğrendiği kısma gelmişti.

Parmak aralarını da temizlemeye başlayan Dilşah'ın midesi çok kötü olmuştu. Üşüttüğünü düşünen Dilşah öğürmeye başladığında, babası öfkelenmeye başlamıştı.

Bir süre kendisini tutmaya çalışmıştı ama diğer ayağının parmak aralarında daha da çok öğürmüştü. En sonunda vurarak savurduğu kızını, dövmekten geri durmayan Haşmet ağanın öfkesi yavaşça azalmaya başlamıştı.

Koca adamın, koca öfkesi...

Küçücük kızının küçücük bedeni...

Bir adamın öfkesi, bir kadının üzerinde peyda oluyordu. Güçlü yine güçsüzü eziyor ama kimse ses çıkarmıyordu. Sessiz kalmakta, dövmek kadar kötü değil miydi? Sahi, insan olmayı ne zaman unuttuk biz?

Yediği dayağın etkisi ile kıvranan Dilşah'a bir darbe de annesinden gelmişti. "Kalk şuradan. Sana babanı sinir etme demiyor muyum ben? Kalk, abinin ayaklarını yıka. Sonra da defol odana. Gözüm görmesin seni" diye çemkirmişti Dilan Hanım.

Dilşah sessizce kalktı. Acıyan bedeninden çok ruhuydu. Bağırıyordu ama kimse onu duymuyordu. Sessizliği yük oldu ama kimse o yükü hissedemedi. Dilşah abisinin ayaklarını da yıkamış ve ortalığı toparlamıştı.

Babasının öfkesinden dökülen suyu, emmesi için bir havluyla kurulamaya çalıştığı halıyı bırakarak odasına geçti. Sessizlik içinde odasına gittiğinde, her yerinde acı vardı.

Yatağa yattığında bedeni sızlamış ve acı kendisini hissettirmişti. Gözlerinden yaşlar akarken, kendisini hayal dünyasına attı Dilşah. Bir tek orada mutluydu ve bir tek orası, onun evi gibiydi.

Sonunda kendisini uykunun kollarına bırakırken, içinde kötü bir hisle uykunun derinliklerine dalmıştı. Birkaç kere uykudan uyanırken, yaşadığı şiddetin etkisinden olduğunu düşünmüş ve geri uykuya dalmıştı.

***

Sabahın erken saatlerinde silah sesleri ile uyanırken, tekrar uyuyakaldığını düşünmüştü. Telefonuna baktığında saatin erken olduğunu görmüştü. Birçok kez arayan Azat'ı görmezden gelerek, avluya ilerlemişti.

Üzerinde sevimli pijamalarla avluya giderken, içinde çok büyük bir korku vardı. Kalbi ağzında atarak çıktığı odanın kapısında kalakalmıştı. Avlu bir sürü adamla çevrilmişken, avlunun ortasında duran adamı hemen tanımıştı.

Zalimliği ile tanınan Hazar Ateşoğlu, Köroğlu konağının tam ortasında duruyordu. Arkasında Hamit Ateşoğlu ve Miran Ateşoğlu vardı. Ateşoğulları zalimlikleri ile bilinirdi. Kimse karşılarına durmaya cesaret edemezdi.

"Oğlun kız kardeşimi kaçırmıştır Haşmet ağa. Onları buldum ve ölümleri için meydanı hazırlatırım" diyen Hazar'ın sesi ile irkilmişti Dilşah. Ağzından koca bir hıçkırık kaçmış ve kendisini tüm konağa duyurmuştu.

Hazar'ın sese döndüğü yerde gördüğü kadın, aylar evvel gördüğü kadının ta kendisiydi. Bir süre baktığı kadından gözlerini alarak, Haşmet ağaya döndü. "Öğle vakti meydanda oğlunun cenazesini almaya gelesin Haşmet ağa" diyerek dönüp gitti Hazar.

Hazar'ı ailesi ve adamları takip ederken, Dilan Hanımın feryadı duyulmuştu. Haşmet ağanın ayağına kapanmış ve yalvarmaya başlamıştı. "Oğlumu kurtar ağam. Ne olursun bir şeyler yap. Oğlum daha gençtir" diye haykırıyordu.

Dilşah annesine koşarak gelmiş ve onu çekmişti. Haşmet ağa da sinirlenmiş ve ağaları toplamaya çalışmıştı. Bir çaresi olmalıydı ve bulacaktı. Aslında vardı bir çaresi ve bunu düşünerek plan yapmışlardı.

Hazar ağanın onları bulması, planları dışındaydı ve ne olacağını kestiremiyordu Haşmet ağa. Evden bir hışımla çıkmışlardı. Avluda Dilan Hanımın feryatlı sesinden başka ses yoktu.

Herkes sessizlik yemini etmiş gibiydi. Kimse ne yiyor ne içiyordu. Ayakların sesi bile duyulmuyordu. Dilşah bir boşlukta gibi duruyor, olabilecekleri düşünüyordu. Odasına çıkıp Azat'ı aramak istedi ama ayakları tutmuyordu.

Sessizlik sonunda evin önüne gelen arabalarla bozulmuş ve herkesin kapıya koşmasıyla son bulmuştu. Kapıyı açtıklarında Haşmet ağa, Mert, Fırat ve Ateşoğlu'nun kızı Havin vardı.

Dilşah olduğu yerde donmuş kalmıştı. Sessizlik sürerken, babasının sesi duyulmuştu. Dilşah'ın ise o an sadece gözünden bir damla yaş dökülmüş ve yere düşmüştü.

"Hazırlan... Bir haftaya evleniyorsun."

Bölüm Sonu

Oy ve yorum ile destek olmayı unutmayınız.

Loading...
0%