@zeeyneep41
|
Heyoooo Şekerlerim. Yeni bölüm ile karşınızdayım. Uzun bir bölümle geldim şekerler. Sizin yorumlarınızla, bende eksiklerimi görüyorum ve düzenleme yapabiliyorum. İyi ya da kötü tüm yorumlarınızı bekliyorum. Satırlar arasına yorumlar bırakalım. Sol alt köşedeki yıldızla oy verelim. Keyifli okumalar dilerim. ~~~~~~~~~~~~~ Babasının ağzından dökülen sözlerle, dünyası başına yıkılmıştı Dilşah'ın. Dizlerinin üzerine çökmüş ve okulunu sayıklamaya başlamıştı. "Bir ay... Bir ay..." diye sayıklarken, Hazar ağa ve adamları Köroğlu kapısına gelmişti. Hazar yere çökmüş kadına bakıyor ve "Bir ay" diyen halini anlamaya çalışıyordu. Kimse Berdel istemezdi ama bir ay dediği neydi merak etmişti. Yanındaki adamı Aziz'e işaret verdi. "Aziz, şu kızı araştır. Onun hakkında her şeyi öğren ve bana getir. İki saate şirkette ol" diyerek Aziz'i göndermişti. İçeri girmek yerine, arabasına binerek işlerinin başına gitmek için yola çıkmıştı. Bir ay dediği neydi merak ederken, acaba sevdiği mi var diye düşünmeden edemedi. Şirkete girdiğinde, herkes işinin başındaydı. Hızla ve öfke dolu haliyle, odasına ilerledi. Çalışırken sakinleşmeye çalışan adamın öfkesi, onun yanında çalışanları bile korkutuyordu. İki saatin sonunda Aziz gelmiş ve tüm belgeleriyle bilgi bekleyen ağasına, gerekli evrakları getirmişti. Bu sırada Dilşah içinde tuttuklarını dışarı vurmaya başlamıştı. Sessiz kaldıkça tepesine çıkan ailesine, artık tahammülü kalmamıştı. "Olmaz. Asla kimseyle evlenmem. Bir ay sonra okulum bitecek" diye çemkirdi. Babası ve abisi sert bir şekilde bakarken Mert, biraz daha yumuşak bakıyordu. Bu evdeki tek yumuşak huylu Mert'ti ama bunu pek belli edemezdi. Babası ayağa kalkmadan, annesi ayaklanmış ve kızının yanına gelmişti. Yüzüne indirdiği tokattın sesi, tüm konakta yankılanmıştı. "Hadsiz, abin ölsün mü? Senin ağzından çıkanı kulağın duyar mı?" diye bağırmıştı Dilan Hanım. Dilşah ise sessizce annesine döndü. "Senin oğlun ölmesin diye, ben mi öleyim? Benim oğlundan ne farkım var? Beni de sen doğurmadın mı? Bir evladın yaşasın diye, diğerini neden ateşe atarsın? Bu ölüm değildir de nedir?" diyerek ağlayan Dilşah'a sert bakışlar attı annesi. "Hazar Ateşoğlu'nun karısı olmak ölüm müdür? Bir ağa karısı olmak ne demek, sen bilir misin?" diyerek yerine geçti. "Hazar ağa zorda olsa kabul etti. Bu dediklerini duymayayım Dilşah. İmanıma seni ben öldürürüm" diyen babasına kötü bakıyordu. Zira bu ailede evlatlık olduğunu bile düşünür olmuştu. Sessizce kalktı Dilşah. Odasına doğru adımlar attığında, arkasından gelen Havin'i fark etmemişti. Havin ise odasına giren Dilşah'ın ardından, odasına girmişti. "Yalnız kalmak istiyorum. Çıkar mısın?" diyerek Havin'i göndermek istemişti ama Havin'in çıkmaya pek niyeti yoktu. Yanına oturarak, karşısındaki kızın gözlerinin içine baktı. "Çıkacağım ama önce birkaç sözüm olacak. Biliyorum bir hata yaptık ama inan bana mecburduk. Beni istemeye gelen kişiler vardı ve beni vereceklerdi. Fırat'ı çok seviyorum" diyerek gözlerini kaçırdı. "Abim öfkelidir ama iyidir. Seni kırmaz, incitmez... Ona ihanet etmezsen, o seni korur kollar" diyerek Dilşah'a geri döndü. Söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Dilşah'ında konuşmayacağını anlayınca, gitmek için ayaklandı. Havin odanın kapısını açtığında, Dilşah'ın sesi duyuldu. "Bir ay sonra tezimi teslim edecek ve mezun olacaktım. Beni ateşe atmakla kalmadınız. Hayallerimi de çaldınız" diye konuştu. Birde dilinin dönüp söyleyemedikleri vardı. "Belki benimde sevdiğim vardır. Bana bunu yaparken, bunu da düşündünüz mü?" demek istedi ama diyemedi. Sessizdi ve Havin'de gitmişti. Telefonunun ekranına bakmış ve bir sürü arama görmüştü. Mesajlar gelmişti ama bakacak gücü yoktu. Sessizce ağlamaya devam eden Dilşah, bir süre sonra uyuyakaldı. *** Ertesi gün erken uyanan Dilşah, başındaki ağrıyı atmak için duşa girmişti. Duştan çıkarak, mutfağa indi. Kahvaltılık hazırlığı yaparken, çalışanlar dâhil herkes uyuyordu. Dilşah her şeyi hazırlamış ve odasına geri gitmişti. Üzerini değiştirerek aşağı inmeye başladığında, evdekiler yavaş yavaş uyanmaya başlamıştı. Dilşah asla konuşmamaya yemin etmiş ve masaya gelmişti. Erkekler gitmeyeceği ve Ateşoğlu kızı evlerine geldiği için artık masaya birlikte oturacaklardı. Ateşoğlu kızına yanlış yapmak demek, tüm Ateşoğulları'nı karşına almak demekti ve buna kimse cesaret edemezdi. Dilşah ilk defa ailesiyle aynı masayı paylaşıyordu ama yemek yiyecek kadar iyi değildi. Tabağındakilerle oynarken, herkes ona bakıyordu. Sessizce masadan kalkıp odasına giderek, tezini bitirmeye devam etmişti. Bir saat sonra gelen kadınlar için aşağı çağrılmış ve Ateşoğlu'nun ona gönderdiği elbiseyi teslim almıştı. Bu akşam sözleri olacaktı ve Hazar ona elbise gönderttirmişti. Dilşah elbiseyi almış ve odasına gitmişti. Kapıyı kilitleyerek bir süre daha tezine çalışmış ve sonra duşa girmişti. Duşta kendisini rahatlatmayı başarmıştı ama artık çıkması lazımdı. Saçlarını kurutmuş ve elbisesini giyinmişti. Makyajını yaptıktan sonra önüne gelen saçları, toka yardımı ile arkada topladı. Salık bıraktığı saçlarıyla hazır olduğunu düşünmüştü. Hazırlanacağı bir söz veya bir adam değildi Ateşoğlu. Bu yüzden yeterli olduğunu düşünerek, yatağına oturdu. Kapısı çalınmıştı ama kalkıp açacak hali yoktu. Zaten onun kapısı çalınmazdı. "Dilşah kapıyı aç" diyen annesine göz devirerek ayağa kalktı. Kilitli olduğunu unuttuğu için gülümsemişti. Demek ki kapısının çalınmasını istiyorsa, kapısını kilitlemesi gerekiyordu. Kapıyı açmış ve yatağına geri oturmuştu. Sessizdi ve sessiz kalmaya yeminliydi. Bu evdeki hiç kimse ile gerekmedikçe konuşmayacaktı. "İyi hazırlanmışsın. Kadınlar gelir birazdan. Sende in ve ellerini öp. Sonra kahveleri yapın" diyerek odadan çıkan annesine kızgındı. Ağlamamak için gözyaşlarıyla savaşan Dilşah, kirpiklerini kırpıştırıyordu. "Allah'ım sen daha iyisini bilirsin" diyerek, ayağa kalktı. Artık geldiklerini biliyordu ve yavaşça odasının önünden, avluyu kolluyordu. Bakmaya bile korktuğu adamla sözlenecek ve bir hafta içinde evlenecekti. Hayatı bitecekti ve Dilşah ne yapacağını bilmiyordu. Avluda herkes toplanmıştı ama Havin ve Fırat yoktu. Ateşoğlu onları görmek istememişti ve onlarda odalarında kalmışlardı. Herkes oturduğunda, gözü Hazar ağaya kaydı Dilşah'ın. Esmer, kirli sakallı, kemikli yüz hattıyla yakışıklı sayılacak biriydi ama Dilşah için bu önemsizdi. Bir süre sonra odasından çıkmış ve merdivenlerin başında görünmüştü. Hazar ağanın dikkatli bakışlarıyla karşılaşmış ama gözlerini hemen çekmişti. Yere bakarak yürümüş ve herkesin elini öpmüştü. Sonrasında mutfağa giderek, kahvelerin yapımına başlamışlardı. Hazar ağa ise gördüğü güzellik karşısında, nutku tutulmuş bir halde duruyordu. Konuşanları duymuyor ve merdivenlerin başına bakıyordu. O anı yaşamaya devam eden Hazar, kendisine seslenenleri bile duymaz olmuştu. "Sevgilisi vardı" diye geçirdi içinden. Okulu sorun değildi ama bir ay sonra dediği sözü mü diye düşünmeden edemiyordu. Aziz'in getirdiği evraklarda görmüştü. Bir ay sonra biten okulu vardı ve sevdiğinin olduğunu da öğrenmişti. Okulun ardından evlenecekler miydi düşüncesi, Hazar'ı yiyip bitirmeye başlamıştı. Sonunda kendisine uzatılan kahve ile kendisine gelmiş ve gözlerini karşısındaki kadına dikmişti. Kahvesini alırken, gözlerindeki duyguları anlamaya çalışıyordu ama olmamıştı. Hazar ağa adamı gözünden tanırdı ama bu kadının gözleri bile boşluktaydı. Ne hissettiğini dahi anlayamamıştı. Kahveleri yudumlayan aileler, sessizliğe gömülmüştü. Dilşah'ın bu hali, onları sessizliğe sürmüştü. Hamit ağa sonunda öksürerek, dikkatleri üzerine çekmişti. "Haşmet ağa, sebebi ziyaretimiz malumdur. Kızınız Dilşah'ı oğlumuz Hazar'a isteriz" diyerek, âdetin yerini bulmasını sağlamıştı. Haşmet ağa ise keyifle "Verdim gitti" demişti. Verdim gitti! Bir eşyayı bile verirken düşünen adam, kızını verirken düşünmemişti. Hiç vakit kaybetmeden " verdim gitti" demişti. Kendisini çok değersiz hisseden Dilşah ağlamamak için bakışlarını göğe çevirdi. Herkesin ayaklanmasıyla ayaklanan Dilşah, yüzüklerin takılmasını eğreti bir gülüşle izledi. Parmağına takılan yüzük değil, bir prangaydı sanki. Kesilen kurdeleye bakarak "bu işi de böyle kesip atsan be makas" diye mırıldandı. Hazar duymuştu ama duymamış gibi yapmayı tercih ediyordu. Zira onunda eli kolu bağlanmıştı. Berdeli kabul etmek istemiyordu ama babası kabul etmişti. Ona karşı gelemezdi. Töreye karşı elleri kolları bağlıydı herkesin. Bir kadının geleceğini yıkmak istemiyordu ama yıkmıştı. Kavuşmak istediği sevdiği yerine, başkasıyla evlenen bu kadına üzülmüştü. Kendisine ihanet etmemesi için konuşması gereken Hazar, ihanetin sonucunu da belirtecekti. Sözün bitmesine yakın herkes dağılmaya başlamıştı. Dilşah herkesle vedalaşmıştı. Odaya giderek yatmayı hayal eden kadının hayali, duyduğu şeyle yıkılmıştı. "Biz Dilşah'la biraz konuşalım. Dışarıda ve yalnız..." Hazar'ın sesi netti. Asla izin almıyor ve haber veriyordu. Dilşah'ı düşünmese, haber bile vermezdi. Sahi, Hazar neden Dilşah'ı düşünmüştü? Elinden tutarak peşinden götürmek istiyordu ama kıyafetlerin içinde fazla güzeldi. "Üzerini değiştir. Seni dışarıda bekliyorum" diyerek dışarı çıkmıştı. Dilşah isyan etmek istiyordu ama korkuyordu. Üzerini değiştirmek için odasına doğru ilerledi. Odasına girdiğinde sinirden ayaklarını yere vurarak "Of ya of. Nefret ediyorum senden... Nefret..." diye söylendi. Hazar'ı kızdırmamak için üzerini değiştiren Dilşah, hazır olduğunda makyajını da çıkarmaya başlamıştı. İstiyordu ki Hazar onu beğenmesin. Beğenmezse belki başka birini isterdi. Odasından çıkarak sessizce dışarı çıkmıştı. Kendisine bakan veya konuşan kimseyi umursayacak durumda değildi. Dışarı çıktığında Hazar ve adamları onu bekliyordu. Dilşah sessizce Hazar'a doğru yaklaştı. Hazar yere bakarken kendisine doğru yaklaşan kadını, dikkatli bir şekilde izliyordu. Kadının korktuğu her halinden belli oluyordu. Kendisine yaklaşan kadın için kapıyı açmalarını işaret ederek, kendi oturacağı kısma ilerledi. Aziz'in sürdüğü araçla ilerlerken, arkasından gelen korumalarda onları takip ediyordu. Aziz bir süre sonra, arabayı kenara çekti. Bomboş bir arazide durmuşlardı. Dilşah arabadan kendisi inmek istediğinde, Hazar onun kolunu tutmuş ve Aziz'in kapıyı açmasını beklemişti. Aziz kapıyı açtığında, tuttuğu kolu bırakan adama, Dilşah hayretle bakıyordu. Arabadan indiklerinde, kendileri için kamp sandalyesinin gelmesiyle oturmuşlardı. Dilşah etrafı incelemek için yavaşça etrafına bakıyordu. Sol tarafında bir dağ vardı ve Hazar'da o tarafta oturuyordu. Hafifçe yükselmeye başlayan otların arasında hafifçe esen rüzgâr, Dilşah'ın teninde geziniyordu. Sessizliğin hüküm sürdüğü anları bozan, Hazar'ın sözleri olmuştu. "Benden bir beklentin var mı?" diye sormuştu kadına. Zira kendi beklentilerini saymadan önce, kadına öncelik vermek istemişti. Dilşah yanındaki adama dönmeye korkmuştu ve sessizce başını önüne eğmişti. Başını olumsuz anlamda sallarken, okul için konuşmayı isteyen yanı bağırıyordu. Dilşah her şeye rağmen sessizliğini sağlamış ve adamın konuşmasını beklemişti. Duyacaklarından korkarak beklemeye devam etti. "Korkma... İsteklerin ya da beklentilerin varsa söyle" diyerek, kadını cesaretlendirmeye çalıştı. Dilşah ise gözlerini kaldırarak Hazar'ın yüzüne çevirdi. Ne diyeceğini bilmeyen bir bakışla, adamın ciddiyetini tartmaya çalıştı. Bir anlık cesaretle "Okulumu bitirmeme izin verir misin desem de kabul eder misin?" diye sormuştu. Cesareti yıkılmış ve her an Hazar'ın kükreyeceğini düşünmüştü. Hazar ise kıza dikkatle bakıyordu. Sevgilisi ile ilgili bir istekten bahsetse, bu kadar şaşırmazdı. Kadını onaylamak için acele etmemişti. Onun bu halleri, kendisine komik gelmişti. "Ne aşamada okulun?" Bilmiyormuş gibi soran Hazar, Dilşah'ın kendisi ile konuşabilmesini sağlamak istiyordu. Dilşah ise bu sürede "Bilmiyor mu?" diye düşünmüştü. "Bir ay sonra tezimi teslim edeceğim. Yarısından fazlası hazır. Eğer tezimi teslim edemezsem..." Dilşah'ın sözünü bitirmesine izin vermeden, "Okulunu bitiremezsin" demişti. Dilşah ne olduğunu anlamamıştı ama çok üzülmüştü. Gözlerinden bir damla yere düşerken, içinde büyük bir acı peyda olmuştu. Beyhude bir hayat çabasına düşen bu insanların, kadınların okumasından ne istediğini anlamamıştı. Sessizlik uzun sürmüştü. Dilşah konuşacak bir şey bulamıyordu. Bulsa da boğazı düğüm düğüm olduğundan, konuşacak bir hali yoktu. "Ne okuyordun?" diye soran Hazar'a cevap veremedi bir süre. Uzunca bir süre yutkunarak, boğazındaki düğümden kurtulmaya çalışmıştı. Hafifçe öksürdü ve bakışlarını yerden çekmeden, kısa ve öz şekilde "Mimarlık" dedi. "Devamsızlık hakkın var mı?" Hazar'ın sorusuna ne diyeceğini bilememişti. Okulunu bitiremezsin diyen adam, bunları neden merak etmişti? Başıyla onayladı Dilşah. Hazar'a dönmeden yere bakıyordu. "İlk hafta gitmezsin. Sonraki üç hafta da gidersin. Tezini verip mezun olunca, kısa bir tatil yaparız" diyen Hazar'a hızla gözlerini çevirmiş ve ne diyeceğini bilememişti. Dilşah hızla yanındaki sandalyede oturan adama sarılmıştı. O kadar sevinmişti ki, ne olacağını bile bilmeden, sessizce sarıldı. Bir anda da ne yaptığını fark ederek yavaşça geri çekildi. Hazar bu anları şaşkınlıkla izlemişti. Ne yapacağını bilmeden, kızın kendisine sarılmasını izlemişti. Bir anlık içinde hissettiği hislere kızarken, yüzü yine korkunç duruyordu. Dilşah bu haline kızdığını düşünürken, adamın kendisine kızdığından habersizdi. Sessizlik onların işkencesi olmaya başlayana kadar, ikisi de susuyordu. Dilşah aklına gelen düşüncelerle kendisine işkence etmeye başlamıştı. "Benim beklentilerimi duymak istemez misin?" diye sorduğunda, Dilşah korkuyla irkilmişti. Ne duyacağını bilmeden, öylece Hazar'a bakmaya başlamıştı. Kendisinden ne bekleyebilirdi ki? "Bunu evet kabul ediyorum. İster istemez sözlendik. Artık benim soyadıma uygun davranman lazım. O yüzük parmağında olduğu sürece, bana asla ihanet etme." Hazar'ın sona doğru sesi sertleşmişti. "Gerisini de evime geldiğinde öğreneceksin. Senden çok bir şey beklemiyorum. Bana ihanet etme, bunu asla tavsiye etmem. İnan o zaman bu kadar sakin kalmam. Ayrıca benden korkmanı istemiyorum." Dilşah sert sözlerin arkasındaki tehdidi algılamıştı ve korkusu daha da artmıştı. Korkma derken bile, korkutmaya çalışır gibiydi. O beylerbeyinin oğluydu... Ondan nasıl korkmazdı? "Benden korkma Dilşah. Sana zarar verecek değilim. Sen artık benim ailem oluyorsun. Saygıdan başka bir beklentiye girmem merak etme." Derin nefes aldı Hazar. Zira söyleyecekleri onu deli ediyordu... "Azat'ı senin yakınında görmeyeceğim. Affetmem Dilşah... İhaneti asla affetmem." Sesindeki tehdit kendisini belli ediyordu. Dilşah'ın gözünden bir damla yaş akmıştı. Zaten en çok Azat'a üzülüyordu. Kayıp giden ilişkilerine... Kendisini daha da kötü hissetmesinin sebebi, sevdiği adama açıklama bile yapamamış olmasıydı. Azat arıyor ama Dilşah açamıyordu. "Korkman için söylemiyorum ama benim itibarımı düşünmelisin. Bizim evliliğimiz, o abin yaşasın diyedir. Ailen, abinden vazgeçemediği içindir. Yoksa ben Havin'den vazgeçtim..." diyerek önüne dönmüştü. Dilşah sessizdi ve onu da anlamaya çalışıyordu. Bunu kendisi istemediği için, içi öfke doluyordu. Bu kaderi kendilerine layık görenlerden nefret ediyordu. Kızgınlığı ise en çok ailesineydi. "Ben... Ben hiçbir zaman senin olmayacağım ama merak etme... Seni ve itibarını koruyacağım. Sen söylemesen de ben Azat'la görüşmem. Bunu yapamam" diyerek sağına döndü. Ufka bakarak sakinleşmeye çalışıyordu. "Biliyorum zor ama benim içinde zor. Unutma ki bunu ben istemedim. Bende senin gibi buna mecbur kaldım" diyen Hazar'ın sesindeki çaresizlik, kendisini belli ediyordu. Dilşah o zaman anlamıştı. Hazar onu tehdit etmiyordu. Hazar onunla bu şartları konuşarak, Dilşah'la uzlaşmaya çalışıyordu. "Acaba sevgilisi var mıydı?" diye içinden geçirdi Dilşah. "Aman Dilşah, sende... Adam beylerbeyinin kardeşi... Sevdiği olsa bayıla bayıla verirlerdi. Hem sana ne?" Dilşah içinde kendisiyle kavga ederken, Hazar'ın sesiyle irkildi. "Sana söyledim ama daldın sanırım" diyen Hazar'a "Ne oluyor?" bakışı attı. "Gidelim mi? Dinlenmiş oluruz" diyerek ayağa kalktı. Dilşah Hazar'ın ayaklanması ile ayağa kalkarken, sandalyeyi katlamaya çalışmıştı. Kolunu tutan Hazar'ı fark edince, önce konula sonra da Hazar'a baktı. "Adamlar alır. Sen zahmet etme" diyen Hazar'a garip bakmıştı. Zahmet mi? konaklarında yaptıklarından sonra bu iş sayılmazdı ki zahmet olsun. "Acaba sen gerçekten iyi biri misin?" diye içinden geçirdi. İyi biri misin dediği, ayaklarını yıkatmayan, aşağılamayan ve dövmeyen biri misin demekti. Hazar'ın haberi yoktu bu düşüncelerden ama olsaydı net konuşurdu. Hazar ile arabaya binen Dilşah, yolculuğu sessizce bitirmişti. Konağa geldiklerinde, saat gece yarısına yaklaşıyordu. Dilşah açılmasını beklediği kapının açılmadığını görünce, Hazar'a döndü. Araçtakiler inmiş ve Dilşah'ın kapısında elleri ile bekliyorlardı. Hazar kendisine bakan kadına dönerek, cebinden çıkardığı telefonu uzattı. "Artık yeni telefonun bu. Gerekli kişilerin numaraları var. Artık o numarayı ve telefonu kullanmanı istemiyorum" diyerek kadına telefonu vermişti. Dilşah sessizce kabul ederken, Hazar'ın isteğine şaşırmıştı. "Telefonunu getir. Seni burada bekliyorum" diyen adama bakıyordu. Hazar ise korkmasını engellemek için açıklama yapmıştı. "Onu kullanmadığından emin olmam lazım. Merak etme her şeyi biliyorum ve bunlar aramızda sır kalsın istiyorsan bana güven ve telefonu getir" diyerek kadının çıkabilmesi için kapıyı açtırmıştı. Dilşah şaşkınlıkla eve girerken, kendisine bakan babasına bakmadan hızla içeriye girmişti. Odasından getirdiği telefonu, yavaşça kapıdan uzatmıştı. Hazar'a bakarak verdiği telefonu, Hazar'da Dilşah'a bakarak almıştı. "İyi geceler." Hazar'a şaşırmaktan yorulan Dilşah sessizce "İyi geceler" demişti. Hazar'ın gülümsemesinden, duyduğunu anlamıştı. Eve girdiğinde de, Hazar ve adamları gitmişti. Dilşah babasının bakışlarına aldırmadan odasına gitmeye kalkmıştı. Açıklama yapmayacaktı ve ailesi ile konuşmayacaktı. Merdivenlere adım attığı esnada, babasının saçlarını tutmasıyla geriye sendelemişti. Saçlarını dibinden tutarak avluya çeken adam "Sen beni görmezden mi geliyorsun ulan" diye bağırmıştı. Dilşah sessiz kalmaya devam etmişti. Bu evdeki bir haftasını böyle geçirecekti ve dua edecekti ki Ateşoğlu konağı bu şekilde olmasın isteyecekti. "Ne halt etmeye gittiniz. Ahlaksız seni" diyen adama kızgınlıkla baktı Dilşah. Bir adam kızına bunu nasıl yakıştırırdı? Babasının iğrençliğine, iğrenerek bakıyordu. Bunu fark eden babası, daha çok dövüyordu. Bir süre sonra siniri geçen adam yavaşça sedire oturduğunda, Dilşah yerinden kalkmıştı. Yaşlı gözlerle baktığı adama "Sadece konuşmuştuk. Okulumu bitirmeme izin verecekti" diyerek odasına doğru ilerledi. Haşmet ağa daha şimdi biraz sakinleşmişken, kızının söyledikleri ile öfkesi daha da artmıştı. Kızının odasına hızla giderek, masada bıraktığı tezini parçalara ayırmıştı. Dilşah her şeye dayanıyordu ama buna dayanamadı. Yalvardı babasına, ayaklarına kapandı ama durmadı babası. "Ne okulu ulan ne okulu... Evleneceksin ve torun vereceksin o aileye. Kuma mı alsınlar istersin sen? Okul falan yok unutacaksın" diyerek çıkmıştı. Dilşah hıçkıra hıçkıra ağlarken, yatağına çökmüştü. Kendisini duşa atmış ve sıcak sudan daha sıcak, gözyaşlarını salıvermişti. Bir baba bu kadar acımasız olmamalıydı. Dilşah duştan çıkmış ve odasına öylece oturmuştu. Islak bornozun içinde üşümeye başlayınca, üzerine kıyafetlerini giyerek yatağa yatmıştı. Telefonun çalmasına şaşıran Dilşah, hızla kalkarak telefonunu almıştı. "Hazar" yazan numaranın aramasına şaşırmıştı. Gece gece bu adam neden arıyordu? Bir süre baktığı telefonun artık çalmadığını görünce, tekrar yatağa yatmıştı. Telefonun sesi ile yerinden yine kalkmış ve Hazar'ın aradığını görmüştü. Vazgeçmeyeceğini anlayan adamın telefonunu açmış ve "Alo" demişti. Hazar ise sesindeki hüznü anlamış ama içinde bulundukları durumdan ötürü, sorgulamamıştı. "Yatmadan sana bir şey sormak istedim." Hazar, Dilşah'ı her hareketi ile şaşırtıyordu. Dilşah sessizliğini bozmak için hafifçe öksürüp "Çok önemli miydi? Babam duyarsa..." dediğinde Hazar lafını böldü. "Baban duyarsa ne? Sen benim sözlümsün. İstediğim gibi ararım. Kimse karışamaz. Sana benden neden korktuğunu soracaktım" demişti. Aslında yatmadan sesini duymak istedim ve aklıma bu bahane geldi demek isterdi. "Sen beylerbeyinin oğlusun. Senden neden korkmayayım ki? Sokakta birine Ateşoğlu geliyor dedin mi hiç?" diye sormuştu. Hazar biliyordu ki, bilseler yollarını değişirlerdi. "Hayır, sormadım ama sen sordun galiba" diyerek sesinde ki gülümseme ile sormuştu. Dilşah ise gülümsemiş olmasına şaşırıyordu. Ateşoğlu asla gülümsemezdi. Bu kötü mü iyi mi bilemiyordu. "Sormadım ama biliyorum. Ateşoğlu'nun yanından geçmeyi bırak, yüzüne bile bakmaya cesareti olan var mıdır bizim bölgemizde? Doğu ve güneydoğu... Hatta tüm ülke biliyor sizi ve aynı düşünüyorlardır eminim" diye açıkladı. "Haklısın ama Annem... Dilruba Ateşoğlu, kocasından korkuyor mudur sence?" diye sorduğunda, Dilşah ne demek istediğini anlamıştı. Annem babamdan korkmuyor, sende kocandan korkma diyordu. Bilmiyordu ki, bu evde Dilşah hep korkuyordu. Annesi babasından korkuyordu. Dilşah'ta hepsinden korkuyordu. Hazar'a bunu diyemeyeceği için "Zamanla Ateşoğlu zamanla" diyerek iyi geceler diledi. Telefonu kapatarak, başındaki komodine koyarak kendisini uykunun kollarına bırakmıştı. Uyku onu ele geçirirken, kafasında dönen duyguların ağırlığını hissediyordu. *** Bölüm Sonu Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz. |
0% |