Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@zeeyneep41

Heyoooo Şekerlerim. Yeni bölüm ile karşınızdayım.

Bugün bölüm biraz kısa oldu. Çok uzatmadan geçtim bu günü. Hadi bakalım. Bölüme geçelim.

Satırlar arasına yorumlar bırakalım.

Sol alt köşedeki yıldızla oy verelim.

Keyifli okumalar dilerim.

~~~~~~~~~~~~~

Gün telaşla başlamıştı. Dilşah telefonunu yanına alarak, mutfak işlerine girişmişti. Bir yandan da evleri temizleniyordu ve Dilşah, onlara da yardım ediyordu. Daha kına gecesi başlamamıştı ama Dilşah kendisini yorulmuş hissediyordu.

Sonunda kendisini odasına atarak duşa girmişti. Üzerine geçirdiği elbisesiyle gayet güzel duruyordu. Kendisini hazırlamaya gelen kadınları odasına almış ve hazırlıklara başlamıştı.

Makyajı yapıldıktan sonra kıyafeti giyindirilmişti. Kaftanın içinde kendisini daha da sıkışmış hissetmişti. Ağlamamak için direnen gözlerinden yaşlar akmasın diye gözlerini kırpıştırmıştı.

Makyajı için sprey sıkarak sabitlemişlerdi. Saç yapımı biraz uzun süreceğe benziyordu. Dilşah'ın siyah saçları oldukça gür ve uzundu. Dalgalandırarak arkada toplattırdığı saç modeli, Dilşah hariç kimseye yeterli gelmiyordu.

Mavi kafanın içinde; esmer, dalgalı saçları arkadan toplanmış bir kız vardı. Esmer tenine uygun toprak tonları kullanılarak yapılmış makyajı ve yüzüne eklenen parıltılarla, güzel olmuştu.

Sonunda kızlar çıkmış ve Dilşah yalnız kalmıştı. Normal şartlarda, kızın yanına annesi gelir ve onunla konuşurdu. Dilşah ise normal bir ailede büyümemişti. Annesinin gelmesini beklemiyordu ama hayallerinin önüne geçecek kimse de yoktu.

Hayalinde bir annesi ve kendini seven ailesi vardı. Elinden tutan, korkularınla savaşmasını sağlayan ve yanında olan... Dilşah'ın istediği ise bu değildi.

Okumak ve ayaklarının üzerinde durmak istiyordu. Sahi, bu erkekler neden kadınların okumasından korkuyordu? Ayaklanır ve size hizmet etmezler diye mi? Aslında sevdikleri için kadınlar çok şey yapar. Ayak yıkamak bile gözüne gelmez. Yeter ki sevsin ve istesinler...

Dilşah'ın hayallere daldığı anları, çalan kapının sesi bölmüştü. "Girin" diye cevap verdiğinde, kapıyı çalanı merak etmişti. İçeri Havin girmiş ve herkesin onu beklediğini söylemişti.

Aşağı inmesine yardım edecek olan kişinin, Havin olmasını istemezdi ama yapacak bir şeyi de yoktu. Hem o bir Ateşoğlu'ydu ve kocası olacak adamın kardeşiydi. Birde tüm bu ateşin içine düşmesine sebep olan kişi...

Dilşah bir süre baktı Havin'e. Orta boylu, beyaz tenli, siyah saçlı ve ince vücutlu bir kadındı. Abisine ihanet edecek kadar mı çok sevmişti Fırat'ı?

Dilşah, bir süre sonra içinden geçen düşünceyi sesli söylemişti. "Neden?" Havin sessizce baktı Dilşah'a. Ne diyecekti? "Ağabeyini çok sevdim ama beni istemeyeceğini mi!? Gel kaçalım. Seni bana vermezler dediğini mi?" Sahi, Fırat'a neden vermeyecekti ailesi?

Dilşah'ın gözlerine bakarak son cümlelerini kurdu Havin. " Ağabeyim çok sinirlidir. Ateşoğlu diyince herkes kaçar bilirim ama anam, babam, ağabeylerim dünya iyisidir. Seni korur kollarlar. Korkma ve sadece ihanet etme." diyerek kolunu açtı.

Dilşah, Havin'in eşliğinde odasından çıkmıştı. Merdivenlerin başında göründüğünde, kadınlar zılgıt çekmeye başlamışlardı. Yavaşça aşağı inen Dilşah, ağlamak için kınayı beklemeye çalıştı.

Evliliğinde mutlu bir kişinin kınayı yoğurması ve getirmesinin ardından, kırmızı tülbent Dilşah'ın başına örtülmüştü. Dilşah o anı beklemiş gibi ağlamaya başlamıştı.

Kadınların etrafında dönerken söylediklerine ağlaması lazımken, o yaşadıklarına ve Azat'a söyleyemediklerine ağlamıştı. Bir süre sonra kadınlardan birisi, gelinin ağlayıp ağlamadığını kontrol etmişti.

Gelinin ağladığını görünce, oynamayı durdurmuş ve kına yakımı için, tekrar evliliğinde mutlu olan birisi gelmişti. Eline kına yakmadan, Dilşah'ın elini kapatmıştı.

"Hanım ağam, gelin hanım elini açmıyor" diyerek, kayın validesi Dilruba'ya seslenmişlerdi. Dilruba Hanım, yüzünde bir gülümseme ile gelmişti. Bir tam altını avcuna bırakmış ve kına yakılması için geri çekilmişti.

Kına merasimi bittikten sonra herkes oyuna başlamıştı. Herkes eğleniyordu ama Dilşah'ın eğlenecek hali yoktu. Elinden gelse yok olmak isterdi ama onu bile yapamıyordu.

Gözü Azat'ın annesine ilişmişti. Bugün kaynana olacak kişinin, aslında o olması gerekiyordu. İçinde oluşan acının, gözlerine yansımasıyla savaşıyordu. Daha fazla ağlayarak dikkat çekmemeliydi.

Kınanın bitmesini dört gözle bekliyordu ama zaman onun istediği gibi akıp gitmiyordu. İçindeki kor gibi yavaş yavaş yanıyor ve onu da yakıyordu.

Hazar ise bu süreçte, her aşiretten gelen ağalarla oturuyordu. Gelenler ve tebrik edenlerden sıkılmış ve bu günün bitmesini beklemişti. Dilşah'ı merak etmiş ve ondan haber almak istemişti.

Konağa yerleştirdiği adamlardan, bilgiler ve resimler almış ve o resimleri sildirmişti. Kıskanç adamdı Hazar ama bunu şimdi fark ediyordu. Kıskanmak için sevmek mi gerekir diye düşünürken, konuşmalardan kopmuştu.

Kardeşi gibi gördüğü kuzeni Ağir'le biraz uzaklaşmıştı. Hazar'ın amcası ve yengesi, Hazar daha küçükken öldürülmüştü. Ağir'de o zamandan beri, Hazar'lar da yaşıyordu.

Kuzenden daha çok kardeş gibiydi Ağir ve Hazar. Birbirinin her şeyini bilir, dertleşir ve sırlaşırdı. Zamanla büyümüş ve çıkarsız yanında kalan amcaoğluyla daha büyük dertleri konuşur olmuştu.

Kendisinden bir yaş küçük olan amcaoğlu ile kardeş gibiydi. Ortamdan biraz uzaklaşmak, iki gence iyi gelmişti. Biraz muhabbet etmek istemişti ama içindeki hislerin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Ne yaparsa yapsın, rahatlayamayacağını bildiği için akşamın bitmesini beklemişti. Velhasıl çok beklemesine de gerek kalmamıştı. Yavaş yavaş herkes dağılmaya başlamıştı.

Ağir'e bile anlatamadığı duyguları ile yüzleşmesi gerekiyordu. İçinde yaşadığı fırtına, sanki herkesin dikkatini çekiyordu. Ağzından bir kelime çıksa, sanki herkes onu duyacak gibi hissediyordu.

Hazar kendisini odasına attığında, saat gece yarısına geliyordu. İki günün sonunda artık bu odada yalnız olmayacaktı. Buna nasıl alışacağını düşünüyordu.

Önce siyah papyonundan kurtularak gömleğinin yakasını açtı. Üzerine giyindiği siyah smokinin, siyah gömleği ve yeleği ile yine de yakışıklıydı.

Aynada Azat'ı ve kendini görmeye başladı. Kendimi daha yakışıklı ve olgun buluyordu. Peki Dilşah neden onun olmayacaktı?

Kendini sevmesi bu kadar zor olmamalı diye düşünerek sessizliğe gömüldü. Üzerindeki kıyafetlerden kurtularak sıcak suyun altına girdi. Suyun altında ne kadar kaldığını bilmeden, derisi buruş buruş olana kadar kaldı.

Duş biraz olsun rahatlatmıştı. Günün yorgunluğu içerisinde, ne kadar yorulduğunu anlamamıştı ama şimdi anlıyordu ve kendisini yatağa bırakmıştı.

Eline aldığı telefonda, rehber bölümüne girmişti. Dilşah'ı bularak, aramaya basmakla basmamak arasında gidiyordu. Bir süre öylece bekledi. İçinde duygu olmadığına inanmak istiyordu. Telefonun ekranını kilitledi ve komodinin üzerine bıraktı.

Dilşah'ta kınanın bitmesiyle odasına koşmuştu. Zehra'nın yardımıyla kaftanını çıkarmış ve kendisini duşa atmıştı. Sonunda biraz olsun yalnız kalmış ve rahatlamaya çalışmıştı.

Gözünden akan yaşlar, başından akan sulardan sıcak ve hızlıydı. Bir süre sonra duştan çıkmış ve üzerini giyinmişti. Eline aldığı telefona bakmış ve bir süre beklemişti.

Hazar ararsa diye beklediği telefondan ses çıkmıyordu. "Aman Dilşah. Yatıp uyusana sen. Ne bekliyorsun? Yorulmuştur... Hem bekleyecek bir şey mi var?" diye kendine sitem ettikten sonra komodinin üzerine bıraktığı telefona arkasını dönerek, kendisini uykunun kollarına bırakmıştı.

***

Bölüm Sonu

Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.


Loading...
0%