Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@zeeyneep41

Heyoooo Şekerlerim. Yeni bölüm ile karşınızdayım.

Satırlar arasına yorumlar bırakalım.

Sol alt köşedeki yıldızla oy verelim.

Keyifli okumalar dilerim.

~~~~~~~~~~~~~

Şimdi anlıyordu ki çiçekler, içinde Dilşah olunca güzel görünüyordu. İçinde Dilşah'a ait bir parça taşıdığı için de, içindeki çiçekler kadar güzel görünmemişti gözüne ama bunu belli edemezdi.

Eğer Dilşah güvenini yıkarsa, içindeki çiçekler gibi burası da solardı. Dilşah'ın güvenini kırmadığını umarak, gözlerini tekrar Dilşah'a çevirdi. Dilşah ise Hazar'a dönüyordu.

"Oraya bilerek gitmek istemedim diyemem ama Azat'ın orada olacağını bilerek gitmedim. Ben... Ben çok sıkışmış hissediyordum. Evden uzaklaşmam ve geçmişimle vedalaşmam lazımdı."

Hazar Dilşah'ın gözlerine, doğruluğunu test eder gibi bakıyordu. Dilşah gözlerini çekmeden konuşuyor ve bunu devam ettiriyordu.

"Azat'ı fark edince gitmek istedim ama konuşmak istedi. Oturdum ama güçsüz hissettiğim için oturdum. Dinledim ve hoşça kal dedim." Azat elini açarak ona yüzüğü gösterdi. Bu Azat'ın oraya bıraktığı yüzüktü.

"Bunu sana neden verdi?" diyerek sordu Hazar. İstediğiyse sadece ama sadece doğrulardı. Çok şey istemiyordu ki. Sadakat ve dürüstlükten başka ne isteyebilirdi?

"Evlilik teklifi edecekmiş ama malum edemedi. Onu bıraktı yani bizi bıraktı. O benden vazgeçti" diyerek çiçeklere dönmüştü. Hazar ise sadece rahatlamıştı. İçindeki ses, güvenmesini söylüyordu.

Bir süre oturduktan sonra, Hazar Dilşah'ı ayağa kaldırmıştı. Dilşah'ın arkasına döndürürken, kendisi Dilşah'a dönük duruyor ve yüz ifadesini izliyordu. Dilşah ise gördüklerine şaşırmış, nutku tutularak bakıyordu.

Dilşah arkalarında, kendilerine fazla uzak olmayan yere serilen örtüye bakıyordu. Bir piknik hazırlanmış ve üzerine bir sürü atıştırmalık yapılmıştı. Hazar bunları ne zaman, hangi arada yapmıştı bilinmez ama Dilşah o an açlık hissetmişti.

Minnet duyduğu adama yavaşça dönmüş ve gözlerine gözlerini sabitlemişti. "Ateşoğlu sen bunları ne ara hazırladın bilmiyorum ama teşekkür ederim" diyerek gözlerini çiçeklere döndü.

Çiçeklerden çektiği gözlerini kırpıştırarak, gözüne dolan yaşları geri itmişti. Değer görmek böyle bir şey miydi? Yavaşça hazırlanmış yiyeceklerin yanına doğru ilerledi. Sandalyeleri de getirilmiş ve oturmaları için hazır edilmişti.

Dilşah yiyeceklerin herkese yetmeyeceğini anladığında, yemek yemeye utanmaya başlamıştı. Sadece yemeklere bakarak, karnındaki gurultuları susturmaya çalışıyordu.

Hazar'da Dilşah'ı izlerken, duyduğu gurultulara rağmen neden yemediğini merak etmişti. Acaba beğenmediği yiyecekleri mi hazırlatmıştı? Sahi, bu kadın ne severdi? Yarın eşi olacak kadının ne sevdiğini bile bilmiyordu.

"Neden yemiyorsun? Beğenmedin mi? İstediğin başka bir şey varsa, getirttirebilirim." Hazar sert sesine rağmen, düşünceli görüntüsünü saklayamıyordu.

"Yok, beğendim de..." Hazar'ın devamını bekleyen bakışlarına, kaşıyla gözüyle adamları işaret etmişti. Bu yaptığı çocukluk değil de neydi? Hazar onun bu haline gülerken, ne demek istediğini de anlamıştı.

"Aziz, hanım ağa yemek yiyemiyormuş. Dönün..." demesiyle tüm adamlar arkalarını dönerek, etrafı incelemeye başlamıştı. Aslında önü de arkası da fark etmiyordu. O adamlar, etrafı inceleyerek olası bir saldırıya karşı tetikte olmak için eğitilmişti.

Dilşah yavaşça kendisini doyurmaya çalışıyordu. Lokmalar ağzında düğümleniyordu. Her şey güzeldi, karnı açtı ama yiyemiyordu. Midesi yemeyi kabul etmiyordu.

Hazar'da Dilşah gibi yemeği yiyordu ama aklında, karşısındaki kadının sözleri yankılanıyordu. "Asla senin olmayacağım." Ne acı bir haykırıştı... Hazar'ın yüreğini dağlayan bu acı, Dilşah'ın dilinden dökülüyordu.

Karşısındaki kadını izlerken, kalbine yerleştirirken, kalbini kırarken ve gülümserken... Hepsinde, Hazar sessizdi. Hazar sert ve korkutucu biriydi. O Ateşoğlu'ydu ve beylerbeyinin oğluydu.

Onun olacak dediği oldurulurdu. Onun sürgün ettiği giderdi. Hesap sorduğu, hesabını verirdi. Herkes ondan korkarken, bu kadın haddini çok aşıyordu. Hazar ise bunları görmezden geliyordu. Sahi, neden?

Dilşah bir sandviçin yarısını yemişti. Artık yiyemeyeceğini anladığında da, çayını yudumlamaya başlamıştı. "Sen çayı çok mu seviyorsun Ateşoğlu?" diye sormuştu. Hazar düşüncelerinden sıyrılarak, karşısındaki kadına baktı.

Olumlu anlamda kafasını sallarken "Peki, sen?" diye sordu. Dilşah'ta başını sallamıştı. Masadakileri piknik çantasına yerleştirerek, sadece çayı bırakmıştı. Birlikte çay keyfi yaparken, sessizliğin ağırlığı üstlerindeydi.

"Dilşah bu yolun sonu nereye varacak?" Hazar evlilikleri hakkında, Dilşah'ın düşüncelerini merak ediyordu. Dilşah ise bu sorunun cevabını verecek kadar cesur değildi.

"Hangi yol?" diyerek bir cevap aradı kendisine. Ne yapsa bulamayacaktı ama denemişti. Hazar ise sadece Dilşah'ın gözlerine bakıyordu. Anladığını ve kaçmaya çalıştığını gördüğü için sessizdi. Vereceği cevabı bekliyordu.

Dilşah ne diyeceğini bilmiyorken Hazar'ın bakışlarından kaçıyordu. Çünkü anladığını gayet farkındaydı ama fark etmemiş gibi yapmanın derdindeydi. Yarın evleneceklerdi.

Berdelle evliliğin zorluğu vardı ve Dilşah bunları biliyordu. Törenin içine doğmuş ve töreyle büyümüştü. Berdelin ne olduğunu biliyordu. Evleneceklerdi ve boşanamayacaktı.

Öyle iki gün sonra anlaşamadık diyebilecekleri bir evlilik değildi. Beylerbeyinin oğlu olduğundan, beylerbeyi ve Ateşoğlu aşiret ağası olacak kişi Hazar'dı. Bu yüzden ondan bebek beklenecekti.

Bir erkek bebek haberini bekleyen herkesin gözü kulağı, Ateşoğlu konağında olacaktı. Bir bebek haberi duyulmadığında da, kuma getirilme durumları söz konusu olacaktı.

Dilşah, üzerine kuma gelmesini kabul edecek bir kadın olamazdı. Bu aşağılanmanın en büyüğü gibi geliyordu. Acaba kuma gelse, kendisi özgür olur muydu? Dilşah içinden geçirdiklerine öfkelenirken "Hayır" diye haykırdı.

Hazar Dilşah'ın sesine dönmüş ve ne olduğunu merak eden gözlerle bakmıştı. Dilşah ise birden haykırdığını fark edince sessizliğe bürünmüştü. "Kusura bakma" diyerek çiçeklere dönmüştü.

"Ateşoğlu, burayı neden çiçeklerle doldurdun?" Dilşah'ın sorusuna Hazar sessizliği ile cevap veriyordu. Bir süre gülümseyerek çiçeklere bakmıştı. Dilşah'a döndüğünde, dudakları aralandı.

"Burası bir anı kazandı. Ben bazı önemli anılarımın hep güzel kalmasını isterim. Zamanla daha iyi anlarsın." Hazar Dilşah'tan gözlerini çekmiş ve çiçeklere dönmüştü. Dilşah'ın kendisine sarıldığı anı hatırlıyordu.

Gülümsüyordu...

Dilşah gözlerini Hazar'dan almamış ve adamın çiçeklere olan bakışını izlemişti. O gece olanları hatırlayınca, sarılmalarından bahsettiğini anlamıştı. Bir sarıldı diye boş araziyi çiçek bahçesine döndürmüştü.

Gülerek çiçekleri izleyen adamın, yanağındaki çukur bile güzeldi. Sevgi bu muydu? Azat'ı sevdiğini düşünen Dilşah, o an kendisinden şüphe etmişti. O boş araziyi yuva yapan adam, güzel seviyordu ama Ateşoğlu bambaşka seviyordu.

Azat'ın yuva yaptığı arazi ve Hazar'ın çiçek bahçesi yaptığı arazi... Dilşah ise sadece okuluna değer veriyordu. Azat'a olan aşkını sorgularken, Hazar'ın yaptığının sevgi ile bağlantısını düşündü.

Hazar'ın sert bakışları, gürültülü yürüyüşü, sinirli sesi ve öfkeli gözlerine baktı bir süre. Ateşoğlu gülümserken asla Ateşoğlu'na benzemiyordu. Gülerken dünyanın en güzel melodisi gibiydi.

Dinlemekten bıkılmayacak bir şarkı veya peşinden dokunmak için koşulacak bir gökkuşağı gibi bir gülüşü olan bu adamın gerçekliğini sorgulayacak gibiydi. Kendisine ihanet eden düşüncelerden kurtulmak isteyerek başını salladı.

Hazar yanındaki hareketlenmeden dolayı, bakışlarını Dilşah'a çevirmişti. Dilşah kendisine dönen Hazar'a bakmaya çekinmişti. Göz göze gelirseler, içinden geçenleri anlamasından korkmuştu.

Çiçekleri izlerken, Hazar'ın kendisini izlemesine izin vermişti. Utançtan yanakları kızarmış ve içinde oluşan bu kıpırtılara anlam vermeye çalışıyordu. Azat'la yaşadıkları ilişkide, bu denli çocuk gibi hissetmemişti.

Azat'la da bakışırdı ama kalbi hiç böyle deli gibi olmazdı. İçinde tuhaf hisler oluşmazdı. Dilşah tüm bunlardan kaçmak istemişti. Sonuçta bu adam yüzünden, hayalleri yıkılmıştı. Oysaki Azat'la olmak kolaydı.

Dilşah alışkanlıklarından kopmakta zorlanan bir kadındı ve hayatından çıkan ve girenlerin bir yas zamanı vardı. Azat ise farklıydı ve yas süresi uzun olmalıydı. Ona ve yaşadıklarına ihanet etmek istemediği için uzak durmak en iyisi olacaktı.

Kendilerini zamana bırakacak ve yası bittiğinde, Hazar'ın sorduğu sorunun cevabını düşünecekti. "Bu yolun sonu nereye gidecek?" Hazar'ın sorusunun zamanı değildi.

Eğer şimdi bunu düşünürse, içindeki duygularla baş etmezse, Azat'a ihanet etmiş olacaktı. İhanetin ise bedeli ağır olurdu. İhanetin açtığı yara, dünyada seni gelir bulurdu ve Dilşah bunu istemiyordu.

Eğer bir yola çıkacaksa, bunun zamanını bekleyecekti. Eğer hissettiği şey gerçekse ve eşi olacak bu adamla ebediyse, bedel ödememesi için yasını tutacaktı. Yoksa güzel günler asla onların olmayacaktı.

Artık kalkma zamanları gelmişti. Dilşah kendisini izleyen Hazar'a dönmüş ve dudaklarını aralamak istemişti. Kendisine bakan adama bakmış ve biraz birbirlerini izlemişlerdi.

Dilşah gözlerini kırpıştırarak "Artık kalksak mı? Malum yarın düğün var ve erken kalkmamız lazım." Hazar başıyla onayladığında, Aziz'e seslenmişti. Masa ve eşyalar arabaya taşınmış ve iki gençte arabaya doğru ilerlemişti.

Dilşah arabaya oturduğunda, bileği hala ağrıyordu. "Acıyor mu? İstersen bir doktora gösterelim." Hazar'ın söylediğine olumsuz anlamda başını sallayarak cevap vermişti.

"Kötü olursa söylemen yeter. Doktora gideriz." Dilşah bu sözlere "Tamam" demekle yetinmişti. Şimdi evde olacakları düşünerek, eve doğru giden arabaların camından, dışarıyı izliyordu.

Şansı yaver gitse ve eve gittiğinde ailesi uyumuş veya odasına giden kıza dokunmamış olsaydı. Tedirginliği her halinden anlaşılan kadının endişesi, Hazar'ın dikkatinden kaçmamıştı.

Bazı şeyleri anlamak istiyordu ama anlayamıyordu. Bir kadın ailesinden bu denli çekinebilir miydi? Kardeşini düşündü... Havin ve Dilruba Hanım, arkadaş kadar yakın olur ve sürekli gülüşürlerdi.

Dilşah gördüğü ateşlere pür dikkat bakarken "Durun" diye bağırmıştı. Hazar'ın işaretiyle duran arabadan inmiş ve ateşe bakmıştı. Anıları yanıyor, küle dönüyordu.

Azat'ın izlediği yerde gördüğü benzin bidonuna baktı bir süre Dilşah. Yakmıştı... Geçmişlerini, birlikte geçirdikleri onda zamanı ve anıları, bir kâğıt gibi yakmıştı Azat.

Yaktığı anılara bir sigara yakmış ve dumanını savura savura üflüyordu. Sanki son sigarası gibi içtiği sigarayı gördüğünde daha da üzülmüştü. Geriye dönmüş ve kendisini izleyen adama sarılmıştı.

Adamın kendisine has bir kokusu vardı. Üzerine sıktığı odunsu kokusu, ona daha da ayrı bir hava katmıştı. Dilşah bu kokuda ömür boyu yaşayabilecekken, Hazar'ın burayı çiçek bahçesine çevireceğini düşündü.

"Burayı çiçek bahçesine çevirme olur mu? Bırak küller içinde kalsın" diyerek açık kapıdan arabaya bindi. Hazar ise bir süre baktığı yerden gözünü almış ve kendisini bekleyen araca binmişti.

Yolun sonu yavaşça Köroğlu konağına geldiğinde, Dilşah bitkin bir haldeydi. Hazar ve Dilşah arabadan inerek içeri girmişti. Hazar evi aradığında, evde olmadığı kadınla gelmişti.

Haşmet ağa ise kızına sinirinden, gözüne uyku girmemişti. Kendisine getirmeyi düşündüğü kızını sabırla beklemişti. Haşmet ağanın gözlerinde gördüğü, Hazar'ı öfkelendiriyordu.

"Odana çık ve kapını kilitle. Sesini duyacağım" diyerek Dilşah'ı odasına göndermişti. Dilşah'ın odasına gittiğini görünce, yavaşça Haşmet ağa ile göz göze geldi. İki adamın bakışmasında, kılışlar çekilmişti.

Haşmet ağa gardını düşüren taraftı çünkü Ateşoğlu'na karşı gelebilecek güçte değildi. Hazar ise bu durumu sadece bu şekilde bırakacak biri değildi. Bu konaktaki sırları öğrenecekti.

"Aziz, hanım ağanızın odasının kapısına birini bırakın. Ben gelip alana kadarda o kapıdan içeri, kuaför dışında kimse girmeyecek" diyerek Aziz'e emrini belirtmişti. Herkesin duyması için sesli söylediği bu emir, herkesin kulağına küpeydi.

Hazar nöbetçinin koyulmasının ardından, kendi aracına binerek Ateşoğlu konağına gelmişti. Odasına çıkmış ve yatağına yatmıştı. Kendisini gülümserken bulan Hazar, Dilşah'ın son sözlerini düşündü.

Aziz'e mesaj atarak emrini belirtmiş ve yarın ilk iş, o görevle ilgilenilmesini istemişti. Yarın düğünleri vardı ve Hazar, hala o yangın yerinde olanları düşünüyordu.

Çalan telefonla düşüncelerinden sıyrılmış ve Dilşah'ın aradığını görünce, genişçe gülümsemişti. Telefonu açmak için derin bir nefes alarak, gülümsemesini saklamıştı.

"Efendim Dilşah." Hazar yanından ayrılışının üzerinden çok geçmemiş olmasına rağmen, Dilşah'ın sesini ve yüzünü özlediğini hissetmişti. Sesini duymak için her şeyi yapabilecek gücü kendisinde buluyordu.

"Ben teşekkür etmek istedim. Bana inandığın, destek olduğun ve tüm her şey için. Kapıma adam bıraktığını duydum. Gerek yoktu ama teşekkür ederim." Dayak yediğini itiraf etmeyecekti.

Hazar ise neden endişe hissettiğini bilmiyordu. Teşekkürüne "Önemli değil ama o adam orada olmasa, uyuyamazdım" diyerek cevap vermişti. Gerçekten de öyle olacaktı. O adamı oraya bırakmasa, asla uyuyamazdı.

Birbirlerine iyi geceler diledikten sonra telefonu kapatan Hazar, telefonu komodinin üzerine bıraktı. Kendisini uykunun sıcak ve tatlı kollarına bırakırken, aklında sadece bu gün olanlar vardı.

Dilşah ise telefona bıraktığı komodine arkasını dönmüş ve yastığına gömülmüştü. Aklına gelenlerle, gözünden akan yaşlar bir olmuştu. Azat'ın kulübeyi yakışı, Dilşah'ın içine oturmuştu.

Bir adam çiçekler açtırırken, diğeri küle döndürmüştü. Hangisinin ki gerçek sevgiydi? Sevmek yakmakla eş değer miydi? Yoksa bir ufacık güzellik uğruna, çiçekler açtırmak mıydı sevmek? Sevmek Azat mı yoksa Hazar mıydı?

Bir adam çiçekler açtırırken, diğeri küle döndürmüştü. Hangisinin ki gerçek sevgiydi? Sevmek yakmakla eş değer miydi? Yoksa bir ufacık güzellik uğruna, çiçekler açtırmak mıydı sevmek? Sevmek Azat mı yoksa Hazar mıydı?

Bölüm Sonu

Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.

 

 

Loading...
0%