@zeeyneep41
|
Heyoooo Şekerlerim. Yeni bölüm ile karşınızdayım. Satırlar arasına yorumlar bırakalım. Sol alt köşedeki yıldızla oy verelim. Keyifli okumalar dilerim. ~~~~~~~~~~~~~ Dilşah bu sabah biraz geç kalkmıştı. Kapıda güvenliğin olmasına sevinmek istemişti. Kendisini duşa atmış, rahat rahat duşunu almıştı. Bir süre sonra günlük rutin erinin ardından, üzerini giyinmişti. Kapısı çaldığında, Dilşah kapıya gitmiş ve kilidi açmıştı. Kapıdaki korumanın elinde tepsi ile bekliyor olmasına şaşırmıştı. "Hanım ağam, ağam kahvaltı göndermiş. Kuaförler gelmeden kahvaltımızı yapmanızı istedi." Dilşah şaşkınlıkla baktığı korumanın, tepsiyi içeriye bırakmasına izin verdi. Koruma yerine dönerken, Dilşah telefonu eline aldı. Kendisine kahvaltı gönderen adama mesaj yollamak istiyordu. Tam o sırada Hazar, kendisini aramaya başlamıştı. "Günaydın Ateşoğlu." Hazar aslında başka bir hitap beklerdi ama "Asla senin olmayacağım" diyen kadına bunu söyleyemezdi. "Günaydın. Kahvaltı erken mi geldi? Seni uyandırdım mı?" Hazar'ın bu düşünceli haline inanmak güç gibiydi. Daha bir hafta önce, konağa gelmiş ve ailesine silah çekmişti. Aynı adam, zorla bedeli kabul etmiş ve bugün düğünleri yapılacaktı. Dilşah kendisini, sevdiğiyle kavuşuyor gibi hissetmişti. Bu adam yüzünden okulu tehlikeye girmiş, tezi yırtılmış ve sevdiği adamdan ayrılmıştı. Bu adam yüzünden, sevdiği adam buluşma yerini yakmıştı... Aynı adam sırf bir an sarıldılar diye, sarıldıkları yeri çiçek bahçesine çevirmişti. Aynı adam sırf bir an bileği acıdı diye, o kolunu tutan adamın elini kırmıştı. Sırf ailesinin halinden memnun olmadığı için, kapısına adam dikmişti. Şimdi de kahvaltısını yapması için bir yerlerden yemek yollamıştı. Kendi evinde olmayan tabaklardan anlaşılıyor. "Teşekkür ederim ama çok şey yollamışsın. Bunların hepsini yiyemem ki." Hazar bir süre gülmüştü. Biliyordu kızların dikkat ettiğini ama Dilşah'ın ne sevdiğini bilmiyordu. "Ne sevdiğini bilemediğim için gönderdim. Gerisini mutfağa bırakır kapıdaki adamım. Senin kapın hep kilitli kalsın. Lütfen... Şimdi kapatıyorum ve sende kuaförler gelene kadar yemek yiyorsun." Birbirlerine "Görüşürüz" diyerek telefonları kapatmışlardı. Dilşah güzelce yemeğini yemeye çalışmıştı. Stresten lokmalar ağzında büyüyordu. Bilinmeyene gidiyordu... Ateşoğlu konağında, kendisine nasıl davranılacağını bilemiyordu. Ateşoğlu konağındaki herkesten fazlasıyla çekiniyordu. Bu gece yaşanacaklardan korkuyordu. Hazar'ın olmak istemiyordu. İyi olabilirdi ama bu kaderi kabul etmek istemiyordu. Neler olacağını bilmiyordu ve korkuyordu... Dilşah güzelce karnını doyurduğunda, kalanı kapıdaki korumaya vermişti. Kapısını kilitlemiş ve kuaförlerin gelmesini beklemeye başlamıştı. Çok geçmeden kapısı çaldığında, kuaförlerin geldiğini anlamış ve onları odasına almıştı. Dilşah oturduğu sandalye üzerinden aynaya bakıyordu. Makyajını yapan kadınlara kayıtsızca a bakarken, Azat'ın kulübeyi yaktığı anları hatırladı. Artık vazgeçmiştir Azat... Her şeyden... Dilşah'tan... Ve aşkından... Tüm hazırlıkları bittiğinde, kadınların da yardımıyla gelinliğini giyinmişti. Kayıtsızdı Dilşah... Yaşananlara ilgisiz kalıyordu. Ateşoğlu iyiydi ama sevgi yoktu. İkisinin de mecbur edildiği bu evlilik, ikisine de zindan olacaktı. Kendinden bekleneceklerden korkuyordu. O evde yaşayacaklarına korkuyordu. Ailesi onu sevmiyorken, Ateşoğlu ve ailesi nasıl severdi? Azat sevmişti ama vazgeçmiştir. Zaten Azat'a vazgeçme demezdi ama hemen vazgeçmesi de içine oturmuştu. Dilşah ne düşüneceğine bilmez halde oturmuş ve saçlarının yapılışını izlemişti. Saçları yapılırken, Hazar'ı düşünmeye başladı. Hazar bir Ateşoğlu'ydu ve korkutucuydu. Hazar beylerbeyinin oğluydu ve gelecekte de beylerbeyi olacaktı. Aşiretin ağa olmaktan, beylere bey olmaktan öte, Dilşah'a ömür olacaktı. Peki, bu ömür nasıl olacaktı? Evlerini basan Hazar, bastığı yeri titreten Hamit ağanın, öfkeli, bastığı yeri titreten ve kimsenin yüzüne bakmadığı oğlu... Tüm bunların yanında sarıldıkları yeri çiçek bahçesine çeviren, canını yakana haddini bildiren, acıktığım düşünüp yemek yollayan, destek olan, okul için emeğine saygı duyan, kendisini kendi ailesinden koruyan bir adamdı. İlk defa Azat ile Hazar'ı karşılaştırmaya başlamıştı. Azat, sevgili oldukları dönemde, ziyarete gelir veya kulübede buluşmak isterdi. Ailesinin durumunu anlar ama Dilşah zarar görmesin diye susardı. Hazar'ın buluşmaya ihtiyacı olmamıştı. Çekip götürmüş ve hatta haber vermişti. Dünde onu bulmuş ve çıkmışlardı. Nişanlı olduklarından bunu dert etmemişti. Buna rağmen dikkat etmişti. Azat'ın sustuğu ailesine, Hazar önlem almıştı. Kapısına adam koyarak, güvende olduğuna emin olmuştu. Azat'ın böyle bir imkânı istese olurdu ama yine de yapmamıştı. Bunu düşünmeyi bırakarak, yangını hissetmeye başladı. Hazar çiçekler açtırırken, Azat yakmıştı. Keşke Hazar yaksaydı, Azat'ta çiçekler açtırsaydı. O zaman Hazar'a kızmak daha kolay olurdu. Saçları da yapıldığında, kuaförler odadan çıkmıştı. Dilşah odasında yalnız otururken, Hazar'dan bugün için hazırlanıyordu. Sabah erken kalkmış ve duş almıştı. Çarşıda damat tıraşı olarak, evine dönmüştü. Hızlıca Dilşah için bir kaç yiyecek hazırlatmıştı. Kapıdaki korumalara, Dilşah için hazırlanan yiyecekleri vermiş ve götürmelerini emrediyordu. Kapıdaki korumadan Aziz'e teslim mesajı geldiğinde, Hazar odasına geçmişti. Dilşah'tan konuşmuş ve keyfini yerine getirmişti. Dilşah'ı alıyordu ama kendisi de bu evliliğe mecburdu. Dilşah'a karşı içinde oluşan hislere karşı durmak yerine, onlara izin veriyordu. Hazar Dilşah'la bu şekilde evlenmek istemezdi ama kaderini de kabul ediyordu. Kardeşine kızgın ama Dilşah için mutluydu. Sebeplerini ise zamanı geldiğinde, Dilşah'la paylaşacaktı. Artık gelinini alma zamanı geliyordu. Düğün için aldığı smokini üzerine giyindikten sonra odasından çıktı. İfadesiz yüzünün aksine, içinde çiçekler açıyordu. Ailesinin yanına inerek, hazır olduğunu hissettirdi. Herkes hazır olduğu için Ateşoğlu konağından çıkmaya başladılar. Kapıdaki arabalara binmiş ve Köroğlu konağına doğru yola çıkmaya başladılar. Hazar heyecanlı hissediyordu. Bir bedel değil de, iki aşığın düğünü yapılıyor gibiydi. Dünyanın neresine giderseniz gidin, bu iki aşığın düğünü sayılırdı. Bütün dünyanın özü bu gününde olacak ama kimse bir kare bile göremeyecekti. Hazar resim çekilmesine izin vermeyecektir. Aile içi çekilen resimler yeterli olacak ve sadece Ateşoğlu ailesine verilecektir. Herkes bu düğünü konuşmaya başlamıştı bile. Hazar Köroğlu konağına geldiğinde, tüm heyetiyle araçtan inmişti. Kızı ailesi indirmeliydi ama konu Hazar'dı. Hazar buna asla izin vermezdi. Abisiyle Dilşah'ın odasına gelmiş ve korumaya kapıyı açtırmıştı. Mert Köroğlu, Kardeşi Dilşah'ın gayret kuşağını bağlamış ve çözmüştü. Üçüncüsünde bağladığı kuşağı, sonunda tamamen bağlamıştı. Dilşah'a sarılan Mert, kulağına "Hep arkandayım" diyerek ayrıldı. Dilşah abisinin hep arkasında olmasını o kadar isterdi ki... Sadece başını sallamış ve sözlerini yutmuştu. Söyleyeceklerini mahşere bırakmış bir şekilde Hazar'a döndü. Mert kardeşini Hazar'ın yanına kadar götürmüş ve alıp gitmesine müsaade etmişti. Hazar bu sahneyi izlemeye almıştı. Gelini ne kadar güzel olmuştu. Dilşah bir peri kızı gibi olmuş ve Hazar'ın dilinin tutulmasına neden olmuştu. Asla dilinin tutulma zamanı değildi ve kendisine gelmeliydi. Hazar Dilşah'ı alarak Köroğlu konağından çıkmıştı. Tüm Ateşoğlu ve Köroğlu aşiretinden insanlar, düğünün yapılacağı meydana gitmek için yola çıkmıştı. Yanındaki kadına bakmak istiyor ama bakamıyordu. Dilşah'ın ise yaşadıkları çok farklıydı. Bir yanı çiçekler açarken, diğer yanı ateşler içinde yanıyordu. Kendisi bile ne yaşadığını anlayamayacak kadar acemiydi. Bu hissettikleri normal olamazdı ve içinde bulunduğu durumda normal değildi. Azat'ın yaktığı kulübe gibi yanan bir kalbi ama bir taraftan, Hazar'ın çiçek bahçesi gibi çiçekler açan kalbi vardı. İçindeki bu hisleri anlayamıyordu. Azat için vicdan azabı çekerken, içinde bulunduğu duruma kızamıyordu. Hazar'ın da kendisi gibi mahkûm olduğu bu duruma kızıyor ama bir yandan da en doğrusu bu gibi hissediyordu. Bir çıkmaza düşmüş ama ne yapacağını bulamamıştı. Ne hissedeceğiniz ve hatta nasıl düşüneceğine bile bilemiyordu. Meydana geldiklerinde, düğün alayı kurulmuştu. Gelin ve damadın gelmesiyle, çalgılar daha da coşkulu bir şekilde çalıyordu. Herkes oynuyor, gelin ve damattan da eşlik etmesi bekleniyordu. Dilşah oynamayı çok seven birisi değildi ve oynamayı düşünmüyordu. Bu sırada nikâh memurunun gelmesi, ikisini de düşüncelerden uzaklaştırıldı. Hazar'ın şahidi kuzeni Ağir Ateşoğlu olurken, Dilşah'ın şahidi de kendi Diyarbakır'daki kuzeni Ömer olmuştu. Nikâh akdinin gerçekleştirilmesi için nikâh memuru sorularını sormaya başlamıştı. Dilşah nikâh memurunun sadece "Evlenmeyi kabul ediyor musunuz?" sorusunu duymuştu. Evet ve hayır arasında kalmıştı. Hayır dese, Ateşoğlu öfkelenebilirdi. Zira hayır demek gibi bir lüksü de yoktu. Çünkü bu berdeldi ve hayır demek, abisinin ve Havin'in ölmesi demekti. Abisine üzülmezdi ama Havin için üzülebilirdi. Evet dese de, kendisi ölecek gibi hissediyordu. Özünden bir damla yaş süzülüp yere damlarken, ağzından "Evet" çıkmıştı. Hazar Dilşah'ın bu halini görmüştü. Söyleyecek ve yapacak hiç bir şey yoktu çünkü kendisi de mecburdu. Beylerbeyinin oğlu olması bile kendisini kurtarmamıştı. Töre işte böyle, herkesin uyması gereken bir şeydi. Nikâh akdinin gerçekleştirilmesinin ardından, ilk dans için iki çift meydana çıkmıştı. Dilşah küçükken, evlenenler ne konuşuyor diye merak ederdi. Büyünce bunu öğreneceğini biliyor ve o günü bekliyordu. Azat'a evleneceğini düşündüğünde de, herhalde geçmişle ilgili konuşuruz diyordu. Şuan tam olarak tanımadığı bir adamla evleniyordu ve neler olacağını düşünmeden demiyordu. Hazar ise karşısındaki kadına bakıyor ve aklındakileri anlamaya çalışıyordu. "Dilşah Ateşoğlu..." Hazar Dilşah'a bakarak konuşmuştu. Dilşah ise sessizce bakıyordu. Hazar ve Dilşah dans ederken, gözü yaşla uzaktan onları Azat izliyordu. Azat gözünden akan yaşlara rağmen, sevdiği kadının düğününü izliyordu. Evet dediğini biliyor ve danslarını görüyordu. Hayallerini başkasıyla yaşayan kadına ağlıyordu. Belki isteyerek evlenmemişti ama yine de kaçabilirsin. Abisinin kız kaçırdığını öğrendiğinde, aramıştı sevdiğini. Zira Dilşah o telefonu açsaydı, belki bugün kendileri de evli bir çift olacaktı. O gece Dilşah'ı kaçırabilir ve Ateşoğlu'yla evlenmesine engel olmuş olacaktı. Bugün Azat son kez ağlıyordu. Bir daha ağlamayacak ve bunu yaşamasına sebep olanlara bunu ödetecekti. Hazar ve Dilşah'ın düğünleri artık bitmiş ve düğünden misafirler yavaşça ayrılmıştı. Ateşoğlu konağına doğru yola çıkıldığında, Dilşah korku ve utangaçlık hareket ediyordu. Hazar ve Dilşah konağın girişinde duran araçtan inmişti. Konağa girerken, kayın validesi Dilruba Hanım onları bekliyordu. Hazar çalışma odasına giderek, Dilşah'ın hazırlanmasını bekledi. Dilşah ve Dilruba Hanım, Hazar'ın odasına doğru ilerliyordu. Dilşah korkudan atan kalbine engel olamıyordu. Sonunda odaya geldiklerinde Dilruba Hanım, Dilşah'a bazı konularda bilgi veriyordu. "Hazar'ım öfkelidir, zordur ama kadınlara karşı dikkatlidir. Sakın korkma ama saygıyı da ihmal etme. En ona ne kadar iyi olursan, o da sana o kadar iyi olur. Artık sende benim kızımsın ve bir derdin olduğunda bana gelebilirsin." Dilruba Hanım diyeceklerini bitirdikten sonra odadan çıkmıştı. Dilşah üzerindeki kilolara altınları çıkarmaya başlamıştı. Makyaj masasına bırakmaya çalıştığı altınlar, neredeyse on kilo kadar vardı. Bazılarını takmamış ve konağa gelmişti. Bölüm Sonu Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.
|
0% |