Yeni Üyelik
21.
Bölüm

Bölüm 21

@zeeyneep41

Heyoooooo. Bölümlendiniz.


Şekerlerim satır aralarına yorum bırakmayı unutmayınız.


Sol alt köşedeki yıldıza basarak yıldızlanalım.


Keyifli okumalar diliyorum.


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


Hazar yeni güne, koynunda uyuyan karısının güzel kokusuyla uyanmıştı. Burnuna dolan papatya kokusu, bugüne kadar aldığı en güzel koku olabilirdi. Dilşah hala uyuyor ve uyurken çok masum görünüyordu.


Bir süre Dilşah'ı izlemiş ve sonra da dikkatlice kalkarak kendini duşa atmıştı. Sıcacık suyun altında, kendini duygularına kaptırmış bir Hazar vardı. Çok âşık olduğunu ve bunu herkesin gördüğünü farkındaydı.


Dışarıda ki insanlara karşı sert ve uzak durması gerektiğini biliyordu. Aklına bugün Fırat'la yapacağı görüşme geldiğinde de, "Acaba ne diyecek?" diye mırıldanmıştı. Beline sardığı havlu ile duştan çıktığında Dilşah yatakta uyanmaya çalışıyordu.


Banyo kapısının sesi duyulduğunda Dilşah, kafasını kaldırarak Hazar'a bakmıştı. Hazar'ın siyah ve ıslak saçlarından bir damla, aşağıya doğru damlamıştı. Omzuna damlayan su damlasını takip etmişti.


Saçından omzuna, omzundan göğsüne...


Su damlası, Hazar'ın spor yaptığı belli olan vücudunda ilerleyerek havluya ulaşmış ve havlu tarafından emilmişti. Dilşah ise ilk defa bu kadar açık bir beden gördüğü ve fazlaca baktığı için utanmıştı.


Derince yutkunarak kafasını yastığa gömmüş ve gördüklerinin aklından çıkması için çabalıyordu. "Hazar neden böyle çıktın!" diye sitem ettiğinde Hazar, çarpık bir gülümsemeyle Dilşah'a bakıyordu.


Giyinmek için acele etmeyen Hazar, evde kalacağı için rahat bir şeyler giyinmiş ve Dilşah'ın yanına gelmişti. "Dilşah hadi kalk kahvaltı yapalım. Bugün çalışalım diyorum ama aklında başka bir şey varsa tabi" dediğinde Dilşah, sözünü bitirmesine müsaade etmemişti.


"Hayır! Yani aklımda bir şey yok. Çalışalım! Ben... Ben gideyim de üzerime bir şeyler giyeyim." Dilşah, heyecanlı bir şekilde konuşmuş ve hızla dolaptan birkaç eşya alarak banyoya koşmuştu.


Dilşah banyoya geldiğinde aynaya bakmıştı. Kızaran yanaklarına bakıyor ve kendine gelebilmek için derin nefesler alıyordu. Yüzünü bol suyla yıkadıktan sonra gözünün önüne gelen görüntüyü dağıtmak için elini sallamıştı.


"Dilşah kendine gel! Ne bu haller, hareketler? Sen ergen misin? Daha yeni yeni tanışıyorsunuz ve senin yaptığın şeylere bak." Dilşah kendi kendine konuşurken bir anda, iç sesini duyar gibi olmuştu.


"Ne var yani? O senin kocan kocan. Hem nereye kadar kaçacaksın ondan. Eninde sonunda, karı koca olacaksınız." İç sesi kendisine dost muydu yoksa düşman mıydı bilememişti Dilşah.


"Sen sus iç ses." Diye sitem etmişti yavaşça üzerini değişirken iç sesin susmaya niyeti olmadığını fark ediyordu.


"Benim susmam sana bir fayda sağlamaya ak Dilşah. Ben senin gerçekleri görmeni ve artık kocandan kaçmamanı istiyorum. Hem yarın öbür gün, bebek konuşmaları başlar. Bir süre daha kaçarsan sonunda, senin için kısır derler."


"Yeter, sus artık! Kaynanam mısın yoksa iç sesim misin?" Dilşah fark etmeden sesli konuşmuş ve Hazar'ın duymasına sebep olmuştu.


Birkaç saniye sonra Hazar "Dilşah! İyi misin? Bir ses geldi ama anlamadım. Bir şeye mi ihtiyacın var?" diyerek Dilşah'a seslenmişti.


"Yok, hayır! Ben sadece ayağımı çarptım" diye yalan söylemişti. Yalan söylemeyi sevmeyen Dilşah ve dürüstlüğe önem veren Hazar...


Dilşah, yaptığımdan memnun değildi ama bunu anlatmanın da bir yolu yoktu. Deli gibi kendi kendime konuşurken iç sesimle kavga ettim diyemezdi.


Hazırlanması bitince odadan çıkmış ve Hazar'ın yanına gelmişti. Hızlıca yatağı toparlayarak Hazar'la birlikte, kahvaltı yapmak için aşağı inmişlerdi.


Ateşoğlu konağına artık daha çok ısınmıştı Dilşah. Köroğlu konağında ailesi vardı. Gerçi aile kimdi? Tecavüzcü bir baba mı? Yoksa tecavüz edilen bir başka kadın mı? Ya da kocasının tacizden doğan çocuğuna bakan kadın mı?


Dilşah, kendini kayıp bir ruh gibi hissediyordu. Ne yapsa kabul görmeyecek ve ne kadar uğraşsa gidecek yeri olmayacaktı. Dilşah ve Hazar, birbirlerine ısınması kim bilir neler olacaktı.


Birlikte masaya geçtiklerinde herkes Dilşah'a çok iyi davranıyordu. Belki yaşadıklarından belki de, ailelerine katılmasından dolayı iyi davranıyorlardı.


Dilşah için her ikisi de önemliydi. Ailelerine katıldığı için iyi davranıyorlarsa bir değer vardı. Ailemizde herkes değerlidir demek isteniyordu.


Eğer yaşadıklarından dolayı iyi davranıyorlarsa da, seni görüyoruz ve önemsiyoruz. Yaşadıkların zor ama sen yine de değerlisin demek isteniyordu.


Dilşah, ailesinde görmediği sevgiyi gördüğü için mutluydu. En önemlisi de, bu evde erkeklerin ayaklarını yıkatmamasıydı. Beylerbeyinin konağında, erkekler çok mütevazı yaşıyordu.


Asla büyüklüklerini kimseye yük etmiyorlar. Zalimdiler, acımasızca töreye uyuyor ve cezaları kesiyorlardı. Herkese büyüklüklerini, zenginliklerini kabul ettirmişlerdi ama asla evdeki kadına zulm etmeden yaşıyorlardı.


Evdeki kadına ve başkasının kadınlarına saygı duyuyor ve elinden geldiğince dikkatli davranıyorlardı. Bu hayatın en tezat duygusuydu. Acımasız biri, en merhametli kişi olabiliyordu.


Kendi babasını düşündü Dilşah. Gücü ve aşırı zenginliği yoktu ama evdeki kadına zulm ederdi. Başkasının kadınına saygı...


Babası saygı duyan bir adam olsa Dilşah'ın okumasına destek olurdu. Saygı duymayı bilse ayaklarını yıkamaz ve saygı duyması bilse Dilan Kırklıhan'az tecavüz etmezdi.


Çünkü kadının istemediği bir şeyi, zorla ve saygısızca yapmıştı. Sahi, sonra ne olmuştu. Dilşah merak ediyordu ama yüzleşmekten korkuyordu.


Birkaç hafta da hayatı alt üst olmuştu. Yaşadıkları kendisini zorluyor ve okulunu unutturuyordu. Birkaç gün sonra okula gidecek ve finallerini verecekti.


Kahvaltının ardından Hazar ve Dilşah, çalışma odasına çıkarak çalışmalara başlamıştı. Tüm günü tezine ayıran Dilşah, sonunda biraz ders çalışmaya da fırsat bulmuştu.


Hazar'a anlatıyor ve dinleyerek eksiklerini görmeye çalışıyordu. Dilşah sonunda yorulmuş ama kendini çokta mutlu hissetmişti. Çünkü ilk defa bu kadar uzun süre ders çalışmıştı.


Köroğlu konağında, bu kadar ders çalışması imkânsızdı. Çalışabilmek için ev işleri yapıyor ve çalışma zamanı da uykusuz kalıyordu. Dersleri iyi olması mucize gibiydi.


Okula başladığında Ateşoğlu konağında olsaydı, kesinlikle okulu daha erken bitirebilme imkânı olabilirdi. Yine de iyi bitirmişti. Dereceler yapabilecek kadar çalışıyordu.


Dilşah akşam olduğunda artık yorulmuş hissediyordu. Ara sıra Dilruba Hanımın gönderdiği meyve ve yiyecekler olmasa şuan, karın gurultusu yaşayabilirdi.


"Peki, yapmak istediğin bir şey var mı?" Hazar'ın sorusuna Dilşah şaşırmıştı. Biraz olsun evde kalmak ve gelen gidenlerin karşısına çıkmak zorunda gibi hissediyordu. Bunu dile getirmese de, Hazar bakışlarından bir şeyleri anlıyordu.


"Dilşah, çalışmak için ne gerekiyorsa al ve beni takip et" diyerek direktif vermiş ve telefonda mesaj yazmıştı. Dilşah merak etse de ses çıkarmadan kendine söylenileni yapmıştı.


Yanına çantasını ve bilgisayar çantasını almış hızlıca Hazar'ın peşinden koşarak ona yetişmişti. Herkes merdivenin başında gördüğü ikiliye bakarken gülümsüyor ve durumun iyi olmasına seviniyordu.


Hamit ağa bile memnundu. Zor bir zaman geçireceklerini düşündüğü için, iki genci mutlu gördüğünde hoşnut oluyordu. Dilşah'ın yaşadıkları ve başına gelenlerden dolayı gelinine üzülüyordu ama yine de belli etmeden güçlü durmaya çalışıyordu.


Bu sırada Hazar ve Dilşah, araçlarına doğru yol almıştı. Birlikte arabaya binecekleri anda, gözleri birine takılmıştı.


Azat Kürkçüoğlu...


Azat elleri cebinde karşıdan iki gence bakıyordu. Hazar istemsizce sevdiğini ardına saklamıştı. Gözlerini kısarak bakarken tüm damarları kabarmıştı. Öfkesi gün yüzüne çıkmak için çabalıyordu ama yanındaki Dilşah'ın ilk zamanlarda, bu halini görmesini ve kendisinden ürkmesini istemiyordu.


Sevdiği kadına saygısından susuyor ve karşısındaki adama hiçbir şey yapmıyordu. Hazar, Dilşah'ı arabaya bindirmiş ve ardından kendi de binmişti. Araçlar hareket ettiğinde Azat hala orada duruyordu.


İstifini bozmadan elleri cebinde, gözleri ise aracın içindeki kadındaydı. Araba önünde durduğunda Azat hiç kıpırdamamıştı. Hazar ise kadınına değen gözleri oyacak kadar öfkeliydi.


Boynunda kabaran damarları, yumruk olan elleriyle araçtan inmiş ve öfkeyle Azat'a doğru ilerlemişti. Dilşah çok korkuyordu. Arabadan inmişti ki Hazar'ın sesi duyuldu. "Dilşah! Hemen arabaya bin!"


Dilşah hızla arabaya binmişti ama eli kapıda kalmıştı. Tedirgin bir şekilde beklerken Hazar'ın öfkeli sesi, arabayı bile titretiyordu. Hazar'dan gözünü ayırmıyor ve telaş içinde bekliyordu.


"O gözlerini benim olandan çek Kürkçüoğlu. Yoksa andım olsun seni yaşatmam!"


Dilşah içindeki titremeye engel olamıyordu. Korkuyordu ama ne yapacağını da bilemiyordu. Azat yavaşça gözlerini Hazar'a doğru çevirdiğinde Dilşah, derin bir nefes vermişti. Endişesi Azat değildi. Endişesi, Hazar'ın eline kan bulaşacak olmasıydı.


"Beylerbeyinin oğlu... Işığa bakan biri, karanlığa hemen alışamaz."


Azat'ın sözleri anlamsız sözcük öbeklerinden oluşuyor gibiydi ama değildi. Azat'ın anlatmak istediği, bunca zaman ona baktım. Şimdi başka bir yere bakmak için alışmam lazım demek istiyordu ama Hazar, buna asla izin vermeyecekti.


"Işığa bakan biri, yanında ışığı tutar. Adam olsaydın ve karşıma geçseydin..." Hazar cümlesinin devamını getirmek istemiyordu. Karşısına geçseydi bile, Hazar Dilşah'ı asla vermezdi. O gün, o konakta Dilşah'ı gördüğünde berdel olmasını umuyordu.


Sessizce berdeli kabul etmesindeki neden asla kardeşinin nefesi değildi. Dilşah'ın ta kendisiydi... Bu sırada Hazar, belindeki silahı çıkarmış ve Azat'ın kafasına dayamıştı. Azat ise istifini bozmadan gözlerini, tekrar Dilşah'ın üzerine çevirmişti.


Bölüm Sonu


Bölümde en sevdiğiniz kesit neresiydi?


Loading...
0%