Yeni Üyelik
23.
Bölüm

Bölüm 23

@zeeyneep41


Heyoooooo. Bölümlendiniz şekerlerim.


Sol alt köşedeki yıldızlara basarak yıldızlanalım.


Satırlar arasına yorumlar bırakmayı unutmayınız.


Dilşah ve Hazar için kalpler bırakma satırıdır :D ( DilZar )


Arkadaşlar "Annemin Hikayesi" isimli kurgu yakında da bu platformda olacak. Onunla bir yazarlık yarışmasında basılabilir kitaplar arasına girmiştik ama bastırmadım. Umarım basılacak.


Keyifli okumalar dilerim.


~~~~~~~~~~~~~~~~


"Her nasip vaktine esirdir Hazar. Belki de o zamanlarda tanışsak birbirimizden nefret edebilirdik." Sesindeki hüzün kendini belli ederken Hazar, Dilşah'ın gülümsemesi için güzel bir söz söylemesi gerektiğini düşünmüştü.


"Öyle ya da böyle. Rabbim seni bana yazmış Dilşah. Kader bizi birbirimiz için hazırlamış. Zaman bizi birbirimize daha da yakın kılacak..." diyerek Dilşah'ın gözlerinin içine bakmıştı. Dilşah ise kırmızı yüzüyle yemeğine dönmüştü.


Bu konudan kaçmak için ağzına bir parça peynir koymuştu. Peynirini yerken tabağına bakıyordu. Hazar Dilşah'a gülümseyerek bakarken Dilşah, iç sesinin söyledikleriyle öksürmeye başlamıştı.


"Zaman bizi birbirimize daha yakın kılacak derken ne demek istediğini farkındasın değil mi?" İç sesin söyledikleriyle Dilşah öksürdüğünde, Hazar ayaklanmış ve Dilşah'ın sırtına hafifçe vurmaya başlamıştı.


"Boğazında mı kaldı? Su iç su. Dilşah!" diye sayıklayarak eli ayağına dolaşmış bir halde hareket ediyordu Hazar. Dilşah ise kendine daha gelemeden iç sesinin söyledikleriyle daha da öksürür hale gelmişti.


"Adam seninle evli Dilşah. Kendini daha nereye kadar sakınacaksın? Herkes bu kadar anlayışlıyken onları sömürüyormuş gibi olmuyor musun?" İç sesi burada haklı gibi gelmişti. Dilşah utanıyor ama adımda atamıyordu.


Hazar'la mutlu olmak için elinden geleni yapabilecek kadar güçlü hissediyordu. Kendine verilen değeri biliyor ama bazı yerleri hala aşamıyordu. Utangaçlığı onu Hazar'dan biraz olsun uzak tutuyordu.


"Hazar, ben biraz utangaç biriyim. İlk defa da bu kadar yakınlık kuruyorum. Belki de seni kırıyorumdur bilmiyorum ama eğer senin bana karşı anlayışlı halini sömürüyor gibi olursam bunu benimle konuşmanı istiyorum. Benimle bunu çekinmeden konuşabilirsin."


Hazar Dilşah'a bakıyor ve ne hissettiğini görüyordu. Neden duygusallaştığını anlamamıştı ve dikkatlice inceliyordu. Dilşah'ın içinde yaşadıklarını anlamak istiyordu.


Dilşah ve hazar kahvaltılarını yaptıktan sonra bahçede çalışmaya başlamışlardı. Hazar tüm çalışmayı okumuş ve artık Dilşah'a yardımcı olmaya başlamıştı. Birlikte daha da güçlü olduklarını hisseden iki genç, birbirlerine attıkları kaçamak bakışlarla çalışıyorlardı.


Birkaç saat sonra ara vererek Dilşah ve Hazar muhabbet ediyorlardı. Dilşah, akasya ağaçlarını çok sevmiş ve onları izlemek istemişti. Havaların sıcak olmasını da fırsat bilerek yere oturmuş ve çimenlerin üzerine uzanmaya yeltenmişti.


"Dilşah, yere yatayım deme sakın! Hasta olursun" diyerek ilerideki puflardan ikisini getirmişti. "Burası orman sayılır. Biraz serin olur buralar." Hazar pufun üzerine oturtturduğu kadınının karşısına oturmuştu.


"Bunca zaman duyduğumuz Ateşoğlu'nun farklı hallerini görmek güzelmiş" diyerek içinden geçiren Dilşah, gözünü akasyalara çevirmişti. Hazar'da Dilşah'ı takip ederek bakışlarını akasya ağacına çevirmişti.


Üzüm gibi sarkan beyaz çiçekler arasından görünen masmavi gökyüzü, bugün ayrı bir hava sunuyordu iki genç aşığa. İki genç gökyüzünü izlediği anda Dilşah'ın isteği, Hazar'ı şaşırtmıştı.


"Hazar! Hani bana renklerle ilgili bir hikâye anlatmıştın ya varsa, yine bana öyle hikâye anlatır mısın?" Hazar şaşırsa da onaylamış ve bir süre düşünmüştü. Gökyüzüne dönen iki aşığın seyir keyfi, Hazar'ın hikâyesi ile bölünmüştü.


"Eski zamanlarda bir genç varmış. Bu gencin bir gün gönlü güzeller güzeli bir kadına düşmüş. Bu kadın ailesinin çamaşırlarını derede yıkarken bizim bu delikanlı, kızı izlemelere doyamazmış. Bir gün çamaşır, bir gün su almak için çeşmeye gidişi derken, artık kızın ne zaman evden ne zaman çıkar ve ne zaman gelir bilirmiş. Günlerden bir gün, artık bizim delikanlıya izlemek yetmez olmuş. Bir köy düğününde kızı kenarı çekmek istemiş ama kızın ne tepki vereceğini de bilemezmiş. O zamanlar işlemeli mendil vermek gönlüm sende demekmiş. Kızın yakınlarına varmış ve arkadaşının kendini çağırdığını söyleyerek kızı kenarı çağırmış. Kız yalan söylediğini anladığında öfkeyle adama bakarken bizim genç, sevgi dolu gözlerle kızın kalbini yumuşatmış.


Benim derdim büyüktür


Dermanı ise bir çift gözdür


İki kelime bir sözdür


İşlenmiş mendilin gönlümdür


Delikanlının sözleri kızın kalbine değmeye başladığı an da, gözleri yaşarmaya başlamış. Kız kendisini izleyen adamı, ta ilk günden beri görürmüş. İşlemeli bir mendil bıraktığında bizim gencin gittiğini görmüş. Kendisini istemediğini düşünerek üzüldüğü zamanlara ağlar olmuş ve o gün yere attığı mendili, bugün oğlana geri vermiş. Bizim oğlan sevinçle havalara uçarken köyü bir yangın sarmış. Birinci gün sönen yangın, ertesi gün yine aynı zamanda çıkar olmuş. Ormana çalışmaya gidenlerin yaptığı yerden çıkan bu yangını, o zamanın âlimleri şöyle yorumlamış.


Bu orman, karanlık dünyanın geçidiyle birleşiyor. Bizler onların alanlarına girerek karanlık dünya ile dünyamız arasındaki çizgiyi inceltmiş olduk.


Tabi halk bu durumu düşünüp durmuşlar. Bir hafta boyunca yangınla savaşmışlar ve sonunda, birini seçerek dünyamızı kurtarmak için karanlığa feda etmek istemişler. Çocuklu olanlar geri çekilirken ailesine bakmak isteyenleri de, bu feda edilebilirler listesinden silmişler. Bizim delikanlı o gün bir karar vermiş. Gün gün artan bu yangınlarda sevdiğini kaybetmek yerine, kendini feda ederek sevdiğini kurtarmak istemiş. Tabi ki güzeller güzeli kızın buna gönlü yokmuş. Gitmiş ve sevdiğinin elinden tutarak o ormandaki karanlık sınırı aşmış. Sevdiği ile kendini feda etmekten bir adım geri durmamış. O gün o sevginin büyüklüğüyle karanlık güçler, iki aşığı affederek geri göndermişler. Geri döndüklerinde, iki aşığın cebinde bir tohum varmış. Bunu ekmek için kullanan gençler, yıllar sonra akasya ağacının büyüdüğünü görmüş ve bir bahar zamanı açan çiçeklerine hayranlıkla bakmışlar. Bu yüzdendir ki yıllar yılı saf ve temiz sevgiyi simgelemek adına, sevenler sevdiklerine akasya çiçekleri verirler."


Dilşah bu hikâyeyi dinlerken gülümsemişti. Çünkü Dilşah'ı gördüğünü söylediği bu çiçekler, temiz ve saf sevginin simgesiydi. Kendini hiç bu kadar yüceltilmiş hissetmemişti. O an gözleri, Hazar'ın gözlerine değmişti.


İkisinin gözlerinde de aynı şey vardı. İki gencin beklentiyle yanan gözleri, birbirini anlamaya çalışıyordu. İki genç, birbirine hissettiği aşkı katlamaya ve güzelce ilerlemeye devam ederken gözlerindeki arzu, kendilerini ele veriyordu.


İkisinin gözlerinde yanan arzu, nefeslerinin hızlanmasına neden olmuştu. Dilşah'ın yanakları al al olmuştu ama yine de bakışlarını çekemiyordu. İçinde bir ateş yanmıştı.


İki genç, zorda olsa içindekileri kontrol altına almaya çalışıyordu. Tam bu sırada yanlarına gelen çalışanlar birkaç yiyecek ve içecek getirmişlerdi. Dilşah hızla gözlerini kaçırmıştı. Sanki herkes onu anlayacak gibi hissediyordu.


Hazar gülümsemiş ve çalışanlara bugün izin vermişti. Yemeklerin hazır olduğunu bildiği için kadınları yollamıştı. Dilşah neden gönderdiğini bilmiyordu ve Hazar'a dönmüştü.


"Bu gece burada kalacağız. Hafta sonu da burada kalalım diyorum. Tabi kalmak istemezsen anlayabilirim. Pazartesi ben işe giderken seni de okula bırakırım diye düşünmüştüm. Sen okuldan konağa geçersin. Bende akşama konağa gelirim."


"Tabi olurda ben kovdun zannetmiştim. Siz çıkın diye sert konuşunca..." Dilşah cümlesini bitirmeden Hazar sözünü kesmişti. "Sen ve ailem dışında, herkese sert ve zalimim" diyerek kendisini ayrı tutmuştu.


Bir süre daha çalıştıklarında, Dilşah'ın ağabeyi gelmişti. Hazar onu buraya getirtmiş ve konuşacaklarını dinlemek istemişti. Dilşah gerilse de belli etmiyor ve çalışmasına devam ediyordu.


Hazar ve Fırat birlikte içeri girdiklerinde Fırat, Hazar'ın oturmasıyla kendine oturmak için izin vermesini bekliyordu. Hazar eliyle işaret verdiğinde Fırat oturmuştu. Hazar'ın konuşmak için acelesi yoktu. Bekleyerek karşısındakilere işkence etmeyi severdi.


"E söyle bakalım Köroğlu, teklifimi düşündün mü?" diyerek hala yakın olmadıklarını ve üstün olduğunu gösteriyordu. Fırat, Hazar'ın otoritesini hissediyordu. Zalimliği ve otoritesi, ona karşı yanlış yapılmayacağını belli ediyordu.


"Düşündüm ağam ve kabul etmeye karar verdim. Lakin bu nasıl olacak bilemem. Babamla anamın yaptıklarını tasnif etmem ama Mert... Onun pek suçu yoktur. Kardeşim sürgün edilmesin isterim."


Hazar, Fırat'a sert bir şekilde bakıyordu. "Senin bir isteğin var mı demedim Fırat Efendi. Haddini bilesin! Seninle tüm detayları paylaşmayacağım. Sadece seni aşiretinin başına geçireceğim. Baban ise dediğim yere gidecek ve o şehirden çıkmayacak. Başka bir şehirde görülürse de, öldürene ödül vereceğim."


Hazar'ın konuşması bir aslanı andırıyordu. Aşiret yüzüğüne gözü kaymıştı. Aslan sembolü olan bu yüzük, kralın kim olduğunu gösteriyordu. Aslan gibi kükreyerek konuşan Hazar, buraların sahibinin kim olduğunu her kelimede Fırat'a hissettiriyordu.


"Ağam affet. Amacım senin işine karışmak değildi." Fırat'ın sözlerine Hazar sessiz kalmıştı. "Senin anlatacakların nedir?" diyerek esas konuya geçmek için izin vermişti.


"Ağam, ben küçükken hayal meyal hatırlardım. Biz Mert'le iki kardeştik. Mert üç yaşlarındaydı ben ise okul zamanlarındaydım ama pek bilmiyorum. Bizim aramızda bir çocuk daha varmış ama babamın anneme vurduğu zamanda düşük olmuş."


Fırat derin bir nefes alarak anlatmaya devam etti. "Mert bile zor olmuş o dönemler babam hep başka kadınlarla görüşürmüş. Annem hep ağlardı ama yine de alttan alır ve babamı kabul ederdi. Biz hep bunu normal sayardık."


Hazar, Dilşah'ın ailesi ile ilgili daha çok bilgiye sahip oluyordu ve her duyduğu başka bir iğrençlikti. Böyle bir adamın elinde, Dilşah'ın bu kadar temiz kalmış olması mucizeydi.


"Bir zamanlar yine avluda oynarken babam geldi. Kucağında bir bebekle gelmişti. O dönemler annem Dilşah'a bakmak bile istemiyordu ama babam ona bakacaksın demişti. Bizim evin çalışanları bakardı ve pekte iyi şartlarda yaşamazdı. Zaten bizlerde pekiyi şartlara sahip olmadık."


Hazar Dilşah'ın getirildiği gün olduğunu anlamıştı. Nasıl getirildiğini merak etse de, Fırat'ın sözünü kesmeden dinliyordu.


"O zaman babam onu Dilan kızı Dilşah diye severdi. Annemin adı Dilan diye anlamamıştım ama bebeklerin bu şekilde dünyaya gelmediğini öğrendiğim zamanlarda, Dilşah'ın evlatlık olduğunu anlamıştım."


Fırat derin nefes alırken Hazar sakin kalmak için çabalıyordu. Haşmet ağanın yaptıkları, yenilir yutulur bir şey değildi. Fırat biraz duraksadıktan sonra tekrar anlatmaya devam etti.


"Bir gün Mert, Dilşah'ı düştüğü için kucağına almış. Avluda ki sedire koymak istemiş. Bizde babamla hastaneden gelmiştik. Babam onları öyle görünce deliye dönmüştü. Bizi Dilşah'a yaklaştırmadı. Hep ona kötü bir şey yapacağımızı düşünürdü."


Hazar, boyun damarları şişmiş bir şekilde dinliyordu. Fırat ise ara ara duraksıyor ve kaldığı yerden devam ediyordu.


"Kız olduğu için onu hep ezmeye başlamıştı. Daha yeni yeni adım atmaya başlayan kardeşimi eziyor ve dövüyordu. Biz hep böyle görünce bunu normal zannetmiştik. Havin'le tanıştığımda bana farklı gelmişti. Hayat gibi güzel ve neşe doluydu."


Hazar şişen damarlarına birde yumruklarını sıkmayı eklemişti. Kalkıp vurmamak için kendini tutuyor ve tüm hikâyeyi öğrenmek istiyordu.


"Kardeşime de, kardeşine de bir fiske vurmadım ama kardeşime vuran ellere sustum. Ona yapılanlara sessiz kaldım. Kendisi benim yüzüme bakmaz belki ama artık daha iyi bir insan olmak isterim. Elimden geleni de yapmak için, ne gerekiyorsa yapacağım. Tedavi bile olacağım."


Hazar yerinden kalkarak bir yumruk atmıştı Fırat'a. Fırat, karnına aldığı darbe ile iki büklüm olduğunda Hazar, oturduğu yere geri dönerek Fırat'ın kendine gelmesini bekledi. Bir süre sonra Fırat yerine oturmuş ve acısını saklayarak Hazar'a bakmıştı.


"Ulan ırz düşmanı herif. Gelsen istesen sana kardeşimi vermez miydim? Ne demeye bizi berdele mahkûm ettiniz. Kardeşini ne ateşe atmana gerek vardı ne de..." Hazar sözlerini bitiremedi.


"Vermezdin ağam. Babamın pisliği, beni Havin'den ayırırdı. Ya onu başkasına... Ağam ben evlatlık diye belki kardeşim ateşe düşmez dedim ama babam kan bağı var benim kızım dediğinde, hata ettiğimi anladım ama yine de sizi görünce vicdanım biraz rahatladı. Dilşah'ın bizim konakta olmasındansa, sizinle kalması daha hayırlı" diyerek fikrini belli etmişti.


"Fırat, baban kardeşini nasıl almış annesinden? Bu konuyu biliyor musun?"


Fırat bu konuda bir şey bilmediği için düşünmüştü ama söyleyecek pek bir şeyi yoktu. "Ağam bu konuda pek bir şey bilmem ama bunu istersen biraz araştırabilirim."


Hazar kafasını olumsuz anlamda sallamıştı. "Sen bu konuyu bana bırak" diyerek konuşmayı bitirmişti. Fırat tam çıkacağı zaman Hazar'ın sesiyle durdu.


"Fırat Köroğlu, zamanı geldiğinde seni arayacağım. Sende o zamana kadar bu hayatına devam edeceksin. Benim planlarımı bozarsan sende ailenle gidersin!" diyerek Fırat'ı uyarmıştı.


Bölüm Sonu


Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.


Bölümde en beğendiğiniz kesit neresiydi?


Loading...
0%