Yeni Üyelik
24.
Bölüm

Bölüm 24

@zeeyneep41

Heyoooooo. Bölümlendiniz şekerlerim. Biraz uzun bir bölüm oldu ama güzelde bir bölüm sanki ne dersiniz?


Sol alt köşedeki yıldızlara basarak yıldızlanalım.


Satırlar arasına yorumlar bırakmayı unutmayınız.


Dilşah ve Hazar için kalpler bırakma satırıdır :D ( DilZar )


DilZar için özel bir sahne paylaşıyorum. Lütfen dikkatle okuyunuz ve hassasiyetle yorum yapınız. Dilşah ve Hazar için aile olma zamanı başlıyor. Hadi bölüme geçelim.


Keyifli okumalar dilerim.


~~~~~~~~~~~~~~~~


"Fırat Köroğlu, zamanı geldiğinde seni arayacağım. Sende o zamana kadar bu hayatına devam edeceksin. Benim planlarımı bozarsan sende ailenle gidersin!" diyerek Fırat'ı uyarmıştı.


Fırat odadan çıkarak bahçeye doğru ilerlemişti. Dilşah hala bahçede ders çalışıyor ve dersine öyle odaklanmıştı ki, Fırat'ın onu izlediğini fark edememişti. Hazar ise kardeşini izleyen adama bakıyordu.


Böyle bir aile, bu zamana kadar nasıl yaşamıştı anlayamıyordu Hazar. O ailede herkes yaralıydı ve sebebi ise Haşmet ağaydı. Yavaşça Fırat'ın yanından geçerek Dilşah'ın yanına gelmiş ve Fırat'la konuşup konuşmayacağını sormuştu.


"Beni düşünmeden hareket etti. Beni bir ateşin içine atabilecek kadar değersiz gördü. Sen değil de, bir zalimin eline düşebilirdim. Belki de evli bir adama berdelle kuma olabilirdim. Beni düşünmeyen biriyle, benim konuşacak bir şeyim yoktur" diyerek Dilşah çizgisini belli etmişti.


Fırat duyduğu sözlerle kendini açıklamak istese de, Hazar müsaade etmemiş ve gitmesi için işaret vermişti. Dilşah ise hiçbir şey sormadan tekrar dersine dönmüştü. Hırsla çalışıyor ve çalıştıkça da kafasını dağıtıyordu.


Akşama doğru artık Dilşah'ın tezi bitmişti. Finaller için ders çalışmış ve Hazar'ın destekleriyle eksiklerini de gidermişti. Anlatmanın iyi bir öğrenme şekli olduğunu anlamış ve Hazar'ın dinlemesiyle de tamamen anlatabilmişti.


Köroğlu konağında olsa bu kadar çalışamazdı. Tüm konulara yeterince hâkim olduğunu anladığında çalışmayı bitirmişti. Dilşah ve Hazar'ın artık akşam yemeği saati geldiğinde de, birlikte mutfağa girmişlerdi.


"Hanım ağam yorgunsunuz diyerek mutfağa girdim ama birinden duyarsam emin ol cezayı sana keserim." Hazar gülümseyerek konuşmuştu ama sesinden ciddi olduğu anlaşılıyordu.


Dilşah ise şakacı bir tavırla "Peki, ceza olarak ne verirsiniz ağam" diyerek kocasına ayak uydurmuştu. Bu arada yemeklerin ısınması için ocağı açmış ve bir yandan da tabakları almak için uzanmıştı.


Hazar'ın Dilşah'a arkasından yaklaşarak tabaklara uzanmasıyla ikisi de, tabakta birleşen ellerine bakmıştı. Dilşah kırmızı kesilirken sabah hissettiği arzu, tekrar içinde uyanmıştı. Kendi kendine bunu bastırmaya çalışırken Hazar'ın, kulağına fısıldaması bunu daha da zorlaştırmıştı.


"O zaman görürsünüz cezanızı Dilşah Hanım. Hem ceza için çok hevesliysen söylemen yeterli. Hemen bir ceza düşünebilirim senin için" diyerek Dilşah'ı kendisine döndürmüştü. Dilşah'la göz göze geldiğinde Dilşah'ın al al yanaklarına bakmıştı.


İki gencin gözleri birbirine değdiğinde ikisi de arzu ile yanıyordu. İki gencin birbirine bakışları hırçınlaşıyorken Dilşah'ın karnı guruldamıştı. Hazar gülümserken istemeyerek kendini geri çekmişti. Dilşah kırmızı yüzüyle orada kalırken içinde bir öfke yükseliyordu.


Tabakları indiren Hazar'a bakmadan yemeklerin yanına geçmiş ve ısınmasını beklemişti. Hazar ise durumu fark etmemiş ve masayı kurmuştu. Çorba kâselerini tezgâhta bırakmış ve çalan telefonu için salona geçmişti.


Sonunda yemekler ısınmış ve Dilşah çorbaları koymuştu. Hazar'ında gelmesiyle masaya oturmuş ve çorbayı içmeye başlamışlardı. Hazar Dilşah'ın canı sıkılmış gibi gördüğünde aklına Fırat gelmişti. Ağabeyine üzüldüğünü düşünerek kafasını dağıtmak istemişti.


Sessizlikle geçen yemeğin ardından Dilşah masayı toplarken Hazar'da masayı toparlamaya yardım etmişti. Birlikte kahveleri alarak salona geçtiklerinde Hazar biraz muhabbet ederek Dilşah'ın kafasını toparlamasına yardımcı oldu.


"Dilşah! Sence ben nasıl bir insanım? Yani eskiden ve şimdi nasıl bir Hazar görüyorsun?" Dilşah bu soruya hazırlıksız yakalanmıştı. Hazar'a döndüğünde ciddi ciddi dinlediğini fark etmişti.


"Eskiden korkuyordum. Senin zalim biri olduğunu düşünüyordum. Ben seni daha önce görmedim ama çatık kaşlı, zalim, merdümgiriz (Kendini toplumdan izole eden), meyus (Karamsar) biri gibi görüyordum"


Biraz daha düşündüğünde saydıklarının yeterli olduğunu düşünmüştü. Şimdi ki Hazar'ı düşünmeye başladı ve kelimeler dilinden Hazar'a ulaşmıştı.


"Şimdi ise alicenap (cömert), munis (cana yakın), layetezelzel (Sarsılmaz, güvenilir), dürüst, saygılı... O kadar çok şey sayabilirim ki, hangilerini duymak istersin?"


Hazar gülümsemişti. Dilşah'ta gülümsemiş ve öfkesi dağılmıştı. Bir süre daha muhabbet ettiklerinde konu, kendilerine gelmişti. Artık bu ilişkinin nereye gideceği konuşulmalıydı. Yalnızdılar ve utanacak hiçbir şey yoktu.


"Peki, sence artık bizim ilişkimiz nereye doğru ilerliyor?" diyerek Dilşah'a bakmıştı. Dilşah sessizce kızaran yanaklarına dokunmuş ve gözlerini kaçırmıştı. İçindeki arzunun yanmaması için çabalıyor ve bunu göstermekten çekiniyordu.


Hazar'ın kendini çektiği anlarda yaşadığı o hayal kırıklığı, kendini tutmasına neden oluyordu. Kendi içindeki duygularla savaşırken Hazar, eliyle Dilşah'ın çenesinden tutarak bakışlarını kendine çevirmesini sağlamıştı.


"Ben susmanı istemiyorum Dilşah. Yalnızız ve utanacağın kimse de yok. Seni bir şeye zorlamak istemiyorum. Sadece bana bak ve ne düşündüğünü söyle. Hazır değilsen seni zorlayacak değilim."


Dilşah sessizce dinlemişti. İçinden birçok şey söylüyordu ama dilinden bir kelime bile dökülmüyordu. Kızarmaktan daha ileri gitmişti. Mora dönen yüzüyle, gözlerini Hazar'a çevirdi. İçinde feveran duyguları, artık saklamak istememişti.


Gözleri arzuyla yanarken Hazar'ın bunu anlayacağını biliyordu. Öyle de olmuştu. Hazar elinden tuttuğu gibi odasına götürdüğü kadını, ürkütmeden hareket etmeye çalışıyordu. Çölde su arayan bedevinin suya koşuşu gibi, Dilşah'ın dudaklarıyla kavuşmuştu.


Dilşah ayak uyduruyordu. İçindeki korkuyu bastırıyor ve arzunun daha da coşmasına izin veriyordu. Hazar'ın dudakları, Dilşah'ın dudaklarından kulağına doğru yol almıştı. Önce kulağına oradan da boynuna...


Dilşah ne yapacağını bilemeden bekliyor ve Hazar'ın hareketlerine odaklanıyordu. Hazar Dilşah'ı yavaşça hazırlarken Dilşah gözlerini kapatmıştı. İki âşık sonunda bir olmuş ve kalplerini yerinden çıkaran birleşmelerini yaşıyordu.


***


Gün iki gence de erken başlamıştı. Dilşah hala utanıyordu ama Hazar'la yaşadıklarından asla pişman değildi. Olması gereken olmuştu. Er ya da geç olacaktı. Kimsenin olmadığı ve kendileri için özel olan bu evde olması daha da güzel olmuştu.


Bu günü evde geçirmek isteyen iki genç birlikte kahvaltı yapmış ve tekrar odalarına kapanmıştı. Günü evde ve birlikte geçirmişlerdi. Film izliyor ve muhabbet ediyorlardı. Gün iki âşık için güzel geçerken Hazar'ın telefonu çalmıştı.


Arayan Dilruba Hanımdı. Dilruba Hanım Hazar'ı, Dilşah için arıyordu. "Oğul, teyzen gelmiştir. Dilşah kızımla konuşmak ister. Dilşah konuşmak ister mi bilemedim. Sen bir konuşsan belki konuşmak istiyordur" diyerek telefonu kapatmıştı.


Hazar Dilşah'a döndüğünde duyduğunu biliyordu. Bu konuları konuşmak istemiyordu ama geçmişte daha neler olduğunu öğrenmek istiyordu. Nasıl babasına gittiğini, neden hiç gelmediğini ve nasıl olmuştu da kendini görmeden yaşayabilmişti.


İçinde büyük bir ikilem vardı. Ne yapsa ve nereye baksa, sanki alnında kötü bir şeyler yazıyor gibi hissediyordu. Bu durumu ne kadar çözmek istese de, okulunu etkilemek istemiyordu. Üç haftalık bir süreç geçirecekti ve bu üç hafta fazla önemliydi.


Yaz okuluna kalmak istemiyordu. Okulunu bitirmek ve Hazar'ın bahsettiği işlerle ilgilenmek istiyordu. "Bahçeye çıkalım mı?" diye Hazar'a sorduğunda cevabını beklemeden çıkmıştı Dilşah. Bahçede kalan defteri ve kalemlerinden birini alarak karakalem olarak çiçek bahçesini çizmeye başlamıştı.


Çiçek bahçesinde istediği salıncağı, ufak bir çocuk parkını, çeşitli mobilyalarla süslenmiş bahçesini derken tek katlı bir ev çizmişti. Çocukken bir dizide gördüğü evi çizmişti. Ne zaman bir ev çizmek istese, hep o evi çizer ve o evde yaşamak isterdi.


Bugünde o evi çizmek istemişti ve hala o evde yaşamak istiyordu. Belki daha güzel evleri olan bir adamla evliydi. Kendi evleri, bu ev daha güzeldi ama içinde bir ukde kalmış gibiydi. Hazar ise tüm bu sürede kadınını izliyordu.


Annesini arayarak Dilşah'ın iyi olmadığını ve bu duruma hazır olmadığını anlatmıştı. Özellikle okulunu ve sınavlarını da öne sürerek teyzesinin anlamasını istiyordu. Dilan Hanım için ne kadar zor bir süreçse, Dilşah içinde bir o kadar zor bir süreçti.


Bütün doğru bildikleri yanlıştı. Bütün yaşadıkları bir yalan, bütün yaşadıkları bir aldatmacaydı. İki üç saatlik bir karalamanın ardından ortaya çıkan görüntü, gerçekten de güzeldi.


Hazar, başka bir karalamaya geçmeden kafasını dağıtmak adına muhabbet etmek istemişti. Konuya Dilşah'ın yaptığı gibi eski kelimeleri yerleştirmiş ve hazır olduğunda derin bir nefes alarak konuya girmişti.


"Berceste, seçilmiş demektir. Kesin biliyorsundur ama benim için berceste sensin. Dilhunum, efsunkâr kadınım! İçindeki hüzün bana da sirayet ediyor. Oysaki ben seninle hep mutlu olmak istiyorum. Bu durumdan mütevellit gülmeni istiyorum."


Dilşah biraz gülümsemeye çalışmıştı ama içinden gülmek gelmiyordu. Hazar'ın uğraşlarını görüyor ve anlıyordu. Eski kelimelerle cümle kurmaya çalışması da, hoşuna gitmişti.


"Şuan söylenen her söz beyhude Hazar. Mamafih çabalaman çok güzel. Sadece anlayamadığım amiyane bir tabir olacak belki ama teyzen neden beni bırakmış ve haşmet ağa da neden beni almış? Neden beni aldırmamışlar? Neden bir yetimhaneye bırakmamışlar? O kadar büyüyene kadar, hiç gebeliğini anlamamış mı?"


Hazar anlayışla kafasını sallarken Dilşah, derin bir nefes alarak karşısındaki adama bakmıştı. Söyleyeceklerinden kırılmasın diye, yavaşça ve dikkatlice konuşmaya çalışıyordu. Tekrar derin bir nefes alarak devam etmişti.


"Haşmet ağanın evinde yaşamasam belki bugün seninle evli olmazdım. Lalettayin bir hayatım olsa ya da teyzenle yaşasaydım, belki berdel olmazdık. Yanlış anlama seninle evli olmakla ilgili bir sorunum yok ama Fırat Bey ve kardeşin arasında bir sorun olsa ve berdel bozulsa, bizde boşanmak zorunda kalacağız" diyerek neyi ima ettiğini belirtmişti.


Hazar Dilşah'ın söylediklerine öfkelenmişti. "Unut bunu Dilşah! Sakın bir daha ağzından böyle bir cümle çıkmasın. Sil bunu! Benim olan benimdir ve ben istemedikçe hayatımdan çıkarmam. Töre seni evlendirdi ama töreye uyarak ilk geceni zehretmedim. Sana zaman verdim ve anlayışla yaklaştım. Kimse benim olanı alamaz!" diyerek ayağa kalkmıştı.


Boyun damarları ortaya çıkmış ve elleri, sıktığı yumruğundan dolayı beyazlamıştı. Bir süre sağda solda dolanarak öfkesini yenmek istemişti ama yapamadığı için hızla eve girmiş ve gözden kaybolmuştu.


Dilşah söylediklerinde yanlış olduğunu düşünmese de, sözlerinden dolayı kırıldığını bildiği adamın ardından içeri girmek istiyordu ama biraz sakinleşmesi için, Hazar'ın zamana ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Çizdiği çizimin son kalan eksiklerini tamamlamaya çalışırken biraz zaman geçirmişti.


Dilşah Hazar'ın yanına gitmek için eve girmişti. Hazar ortalıkta görünmüyordu. Tek tek tüm odalara baktığında üst kata çıkmış ve oradaki odaları da kontrol etmek istemişti. Önce odalarına girdiğinde Hazar'ın arka bahçeyi gören balkonda olduğunu görmüştü.


Ayakta dimdik durmuş ve ellerini arkasında birleştirmişti. Hiç kıpırdamadan duran Hazar, Dilşah'ın geldiğini duymamıştı. Dilşah sessizce yaklaşırken Hazar, Derin bir nefes alarak "Efsunkâr kadınım" diye mırıldanmıştı.


Hazar faklı seven bir adamdı ve tabi ki sevgilim diyecek bir adam değildi. Farklı seven farklı konuşurdu. "Efsunkâr" diyordu. Karşı konulmaz bir şekilde büyülü olan demek istiyordu. Sahi, gerçekten de efsunkâr bir kadın mıydı Dilşah?


"Hazar, ben özür dilerim. Seni kırmak istemedim ama seninle normal bir evlilik yapmak isterdim demek istemiştim. Kaderimizin bir başkalarının elinde olması canını sıkmaz mı? Hem de birbirimize bu denli bağlanmışken... Ben seni kırmak istemedim ama aklıma takılan bu soruyu da düşünmeden edemedim."


"Düşünme Dilşah düşünme. Düşünme kadın, sen düşünme. Öyle bir şey olmayacak. Ben senden ölmedikçe ayrılmam." Hazar'ın bu sözü Dilşah'ın kalbine dokunmuştu. Ölümün adını bile duymak istememişti.


"Şşt! Deme öyle Hazar. Ağzından yel alsın. Allah geçinden versin. Uzun yıllar birlikte yaşayalım ama sen bir daha ölümü anma" diyerek sevdiği adama sarılmıştı.


Hazar kendisine sarılan kadına, kayıtsız kalmamış ve ardında birleştirdiği ellerini çözerek kadınını sarmıştı. "Hem bak ben sana ne getirdim. Kabataslak haliyle çiçek bahçesini çizdim. Ailemize uygun bir hale getirdim. Nasıl olmuş?" diyerek Hazar'a bakmıştı.


Hazar incelemiş ve beğenmişti. "Bunu yaptıralım da orası bize yuva olsun. Konaktan çıkar arada orada zaman geçiririz. Arada buraya geliriz" diyerek kadınına tekrar sarılmıştı. Hazar'ın ufak ufak geriye yürütmesiyle Dilşah yatağa gelmiş ve Hazar'ın ne istediğini anlamıştı.


İçinde hissettiği arzu yavaşça alevlenirken Hazar'a kendini telim etmiş ve anın tadına varmaya başlamıştı. Hazar kollarında eriyen kadını sımsıkı tutuyordu. "Efsunkâr kadınım" diye fısıldadığı kadının ağzından kendisi için "Kocam" sözcüğü dökülmüştü.


Hazar bu sözlerin güzelliğiyle daha da arzulanıyordu. Daha hiddetli öpüyor ve daha hiddetli hissettiriyordu. İki gencin kalpleri, artık birlikte atıyordu. İki ayrı bedende, tek bir beden olmayı başarmış ve aşkla el ele tutuşabilmişlerdi.


*** 


Bölüm Sonu


Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.


Bölümde en beğendiğiniz kesit neresiydi?


Loading...
0%