Yeni Üyelik
25.
Bölüm

Bölüm 25

@zeeyneep41

Heyoooooo. Bölümlendiniz şekerlerim.


Sol alt köşedeki yıldızlara basarak yıldızlanalım.


Satırlar arasına yorumlar bırakmayı unutmayınız.


Dilşah ve Hazar için kalpler bırakma satırıdır :D ( DilZar )


Keyifli okumalar dilerim.


~~~~~~~~~~~~~~~~


Gün iki genç için güzel başlamıştı. Dünkü hüzünlü havadan eser bulunmuyordu. Dilşah ilk defa bu kadar mutlu ve güzel uyanmıştı. Gün geçtikçe mutlulukları artıyor ve birbirlerine daha da bağlanıyordu.


Hazar kolları arasında uyanan kadına bakıyordu. "Dilefruzum" diyen Hazar'ın ağzından çıkan bu söz, Dilşah'ın kalbini eritiyordu. Sımsıcak bir günaydın oluyordu Dilşah için. Dilşah'ta Hazar kadar derin bir söz bulmak istiyordu. "Lübbetülayn" diyerek gözlerinin içine bakmıştı.


Hazar gülümsemiş ve Dilşah'ın alnından öpmüştü. Hazar Dilşah'a yürek aydınlatan derken, Dilşah'ta Hazar'a gözbebeğim demişti. Sabah gülücüklerle başlarken artık yataklarından kalkmışlardı.


Odayı toparlayan Dilşah, Hazar'ın hazır olduğunu görünce hızlıca hazırlanmaya başladı. İkili kahvaltı hazırlığına girişmişti. Dilşah kahvaltılıkları çıkarırken Hazar, domates ve salatalık doğruyordu.


Birlikte masaya oturduklarında muhabbet ediyorlardı. Dilşah ve Hazar'ın keyfi yerindeydi. Bu günü de birlikte geçirmek istiyorlardı. Dilşah daha önce duyduğu ama izleyemediği filmi izlemek istemişti.


Hazar filmi ayarlarken Dilşah mısır patlatmış ve tabağa koyarak getirmişti. İçecek ve birkaç abur cuburu da masaya getirdiğinde film başlamıştı. Jojo Moyes'in senden önce ben kitabının filmini izlemeye başladıklarında Dilşah duygulu gözlerle bakıyordu.


Hazar başta ne kadar duygulanmasa da, sonunda kızın yaşadığı hüzünle hüzünlenmiş ve gözleri dolmuştu. Ölümden bahsederken dikkat etmemişti ama gidene ne kadar zor olsa da, kalana daha acı sürprizler yapıyordu hayat.


O ana kadar düşünmediği ölüm, o an içine işler olmuştu. Ölümden sakınır gibi sardığı kadınına sımsıkı sarılmış ve burnunu boğaz girintisine gömmüştü. Bu kadının kokusu şifa gibiydi. Kötü olan düşüncelerden arınmış ve sonrasında elinden tutarak kadınıyla bahçeye çıkmıştı.


Güzel bir hava ve güzel bir yer, birde sevdiği yanında olunca insanın daha da derin hislerle hayata tutunduğu anlardı. İki gencin kalbi birbirine kolay ısınmıştı. İçine düşülen durumun zorluğu, iki genci çok zorlamamış ve yıpratmamıştı.


Bazı hikâyeler kolay ilerlerdi ama etrafında olanlar çok zorlardı. İşte burada iki kişi arasındaki bağ önemliydi. O bağ, ne kadar etkileniyor veya ne kadar acıya dayanabiliyordu. Bir olay yaşadıklarında geriliyor ve birbirlerine destek olmuyorsalar o ilişki, pekte uzun ve güzel olamıyordu.


Bir olay karşısında destek olarak yanında olduğunuz kişiyle olan ilişkiniz, hem uzun oluyor hem de keyifli ve güzel geçiyordu. İnsanların el ele olması ya da ardını dönüp uyuması, bu bağa verilen önem ve etraftan gelen etkenlere bağlı olarak gelişiyordu.


Dilşah ve Hazar, birbirlerine destek olarak hayatlarını güzelleştirmeyi başarabiliyordu. Dilşah ve Hazar yine pufa oturmuşlardı. İki genç yan yana olduktan sonra, hiçbir şeye önem vermemeyi başarabiliyordu.


Dilşah, Hazar'la bu evdeki son gününü yaşıyordu. Yalnız kalmak güzel olacaktı ama konağa dönmeleri şarttı. Ateşoğlu konağının Köroğlu konağı kadar katı kurallara sahip olmaması Dilşah'ın tek dayanağıydı.


"Hazar, bana yine hikâye anlatır mısın? Senin bu hikâyelerin bence çok güzel" diyerek hikâyeleri sevdiğini belli etmişti. Hazar ise bir süre düşünmüş ve sonunda bir hikâyede karar kılmıştı.


Dilşah pufunu Hazar'ın yanına çekmiş ve göğsüne yatmak istemişti ama rahat olamadıkları için, bahçe mobilyalarında üçlü koltuğa geçmişlerdi. Hazar'ın oturduğu yerde, Dilşah yatıyordu. Başını Hazar'ın dizlerine koymuş ve dinlemeye başlamıştı.


"Zamanın birinde krallıkların var olduğu dönemlerde güçlü, korkusuz bir kral varmış. Büyük bir krallık olduğu için herkes ittifak kurmak istermiş ama bu kral biraz değişik biriymiş. Münferit bir kral olarak bilinirmiş. Bir kardeşi ve bir de kızı varmış.


Eşini kaybettiği zaman, kızına düşkünlüğü artmıştı. Kendisinden sonra kraliçe olacağı için özel ilgileniyor ve ona bildiği her şeyi öğretmeye başlamıştı. Sevgi, oyun ve bilgiyle büyüttüğü çocuğunu gözünden bile sakınmaya başlar olmuş.


Orkis, babasıyla yaşadığı her şeyi severmiş ama bazen de tüm bu yüklerden korkarmış. Tamda böyle anlarda, yaşadığı krallığın dağlarında koşar ve içindeki korkularla savaşabilmek için, kafasını boşaltmak istermiş.


Orkis'in koştuğu dağların eteklerinde, güzel kokular yayılırmış. Günlerden bir gün yine Orkis böyle koşarken başka krallığın prensiyle karşılaşmış. İkisi de birbirinin kim olduğunu bilmeden birbirine ısınmaya başlamışlar. Orkis'in kendine gelerek geri çekilmesi ve koşarak uzaklaşmış.


Prens ne kadar yetişmek istese de, peşinden yayılan kokuyla duraksayarak Orkis'i kaybetmiş. Prens arkasından "Berceste" diye bağırmış ama ne Orkis'i ne de gittiği yönü bulamamış. Orkis hızla saraya gelerek odasına gitmiş ve kalbinin atışlarını yavaşlatmaya çalışmış.


Prensin yolu Orkis ve babasının sarayına düştüğünde, Orkis'in kokusu burnuna dolmuştu. Umutla etrafına bakmış ama neticesi sonuçsuz kalmıştı. Kral, prensin birini aradığını anladığında "Prens Alan, birine mi baktınız?" diye sormuştu.


"Krallığınıza girdiğimde berceste bir güzellikle karşılaştım. Ardında bir koku bırakmıştı. O kokuyu duyar gibiyim" dediğinde Orkis, babasının yanına gelmiş ve görüşmeye katılmıştı. Prensin gördüğü an gözlerini alamadığı Orkis'in de eli ayağına dolanmıştı.


Kralın hiddetle karşı çıkmasıyla Prens saraydan gönderilmişti. Münferit kral kızını da odasına göndererek konuyu kapattığını düşünmüştü. Prens ve prensesin görüşemedikleri bu sürede Orkis hastalanmaya başlamış.


Prens dağlara gelir gider ve Orkis'i beklermiş. Orkis ya da Orkis'ten gelebilecek bir haber beklemiş. Prens dağlarda gezinirken Orkis'in gezdiği yerlerde çiçekleri fark etmişti. Narin ve Orkis gibi kokan ve renkleri bulunan bir çiçekmiş.


Prens çiçeğin tohumlarını, kendi krallığına götürmüş. Adını Orkis çiçeği koyduğu bu çiçeğin renklerine de anlamlar vermiş. Asiller için mor orkis, dostluk için sarı orkis, samimi arkadaşlıklar için fuşya orkis, saf ve temiz aşklar için beyaz orkis ve ölümsüz, gerçek ve sonsuz aşkı bulanlar için de mavi orkisler verilir olmuş."


Dilşah, Hazar'ın susmasıyla hikâyenin bittiğini anlamıştı. Peki, Orkis çiçeği hangisiydi? Ya da prens ve prenses kavuşmuş muydu? Aklında birkaç soru vardı ve merakla Hazar'a döndü.


"Peki, kavuşmuşlar mı? Ayrıca Orkis hangi çiçek oluyor? Bu hikâyenin devamı nasıl?" diye ardı ardına sormuştu. Hazar ise hüzünlü sonu anlatmak istemiyordu. Orkis'in hastalanarak öldüğünü ve Prensin başkasıyla evlenmesine rağmen her gün orkis çiçekleriyle buluşmaya gittiğini söylese, emindi ki Dilşah üzülecekti.


"Sonunda kavuşmuşlar ve gelin çiçeği o dönemlerde ortaya çıkmış. Orkis, eline mavi orkis çiçeğinden bir demet yapmış ama kısa sürede öldüğü için düğün çiçeği olarak kullanılmamış." Hazar yalan söylediği için derin bir nefes alarak başka konuya geçmeye çalışmıştı.


"Orkis, dilden dile dolanan bir isim olurken ismi değişime uğrayarak orkide olmuş. Günümüzde bu çiçeği orkide olarak tanıyorsunuz Hanım ağam. Biraz acıktım gibi, sen ne hissediyorsun?" diyerek konuyu kapatmaya çalışmıştı.


Birlikte mutfağa giden iki âşık, bir şeyler atıştırdıktan sonra odalarına çıkmışlardı. Akşamın tadını almış ve sonra da muhabbete başlamışlardı. Dilşah, okulda duyulan dedikodunun malzemesi olmak istemiyordu.


"Ay kimlik değişim bilgilerimi de yaptırmam gerekiyor. Muhtemelen biraz geç çıkarım okuldan. Ayrıca tezimi de teslim eder ve rahatlarım. Sonra sınavlar bitince de, oh değmeyin keyfime" diyerek okulla ilgili mevzuları konuşmaya çalışmıştı.


Dilşah evli olarak ilk kez okula gidecekti ve bunun nasıl olacağını hala bilemiyordu. Hazar'ın fikrini değiştirmeyeceğini biliyordu ama yine de çekiniyordu. Okulda duyabileceği sözleri tahmin ediyor ve üzüleceğini bile bile okula gitmek istiyordu. Zaten alışıktı ama bu hayatta kendini dayanıksız hissediyordu.


Azat'la ortak arkadaşlarının tepkilerini merak ediyor ve ne olacağını kestirmeye çalışıyordu. Hazar ise Dilşah'ın bu olaylardan sonra ilk defa yalnız başına dışarı çıkacak olmasının gerginliğini yaşadığını görüyordu.


"Seni ben bırakacağım. Her sabah bırakacağım ama akşamları alamayabilirim. İşlerimi ayarlarsam gelirim. Bir haftadır yatıyoruz ve biriken işlerim var. Ben işlerime kimseyi karıştırmam. Bu yüzden de benim işlerim diğerlerininki gibi değil."


Dilşah anlayışla başını sallamıştı. "Bence ben yine kendim gidip gelebilirim. Senin beni bırakmana ya da almana gerek yok. Aldırmana da tabi. Sonuçta yolları biliyorum." Dilşah yük olmak istemiyordu.


"Dilşah, sen benim karımsın. Seni okula götürmek ve almak beni yormaz. Biz güçlü bir aileyiz. Bizim dostumuz yoktur. Dost görünümlü akbabalar arasında yaşarız. Bu yüzden yalnız gitmen doğru olmaz."


Hazar, Dilşah'ın çenesinden tutarak kaldırmış ve gözlerini gözlerine kenetlemişti. Dilşah'ın çekindiğini biliyordu. Bu evi sorarken bile "Sizin eviniz mi?" diye sormuştu. Evlilikleri gerçek bir evliliğe dönmüşken aralarında bu gibi sözler olmaması gerekiyordu.


"Sen benim karımsın, kadınımsın. Benim olan senindir. Benim malım, mülküm ve neyim varsa hepsi senin. Okula giderken otobüsle ya da yürüyerek gitmen beni kırar. Hem herkes sorunlu bir ilişkimiz olduğunu düşünmez mi? Bizimkilere ne derim sonra ben?


Bilirsin ki atama saygım sonsuzdur ve onun onayını alarak hareket ederim hep. Senin, benim kazancımı kullanman en doğal şey. Çekinmen ise yanlış bir duygu. Şimdi, seninle bir konuda anlaşalım.


Okula seni bırakıyorum. Çıkarken alamazsam seni Aziz alıyor. Bir yere gitmek istersen haber vermen yeterli. Yine tabi ki yanında Aziz ya da biri olacak. Dilşah! Senin kılına zarar gelse yakarım."


Dilşah mutlu hissediyordu. İlk defa bir adam kendisini düşünüyordu. Köroğlu konağında durumları iyiydi ama babası asla onun okula götürülmesine izin vermiyordu. Hazar ise kendi imkânlarını, Dilşah'la paylaşmaktan çekinmiyordu.


İki genç bu gecenin tadını birbirinde bulmuştu. Bir süre sınavlardan dolayı ayrı kalacaklarını bildikleri için uzatmıyor ve anın tadını, uzatabildikleri kadar uzatıyorlardı. Hazar, Dilşah'ın teninin kokusunu, tadını almış ve çok sevmişti.


İki gencin tutkuları, fazlasıyla uyumluydu. Biri ateş olurken diğeri su olmayı ve rahatlamaya çalışırdı. Hazar ve Dilşah için bu durum öyle olmuyordu. Biri ateşken diğeri yangın oluyordu ve birbirlerine karıştıklarında, daha da güçlenerek yakıyordu.


İki genç kalplerinin hızla atışı eşliğinde, kendilerini uykuya bırakmıştı. Dilşah ve Hazar huzurla uykuya dalarken bir yerlerde birileri, uykusuz bir geceye daha merhaba diyordu. Planlar kuruluyordu. Dilşah ve Hazar'ın, kara günleri fazla uzak değildi.


*** 


Bölüm Sonu


Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.


Bölümde en beğendiğiniz kesit neresiydi?


Loading...
0%