Yeni Üyelik
34.
Bölüm

Bölüm 34

@zeeyneep41

Heyoooooo. Bölümlendiniz şekerlerim.

Annemin Hikayesi, tanıtım bölümü ile yayında. Gerçek bir hikayedir ama töre konusuna uyarlanmıştır. Belirteyim ve sizleri orada beklediğimi de bildireyim.

 

Kırklıhan ailesi ile Dilşah bir gün geçirse nasıl olur? Hadi okuyalım bakalım nasıl olacakmış.

 

Sol alt köşedeki yıldızlara basarak yıldızlanalım.

 

Satırlar arasına yorumlar bırakmayı unutmayınız.

 

Dilşah ve Hazar için kalpler bırakma satırıdır :D ( DilZar )

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

~~~~~~~~~~~~~~~~

 

Gün Hazar ve Dilşah için erken başlamıştı. Erken saatte sesler geliyordu. Hazar ve Dilşah uyanarak ne olduğunu anlamaya çalışmıştı. Seslerin ne sesi olduğunu anlamasalar da, mutfakta bir şeylerin olduğunu anlayabiliyorlardı.

 

Hazar ve Dilşah, hızla günlük rutinlerini yapmış ve aşağıya inmek için, birbirlerinin elini sımsıkı tutmuşlardı. Yavaşça merdivenleri inen iki âşık, mutfaktan gelen sesler ve şarkı melodisiyle şaşkındı.

 

Çalışanların izinli olduğu günde, evde yalnız kalmayı ve birbirine zaman ayırmayı düşünmüşlerdi. Kim olduğunu anlamak için önde Hazar ve ardında Dilşah, yavaşça içeriye girmişti.

 

Mutfakta bir kenarda telefon açılmış ve müzik çalıyordu. Eğlenceli bir müzik eşliğinde, Dilan Hanım, Hülya, Boran ve Bekir Kırklıhan duruyordu. Dilşah ve Hazar şaşkınlıkla bakarken Hazar, gözlerini teyzesine dikmiş ve açıklama beklediğini belli etmişti.

 

"Bir sürü şey yaşadık. Konuşacak çok şeyimiz var ama çocuklar..." Boran ve Bekir'i işaret etmiş ve "Çocuklar tanışmak istediler. Ayrıca belki konuşmanın zamanı gelmiştir" diyerek bakışlarını Dilşah'a çevirmişti.

 

"Teyze! Bu kızının burada ne işi var? Ben size ne dedim? Ayrıca siz buraya nasıl girdiniz?"

 

"Kimse giremezsiniz demedi ki. Hem çalışanlarda yoktu ve kahvaltı hazırlayalım dedik. Çocuklar yardım etmek istedi. Hülya konusuna gelirsek..."

 

Bu sırada Hülya öne çıkmış ve annesine bakmıştı. Sonra Hazar'a dönmüş ve bakışlarını Dilşah'a çevirmişti. Hülya'ya şimdi, Hazar'ın peşinde koştuğu zamanlar, çok boş ve yanlış geliyordu. Çünkü bu yüzden Ağir'i görmemiş ve çok zaman kaybetmişti.

 

"Beylerbeyim! Hanım ağam! Hazar ağabeyim ve ab... Ab-lam..." Hülya ne kadar zorlanıyorsa Dilşah'ta o kadar zorlanıyordu. Hülya derin bir nefes almış ve devam etmişti.

 

"Ben ab-lam için geldim. Evet ablam! O benim ablam ve onunla konuşmam, tanışmam ve geçmişi aydınlatmamız lazım. Onunla yakın olmak istiyorum. Tabi kendisi de isterse. Hep yanında olmak istiyorum ama merak etmeyin. Aklım başımda ve özür dilerim."

 

Son cümlesini yere bakarak söylemişti. Sesi yavaşça içine kaçıyor ve duyacağı kötü şeylerden korkuyordu. Bu sırada dışarıda oturan ve içeri gelen Ezhem ağada içeri gelmiş ve mutfakta olanları görmüştü.

 

"Bunları kahvaltı masasında konuşalım mı Hazar? Hem uzun uzun anlatılacaklar var. Öyle ki geçen süre, iki dakikada ayaküstü anlatılmaz. Seni çok severim ve beylerbeyi oluşunu da tebrik etmek isterim. Hem size hediyelerimiz vardır."

 

Hazar yavaşça eşine dönmüştü. "Efsunkâr, bir sözünle hepsi gider. Hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin. Konuşmak istemiyorsan konuşma. Şimdi bana ne istediğini söyle."

 

"Kalsınlar Hazar. Belli ki kaçmak bir çözüm değil. Ben cesaret edip gidemedim ama onlar gelmiş. Bırak konuşsunlar ve bu geçmiş bitsin artık."

 

"Peki, sen nasıl istersen hanım ağam. İstemediğin an, bir sözün yeter unutma."

 

"Teşekkür ederim. İstersen sen eniştenle dışarıda otur. Biz burada kahvaltı hazırlayalım."

 

"Gençler, hadi hediyelerimizi verelim. Önce hediyeler, sonra kahvaltı ve peşinden bir orta kahve..."

 

Herkes hep birlikte bahçeye çıkmıştı. Dışarıda çok güzel bir beyaz ve siyah at duruyordu. Biri gün ışığının en aydınlık olduğu yerden bile beyaz, diğeri ise tüm karanlıkların koyusu siyahtı. Birbirlerine âşık gibi, asil iki at.

 

"Bunlar teyzenin isteğiydi." Beyaz olanı işaret ederek "Bu yıllar evvel bizim evimizde ki atın yavrularından. Avşin doğduğunda küçüktü. Tabi üzerine bineceğini hayal ederdik ama pek mümkün olmadı."

 

Ezhem ağa, Dilşah'a bakıyordu. O dönem ona, Avşin adını koyduklarını ve küçük bir atın onunla büyüyeceğini hayal ettiklerini anlatıyordu. Hatta bineceği, belki şahlanıp koşturacağı atın yavrularından bir at getirmişlerdi. Dilşah, güçlü durmak için kendini tutuyordu.

 

"Atımızın adı sivikti. Bunun adını da Bekir koymak istemişti. Sivikten doğan her at, Avşin'in atı diye anılır. Bekir ise ona hep inci derdi. Annesinin inci kolyesine benziyormuş" diyerek gülümsedi.

 

"Bu da diğer atımızın yavrusudur. Aynı zamanlarda doğdular. Asi olsa da, yan yana geldiklerinde usludur. Yanlış anlama Dilşah, belki bilmiyorsundur bizim at çiftliklerimiz var. Dilan Hanım size at hediye etmek istedi. Beylerbeyimiz ve Hanım ağamız için..."

 

Ezhem ağa, çalışanlarına işaret yaparak hediyelerini getirmelerini istedi. Gelen hediyeler herkese dağıtılmış ve herkes sırasını beklemeye başlamıştı. Ezhem ağa, önce Hazar'ın hediyesini vererek Hazar'ın elini öpmüştü.

 

Hazar, açtığı kutuda altın bir saat ve altın bir tespih görünce gülümsemişti. Kendisine yakışmasından ziyade, geçmişte konuştukları zamanı hatırlamıştı. O zamanlar Ezhem ağa Hazar'la ara ara konuşurdu.

 

Nasıl bir ağa olacaksın dediğinde Hazar "Herkesin önünde diz çöktüğü, altın cep saatli ve altın tespihli bir adam olacağım" derdi. Dedesine özeniyordu ama daha zalim olmaktan bahsediyordu.

 

Nitekim Hazar söylediğini yapmıştı ama altın saat ve tespihi unutmuştu. Bu anılarına gülümseyen Hazar'a bakan Ezhem Ağa, Hazar'a söyledikleriyle daha da gülümsemişti.

 

"Cep saati şeklinde bulamadım ama yakında o da gelecek. Konağa teslim ederler Hazar ağam" diyerek göz kırpmış ve gülümsemişlerdi. Ezhem Ağa Dilşah'a dönmüş ve bir gerdanlık takımı çıkarmıştı.

 

Eski ve pahalı bir eşyanın karşısında dili tutulan Dilşah, bunu kabul edemeyecekti. Hazar'a dönerek başını sallayan Dilşah'a cevap, Ezhem ağadan gelmişti.

 

"Yıllar önce anam, Avşin doğunca bunu ona takmıştı. Bu kızımın olsun. Ben görmesem bile, düğününde boynuna takın demişti ama maalesef düğünde bunu takamadık. Gelememiştik..."

 

Dilşah, gözünden süzülen yaşa hâkim olmak istiyordu ama bu ailenin onu isteyerek bırakmadığını bilmek iyi geliyordu. Lakin hala kendini kötü hissediyor ve yaşadıklarına üzülüyordu.

 

Hülya çocukluk küpelerini ve yeni altın küpelerinin yanına, altın künyesinin yanına da yeni bir bilezik koyarak hediye hazırlamıştı. Boran ve Bekir, Dilşah'ın çocukluk oyuncaklarının kucağına hediyelerini bırakarak vermişti.

 

Hazar kendine gelen hediyelerden çok, Dilşah'a gelen hediyelere odaklanmıştı. Dilşah'ın gözünden gelen yaşlar, artık ardı adına hızla yere düşüyordu. Hazar'da bu sürede eşine destek olmak istemişti. Herkesin içinde sarılmış ve herkesin kendilerini yalnız bırakmasını işaret etmişti.

 

"Güzelim, sana ağlama demeyeceğim. Çünkü içinde tutmaman ve rahatlaman gerekiyor. Sonra bana ne hissettiğini söyleyebilirsin."

 

"Güzel ama aklımda bazı sorular var. Sanırım hazır olduğumda babamla görüşmek zorunda kalacağım. Biliyorum suçlu ama bazı sorularımın nedeni o adamda. Nereye gittiklerini ve ne yaptıklarını bileceğimiz, her anını bize rapor edebilecek birilerini yanına koyar mısın?"

 

"Sen iste yeter ki hanım ağam. Hala konuşmak ve geçmişi aydınlatmak istiyor musun?"

 

Dilşah onayla başını sallamıştı. Hazar gülümsemiş ve sevdiği kadının alnından öpmüştü.

 

"Çok güzel olduğunu daha önce söylemiş miydim?"

 

"Hayır!"

 

"O zaman, çok güzelsin ve bunu daha çok söylemeliyim."

 

Dilşah ve Hazar gülümsemişti. Hazar aklına gelen soruyu yönelttiğinde Dilşah, biraz düşüncelerine dalmıştı.

 

"Peki, sana Avşin demelerinden rahatsız oluyor musun? Sanırım sana Avşin demek istiyorlar ve bu seni rahatsız ediyorsa bunu çözebiliriz."

 

"Sorun değil. Aslında bana yani bebekliğimde ki bana değer vermeleri hoşuma gidiyor. Çünkü ben böyle bir sevgi hissetmemiştim."

 

Hazar'ın bakışlarından ne demek istediğini anlamıştı Dilşah. Alt dudağını ısırmış ve masum bir ifadeye bürünmüştü.

 

"Senin sevgin ayrı lübbetülayn. Sen benim kaderimsin. Senin sevgini, hiç kimseyle kıyaslayamam" diyerek sevdiceğinin gönlünü almıştı. Birlikte içeri girmiş ve Dilşah'ın mutfağa girişini izlemişti.

 

Salonda oturan eniştesinin yanına giderek oturmuş ve konuşmaya başlamıştı. Bir süre muhabbet ederken konu Avşin'e yani Dilşah'a gelmişti. Sahi, eniştesi bu durumu nasıl kabullenmişti?

 

Tabi ki soracak vakti olmamıştı. Sofranın hazır olduğunu belirten Hülya, herkesi masaya çağırmıştı. Hazar ve Ezham ağa, yemek odasına giderek kendi yerlerine oturmuşlardı. Yemek masası normal bir aile masası gibiydi.

 

Sanki hiç dertleri yokmuş ve yıllardır bir aradaymış gibi yemek yiyor ve sohbet ediyorlardı. İçlerinde en sakini Dilşah'tı. Kendisini yabancı hissediyordu. Bu durumu sindirmeye çalışıyordu.

 

"Ne olursa olsun, bugün geçmişi aydınlatmalıyım. Eğer böyle giderse içimde yaşayacak çok boşluk olacak ve bu da benim hayatımı zorlaştıracak" diye içinden geçirmiş ve kahvaltısını yapmaya devam etmişti.

 

Kahvaltı yapılmış ve masa toparlanmıştı. Hülya ve Dilşah, birlikte mutfağı toparlıyor ve sessizce işleri bitirmeye çalışıyordu. İkisinin de aklında çok soru vardı ama ikisi de susuyordu. İşlerin bitmesiyle içeri geçecekleri zaman, Hülya Dilşah'ın kolundan tutmuştu.

 

"Abla!" dediği kadının tepkisini anlamak için yüzüne baktı bir süre. Dilşah'ın sessiz ve sakin tavrı ona cesaret vermişti. Elini, Dilşah'ın kolundan çekerek söyleyeceklerini söylemek için ağzını araları.

 

"Ben geçmiş için özür dilerim. Aslında ben, aslında hatamı anladım. Beni kötü biri olarak görme. Hem... Hem ben galiba başkasına âşıkmışım. Yani bunu nasıl bilebilirim bilmiyorum. Korkuyorum ve bilmiyorum. Neyse hadi gidelim biz."

 

"Özür dilemen güzel. Diğer konu için konuşmak istersen her zaman yanında olabilirim. Düne kadar bende aşkı bilmezdim ama öğrendim. İstersen..."

 

"Şimdi olmaz. Yani herkes buradayken ve sizin tepkiniz... Aslında ben konuşmak isterim ama önceliğimiz başka konular. Onları bitirince konuşuruz. Tabi sende istersen" diyerek Dilşah'ın cevabını bekledi.

 

Dilşah, her zaman bir kız kardeşi olmasını isterdi. Çünkü bir kız kardeşi olursa, onunla her konuda konuşabilir ve dertleşebilirdi. Hülya'da aynı duygularla büyümüştü ama kız kardeşi olmamıştı. İki genç, birbirine hasret büyümüştü.

 

Sonunda iki genç içeri gelmiş ve muhabbete katılmıştı. Muhabbet her seferinde geçmişe geliyordu. Sonunda Dilşah cesaretini toplamış ve sorusunu Dilan Kırklıhan'a ulaştırmıştı.

 

"Geçmişte ne oldu? Bana tüm ayrıntılarıyla anlatır mısınız?"

 

Bölüm Sonu

 

Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.

 

Bölümde en beğendiğiniz kesit neresiydi?

 

Loading...
0%