Yeni Üyelik
37.
Bölüm

Bölüm 37

@zeeyneep41

Heyoooooo. Bölümlendiniz şekerlerim.

 

Sol alt köşedeki yıldızlara basarak yıldızlanalım.

 

Satırlar arasına yorumlar bırakmayı unutmayınız.

 

Dilşah ve Hazar için kalpler bırakma satırıdır :D ( DilZar )

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

~~~~~~~~~~~~~~~~

 

Bir zamanlar zalim, acımasız ve güçlü bir Ateş varmış. Tüm yurdu yakıyor ve küle çeviriyormuş. Herkesin kendisinden kaçması hoşuna gidiyor ve bundan zevk alıyormuş. Güçlendikçe güçlenmiş ve artık yavaş yavaş küle çevirmeye devam etmiş.

 

Günlerden bir gün yolu bir nehir kenarına gelmiş. Orada duru mu duru, güzel mi güzel bir kadın görmüş. Adını sormak için çabalarken ilk defa, yakmak yerine yanında olmak istemiş.

 

"Bakar mısınız?" diye kadına seslenmiş.

 

Kadın yavaşça döndüğünde önce korkuyla irkilmiş. Bir iki adım atarken Ateş elini uzatmış.

 

"Hayır! Hayır, size zarar vermem" diyebilmiş.

 

Kadının korku dolu yüzü önce tereddütle bakarken Ateş, kadına zarar vermemek için temkinli davranıyormuş. Bu durumu fark eden kadın, yavaşça gülümsemeye başlamış. Ateş o an ismini sormak isteyerek söze girmiş.

 

"İsminizi öğrenebilir miyim?" demiş tok sesiyle.

 

"Ben Su! Peki, siz kimsiniz?" diye narince sormuş.

 

"Bende Ateş!" diyerek muhabbet etmeye başlamışlar.

 

Birbirlerini tanımak adına her şeyi soruyor ve zaman geçirdikçe de, kalplerinde bir ısınma hissediyorlarmış. Günleri birlikte geçiren Ateş ve Su, yavaşça daha da yakınlaşmak ister olmuşlar.

 

Bu hislerin arasında, bu kadar az temas onlara yetmez olmuş. Eline dokunmak ve tenini hissetmek istiyormuş ve Su'yu korkutmadan bunu nasıl konuşacağını düşünüyormuş. Su ise Ateş'in düşünceli halini görmüş ve konuşmak istemiş.

 

"Seni üzen bir şey mi var Ateş?" diye sormuş.

 

"Ben... Ben bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Benden korkmanı ve kaçmanı istemiyorum" diyerek Su'ya dönmüştü.

 

"Senden kaçmayacağım ama içindekileri benimle paylaşmazsan muhtemelen içindekiler seni yiyerek bitirecek" diyerek cesaret vermişti.

 

"Artık ben sana dokunmak istiyorum. Seni hissetmek ve seninle bir olmak istiyorum" diyerek ifade etmiş.

 

Su bu durumu anlayabiliyormuş. Çünkü içinde hissettikleri, ona da yetersiz geliyormuş. Ateş'in söyledikleriyle üzerinden bir yük kalkmış gibi hissediyordu. Ateş'e bakışlarındaki değişiklikle, Ateş cevabını almıştı.

 

Birbirlerine dokundukları ilk anlarda, sakince birbirlerini hissetmeye çalışıyorlarmış ama tutkular da devreye girdiği anda, Ateş'in gücü büyümüş. Su ise tutkularla daha da soğumuş ama Ateş'in gücüyle de, Su'ya zarar verir olmuş.

 

Su, kendisi farkında olmadan Ateş'in gücüne zarar veriyor ve bu durumu da kontrol edemiyormuş. Kendisi zarar görüyor ve zarar veriyorken bu ilişki böyle devam edemeyecek diye düşünmeye başlamış.

 

Su Ateş'in dikkatini bile çekmeden gecenin bir saatinde, Ateş'e not bırakarak kaçmış. Gittikçe gitmiş. Dağlar, yollar ve diyarlar geçerek sabaha ulaşmış. Sonunda kendine bir yer bularak uzaklarda yaşamaya çalışmış.

 

Aklında ve kalbinde Ateş, hayatını sürdürmek için çabalıyormuş. Bu sırada Ateş, sabah saatlerinde uyanmaya başlamış. Su'yu aramış ve sonunda kendisi için bıraktığı notu bulmuş.

 

Ateş, Su'yun kendisini terk ettiğini öğrenmiş. Öfkelendikçe öfkelenmiş. Öfkeyle büyüyen Ateş'i daha da kuvvetlenmiş. Sıçraya sıçraya her yeri kül etmeye başlamış. Yaka yaka ilerlemiş ve her yerde Su'yu arar olmuş.

 

Özledikçe öfkeleniyor ve öfkelendikçe de kuvvetleniyormuş. Gittikçe gitmiş. Dağları, yolları ve diyarları geçerek yaka yaka ilerlemişti. Kül ettiği yerlerde arağını bulamamıştı. Sonunda dağın tepesinden suyu görmüş.

 

Ateş hızla suya doğru ilerlerken içindeki özlem, onun ateşinin küçülmesine neden oluyordu. Yaklaştıkça da Su'yu görmüş. Su özlemekten ve gidişinin ağırlığından hastalanmaya başlamış.

 

Ateş tüm öfkesini unutarak sevdiğine yaklaşmış ve özlemle iki âşık birbirine sarılmış. Son kez uyanan tutkularıyla bir olmuş ve birbirlerini hissetmeye başlamışlar.

 

Ateş Su'ya dokundukça gücünü kaybediyor ve sönmeye başlıyormuş. Su ise Ateş'i hissettikçe buhar olup uçuyormuş. Sonunda Ateş ve Su, tamamen yok olmuş.

 

O zamandan beri derler ki, Ateş hep suyu ararmış. Su da hep Ateş'e yanarmış. Ateş'in yüreğini hep Su, Suyun yüreğini de hep Ateş söndürür olmuş.

 

Dilşah yavaşça gözlerini açarak Hazar'a bakmış.

 

"Ateş ne kadar da seni anımsatıyor" diyerek kendilerini düşünmeye başlamıştı. Hazar zalimdi ama evlendikleri günden beri değişmişti. Babasını ve Azat'ı öldürmemiş ve sürgün etmişti. Ölüm kadar ağırdı ama ölüm değildi.

 

"Su da senin gibi, zarif" diyerek Dilşah'a bakmıştı.

 

Dilşah, biraz olsun dağılan kafasıyla sevdiğine gülümsemişti. Bu adamın her hali, içinde ki aşkı kıpırdatıyordu. Yavaşça yerinden kalkarak Hazar'ın göğsüne yaslanmış ve sevdiğini hissetmeye başlamıştı.

 

Bu sırada Dilan ve Ezhem ağa, arar ara genç çifte bakıyor ve onların bu mutluluklarına gülümsüyordu.

 

"Biliyor musun Ezhem. Havin'in kaçtığını duyunca çok korkmuştum ama Hazar, kızımı öyle sevdi ki... Şimdi onları böyle gördükçe çok seviniyorum."

 

"Biliyorum Dilan'ım, biliyorum. Bende Avşin'i böyle mutlu gördükçe seviniyorum. Onlara bakınca da, bizim geçmişimizi görüyorum" diyerek Dilan Hanıma gülümsemişti.

 

Dilşah ve Hazar, yavaşça içeri girmiş ve Dilan Hanımın durumuna bakmıştı. Çünkü devam edecek kadar kendisini toparlamış ve artık dinlemeye hazırdı. Salona gelerek yan yana oturan Dilan ve Ezhem ağaya baktı.

 

Dilan Hanım anlatmaya devam etmesi gerektiğini biliyordu ama Dilşah'ın ne tepki vereceğini de bilemiyordu. Yavaşça geçmişe doğru, anılarında süzülerek ilerliyordu.

 

Flash Back

 

Dilan, mezarlıkta ağlamaktan helak olmuştu. Yavaşça hava kararıyordu ama Dilan yerinden kalkacak kadar güçlü değildi. Ezhem, içinde hissettiği huzursuzlukla eve erken gitmek istemişti.

 

Eve geldiğinde annesinin telaşlı haliyle karşılaşmıştı. Annesi, mezarlık ziyaretinden dönmeyen eşi için endişe etmişti. Ezhem hızla mezarlığa doğru giderek eşini bulmak istemişti.

 

Avşin'in mezarlığında Dilan'ı bulamamış ve etrafa bakmaya başlamıştı. Mezarlığın diğer çıkışında, Dilan'ı yerde bulmuştu. Ağladığı ve bitap düştüğü için, iki büklüm duruyordu.

 

"Dilan! Ne oldu, senin burada ne işin var?"

 

"Onu gördüm Ezhem, kızımı gördüm."

 

"Ne demek kızımı gördüm? Dilan sen iyi misin? Hadi, hadi gel evimize gidelim."

 

"O adam onu kaçırmış Ezhem. Benim kızımı kaçırmış. Kızım ölmemiş."

 

Ezhem yıllardır araştırdığı gerçeği bulmuştu. Birileri plan yapmıştı ama Ezhem bunu bulamamıştı. Yeterince kamera ve delilleri yoktu. Bu yüzden sessiz kalmış ve Dilan'ı umutlandırmak istememişti.

 

"Kim kaçırmış, ne diyorsun sen?"

 

"O adam, Avşin'imin babası... O adam hastaneden kaçırmış kızımı. Görsen Ezhem, öyle güzeldi ki. Güzeldi ve kokusu hiç değişmemişti. Onu zorla aldılar kucağımdan."

 

"O adam... Kim o adam Dilan?"

 

Dilan o an Ezhem'e dönmüştü. Söylemek ve söylememek arasında kalmıştı. Kocasının yapacakları da az değildi ama o adam, asla uğraşılacak bir adam değildi. Kocasının canının yanmasını istemiyordu.

 

"Onun kim olduğunu söylemeyeceğim. Bunu konuşmuştuk. Asla ama asla, onunla uğraşmanı istemiyorum."

 

"Peki, o zaman Avşin'i nasıl geri alacaksın?"

 

"Ben... Beni istiyor. Gel ve kızınla yaşa diyor."

 

"Sen aklını mı kaçırdın Dilan? Seni taciz eden adama mı gideceksin? Eşi varsa ne yapacaksın? Eşi, çocukları varsa ne olacak Dilan? Bir yuvanın yıkılmasına sebep olacaksın. Çocukları babasız bırakacaksın. Hadi aşiretimi senden uzak tuttum diyelim. Tüm bunlara değecek mi?"

 

Dilan güçsüzdü. Gidecek kadar gözünü karartmıştı ama duydukları, onu kendine getirmişti. Daha da ağlamaya başlamıştı. Çocukları ve eşi olduğunu zaten biliyordu ve bunu o kadına ve çocuklarına yapamazdı.

 

Ne olursa olsun, bunu kimse hak etmiyordu. Ezhem haklıydı ama anlayamadığı bir şey vardı ki, o da annelik duygularıydı. Evladı için herkesi karşısına alabilecek ve her türlü yola gidebilecek gibiydi.

 

Bir süre düşündü Dilan. Günler haftaları, haftalar da ayları kovalarken Dilan, asla kızından vazgeçmemişti. Onu uzaktan görüyor ve okul başarılarından haberdar oluyordu. Okuma yazma bayramında ve ilk mezuniyetinde gizli ve uzak noktadan izlemişti kızını.

 

Hülya ve diğer çocukları doğduğunda da, artık gidiş gelişleri azalmıştı. Kızını üniversitenin ilk gününden sonra da görememişti. Çünkü artık Hülya, annesini fazlasıyla sorguluyordu. Şimdi de kader onu, kendi yeğenine yazmıştı.

 

***

 

Birçok açıdan, kendisi istenmemişti. Gebe kaldığında ve babası çağırdığında annesi onu istememişti. En kötüsü de Dilşah, bunların nedenleri anlayabiliyordu. Dilan Hanım haklıydı ama kendisi bu yüzden hiçbir yere sığamamıştı.

 

Dilan Hanım çok acılar çekmişti ve Dilşah'ta onun kadar yanmıştı. Belki de hikâyenin en masum kişisiydi ama yine de acılar onu da bulmuştu. Zaten bu hayatta hep, zalim ailelerin cezasını çocukları çekiyordu.

 

Dilşah ne söyleyeceğini bile bilememişti. Yanına gelen kardeşlerine bakmıştı. Onlar gibi olabilirdi ama olamamıştı. Kime kızacağını bile bilmiyordu. İçinde koşturan acılar, onun rahatlamasına bile izin vermiyordu.

 

"Anlatacağınız daha başka şeyler var mı?"

 

Dilan Hanım tepkisini merak ediyordu ama kayıtsız kalacağını da düşünmemişti. Kızını sarıp sarmalamak için bekliyordu çok kolay olmayacağını düşünmese de, biraz olsun kendisini anlamasını umuyordu.

 

"Anlatacaklarım bitti ama söyleyeceklerim bitmedi. Gelseydim de mutlu olamazdım. Kızım! Sen hep içimde olacaksın ama o zaman gelseydim eğer, ne ben mutlu olabilirdim ne de seni mutlu edebilirdim."

 

"Kendi açınızdan haklı olabilirsiniz ama beni almak için hiçbir çabaya da girmediniz. Okuldan dönerken veya başka bir yerde, beni kaçırmak zor değildir diye düşünüyorum. Babam zalimdi, siz masum. Sizden doğan ben ise masumiyettim. İki koca yetişkinin oyunlarında da heba oldum. Biraz zamana ihtiyacım olacak" diyerek dışarıya çıkmıştı.

 

Hazar, kadınını dışarıda da yalnız bırakmamıştı. Dilşah ağlamıyordu ama gülmüyordu da. Hazar sarılmış ve duygularını hissetmek istemişti. Dilşah, kendini bir tek Hazar'ın yanında iyi hissediyordu.

 

"Dinleyince geçecek zannettim ama bu kadar acı vereceğini bilemedim."

 

"Zaman ver kendine Dilşah'ım. Ben yanındayım."

 

Hazar, sessizce kafasında planlar yapmıştı. Telefonla aramalar yapmış ve planından Dilşah'a bahsetmek istememişti. Dilşah ise Hazar'ın ne planladığını anlamaya çalışıyordu.

 

"Hazar, ne yapıyorsun sen?"

 

"Sürpriz hanım ağam, sürpriz. Biraz beklemen gerekecek."

 

Dilşah gülümsemiş ve yavaşça içeri girmişti. Odasına çıkarak eline aldığı kitabı okumak için terasa çıkmıştı. Hazar ise hiç istemese de, çalışmak zorundaydı ve birkaç iş için ayrılmak zorunda kalmıştı.

 

Biraz sonra Hülya, Dilşah'ın yanına gelmiş. Konuşmak istiyordu ama Dilşah'ın ne diyeceğini de bilemiyordu. Güzel bir tanışma yaşamamışlardı ve iyi de bir hikâyeleri yoktu.

 

"Ne diyeceğim ki şimdi? Seninle konuşmak istiyorum desem kabul eder mi ki? Of Hülya of! Ne diye geldin ki şimdi. Neyse gideyim ben" diye mırıldanırken Dilşah, kapıda sesler duymuştu.

 

Kapıya doğru ilerlemiş ve sonunda da kapıyı açmıştı. Dilşah arkası dönük bir Hülya görürken Hülya'da, gitmek üzere yakalanmış gibi hissediyordu.

 

"Hülya! Bir sorun mu var?"

 

"Ben... Ben seninle belki konuşuruz diye düşünmüştüm."

 

"Olur. İstersen ortak terasa geçebiliriz."

 

"Tamam. O zaman ben gideyim ve ikimize kahve alayım. Sonra orada buluşalım mı?"

 

"Tabi ki, üzerimi değiştirip geliyorum."

 

Bölüm Sonu

 

Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.

 

Bölümde en beğendiğiniz kesit neresiydi?

 

Loading...
0%