Yeni Üyelik
38.
Bölüm

Bölüm 38

@zeeyneep41

Heyoooooo. Bölümlendiniz şekerlerim.

 

Şekerlerim bu bölüm Dilşah ve Hülya, artık biraz yakınlaşmalı sanki...

 

Sol alt köşedeki yıldızlara basarak yıldızlanalım.

 

Satırlar arasına yorumlar bırakmayı unutmayınız. Sizin yorumlarınızı bekliyorum şekerlerim çünkü yorumlar düzenlemede yardımcı olabilir.

 

Dilşah ve Hazar için kalpler bırakma satırıdır :D ( DilZar )

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

~~~~~~~~~~~~~~~~

 

Kızlar yaklaşık beş dakika sonra, ortak terasta buluşmuş ve kahvelerinden yudum almaya başlamıştı. Hülya, nasıl konuşacağını bilmiyordu. Dilşah'ta, ne konuda konuşmak istediğini merak ediyordu.

 

"Öncelikle Hülya, bugün konuşulan geçmiş hakkındaysa konuşacakların... Bence ikimizde buna hazır değiliz. Geçmiş ağır ve benim açımdan çok zor."

 

"Anlıyorum. Peki, o zaman başka bir şey konuşalım. Yanlış anlama, kötü tanıştık ve amacım ablamla, yani ne olursa olsun bir kız kardeşim olsun isterdim. Şimdi bir ablam varken yakın olmak istiyorum."

 

"Anlıyorum. O zaman bana bu "Âşık mıyım bilmiyorum" dediğin kişiyi anlatır mısın? Merak ettim ve belki yardımım dokunur" diyerek göz kırptı.

 

"Sanırım bu konuda, bana gelecek tepkilerden korkuyorum. Her şey bir anda oldu. Bir an geldi ve ben onu görmeye başladım. Şimdi onu düşünüp duruyorum. Bir olay olunca kendimi "keşke burada olsa" diye düşünürken buluyorum."

 

"Aslında aklındaydı da, sen şimdi onu görmeye mı başladın?"

 

"Hayır! Seçenek bile değildi. Aslında yakışıklı bulurdum ama o konuda bakamazdım. Sebebi yoktu ama nedense ona âşık olmak zor bir şeymiş gibi gelirdi. Sen hastaneye kaldırılmışsın o gün. Annem geldiğinde babam bize bu geçmişten bahsetti."

 

Dilşah derin bir nefes almış ve Hülya'ya bakmıştı. Devam etmesi için gülümsemiş ve cesaret vermek istemişti.

 

"Tepki göstermenden korktuğum için önce sana her şeyi anlatmak istiyorum" diyerek Hülya, hastanede yaşananları anlatmaya başladı. Hislerini ve sonrasında oluşan hisleri anlatarak Dilşah'ın anlamasını istiyordu.

 

Tam iki saat boyunca, Ağir'in adını vermeden Ağir'i anlatmıştı. Dilşah, gülümsemiş ve duygularını anlamaya çalıştığı kardeşine bakmıştı. Bu sırada Hazar gelmiş ve balkonda konuşan iki kardeşin konuştuklarına kulak misafiri olmuştu.

 

Hazar kendisini fark eden Hülya'ya, elini dudaklarına götürerek "Şşş" demiş ve susmasını istemişti. Bu sırada Dilşah, aşkın ne olduğunu anlatıyordu.

 

"Aşkla ilgili çok bir bilgim yok. Bende kendisiyle yani tanıştım ama bildiğim kadarıyla aşk, sevdanın daha da ilerisinde. Her an sevdiğin adına korkabilmekmiş aşk. Sevdiğini her gördüğünde, kalbinin küt küt atması ve o heyecanın hiç bitmemesiymiş.

 

Gözlerine bakmak için zaman saymak ve baktığında da, her detayını kalbine çizmekmiş. Zaman sizi ayırmaya çalışsa da, kalbiniz ayıramadığı için, zamanında teslim olmasıymış aşk. Elini tutmak için çabalamak ama tutunca da bırakmaktan korkmakmış...

 

Tuttuğun elin sorumluluğunu almak ve sonsuz güvenle bağlanmakmış. Gerektiğinde sırtını dayamak ve rahat bir nefes alabilmekmiş. Onun yanında kendin olmak ve hiçbir şeyden çekinmemekmiş aşk.

 

Sadece aşkla da olmazmış. Aşkın, üç yakın arkadaşı varmış.

 

Saygı, sevgi ve güven...

 

Sevgi önce kapıyı çalar ve kalpleri ısıtırmış. Bir süre bu şekilde yaşadığı kalplere, dostu saygı ve güveni çağırırmış. Saygı ve güvenin de, kendisi gibi yer ettiğini görünce de, daha yoğun hisleri olan dostu aşkı çağırırlarmış.

 

Aşkın gelişiyle de, insanlar daha tutkulu ve yüksek notalarda olurmuş. Sevgi, güven ve saygı, bir olarak arkadaşı aşkı besler ve ebedi olması için çabalarmış. Bir ilişkide sevgi temeldir. Güven ve saygı da buna eş değerde gelir.

 

Sevdiğine saygı duyarsın. Saygı duyduğuna güvenirsin ve güvendiğine âşık olursun. Tüm bunlar olmazsa da, aşkın önemi ve kıymeti kalmaz. Bir süre sonra, patika bir yolda izi kaybolur aşkın..."

 

"Söylediklerini düşüneceğim abla. Şey o zaman ben bu kahveleri götüreyim. Seninle de sonra konuşuruz. Hem yemekte de görüşürüz. Hadi ben kaçtım. Teşekkür ederim her şey için" diyerek hızla uzaklaşmıştı.

 

Dilşah anlamsızca bakmış ve ne diyeceğini bilememişti. Kendisiyle konuşmak isteyen kardeşi, şimdi kaçar gibi uzaklaşmıştı. Bu düşüncelerle gideceği sırada arkasındaki eşini fark etmişti.

 

"Şimdi Hülya'nın neden kaçtığı anlaşıldı. Ne zaman geldin sen?"

 

"Yeterli bir süredir. Peki, sana bu güzel aşkı öğreten kimdi?"

 

Hazar gülümseyerek Dilşah'a bakıyor ve söyleyeceklerini öğrenmek istiyordu. Dilşah ise bir sessizce kocasına bakmış ve bakışlarındaki değişikliği hissettirmişti. İçindeki kaplan hisleri uyanmış ve Hazar'ı bekliyordu.

 

Elini tuttuğu adamı ardında yürütüyordu. Hazar, Dilşah'ın yüzünde gördükleriyle şaşkına uğrasa da, bunu belli etmeden kadınının ardından ilerliyordu. Odaya girdiklerinde Dilşah, kendisini Hazar'a teslim etmişti.

 

Duygusal boşluğunu, kocasının sevgisi ve ilgisiyle doldurmak istiyordu. Odaya girer girmez Hazar, Dilşah'ı duvara yapıştırmış ve dudaklarında soluklanmaya başlamıştı. Derin derin nefes alan iki aşığın da içinde, birleşme arzusuyla yanan bir ateş vardı.

 

Hazar bugün yavaş ama biraz sert davranıyordu. Dilşah ise bundan etkilenmiş olsa da, biraz hızlanmasını istiyordu. Çünkü duş almak ve yemeğe inmek için pekte bir zamanları yoktu. Kimsenin anlamasını istemediği için hızlanmaya çalışıyordu.

 

Hazar, bu düşünceleri sesli söylemesine gerek olmadığı için, Dilşah'ın neden hızlanmaya çalıştığını biliyordu. Dilşah'ın bu isteğini geri çevirmeden hızlanmış ve tüm biriken stresini, orada bırakmıştı.

 

Bir atom bombasının parçalara ayrılıp sonra da birleşmesi gibi bir his uyandırmıştı. Önce dağılmış ve sonra da toparlanmışlardı. Sonunda Dilşah, Hazar'ın yanına yattığında sorduğu sorunun cevabını fısıldamıştı.

 

"Bana aşkı öğreten adam, bana hayatın güzel olabileceğini ve umutların hala var olduğunu öğreten adamdır. O adam; isterse zalimlerden daha merhametli, güvenilir, saygı ve sevgi dolu, her yerde çiçek açtırabilen bir adamdır. O adam, sensin Hazar Ateşoğlu. O adam sensin kocam."

 

Hazar gülümseyerek kadınına dönmüş ve dudaklarına bir buse kondurmuştu. Aklına gelen muziplikle Dilşah'ın kendine gelmesine yardımcı olmuş ve ardından da kahkahayı patlatmıştı.

 

"Böyle konuşmaya devam edersen ikinciyi deneriz. Belki de yemeğe hiç inemeyiz."

 

Hazar'ın gülüşleri arasında Dilşah, çatık kaşlarıyla Hazar'a bakmıştı. Hızla kendisini duşa atmış ve saçlarını da güzelce kurutarak duştan çıkmıştı. Hazar'ın duş almasını beklerken giyinmiş ve yüzüne birazda makyaj yapmıştı.

 

Hazır olduğunda Hazar'da duştan çıkmış ve kadınının onun için çıkardığı eşyaları giyinmeye başlamıştı. Dilşah bu sürede yatağı toparlamış ve birlikte aşağı inmeye başlamışlardı. Yemek odasından güzel kokular gelirken Dilşah ve Hazar, salonda oturan Kırklıhan ailesine katılmıştı.

 

Birlikte günlük hayattan konuşan aile, hazır olan yemekleri yemek için yemek odasına geçmişlerdi. Lezzetli yemekler eşliğinde sohbetler edilirken Boran, ablasına sorduğu soruyla Dilşah'ı hayata döndürmüştü.

 

"Abla, sen mimarlık okuyormuşsun ve bu sene son senenmiş. Bende bu sene üniversiteye hazırlanıyorum ama hala kararsız kaldığım noktalar var. Bana yardımcı olabilir misin? Belki senin diğer bölümlerden arkadaşların vardır ve bana bölümler hakkında fikir verebilirsin."

 

"Olur. Aslında bildiğim birkaç bölüm var. İstediğim bir bölümdü mimarlık çünkü çizim yapmayı seviyorum ve bunu kullanmak istedim. Gerçi ne durumdayım bilmiyorum. O gün final sınavlarımdan birine girecektim ama giremedim."

 

Hazar, o günleri hatırlayarak yüzünü buruşturmuş ve Dilşah'a dönmüştü.

 

"Ben hallettim. Telafi sınavlarına gireceksin ve geçeceğine eminim zaten. Sonra da mezuniyetiniz olacak. Mezuniyete katılmak istersen eğer katılabilir ve arkadaşlarınla eğlenebilirsin."

 

"Herkes kavalyesi ile gidecek. Sen gelmeyecek misin?"

 

Hazar gülümsemiş ve bu soruyu cevapsız bırakmaya dayanamamıştı. Yavaşça Dilşah'a yaklaşmış ve kulağına fısıldamıştı.

 

"Teklif edersen hanım ağam, tabi ki seninle gelirim."

 

Dilşah'ın tüyleri diken diken olmuştu. Hazar'ın kulağına fısıldamasından mı, yoksa bu kadar yakın olmalarından mı emin değildi ama yine de bu adamın kendisinde bıraktığı her etkiyi seviyordu.

 

Yemek sonrası herkes bahçede oturmuş ve çay içmeye başlamışlardı. Çay içerken sohbet etmenin tadını alan Dilşah, bu anın tadını çıkarıyordu. Artık Kırklıhan ailesine daha da yakınlaştığını hissediyor ve bu anın kendinde oluşturduğu duygulara odaklanıyordu.

 

Gece sonuna doğru gelirken Dilşah ve Hazar odalarına çıkmış ve gece için hazırlanmışlardı. Yatmadan önceki son rutinlerini yapmış ve pijamalarını giyinmişlerdi. Birbirine sarılarak uzanan iki genç, kalplerini hızlandıran duygularını konuşuyorlardı.

 

"Dilşah, bana ne hissettiğini anlatır mısın? Sanki seni sıkan bir şeyler var" diyerek konuyu değiştirmişti.

 

"Ben... Aslında ben babamın neden beni kaçırdığını bilmiyorum. Bunu anlamak istiyorum. Merak ediyorum amacı neydi?"

 

"Benim bir iş için İstanbul'a gitmem gerekiyordu. Ben senin bu durumundan dolayı gitmek istemedim ama bugün birlikte gideriz diye bilet aldırdım. Bir hafta seninle orada kalacağız. Aslında işim üç gün sürer ama bir hafta orada kalacağız çünkü biraz gezmeni istiyorum. O zaman seni babana götüreceğim ve istediğini soracaksın."

 

Dilşah heyecanlanmıştı. Çünkü İstanbul'u hep dizilerde ve arkadaşlarının anlattıkları kadar biliyordu. Hiç gitmemişti ve gitmek istiyordu.

 

"Uçak kaçta peki? Ay bavul hazırlamamız lazım."

 

Hazar heyecanlanan kadınına ve gözünde parıldayan ışığa bakmıştı. Gerçekten heyecanlanmış ve istemişti. Onun heyecanı kendisini de sarmış ve eşine gerekli bilgileri vermişti.

 

"Uçağımız saat onda ve iki saat sürecek. Ev fazla uzak değil ama trafiğe bağlı değişir. Bavul hazırlamana gerek yok çünkü benim olan her yerde, senin bir eşyan vardır. Seni bavullarla uğraştırmak istemiyorum. Şimdi uyuyorsun ve teyzemlerle son kahvaltımızı yapıyoruz. Onlar evlerine ve bizde İstanbul'a gidiyoruz."

 

"Tamam, şimdi ben hemen uyurum zaten" diyerek gözlerini kapatmış ve uykunun kendisini bulmasını beklemişti. Uyku hemen gelmiyor ve Dilşah'ın yatakta dönmeleri yüzünden Hazar'da uyuyamıyordu.

 

"Dilşah iyi misin?"

 

"İyiyim de, sanırım heyecandan uyuyamayacağım. Hazar..."

 

"Efendim karım."

 

"Bana İstanbul'un tüm güzelliklerini gösterecek misin?"

 

"Neden olmasın. Ben seni üç gün biraz yalnız bıraktığımda sende telefonunla araştırırsın. Nerelere gitmek istediğini not edersin. İstersen planlama bile yapabilirsin."

 

"Ya gerçekten mi? Hemen yarın gidince yapacağım. Birde bana boğazı gezdirir misin? Çok güzel olduğunu duymuştum arkadaşlardan. Birde Ayasofya ve müzeler var. Birde Miniatürk..."

 

"Hepsine gideriz karım ama sen uyumazsan yol seni yorabilir. Ayrıca İstanbul'un havası farklı ve başta çarpabiliyor. Bu yüzden iyi dinlenmelisin."

 

Dilşah, Hazar'ın kolları arasında, gezeceği yerlerin hayallerini kurarak yatıyordu. İlk defa şehir dışına çıkacak gibi hissediyordu. Babasıyla Van, Kars, Diyarbakır ve Gaziantep'e gitmişti ama sanki hiç Mardin'den çıkmamış gibi hissediyordu.

 

Dilşah hayaller kurarken Hazar, kendini uykunun derin kollarına doğru bırakmıştı. Dilşah'ta bir süre sonra kendini uykuya teslim etmiş vebitkin bedenini dinlendirmeye başlamıştı.

 

 

Bölüm Sonu

 

Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.

 

Bölümde en beğendiğiniz kesit neresiydi?

 

Loading...
0%