46. Bölüm

Bölüm 46 (Finale bir kala)

Zeynep Özdemir
zeeyneep41

Heyoooooo. Bölümlendiniz şekerlerim.

 

Sol alt köşedeki yıldızlara basarak yıldızlanalım.

 

Satırlar arasına yorumlar bırakmayı unutmayınız.

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

~~~~~~~~~~~~~~~~

 

1 Hafta Sonra

 

Dilşah ve Hazar, bugün doktor randevusuna gideceklerdi. Doktor randevusu sonrasında da, abileriyle babasına gideceklerdi. Bir hafta önce babasının yanından geldiklerinde, kendini kötü hissetmişti.

 

Sürekli ölüm var diye düşünüyor ve kendini harap ediyordu. Sonunda abilerini ikna etmek istemişti. Evin en çok dayak yiyeni Dilşah'tı. Halk arasında "Annesi olmayanın babası da olmaz" sözünün vücut bulmuş haliydi Dilşah.

 

İkna olmaları bu yüzden uzun sürmemişti. İkna edilecek bir şey olduğunu da düşünmemişlerdi. Çünkü Dilşah, bir Ateşoğlu'ydu. Kimse onun karşısında "Hayır" diyemezdi. Dilşah ise bu durumu kullanmadan rica etmişti.

 

Sonunda doktor randevusunda sıra Dilşah'a gelmişti. Hazar, bebeklerinin kalp atımlarını duyacak olmanın sevincini yaşıyordu. İlk defa hissettiği bu hisler, içinde büyük bir farklılık hissettiriyordu. Doktor odasına giren Dilşah, geçen bir haftasını anlatmıştı.

 

Doktor tavsiyelerini vermiş ve Dilşah'ın kilosuna bakmıştı. Sonrasında sedyeye yamasını ve karnını açmasını istemişti. Hazar, eşine yardım ederek yatmasını sağladı. Karnını açtıklarında, doktor hanım gelmişti.

 

Soğuk jelin bedenine değmesiyle irkilen Dilşah, kendini hazırlasa da yapamamıştı. Hızla kendine gelerek doktora baktı. Doktor hanım ekrana bakıyor ve gülümsüyordu. Siyah bir ekranda görünen hafif beyazlık ve grilikten başka bir şey göremeyen Dilşah;

 

"Bebeğim iyi mi? Neden böyle ekran?"

 

"Sakin olun Dilşah Hanım. Vücut siyah renkle görünüyor. Renksiz ultrason bu. Bu işaretlediğim alan bebeklerin kesesi. Boylarını ölçüyorum."

 

"Bebeklerin mi?"

 

Hazar, doktorun yanlış söylediğini düşünerek gayri ihtiyari bebekler mi diye sormuştu. Doktor hanım ise gülümseyerek başını sallamıştı.

 

"Tebrik ederim artık iki bebeğiniz olacak. Bebekler sağlıklı duruyor. Eğer hazırsanız, kalp atımlarını dinleyelim mi?"

 

Dilşah ve Hazar, bebeklerin ikiz şokunu atlatamadan kalp atımlarını duyacaktı. Onayla başını sallayan Hazar, Dilşah'ın "Bir dakika" demesiyle Dilşah'a döndü.

 

"Hazar, bu anı ölümsüzleştirmek istiyorum. Telefonunu çıkararak video çeker misin?"

 

Hazar önce doktora bakmış ve onay vermesini beklemişti. Doktorun onayı gelince de, hızla telefonunu çıkarmış ve video çekmeye başlamıştı.

 

"Bu birinci bebeğin kalp atımları."

 

Doktor konuşmasını bitirince, at koşturuyormuşçasına bir ses odayı doldurdu. Hazar ve Dilşah duygusal anlar yaşıyordu. Dilşah gözyaşlarını tutamamış ve kenardan akan yaşlarına izin vermişti.

 

"Bu da ikinci bebeğimizin kalp atımları."

 

Tekrar aynı ses odayı doldurduğunda iki âşık birbirine bakmış ve mutluluğunu sözler olmadan paylaşmıştı. Sonunda doktor kapattığında, Hazar'da videoyu kapattı. Dilşah'ı kaldırarak ilaçlarını sordu.

 

Doktor odasından çıkan mutlu çift, arabaya bindiklerinde hemen Ateşoğlu konağını aramıştı. Müjdeli haberi verdiklerinde, bir bebek için kesilen kurban, ikinci bebek içinde kesilmişti. Tüm aşiretler, Hazar ağanın ikizlerini öğrenecek ve kurbanlar sayesinde, bebekler dua alacaktı.

 

Havaalanında buluşan Köroğlu kardeşler, uçağa binmek için gerekli bölmelerden geçerek ilerlemişti. Sonunda uçağa binmiş ve İstanbul için iki saatlik bir uçuş başlamıştı. Zaman geçmiyordu ve Dilşah'ın kalbine ağır gelen bir şey vardı.

 

Tarif edemediği bir ağırlık...

 

Babasıyla olan ilişkisine bağlayan Dilşah, sessizce yolculuğun tadını çıkarırken uykuya dalmıştı. Ta ki uçağın inişe geçişiyle uyanmış ve kardeşleriyle arabalara binmişlerdi. Direk Haşmet Köroğlu'nun evine doğru gidiyorlardı.

 

Saat akşam sekizdi. Babalarıyla çay içer ve yemek yerler diye düşünmüşlerdi. Dilşah'ın dörtteki randevusundan sonra hızla havaalanında buluşmuş ve yola koyulmuşlardı. Abileri normal bir ziyaret gibi hissediyordu.

 

Dilşah ise içindeki ağırlığı saymazsa, biraz heyecanlıydı. İlk defa babası için heyecan yaşayan Dilşah, kendi haline gülümsedi. Sonunda Arabalar gelmişti. Yavaşça herkes inmiş ve abileri anneleriyle selamlaşmıştı.

 

Dilşah, babasının dışarıda beklemesini ummuştu. Sonra kendine sitem ederek "Bu kadar da değişim bekleme Dilşah" diye mırıldandı. Dilan Köroğlu, babasının odasında olduğunu ve merdivenlerden çıkınca sağdaki ilk oda olduğunu söylemişti.

 

Dilşah, girişin solunda bulunan merdivenleri tırmanmaya başladı. Soldaki odanın kapısını çalmış ve ses almak için beklemişti. Babasının sesi gelmediği için tekrar kapıyı çalmış ve "Baba benim. Müsait misin?" diye seslenmişti.

 

İçeriden ses gelmeyince uyuduğunu düşündüğü babasının odasına yavaş ve temkinli bir şekilde girdi. Babasının odası yeterince büyüktü. Çift kişilik bir yatağı ve büyükçe bir dolabı olan oda, sade bir şekilde döşenmişti.

 

Beyaz renklerin hâkim olduğu odadan terasa çıkmak mümkündü. Yavaşça babasının yanına yaklaşarak yatağa oturdu. Babasının omzuna dokunarak "Baba, biz geldik. Abilerim aşağıda ve seni bekliyoruz. Hadi uyan" demek istedi ama babasının gözleri açıktı.

 

Gülümseyerek baktı babasına. "Uyanmışsın. Hadi baba, abilerim geldi. Hadi gidelim birlikte" diyerek baktı ama babası hareket etmiyordu. O an içindeki ağırlık artmış ve acıya dönüşmüştü. Dilşah, ölümle tanışmıştı.

 

İçinden bir feryat koptu ve dudaklarından döküldü. Tüm evi Dilşah'ın "Baba!" diye haykıran sesi doldurmuştu. Haşmet Beyin soğuk ve katılaşmış yüzüne damlayan gözyaşları... O morarmaya başlayan dudaklarını aralamasını istiyordu Dilşah ama olmuyordu.

 

Babası artık yoktu. Varken yoktu ama şimdi daha da farklıydı. Hiç var olmayacaktı. Tam kavuşmuşken yoktu. Sarılmak ve affetmekte zorlanacağı bir babası kalmamıştı.

 

Gitmiş,

 

Terk etmişti.

 

Odaya ilk gelen Hazar olmuştu. Durumu değerlendiren Hazar, hızla Dilşah'a sarılmış ve oradan uzaklaştırmak istemişti ama Dilşah gitmek istemedi. Biraz daha kalmak istemişti. Abileri de ağlıyordu.

 

Dilan Köroğlu ağlarken "Keşke bu kadar acı çektirmeseydin. Keşke ölseydin derken, şuan ölmeni istemedim. Keşke benden sonra ölseydin. Ah Haşmet ağa ah... Sen beni bu dünyada çatısız bıraktın.

 

Sen beni dayanılmaz acılara sürükledin de, içimdeki sevgiyi götüremedin. Az önceye kadar da yanımdaydın. Bir saat önce uyumak istediğinde, inşallah ölürsün demeseydim... Demeseydim de yanımda olsaydın" diye söyleniyordu.

 

Dilşah sakince dinliyordu. Ona da kızamıyordu. Abileri ve Dilan Köroğlu ne yapsa da gözleri kapanmıyordu. Kapanmadığı için de üzülüyorlardı. Hepsi özür diliyor ve tekrar tekrar gözlerini kapatmak için uğraşıyordu.

 

Dilşah yavaşça yaklaştı. Abileri kardeşine yer açarak Dilşah'ın yaklaşmasına izin verdi. Dilşah, babasının yanına yaklaşarak kulağına üç beş cümle fısıldadı.

 

"Hani bana dedin ya zamanı geri alsaydım diye, bende zamanı geri alsam bir hafta öncesine giderdim. O zaman sana, seni affettiğimi söylerdim. Affetmek zor ama imkânsız değil. Hep kötü şeyler anlatıyordum ya, şimdi de iyi bir anı anlatayım sana.

 

İlkokul zamanı okul için malzemeler almaya gitmiştik. Sen ise hızla alınsın derdindeydin. Bir çanta beğenmiştim ve onu almadan gitmek istemiyordum ama Dilan Hanım kendine göre seçmişti.

 

Sen ise yanıma geldin ve o an "Bir çanta almak istesen hangisini alırdın Dilşah?" diye sordun. O an sana o sevdiğimi göstermiştim. O gün bana o çantayı aldın ya, bilemezsin ben nasıl mutlu oldum.

 

Sanki o an dünyalar önüme serildi de, ben prenses gibi oldum. O çantayı sonraki yılın alışverişinde sakladığım için almışlardı ama sen yine bana verdin ve o hep odamda durmuştu. Ben o zamanlar kendimi prenses gibi hissediyordum.

 

Şimdi sende kendini ait olduğun yerde huzurlu hisset. Çünkü kızın seni affetti baba, affetti. Kalbindeki tüm yaralar dindi, öfkesi geçti, kötü hatıraları silindi. Sen bir hafta önce sarıldığım, bana o çantayı alan babamsın ve ben seni affettim."

 

Dilşah'ın sözlerini herkes duyuyordu. Elini kaldırıp babasının gözlerini kapatmaya çalıştığında, tam olarak kapatamadığını gördü. Babasının bir yarası daha vardı. O zaman Dilan Köroğlu'nun, acılı sesi duyuldu.

 

"Anneni ara ve af dile. Yoksa gözleri açık gidecek..."

 

Belki de en zor şeyi istemişti Dilan Köroğlu. Dilşah, yavaşça cebindeki telefona ulaştı. Annesini arayarak telefondaki sesini duymayı bekledi. Dilan Kırklıhan, fazla bekletmeden açmıştı.

 

"Alo anne."

 

"Avşin'im! Neyin var annem. Sesin neden öyle."

 

"Anne! Sana bir şey diyeceğim. Benim için bu dediğimi yapar mısın?"

 

"Söyle Avşin'im, söyle bir tanem."

 

"Anne, babam..."

 

"Ne oldu? Sana bir şey mi yaptı o adam?"

 

"Hayır, hayır öyle değil. Babam artık yok. O... O artık..." diyerek hıçkırdı Dilşah.

 

"Öldü mü?" diye, sakin bir sesle sordu Dilan Kırklıhan.

 

"Evet! Gözleri kapanmıyor. Senden bunu istemem doğru değil ama babamı affetsen olur mu? Hem, sen affettin diye Allah'ta affedecek değil ya. Allah sorsun hesabını olmaz mı?"

 

"Kızım..."

 

Dilan Kırklıhan düşünmeye başlamıştı. İlk defa kızı kendisinden bir şey istiyordu ama istediği çok zordu. Canını istese verirdi ama bu... Dilşah'ın çaresiz sesi tekrar duyulana kadar düşünmüştü.

 

"Anne, lütfen..." diyerek soluklandı çaresizce. Tüm kelimeler tükendiğinde Dilan Köroğlu konuşmaya başladı. Belki de en zor istekti ama Dilan Köroğlu'na da zordu.

 

"Dilan... O artık öldü. Bırak en azından gözleri kapansın."

 

Dilan Kırklıhan sessizliğe gömüldü. Ne diyeceğini bırakın nasıl diyeceğini bile bilmiyordu. Gözünün önünden o günler geçmişti ama Ezhem hep yanındaydı. Kendisine destek olmuş ve onu kötü günlerde yalnız bırakmamıştı.

 

Dilan Kırklıhan zor duyulan bir sesle "Tamam" dediğinde, Dilşah telefonu hoparlöre almış ve yavaşça babasına doğru ilerletmişti. Dilan Kırklıhan'ın narin sesi odayı doldurdu. "Ben seni bu dünya da affettim Haşmet Köroğlu" diyerek hesabını mahşere bıraktığını ima etmişti.

 

Dilşah, ellerini babasının gözlerini kapatmak için uzatmıştı. Babasının gözlerinin kapandığını görünce, bir anlık sevinmeye başladı. "Kapandı" diyerek sevincini belli etti. Ne büyük tezattı. Öldüğüne üzülürken gözlerinin kapanmasına sevinmişti.

 

Ertesi gün

 

Dilşah ve Hazar, İstanbul'daki evlerinden cenaze için Haşmet Beyin evine doğru gidiyordu. Haşmet Beyin kötü bir adam olması ve sürülmesi nedeniyle, aile içi cenaze yapılmasına karar verilmişti.

 

Mardin'de babaları için hayır yapılacaktı ama cenaze aile içi olacaktı. Kötü bir adamdı ama babalarıydı. Dilşah, son kez vedalaşmaya gidiyordu babasıyla. Sonunda evin yanına gelmişlerdi. Cenaze aracına tabutu yüklemek için gelen abileri eve girmişti.

 

Hazar yardıma gitmek istese de, Dilşah'ı yalnız bırakmak istemediği için gitmemişti. Akşam haberi alan Miran ve Ağir'de geldiği için, onları yardıma göndermişti. Çalışanlarla oluşan sekiz kişi, Haşmet ağanın tabutuyla evin önünde göründüğünde Dilşah, gözünden akan yaşlara engel olamadı.

 

Kendini tutmuyor ama hırpalamıyordu da. Bebeklerini düşünerek hüznünü yaşıyordu. Mezarlıkta son kez, kefenler içinde gördü babasını. Gözünden akan yaşlar, toprağı ıslatırken kalbinden bir kuş uçuyordu.

 

Kötü anılar ve yapılan kötülükler, bir kuş olup uçuyordu. Haşmet Ağadan geri yaptığı iyilikler ve ailesi ile geçen güzel anlar kalıyordu. Hayat, işte bir aileyi daha çatısız bırakıyordu.

 

Dilşah ve abileri, bir deve kesimi kadar babalarının başında kalarak dua etmişti. Babalarını yalnız bırakmadan, onun zor sınavına destek olmaya yardım ediyordu. Ardında bıraktığı çocukların yapması gereken görev olduğu için, çocukları bu görevi yerine getiriyordu.

 

Kırk beş dakikalık zamanın ardından geri dönen Fırat, Mert ve Dilşah, sonunda kendilerini bekleyen aile üyelerine doğru ilerledi. Bir devir bitmişti. Belki kötü bir adamdı ama sonunda o da ölmüş ve hayatının sonuna gelmişti.

 

Bu dünya da ölüm vardı. Herkesin unutmaması gerektiği ve konuştuklarına dikkat etmesi gerektiği bir zaman vardı. Dilan Köroğlu, ölsen dediği adamın ölüsünü bulmuştu. Zaman geldiğinde hak baki olacaktı elbet ama kendini suçlamayacaktı.

 

Fırat ve Mert, babalarını görmeye daha erken gelseydi, şuan babalarının içinde dert olduklarını ve o dertle öldüğünü düşünmeyeceklerdi. Kendilerine bir yük almayacak ve hayatının devamında bunu düşünmeyeceklerdi.

 

Bir devir daha kapanmıştı ve herkes içinde son yaralarıyla ve son pişmanlıklarıyla kalmıştı. Pişmanlıklar, mezarlıkta dile gelirdi ama ölüler mezarlıkları dinlemezdi. Bu yüzdende herkes "Ağzından çıkana dikkat et. Ölüm var" diye nasihat ederdi.

 

Bölüm Sonu

 

Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.

 

 

Bölümde en beğendiğiniz kesit neresiydi?

 

Bölümde en beğendiğiniz kesit neresiydi?

 

Sohbet ve sorularınız için,

 

İnstagram: Zeeyneep4134

 

Twitter: Zeeynep4134_

 

Bölüm : 18.08.2024 09:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...