@zeeyneep41
|
Selamlar yine ve yeni bir bölümle geldim.
Bölümle ilgili uyarı! Bu bölümde alkol ve sigara kullanımı bahsedilmektedir. Bu kitap bağımlılık yaratacak hiçbir şeyi desteklememektedir. Bu maddeler sadece durumu anlatabilmek için bahsedilmiştir.
Bölümler kısa kaldı farkındayım ama maalesef onlar tanıtım gibiydi. Artık zaman dilimimize gelelim bakalım neler olmuş ve neler oluyor.
Bu arada bu bir kurgu arkadaşlar. Kurmaca bir kurgu. Gerçekliği yansıtmıyor tekrar bunu belirteyim.
Hadi sizleri oyalamadan bölüme geçelim.
Keyifli okumalar dilerim.
***
1 Sene Sonra
Günler hızlı ve güzel geçmişti. Azat ve Melek kadere direnmiş ama kaderde pes etmemişti. Bu bir senede birkaç kez birlikte zaman geçirme fırsatı bulmuşlardı. Azat ilk defa kendini bu kadar mutlu hissediyordu.
Kendi duygularından emin ve netti. Çünkü seviyordu ve inkâr ederek zaman kaybetmek istemiyordu. Tam da öyle bir gündeydi. Melek'in doğum günüydü ve arkadaşları Melek için sürpriz hazırlıyordu.
Azat'ta orada olacaktı. Bir senedir adı olmayan birlikteliklerine isim bulmak isteyen Azat, bugün Melek ile konuşacaktı. Ne zaman konuşmaya çalışsa kaçan kadın, bugün Azat'ın konuşmasını bölemeyecekti.
Melek ise kendine yaklaşan herkes gibi, Azat'ı da hayatından uzaklaştırmaya çalışıyordu. Melek'e göre Azat; inatçı, zorlu, sevgi dolu ve yakışıklı biriydi. Asla yanlış hareketlerini görmemiş ve güven duymaya başlamıştı.
Aslında seviyordu ama bunu belli etmeye de çekiniyordu. Çünkü hayatına kimseyi almamıştı. Böylesi daha kolay ve güvenliydi. Azat'ın Mardin'li ama normal bir aileydi. Bu yüzden daha da korkuyordu.
Zamanında annesini öldüren bir ağa olan babasıydı. Normal ailelerde hayat nasıldı bilmiyordu ama yine de korkuyordu. Evlilik kadar boşanmalarda normaldi ve öldürülmek, kuma getirilen kadın olmak veya aldatılan kadın olmak istemiyordu.
Tüm bu sebepler birleşince ilişkiden kaçınıyor ve Azat'ın her adımında saklanıyordu. Yanında olmasını seviyordu ama ilişki kurmak... Melek'in korkusu, annesinin kaderini yaşama ihtimalindendi.
"Annelerin kaderi, kızlarına bohça olurmuş" derlerdi. Melek bu sözden kaçtı. Yıllarca kendine yaklaşan her erkekten kaçtığı gibi, Azat'tan da kaçmak istedi. Kaçtıkça Azat'a düştü. Bağırmak, ağlamak istedi. Onu Mardin'li bir adama yazan kaderine kızdı.
Her fırsatta yanına gitmek için delirdiği, gördüğünde kalbinin atmak yerine kavuşmak için çırpındığı ve onunla yaşadıklarından başka bir şey düşünmeyen kendine kızdı. Melek, istemeden Azat olmuştu.
Azat'ın da kendisi için hissettikleri aynıydı. Bunu biliyordu. Çünkü türlü bahanelerle yanında bitiyordu. Onsuz geçen bir anı bile olmuyordu. Abisiyle bile anlaşmaya çalışıyordu. Abisinin her zorluğu ile savaşarak Melek'e ulaşmaya çalışıyordu ve barizdi.
Sevgisini de inkâr etmiyordu Azat. Gösteriyordu ve korkmuyordu. Melek ise korkuyor ama Azat'ın korkusuz haline imreniyordu. Bugün ise ne olursa olsun diyecek kadar yorulmuştu. Artık yirmi iki yaşına girdiği gündü bugün.
Doğum günüydü...
Artık okulundan da mezun olacaktı. Bir mimar, güçlü bir kadın ve annesinin kaderinden biraz daha uzaktı. Belki... Belki Azat'la konuşma fırsatı olabilirdi. Tüm sınavları verdikleri için memnundu.
Bitmişti.
Artık iş ve hayatını kurma hayali taşıyordu. Peki, kader onun için ne hazırlamıştı?
Bilemezdi!
Ama yaşayacak ve görecekti!
Gün iki aşığa da aynı heyecanla başladı. Melek doğum günü diye hazırlanırken Azat, Melek'in doğum günü diye hazırlanıyordu. Azat, sevdiği kadın için hediye arayışına girmişken Melek, kendi doğum gününü evinde film izleyerek geçirmeyi hedefliyordu.
Azat duş alarak kot pantolon üzerine beyaz bir tişört giyinmişti. Kendini hızla dışarı atarak bir alışveriş merkezine doğru yol aldı. Melek ise kısa bir duşun ardından palazzo pantolon giyerek üzerine beyaz bir tişört giyindi.
Bir film izleyerek kendini gülümsetmek istiyordu. Bu sırada Kerem'in elinde pastasıyla gelmesi bir olmuştu. İki kardeş yeniden bir doğum gününde yalnız kalmıştı. Anneleri yoktu ve hiçbir zaman dilimi buna alıştırmıyordu.
Acı hafiflemişti ama yine de ilk günkü gibi özlüyorlardı. Annelerini, arada geldiği zaman kendileriyle ilgilenen babalarını... Hepsini özlüyorlardı. Özellikle de böyle anlarda.
İki kardeş bir süre birlikte pasta yerken muhabbet ediyorlardı. Sonrasında birlikte film izleyerek sarıldılar. Komedi filmi seçerek gülümseyen iki kardeş, günü akşam etmişti. Bu sırada kapıda beliren adamlardan biri, babasından hediye getirmişti.
Babası, her iki kardeşin doğum gününde hediyeler yollardı. İki kardeşte bunu sessizce kabul eder ama babalarıyla konuşmazdı. Çünkü yazılmamış kural gibiydi. Lise sınavından sonra iki kardeş konuşmuştu.
Kerem'in peşini bırakmadığı annesi, ölümünü hatırladığı gün...
Melek abisinden öğrendikleriyle sarsılmıştı. Babası Hikmet, sessiz kalmış ve suçlamaları üstlenmişti. Kardeşler İstanbul'a döndüklerinde de sadece maddi destekte bulunan babalarını asla aramamışlardı.
Çünkü kardeşler onu katil olarak damgalamıştı. Peki, kader size oyun oynarsa ve kendinizi ispat etmek zorunda kalırsanız ne yaparsınız? Sessiz kalıp araştırmakla mı uğraşırsınız? Yoksa sadece "Ben yapmadım" diyerek suçsuz olduğunuza inanmalarını mı beklersiniz?
Melek'in telefonu çaldığında film neredeyse bitmek üzereydi. Melek telefonu açarken Kerem, televizyondaki filmi durdurmuştu. Kardeşini arayan ise, Melek'in bölüm arkadaşı Suna'ydı.
Suna ve Melek, bölüme başladıkları dönemde tanışmışlardı ve o zamandan beri iletişim kuruyorlardı. Melek telefonu kulağına götürürken Kerem'de onları dinlemeye çalışıyordu.
"Efendim."
"..."
"Kerem'le film izliyorum. Sen ne yapıyorsun?"
"..."
"Hım. Sevgilinden ayrıldın yani. Tamam, yanına geliyorum."
"..."
"Görüşürüz."
Telefonu kapatırken hüzünle dolmuştu Melek. Sahi, kimse doğum gününü hatırlamamış mıydı? Her gün türlü türlü mesajlar atan ve arayan Azat bile, bir tane mesaj atmamıştı. "Kendi kaybeder" diyerek kendini avutsa da, aslında çok alınmıştı.
"En azından Azat bir şeyler yazsaydı" diye mırıldanırken Kerem'in bakışlarını gördü. Yüzüne sahte bir gülücük yerleştirerek "Suna, sevgilisinden ayrılmış. Kusura bakmazsan onun yanına gidebilir miyim?"
Kerem yerinden kalkarak onaylamıştı. Arkadaşlarının sürprizinden haberi olduğu için gülmemeye çalışıyordu ama Melek'in yüzü, fazlasıyla komik duruyordu. Kendi duygularını bastırarak televizyonu kapattı ve kardeşine döndü.
"Hadi seni götüreyim."
"O zaman üzerimi değişeyim ve geleyim. Şimdi çok salaşta olmayayım."
Melek odasına giderken Kerem gülümsemişti. Melek ise belki Azat'la görüşebilme ihtimalinden dolayı güzel görünmek istiyordu. Hızla kıyafetlerini çıkararak dolabından aldığı beyaz bir elbiseyi üzerine geçirdi.
Bu sıcak İstanbul akşamında kendini çok terletmeyecek, tek askılı ve etekleri volanlı, diz üstü, saten bir elbise giyinmişti. Ayağına geçirdiği hasır platform topuklu ayakkabısıyla hasır çantasını da eline aldı.
İşte en sevdiği kombini yapmış ve sevdiği parçaları birleştirmişti. Fazla vakti olmadığı için salık bıraktığı saçlarını özenle taramış ve güzel olduğuna karar verdiğinde de aşağı inmişti. Kerem ile birlikte yola çıkarak arkadaşının olduğu kafeye ulaşmışlardı.
Kafeye yaklaştıkça Suna'nın yalnız olmadığını ve bölüm arkadaşları olan Ali, Serap, Ece, Emre ve en önemlisi Azat'ta oradaydı. Üzerine giyindiği siyah kumaş pantolon ve beyaz gömlekle yakışıklı görünüyordu.
Kalbi heyecanla çarparken kulakları sağır olmuş gibiydi. Hiçbir söyleneni duymuyor ve sadece Azat'a bakıyordu. Tıpkı onunda kendine baktığı ve muhteşem gülümsemeyle söylediği kelimeler...
Melek yaklaştıkça herkesin ne dediği kelimeler netlik kazanmaya başlamıştı. Zorda olsa Azat'tan çektiği gözleriyle arkadaşlarına bakıyor ve onlara gülümsüyordu.
"İyi ki doğdun Melek" diye hep bir ağızdan söyledikleri şarkı biterken Melek, önüne gelen pastaya dönerek dilek tutmak için gözlerini kapattı. Bu sırada sırtında hissettiği elle bedeni ürperirken elin sahibinin kim olduğunu anlamak zor olmamıştı.
Sadece ufak bir dokunuşuyla bile kalbi atmak yerine çırpınıyordu. "Umarım mutlu bir hayatımız olur" diyerek gözlerini açarak yanında oturan Azat'a bakmıştı. Önündeki pastaya dönerek dileğini tekrarlayarak mumları üfledi.
Tek nefeste üfleyerek dileğinin kabul olmasını umduktan sonra herkesle tek tek sarıldı. Herkesin hediyelerini tek tek açarak birer birer sitem etmişti. En sonunda Azat'a sıra gelmişti. Sabırla bekleyen adam, kendisine gelen sırayla gülümsemeye başladı.
Beline sararak kendine çektiği kadının kokusunu içine çekerek yanaklarından öptü. Fazla uzaklaşmasına izin vermeden hızla "Doğum günün kutlu olsun güzelim. Mesaj atmamak çok zordu ama bu arkadaşların beni ikna etmeyi başardı" diyerek gülümsedi.
Melek sitem etmek istese de edememişti. Kendini çok farklı duygularda hissediyordu ama geri çekilmekte istemiyordu. Bu yakınlığın tadını çıkararak gülümsedi. Azat'ın hediyesi için uzanmasıyla açılan mesafeye kızar gibi hissetse de bunu belli etmedi.
Melek, Azat'tan kaçmaya çalışan ama kaçamayan biriydi. Bu adamın hayatına girmesinden sonra Melek, dengesiz bir insana dönüşmüştü. Korkuları kaç diyordu ama kalbi, onunla kalmasını istiyordu.
Azat'ın hediyesine bakarken kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Azat'la göz göze gelerek gülümsedi. Yavaşça elindeki paketi açarak en sevdiği yazarın kitaplarından birini gördü. Bu kitap yeni çıkmıştı ve her çıkardığı kitap için sıraya giriyordu.
Azat'a en güzel ve büyük gülücükle karşılık vererek heyecanını hissettirdi.
"Bunu almak için yarın dışarı çıkacaktım. Bu yazarı çok severim. Bu inanılmaz. Bunu nasıl bilebilirsin."
Melek heyecanla konuşurken Suna pastayı dağıtması için garsona vermişti. Pasta dilimleri gelirken herkes muhabbet ediyordu. Azat ve Melek, birbirine yakın kalmaya çalışıyordu. Bir süre sonra Kerem kulübe gitmek için yanlarından ayrıldı.
Azat ise konuşmak için çabaladığını hissettirmeden edemiyordu. Çünkü arkadaşları daha uzun uzun oturacaktı. Azat ise bir an önce konuşmak ve ilişkilerindeki bu çelişkilerden kurtulmak istiyordu. Aklına gelen fikirle hemen telefonu alarak birkaç adım uzaklaştı.
"Murat hızla bir şeyler ayarla bir saate eve geleceğiz. Misafirlerim var."
"..."
Azat telefonu kapatarak Melek ve arkadaşlarına döndü.
"Hep birlikte bana geçsek diyorum. Rahat ederiz ve güzel zaman geçirebiliriz" diye önerdi.
Herkes olumlu olduğu için Melek'te sessizce kabul etmişti. İçinden sevinç nidaları atsa da, dışında sessizlik hüküm sürüyordu. Eve geçerlerken alkol ve sigara alarak evin bahçesine giriş yapmışlardı.
Aracından inen Melek, evi görünce kafa karışıklığıyla Azat'a döndü. Azat ise soruları görmezden gelmek için arkadaşlarını eve yönlendiriyormuş gibi yapmıştı. Melek ise evi süzmeye başlayarak geride kaldı.
Tek katlı evin bahçesi oldukça geniş ve güzeldi. Bahçe gecenin karanlığına uygun şekilde ışıklandırılmıştı. Yolunu ve detayları görebilecek kadar çok, göz yormayacak ve karanlıkta kalabilecek kadar az...
Kenarda kendini çok belli etmeyen bir güvenlik kulübesi mevcuttu. İçeride ise kimse görünmüyordu. "Bana Mardin'li normal bir aile olduklarını söylemişti. Bu ev biraz fazla gibi ama güvenlik yok. Kesinlikle bizim gibi değil" diyerek kendi kendine oh çekti.
Bahçede bir süs havuzu, çeşitli bitkilerle süslenmiş alan, kış bahçesi ve veranda mevcuttu. Geniş, güzel ve modern yapısıyla ev ve eşyalar, birbirini destekliyordu. Azat yanına gelerek kızı içeri götürmüş ve konuşmalardan şimdilik kaçınmıştı.
Bu sırada evi incelerken Azat'ın söylediklerini tek tek düşünüyordu. Kendi babası gibi ağa olmasından korkuyordu. Ev ise tek katlı ama oldukça geniş bir evdi. Azat'ın arkadaşı Murat ve Azat, bu evde yaşıyordu. Buna rağmen iki adet misafir odası, yemek odası ve geniş bir salon vardı.
Çizimi ve mimarisiyle, fazlaca güzel bir evdi. Yine de Azat'ın ailesiyle ilgili daha fazla bilgi almak isteyecekti. Melek sonunda salona ulaştığında herkesle birlikte alkol alıyor ve eğlenmeye çalışıyordu.
Normal hayatında çok fazla alkol almazdı. Bu yüzden bugün sarhoş olmak için kendine izin verdi. Kutu oyunları gibi birçok oyun oynayarak muhabbet ediyorlardı. Sonunda herkes sarhoş olmuş ve müziğin ritmiyle dans etmeye başlamışlardı.
Melek biraz dışarı çıkmak ve hava almak amacıyla dışarı çıkarken Azat, üşüme ihtimaliyle battaniye alarak gelmişti. Melek üzerine örtülen battaniye için Azat'a gülümsedi. Her zaman bedeninde oluşan heyecan, tekrar kendini hissettiriyordu.
Yavaşça önüne dönerek Azat'la konuşmaya çalıştı. Hala biraz aklı yerindeyken tam zamanıydı.
"Mardin'li normal bir aileyiz dediğinde, böyle bir evde yaşamanı beklemiyordum."
"Mesela nasıl bir evde yaşadığımı hayal etmiştin?"
"Bilmem, bir apartman dairesi mesela..."
"Seni neyin korkuttuğunu bilmiyorum ve anlamak istiyorum."
"Çünkü aşiret demek ölüm demek. Bununla ilgili hiçbir kitap okumadığını söyleme bana."
"Aşiret ölüm değil birlik demektir."
"Peki, hiç öldürmez mi aşiret? Bir masumu, ya da kadını?"
"Ölüm dediğin iki türlüdür. Evet, aşiret ölüm getirebilir ama kurallara uyduğun zaman ölüm değil destek getirir. Belki berdel konuları ölüm gibi yazıldığı için korkuyor olabilirsin. Haklısında.
Herkes sevdiğiyle evlenmeli ama buradaki amaç kimsenin namusuna göz koymamaktır. Herhangi bir kadını istemeden kaçırmak ona ve ailesine bir darbe vurmak gibidir. Yazılanlar belki korkutuyor ama iyi anladığında korkulacak bir şeyin olmadığını göreceksin."
"Peki, evlendin diyelim nasıl boşanıyorsunuz siz aşiretler?"
"Bir kadının kusuru olmadıkça bizler boşanmayı düşünmeyiz. Kadının kusuru da, soyunun devam etmemesi gibi unsurlar. Bizim oralarda boşanmak yoktur ama illa ki iki çiftte boşanmak istiyorsa, işte o noktada da töre devreye girer ve genelde de boşanma olur.
Tabi saçma mevzular ise ağalar boşanma olmamasını söyler ve çiftler de buna uyar. Belki bir tatil vs. ihtiyacı vardır ve ailelerde bunu sağlayarak çocuklarına destek olur."
"O kadın başkasıyla evlenmesin diye öldürülmez yani?"
"Boşanma olduysa kimse karışamaz. İster evlenir istemezse de kimse evlendiremez ama çevre baskısı tabi oluyor maalesef. Bu sebeple genelde evlenmek istiyorlar."
"Anladım."
Bir süre sessizlik oluşmuştu. Bu sessizliği Azat bozmak ve aralarındaki iletişimi konuşmak istemişti.
"Melek, artık kaçmayacaksan konuşalım mı?"
"Biliyor musun Azat, kaçmak çok yorucu... Bu gün kaçmak istemiyorum. Görmek, bilmek ve hissetmek istiyorum."
Alkolün getirdiği rahatlıkla konuşan Melek, ailesine ait konular dışında konuşmaya açıktı.
"Ben artık belirsiz bir ilişki istemiyorum. Sana daha önce de söyledim ve her konuşmaya çalıştığımda da kaçtın. Artık seninle bir olmak ve gerekirse de evlenmek istiyorum."
Alkolün etkisinde de olsa, Melek biraz gerilmiş hissediyordu. Bu kadar hızlı bir adım onu korkutuyordu. Tamam, sevebilirdi ama evlilik... İşte evlilik öyle kolay bir mesele değildi.
"Evlilik zor bir mesele değil mi?"
"Melek, ben seni gördüğüm ilk günden beri istiyorum ama beklemeye de çok karşı değilim. Birkaç ay dener ve görürüz. Anlaşabiliyor muyuz ve yapabilir miyiz diye."
"Peki aşiret?"
"Sen iste, bırakırım bile. Ardıma bakmam, sadece sen ol diye ve sen mutlu ol diye çabalarım."
"Öyle kolay oluyor mu o işler?"
"Kolay ya da zor, sorun değil."
"İçeri gidelim mi?"
"Düşünecek misin?"
"Bu gece değil Azat, bu gece değil..."
Azat biraz buruktu ama sonunda içindekileri azda olsa dökmüştü. Melek ise düşünceliydi. Düşünmeyeceğini söylese de, düşünmeden edemiyordu. Biraz daha eğlendiğinde ise başı dönmeye başlamıştı.
Sonunda Melek'in başı döndüğünde eve gitmeye karar verdi. Murat arabayı kullanacaktı. Azat ve Melek ise arkada oturacak ve eve gideceklerdi. Bir saat boyunca sarılmış bir vaziyette otururken sonunda evin girişinde araç durmuştu.
Melek yalpalarken çalışanların yaklaşmasından hoşlanmayan Azat, Melek'i odasına çıkarmayı teklif etti. Melek kabul ederken çalışanların hoşnut olmayan bakışlarına aldırmadan odaya doğru ilerlediler.
Meleğin odasına girdiklerinde melek yatağa oturdu. Azat önce ayakkabılarını çıkarmasına yardım etmişti. Melek üzerindeki eşyalardan kurtulmaya çalışırken Azat, ardına dönerek gitmek istedi.
O anda koluna dokunan Melek'in sesi, içinde bir alev yanmasına sebep olmuştu. Bunca zaman kaçtığı dürtüler, kendine engel olamayacak kadar zirveye çıkmıştı. Sonunda Melek'e dönerek gözlerinin içine baktı.
"Gitme, benimle kal Azat"
Sözlerini tekrar eden Melek, sonunda Azat'ın dudaklarına uzanmış ve bir öpücük kondurmuştu. İlk defa doğruyu yapıyormuş gibi hissederken kalbi, çırpınmanın da ötesine geçmişti.
Azat ve Melek, o geceyibirlikte geçirerek kaderin oyununa yenik düşmüşlerdi. Olacak olan, er ya da geçoluyordu işte.
|
0% |