@zeeyneep41
|
Heyoooo selamlar şekerlerim.
Yine ben geldim. Sizlerden güzel geri dönüşler alıyorum ve bu beni mutlu ediyor. Wattpad harici Kitappad uygulamasında da mevcuduz. instagramdan dönüşlerinizi bekliyorum.
Sizleri daha da bekletmeden bölüme geçiyorum.
Keyifli okumalar dilerim.
***
Birkaç saat sonra yanındaki hareketlikle, gözlerini açmıştı Azat. Etrafında olan biteni anlamaya çalışırken silahları gördüğünde hızla kalkmış ve yan tarafında yerde bulunan silahına davranmıştı.
Murat'ın kafasına dayalı silahı ve kendine doğrultulanı da görmüştü. Sayı olarak üstündüler. Azat'ın eli kolu bağlanmış haldeydi. Melek'e zarar verilebilme ihtimali, canını sıkan başka bir durumdu.
Yanından alınan kadının üzerine bir şeyler geçirilmişti. Yanlarından giden adamlara bağırıyordu Azat. Tüm öfkesini kusuyordu. Burada gardını fazla indirmişti. Aptallık ettiğini farkına varmıştı ama elinden de bir şey gelmiyordu.
"Kimsiniz ulan siz! Kimsiniz! Bitireceğim sizi. Hepiniz ama hepiniz önüme diz çöküp af dileyeceksiniz. Ateşoğlu sözü olsun..."
Cümlesinin sonuna geldiğinde kimse kalmamıştı yanında. Murat hızla gelerek kıyafetlerini vermişti. Azat ise ne olduğunu sormuştu. İçeri girdiklerinde güvenlik, birilerini aramış ve durumu bildirmişti. İki saat içinde adamlar gelmiş ve odaya girmişlerdi.
Murat canı pahasına Azat'ı korumaya gelmişti. Odada olanların farkındaydı ama elinden gelen de yoktu. Bu adamlar kimdi ve bu kız kimdi bilmiyordu. Sadece geçen bu bir sene de, Azat'ın bu kadına olan aşkını görmüştü.
İlk defa araştırma yapmadan gönlüne göre davranmak istemişti. Bu kızın hikâyesinde eksikler vardı ama Azat dert etmemişti. Murat'ta bu durumu normal görerek Azat'ın anlatmak istemediğini düşünerek sessiz kalmıştı.
Görüyordu ki yanlış yapmıştı. Azat hikâyeyi dinlediğinde "Kimsiniz siz? Kim bu adamlar? Bana o kızı bul Murat, onu bana bul!"
Bu sırada telefonu eline alarak Kerem'i aramaya başladı. Kerem'in telefonu çalıyordu ama telefona bakan yoktu. Üç, beş derken altıncı aramada kapanmıştı. Azat tam pes edecekken Kerem geri dönmüştü.
"..."
"Bırak şimdi. Kardeşini adamlar geldi aldı?"
"..."
"Sizin evdeyiz."
"..."
"Tamam bekliyorum."
Azat kilitli odaya girmek istese de zorlamamıştı. Ama tüm odaları gezmişti. Herhangi bir şey bile, ipucu olabilirdi. Her şeyi elleyerek bakıyordu. Evin etrafında sadece bir güvenlik vardı ve Murat'ta onu sorguluyordu ama adam asla konuşmuyordu.
Bu sırada Kerem aracıyla gelirken tüm gözler ona dönmüştü. Kerem öfkeyle gelirken önce Azat'a yaklaştı.
"Senin burada ne işin var? Kim! Kim ulan kardeşime dokunan kişi kim?"
Bu sırada güvenlikten bir ses gelmişti. İşte o an herkes ona baktı. Hayret, şaşkınlık ve öfke dolu bakışlar, kendisine dönünce aynı sözü, kekeleyerek söylemişti.
"Ba-babanız e-efen-efendim."
"Ne demek babanız?"
Azat, öfke dolu bakışlarını Kerem'e doğru çevirdi. Kerem ise öfke dolmuştu. Bunca yıl sonra babası ne istiyordu? Neden şimdi onu bir araca tıkarak götürmüşlerdi? Peki, Azat'ın burada ne işi vardı?
"Önce sen anlat? Burada ne işin vardı senin?"
"Biz, yani kardeşinle doğum gününden sonra bana geçtik. Hep birlikte eğleniyorduk ama Melek sarhoş oldu. Bende onu getirdim. Odasına çıkmasına yardım ettim. Sonra..."
Pişman değildi ama sözlerinin devamını getirememişti. Çünkü utanmıştı. Bir ergen gibi davranarak kendine hâkim olamamıştı. Bu yaptığı doğru değildi ve bu yüzden Kerem'in yüzüne bakamamıştı.
Kerem öfke dolan vücuduyla elini yumruk yaparak Azat'a vurmak istediğinde Murat araya girmişti.
"Şimdi öfkenin değil de kardeşini bulmanın zamanı? Bize artık gerçekleri anlatın."
Kerem gözlerini kaçırarak evin bir köşesine daldı. Orada annesinin ve iki kardeşin çocukluk fotoğrafı vardı. Annelerinden kalan tek şeyde buydu. Oraya doğru ilerledi. Resmi aldı ve koltuğa oturdu.
Güvenliği göndererek Azat'ı yanına çağırdı. Sessiz bakışlarda çok şey vardı. Azat bu yorgun ve eksik bakışları biliyordu. Melek'in gözleri de böyle bakardı ama sonra gardını alır ve kendini saklardı.
"Şimdi sadece dinle ve araya girme. Tüm konuşma bitince soracaklarını sorarsın. Tüm bu öğrendiklerinden sonra kardeşimi hayatından çıkaracak olursan da, sessizce yok ol. Veda falan etme ki, içi öfkeyle dolsun ve seni unutsun."
"Kardeşini bırakma niyetinde değilim. Dediğim gibi amacım onunla evlenmek. Özellikle de dün gece olanlardan sonra..."
Kerem yüzünü buruşturarak Azat'a baktı.
"Kesin öyledir. Her neyse" elindeki fotoğrafa dönerek konuşmaya başladı.
"Olay biz doğmadan yıllar evvel olmuş. Annem, anne ve babasını bir kaza sonucunda kaybetmiş. Onu yanına alan akrabası ise, onu tam on yaşındayken pavyona satmış. Her akşam gelir ve parayı o adama verirmiş.
Küçük bedeniyle engel olmaya çalışmış ama birçok kez dövülmüş ve artık mecbur kalmış. Kimseyle birlikte olmasa da, adamların masalarına gidermiş. Bir gün kurtuluş hayalleri kurarmış ama hiç o gün gelmeyecek gibiymiş.
Çünkü sarhoşken kurtaracağım diyen ayıkken evliyim diyormuş. Ta ki babamla karşılaşana kadar. Hikmet Soyluhan...
Oğlunu yeni kucağına alan bir adam ne yaşar da İstanbul'da bir pavyona gelir bilmem ama gelmiş işte. Kurtaracağım demiş ve kurtarmışta annemi. Sonrası malum... Ben doğduğumda ara sıra gelirdi babam ama aklım ermezdi.
Yavaşça insanları gördükçe bizimle neden yaşamıyor derdim. Sonra kardeşim doğduğunda, o kadından da bir çocuğu olmuş. Aralarında bir iki ay vardı. Artık aklım eriyordu ve annem cevap veremiyordu.
Babam ise ilgilenmeyi azaltmıştı. O zamanlar parka falan giderdik kardeşim de büyüdükçe babamı sorardı ve annem bizi susturmak için parka gitmeyi isterdi. Bizimde işimize gelirdi. Bir gün parkta bir adam vardı.
Annemle konuşurlarken yakınlarında oynuyor gibi davranarak onları dinledim. Altı yaşındaydım ama nedense dinlemek istedim. O adam anneme "Sen burada sürünürken o karısı ve çocuklarıyla yaşıyor" diyerek bir şeyler gösterdi.
İki üç gün annem telefonda aramalar yaptı ama hep sessizdi. Karşı taraf açtı mı açmadı mı bilmiyorum ama annem solmaya başlamıştı. Bir gülü koparınca nasıl solar, annemde solmuştu.
Artık öfkeli bir kadın olmuştu. O gün ise mutlu uyandı. Bize kahvaltılar hazırladı ve kıyafetlerimizi hazırladı. Bizi bayram gibi süsledi. Hepimiz duş aldık. Üzerine beyaz bir elbise giyinmişti. "Melek gibi oldun annem" demiştim.
İlk defa otogara gelmiş ve otobüse binmiştim. Melek yol boyu uyudu. Ben ise etrafı izlerken uyumuşum. Kaç saat, kaç gün geçti bilmem. Akşamüstü saatlerindeydik. Mardin'de güzel bir hava vardı.
Annem babama geldiğimizi söylediğinde üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. Melek ise çok heyecanlıydı. Babama geldiğimizde bizi içeri aldılar. Annemle babam ise kapıda kaldı. Kardeşimi korumak istiyordum.
Herkes bize kötü bakarken alıp kardeşimi anneme gitmek ve evimize gitmek istiyordum. Melek ise dört yaşında olduğundan mıdır bilmem yaşıtını ve abi gibi birini görünce oyun oynamak istiyordu.
O kadın ona kötü baksa da, kardeşim gülümsüyordu. Biz içeride bunları düşünürken dışarıda annem babama "Ben çok baktım. Artık çocuklar sende. Ben evlenmek istiyorum" diye söylemiş. Aslında evlenmek değil de, babamı geri getirmek istemiş.
İşte o an babam, belinden çektiği silahla annemi vurmuş. Korkudan kulaklarımı kapatırken kardeşim bayılmıştı. Ben bayıldığını bile bilmezken öldü zannettim. Anneme koştum ki, kanlar içinde babamın önünde yatıyordu.
Ömrüm boyunca hep nefret ettim ama kardeşime anlatamadım. Çünkü gidecek yerimiz yoktu. O gece bayılınca da doktorlar "Hassas bir bünyesi var. Elinizden geldiği kadar iyi bakın ve üzmeyin" demişler.
Üniversite sınavlarından sonra puanı istediğimiz okula yetiyordu. Bende kardeşime anlatmaya karar verdim. Bayıldı. Günlerce hastanede kaldık ama yine de ayağa kalktı. İstanbul'a geldik ama babamla iletişimi kesmiştik.
Asla aramadık sadece doğum günlerimizde ve her sene okul başında eksiklerimizi alır, hesaplarımıza maaş gibi para yatırır ve bu evle ilgilenirdi. Ne yaptığımızla ilgilenmezdi. Şimdi bu gelmeler vs. nereden çıktı bilmiyorum ama bu işte bir iş var.
Azat bir süre sessiz kaldı. Duyduklarına inanmak istemiyordu ama işte tamda şimdi taşlar yerine oturuyordu. Aşiretten korkusu, aşiret olup olmadığını sorması, evlilikten ve ilişkiden kaçışı ve boşanma soruları...
"Peki, baban Melek'e zarar verir mi?"
"Annemi öldüren adam mı? Emin değilim."
"Bence baban sizi hep takip etti. Sizden elini çekmedi ve belki de güvenlik bunu biliyordur."
"Öyle ya da böyle ne fark eder ki? Asıl neden şuan neden Melek? Bunca zaman almadı da şimdi neden aldı?"
"Namus..."
Murat'ın sesi mırıldanma şeklinde çıkmıştı. Yine de herkes duymuş ve Azat ayaklanmıştı. Bir sağa bir sola yürüyen adam, neler olacağını tahmin ediyordu ama iyi bir plana ihtiyacı vardı. Bu yüzden hızla Mardin'e gidecek ve babasıyla konuşacaktı.
"Kerem, onlar arabayla mı giderler?"
"Muhtemelen evet. Arayıp öğreneyim."
"Tamam, sen öğrenirken Murat sende bize uçak bileti ayarla. Bende babamla konuşayım."
Azat, babasını aramıştı. Ona durumlardan kısaca bahsederken gece olanlardan bahsetmek istemese de, durumun ciddiyetini anlamasını istedi. Azat korkusuzdu ve Mardin'deki kötü karakterini kendine geri yüklemişti.
"Baba, kapatmadan son bir şey diyeceğim ama diyeceklerim harekete geçmene engel olmayacak. Söz verir misin?"
"..."
"Baba! O kadına sadece âşık olmadım. O kadını severken o kadınla..."
Devamını getirmemişti. Bu kadarı babasının anlamasına yetmişti. Bekir Bey sinirle telefonu kapatmıştı. Şimdi adamlarına haber salarak Soyluhan konağını izlemeye almıştı. "Kuş uçsa haberim olacak" diyerek telefonu kapatmıştı.
Uyku tutmamış ve orta katın avlusuna çıkmış ve sağa sola yürümeye başlamıştı. Oğlunu iyi yetiştirdiğini düşünürdü ama bunu yapmış olması, demek ki iyi bir çocuk yetiştirememişti. Kendine kızarak sabahı getirmişti.
Kimseye bir şey belli etmeden işe gitmiş ve gözcülerinden haber beklemeye koyulmuştu. Toplantılarını iptal ederek sadece oturmuştu. Kafasını toplayamıyordu. Berdel isteme hakları olduğu için sessizce dua ederek bekliyordu.
Bu sırada Murat, Kerem ve Azat kendilerine ayarladıkları özel uçuşla Mardin'e inmişti. Önce şirkete giderek babası ile konuşmak istemişti. Plan yapmaları gerekiyordu. Melek'in canına zarar gelmesine engel olmalıydı.
Bekir Bey karşısında duran adamlara bakıyordu. Oğluna kızacaktı ama bu ikisinin yanında değil. Önce Kerem'e döndü.
"Sen kardeşine bakman gereken zamanda neredeydin?"
Kerem sessizdi. Haklı olduğunu bilerek sessizdi. Bekir Bey cevap alamayınca bakışlarını Murat'a çevirdi.
"Peki, sen ne yapıyordun? Sen Azat'ın yanında olmalıydın. O kızın odasına çıkmasına engel olmak, o kızı araştırmak ve gerekirse bana haber vermen lazımdı.
Murat'ta sessizdi. Haklıydı ve ağasına diyecek sözü yoktu. Azat ise kendisi yüzünden azar işitmelerine engel olmak için söze girdi.
"Onların bir suçu yok baba. Kızılacak tek kişi var o da benim."
"Sen sus! Baran!"
Baran, Bekir beyin asistanıydı. Bekir Bey asistanına dönerek iki adamı gösterdi.
"Şu arkadaşları kafeteryaya indir ve karınlarını doyur. Yanlarında ol. Azat'la konuşmam bitince, biz geleceğiz. Bizi orada bekleyin. Sadece bekleyin ve talimatımı bekleyin."
Sözleri sakin ve narindi ama sesi itaat etmeye zorlayan bir tehdit saçıyordu. İki genç Baran'ı takip ederek ilerledi. Bekir Bey ise Azat'a dönerek kükrer gibi konuşmaya başladı.
"Ulan sana ne demeli? Seni ben ağa ol diye eğittim. Sen ne yaptın daha da bilgili olmak istedin. Engel olmadım. Peki, sen ne yaptın?"
"Baba..."
"Kes! Sen ne yaptın söyleyeyim mi? elin namusuna göz diktin. Göz diktiğin de, sanki kimse yokmuş gibi, ağa kızı çıktı. Şimdi adamlar berdel istese, ne yapacaksın? Kardeşini ateşe atacaksın. İsteyecekler de..."
"Ben..."
"Ben ne? Bilmiyor muydun? Araştırsaydın. Gezseydin, tozsaydın ama namus... Nikâh kıysaydın? Bizim törelerimiz ne der biliyorsun sen. Törelere uymayanların cezalarını da biliyorsun."
Bekir Bey masanın yanından oğluna doğru gelerek karşısına dikildi.
"Asıl kendime kızıyorum. Demek ki iyi yetiştirememişim ben seni."
"Baba, bende istedim evlenmek ama babası annesini öldürmüş. Kız korkuyordu. Sarhoş olmuştuk ve ne olduğunu bile bilmiyorum. Her şey bir anda oldu. Haklısın ne dersen haklısın. Kız, bağır çağır ama yardım et."
Bekir Bey oğlunun gözlerine daha derinden bakıyordu. Oğlunun düştüğü aşk çukurunu görüyor ve onu hissediyordu. Yine de kızı için bekleyen kader, kaderden daha fazlasıydı. Yine de oğlu için çabalayacaktı. Belki kızını kurtaracak bir şey bulabilirdi.
"Baba, lütfen... Onun canına zarar gelmesine izin verme. Lütfen bir çare bul. Eğer onu öldürürseler sende beni..."
"Höst ulan höst. Ağzından yel alsın. Yardım edeceğim ama tüm hikâyeyi bana anlatacaksınız. İnce ayrıntısına kadar. Şimdi kafeteryaya gidiyoruz."
Aşağı inerek ikiliye katılmış ve Bekir Bey'in her şeyi öğrenmesini sağlamışlardı. Bu sırada evden götürenlerden biri Kerem'i aramıştı. İki saate konakta olacaklarını belirtmişti. Bekir Bey ise kimsenin gitmemesi, akşamına giderek konuşma ve uzlaşma sağlamaya çalışmaktı.
Sonuçta namustu ve yapılacak her şeyi yapacaktı. Peki, berdel olursa ne olacaktı? Öylece kızını verecek miydi?
"Evet, Kerem Efendi. Gelelim senin ödeyeceğin bedele. Sende benim..."
Melek gözlerini açtığında pozisyonu pek rahatsızdı. Yavaşça doğrulduğunda kendini arabada buldu. Bu adamları pek tanımasa da, yanlarındakini tanıyordu. Babasının yakın adamı, Servet'ti.
"Servet amca beni nereye götürüyorsunuz?"
Melek konuşurken başı ağrıyordu. Servet elinde tuttuğu kahveyi uzatarak Melek'in almasını sağladı.
"İç! Açılırsın iyi gelir. Babanın karşısına en azından toparlanmış çıkarsın."
"Babam mı? Neden? Ne yapacak beni?"
Servet sessiz kalmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu ama iyi şeyler olmayacağına emindi. Melek ise kahvesini içerken dün akşamı düşünmeye çalışıyordu. Üzerine bir pardösü şeklinde kaban geçirilmişti.
İç çamaşırları ve kaban...
Çıplaktı!
Dün gece yaşananlar yavaşça gözünün önüne geliyordu. Azat'la birlikte olmuşlardı. Bu anı hatırlamak bile kalbinde bir çırpınışa neden oluyordu. Bunun yanı sıra kalbinde bir korku hissetmeye başladı.
Babası bunca zaman onu götürmeyip şimdi götürmeye kalkmıştı. Acaba, acaba birlikte olduklarını biliyor muydu? "Yok canım olmaz öyle şey" diye mırıldandı. Etrafına bakarak telefonunu bulmaya çalıştı.
Akşamları sessize aldığı telefonu çalmış ama kimse duymamıştı. Gizlice eline alarak bir uygulama üzerinden canlı konumu paylaştı. Kerem ve Azat'a paylaştığı konum, onların kendini bulmasını istediği bir işaretti.
Kerem'e durum bildirdikten sonra Azat için uzunca bir mesaj yazdı.
"Sevgili Azat'ım. Sana Azat'ım demek çok isterdim. Belki de bu son mesajım. Olsun. İçimden geldiği gibi yazmak istedim. Herkesin bir sırrı vardır derler. Ne kadar doğru. Bilmen gereken büyük sırlarım var.
Hep senden kaçtım. Haklısın ama bir pavyoncunun kızı olarak damgalandığım için benden kaçmışlardı. Vebalı gibi annesi öldü diye kaçmışlardı. Sende kaç istedim ama aynı zamanda yanımda kalmanı istedim.
Belki bencilce bir şey yaptım. Seninle birlikte olmamam lazımdı ama ilk defa istediğim bir şeyi yaptım. Pişman mıyım? Hayır! Asla pişman değilim. Belki pişman olmam gerekir ama olamıyorum.
Sevmek emek ister. Sen çok emek verdin. Ben ise vermedim ama bilmen gerekir. Seni ilk gördüğüm günden beri hep sevdim. Belki de ölebilme ihtimalimle sana bu kadar rahat yazıyorum ama sen yazma.
Sen beni affetme ki, ben senin adına da üzülmeyeyim. Sen bana kız, küs ve vazgeç... Çünkü böylesi daha kolay. Ölmezsem ve dönersem seni bulamaya çalışmayacağım. Sende beni bulma. Çünkü benim sırlarım çok ağır.
Seni hep sevebilecek kadın, Melek Soyluhan...
Bu sırada Kerem konuma bakıyor ve yazdığı iki satırı okuyordu. Azat ise mesajı titreyen parmaklarıyla açmaya cesaret arıyordu. Başını kaldırarak babasına baktı. Babasının gözlerinde güveni gördükten sonra hızla mesajı açtı.
Yavaşça okuduğu mesajla kendinden geçiyordu. Elini kalbine koyarak derin nefesler aldı. Her satırda canı yanıyor ve kalbi acıyordu. Okumayı bitirdiğinde, sevdiğini söyleyen kadına üzüldü. Onu terk edeceğine emin olmasına üzüldü.
Ayağa kalkarak hüznü atmaya çalıştı ama başaramadı. Gözlerinden yaş süzülüyordu. Bekir Bey'in bile hayrete düştüğü anlarda Azat, sessiz gözyaşı döküyordu. Bekir Bey oğluna yaklaşarak elini omzuna koydu.
"Baba, yalvarırım bir şeyler yap."
İlk defa çaresiz, ilk defa düşkündü. O güçlü, Mardin'in korktuğu adam bir kadın uğruna gözyaşı döküp yalvarıyordu.
"Dik dur! Kimse düştüğünü görmesin ki, seni kullanmaya kalkmasın. Onu kurtarıp alacağız. Sadece sakin kal."
|
0% |