@zeeyneep41
|
Heyooo canlarım bölümler nasıl.
Önceki bölümleri biraz uzattım ama daha da uzun yazmak istemiyorum. Her gün bu uzunlukta bölümü yeterli görüyorum ama farklı düşünen varsa yazabilir.
Sizleri çokta bekletmeden bölüme geçiyorum.
Keyifli okumalar dilerim.
***
Sonunda Soyluhan konağına gelen Melek yavaşça arabadan indi. Korkudan titriyordu ama bunu belli etmek istemiyordu. Melek konağa baktı. Koca taş duvarlar önünde yükselirken gözleri sol tarafına döndü.
Yavaşça gülümseyerek başını sağa doğru çevirdi. Bu sokaklarda az mı koşmuştu. Gülümsemesi eve döndüğünde bitmişti. Çünkü babasının içeriden sesi gelmişti. Kahve istiyordu ve kahve saatiydi.
Yavaşça açılan kapıdan içeri baktığında mutfak görünüyordu. Kapısı açık olan mutfakta hummalı bir çalışma mevcuttu. Karşıda üst kata çıkan merdivenler ve avlusu...
Bu konak; iki katlı, eski bir yapıydı. Giriş katı çalışanlar, üst katı da ev sahipleri kullanıyordu. Yüz ölçümü olarak geniş olan ev, oda sayısı bakımından da Soyluhan ailesine yetiyordu. Yavaşça merdivenlere doğru ilerleyen Melek, kalbinin ağzında atışını hissediyordu.
Her adımda korkusu daha da atıyordu. Servet'in ardından yetişerek öne geçtiğini bile çok geç fark etmişti. Birkaç basamakla üst avluya ulaşmıştı. Babasının bakışları kendine doğru dönerken Melek için sanki zaman durmuştu.
Servet hızla ağasına yaklaşarak elini öpmüş ve yavaşça geri çekilmişti. Melek'in de babasının elini öpmesi bekleniyordu ama Melek adım atamıyordu. Servet'in kendini dürtmesiyle titreyen bedenini yavaşça ilerletmişti.
Babasının elini öptüğünde babasının çatık kaşını gördü. Yavaşça geri çekilerek Servet'in sözlerini duydu.
"Ağam, Melek Hanımımı getirdik. Başka bir arzun var mıdır?"
"Sağ ol Servet. Evine gidip dinlenebilirsin. Yorgunsundur."
"Sağ ol ağam."
Servet yanlarından ayrıldığında Hikmet Bey gözlerini kızına dikmişti. Titreyen bedenini farkındaydı ama öfkesinin önüne geçebilecek hiçbir şey yoktu. Hikmet Bey'in yüksek sesi duyulduğunda da, Melek istemsizce irkilmişti.
"Sultan Hanım!"
Yukarı avluya gelen ellili yaşlarındaki kadın, ağasının kahvesini getirmişti. Hikmet ağanın kızını getirtmesi ve sabahtan beri olan öfkesi, kızının hata yaptığını düşündürmüştü Sultan Hanıma.
Yine de sessiz ve yorumsuz kalmıştı. Bakışlarını Melek Hanımına çevirerek yapmacık bir sempatiyle kıza baktı.
"Hanımım siz bir şey ister misiniz?"
Melek sessizdi. Korkudan titreyen bedenine hâkim olmaya çalışırken gözleri babasına dönmüştü. Kendine bakan adama bakarak sesini çıkarmayı gereksiz buldu. Birazdan babası kıyamet koparacaktı ve içebileceği hiçbir şey onu kurtarmayacaktı.
"Sultan Hanım, siz bir sürahi su getirin ve mutfaktakilerle birlikte çarşıya gidin. Bugün yemek olmayacak. Herkes dışarıdan yemeklerini yiyerek gelecekler. Birde kızım için şeftali sularından getirin."
"Tamamdır ağam hemen hallediyorum."
Sultan Hanım giderken Hikmet ağa kızına döndü ve gözleriyle yanındaki sediri işaret etti. Kızından oturmasını istiyordu. Kızının hassas olduğunu ve üzerine gitmemesi gerektiğini biliyordu ama namus konusu farklıydı.
İstediği biri olsa ve evlenmek isteseydi, her baba gibi ardında durabilirdi ama evlilik dışı bir ilişki...
Olmazdı!
Onu, annesi gibi bir karanlığa gömemezdi. Kızını ve oğlunu hiç bırakmamıştı. Adamlarını yerleştirmiş ve onları kontrol etmişti. Her sene ihtiyaçlarını ve doğum günlerini unutmamıştı. Kendilerini uzaklaştırma isteklerine saygı duyarak kendini geri çekmişti ama hiç bırakmamıştı.
Kendilerini kışkırtan çocuklarına bile sakin kalmıştı ama bu yaptığı, bardağı taşıran son damlaydı. İşte sonucu da, herkesi evden göndererek kızıyla görüşme yapmaya çalışmaktı. Herkes bir sorun olduğunu anlıyordu ama yapabilecekleri bir şeyde yoktu.
Bu sessizliğin içinde Sultan Hanımın ayak sesleri duyulmuştu. Elinde bir tepsi ve içinde de bir sürahi su ve bir sürahi şeftali suyu ve dört tane de bardak vardı. Dört bardağı da su ve şeftali suyunu içmeleri için baba kıza bırakmışlardı.
Sultan Hanım ve çalışanların kapıdan çıkışları ve artık evde sessiz kalmalarının ardından Melek, sessizce babasına dönerek gözlerine baktı. Pişman değildi ama babasının haksız olduğunu da düşünmüyordu.
"Söyleyecek bir şeyin var mı Melek?"
Melek sessizdi. Babasının sakin tavrı, onu daha da korkutuyordu. Titremeleri belirgin bir haldeydi ama gözlerini babasından çekmiyordu.
"Demek konuşacak bir kelimen bile yok. Tahmin ettiğim gibi susuyorsun. Peki, o zaman şunu söyle. Neden?"
Melek'in sessiz olması, Hikmet Bey'i daha da sinirlendiriyordu. İçinden kızıyor, bağırıyor ve tokat atıyordu ama dışarıdan sessiz kalıyordu. Kızını kaybetmek tabi ki istemiyordu ama ardını da bırakmayacaktı.
"Melek! Susma artık konuş. Yıllarca aman üzülmesin aman hassastır bayılmasın diye düşünüp durdum. Gitmek istediniz engel olmadım. Her sene isteyebileceklerinizi istemeyeceğinizi bildiğim için gönderdim.
Özel günlerinizi unutmadım. Notlarınızı bile biliyordum. Çalışmaya gittin para yetmiyordur diye daha fazlasını gönderdim. İyi olun diye hep bir adım ardınızda oldum. Sen ise ne yaptın? Kim olduğu belirsiz bir adamın koynu... Tövbe estağfurullah."
"Kim olduğu belirsiz değil."
"Kimmiş o zaman Melek Hanım söyle bizde bilelim."
"Onlarda Mardin'li."
"Bravo. Herkese yayılsın bu yaptığın. Adın çıksın, yüzümüz yere eğilsin, kimse seninle evlenmek istemesin ama sen kim olduğunu biliyor ol, tamam mı?"
"Sen annemle birlikte olurken yüzün yere eğildi mi?"
"Sen ve ben bir değiliz. Ben erkeğim ama sen kadınsın. Kadınlar namusları için yaşar."
"Sen erkeksin ve bir ilişki kurduğunda bir bozulman olmuyor diye, benden farklı mı oluyorsun?"
"Bu dünya bu şekilde yaşanıyorsa evet! Ama neden farklıyız söyleyeyim. Benim bir gücüm var. İki kadınla yaşayabiliyorsam yaşarım ama senin bir gücün bile yok. Evin yok, araban yok, işin yok, paran yok...
Hayatından çıksam ve seni kendi haline bıraksam emin ol, desteklerimle okuduğun okuldan başka bir hayatın yok olurdu. Kendi ayaklarının üzerinde bile duramayacak olurdun. Sonun ne olurdu? Annen gibi pavyonlar mı?
Hadi onun anne ve babası yoktu diye düşmüştü. Satmışlardı! Kimse acımamıştı. Sana acıyacaklar mı zannettin? Ne o, seninle birlikte oldu diye gelecek mi zannettin? Seni hayatına alıp satabilirdi de...
Sen nasıl yapabilirsin bunu? Nasıl kendini bu kadar küçük düşürürsün? Nasıl olur da, kendini bir paçavra gibi kullandırırsın? Sen bu musun? Tek gecelik ilişkiler yaşayarak paçavraya dönüşen değersiz bir kadın mısın?
Kerem'in gece ilişkilerindeki kadınlar gibi mi olacaksın? Kullan ve at! Peki, annen ne derdi seni görse?"
"Bilmem! Öldürmesen tanırdım. Ben annemi bilemem. Kerem'in ilişkileri de, kimin ne düşündüğü de umurumda değil. Evet, yaşadım ama pişman değilim. Seviyordum ama bir beklentim yoktu. Olmayacakta..."
Melek ayağa kalkarak uzaklaşmak istedi ama Hikmet Ağanın gür sesi, onu durdurdu.
"Otur oturduğun yere! Konuşmamız bitmedi."
"Benim konuşacak bir şeyim yok. Odaya gideceğim. Yarın evime geri döneceğim."
"Sana İstanbul yok artık. Odanda kalacak ve sokakları unutacaksın. O çocuğu bulacağım ve seninle evlenmek istemediğini görmeni ve belki de, evli olduğunu gözüne sokacağım. Sonra da, seni uygun birine vereceğim. Tabi ki çocuklu birine."
Hikmet ağa kızını korkutmak istemişti. Başarılı da olmuştu. Bu bölgede evlilikler erken yaşlara da dayanabilirdi. Berdel gibi mevzularda erken evlilik olabiliyordu. Belki de Azat'ın berdel ile evlendiği biri vardı.
Melek o an, Azat'a dair hiçbir şey bilmediğini düşündü. Kimdi, Mardin'in neresinde yaşıyordu ve ailesi ne iş yapıyordu? Hatta evli olup olmadığını bile bilmiyordu. Ama içinden bir seste Azat'a güveniyordu.
Azat "Seninle evlenmek istiyorum Melek" demişti. Evli olsa bunu söylemezdi, değil mi? Belki de, Melek'i kuma olarak almak istemişti. Melek ne hissedeceğini bile bilmeden Azat'ın o güven veren ve aşkla bakan gözleri geldi aklına.
Kalbi çırpındı sevdiği adam için. Ona kavuşmak ve elini tutmak istedi. O uzun parmaklarına dokunmak, sert ve büyük elinde ellerinin kayboluşunu izlemek istedi. Babasının "Sonra da, seni uygun birine vereceğim. Tabi ki çocuklu birine" diyen sözleri ulaştı kulağına.
Hızla ardına dönerek babasına baktı. Gözlerinde öfke vardı. İçinde var olan o küçük umudu yıkılmış ve yaşlar gözlerine ulaşmıştı. Gözünden süzülen ilk damla yere düşene kadar sessiz kaldı Melek.
"Asla! Asla ama asla senin dediğin olmayacak. Asla, evlenmeyeceğim. Sen göreceksin. İstanbul'a gideceğim ve o diplomamı alıp kendime iş kuracağım. Senden uzaklaşıp kendi hayatımı kuracağım. Senin dediğin biriyle de evlenmeyeceğim. Beni öldüremeyecekler."
Melek önüne dönerek elinin tersiyle, gözündeki yaşları sildi. Kendi odasına ilerleyerek kapısını açtı. Odasına girerek önce etrafı süzdü. Odası bıraktığı gibiydi. Hatta belki daha toplu ve temizdi.
Odanın sol tarafında çift kişilik bir yatak, sağ tarafında ise ebeveyn dolabı vardı. Karşıdaki camın önünde çalışma masası ve döner sandalye vardı. Masa lambası, okuduğu son iki kitap, çok sevdiği kalemi ve günlüğü de masasındaydı.
Sol tarafında dolabın yanında bulunan kitaplığı, tozları alınan kitapları ve kitaplıkta bulunan süsleri hiç yer değiştirmemişti. Yatağının üzerinde bulunan annesinin bebeği ve çok sevdiği bebeği...
Aslında giderken annesinin bebeğini unuttuğu için çok üzülmüştü ama geri gelip almayı da düşünmemişti. İçeri bir adım atan Melek ardından kendini yatağa bırakarak gözyaşlarını serbest bıraktı.
Hikmet ağa ise bu sırada kızının "Beni öldüremeyecekler" dediği cümlede kalmıştı. Gözünden süzülen yaşlarla, kendini sedire bıraktı. Aklına Seher gelmişti. Ne duru bir güzellikti Seher'in güzelliği...
Melek'te annesini anımsatıyordu. Evliliğinde yaşadığı o duygusal boşluğu doldurmak istediği zaman gitmişti İstanbul'a. Gezinip kendini bir pavyonda bulduğunda kafası, artık biraz daha geçmişti.
O zaman gelmişti Seher masaya. Duru güzelliği ve saf kalbiyle, o an tutuldu ona Hikmet ağa. Neden orada olduğunu sorduğunda ise Seher, korku ile etrafına bakındı. Hikmet o gece için kiralamak istedi onu.
Seher kimse ile birlikte olmuyordu. Patronu da izin vermemişti ama Seher, ilk defa izin vermişti. Çünkü biliyordu ki Hikmet, ona dokunmayacaktı. Gittikleri otel odasında sabahladı Seher ve Hikmet ağa.
Seher hem ağladı hem anlattı. Ailesini pek hatırlamıyordu. Yedi yaşında, bir trafik kazasında kaybetmişti ailesini. Sonra da uzak bir akrabası, onu yanına almış. Durumları kötü, bir barakada yaşarlarmış.
İki üç yıl bakmışlar Seher'e. Sonrasında ise Seher'in artık para getirmesini istemişler. Güzelliği dillere destan olduğundan pavyona satmışlar. "İyi para kazandırır" diyerek götürmüşler.
İlk zamanlar Seher pek gitmezmiş masalara. Gitse de ağlar ve insanları rahatsız edermiş. Her kaçtığında, her masaya oturmak istemediğinde ve her ağladığında dayak yemiş. Önce elleriyle sonra demir ve en sonunda kırbaç gibi hortumla döverlermiş.
Hikmet ağa çok uğraşmış ve sonunda kurtarmıştı Seher'i. Onun için İstanbul'un güzel ve güvenlikli yerinden ev almış. Güzel kıyafetler, yemekler ve ihtiyacı olabilecek her şeyi almış. Ara sıra para getirir ve onu ziyaret edermiş.
Düşüncelerini kafasını sallayarak geriye iten Hikmet ağa, kendisini odaya atarak yatağına yatmıştı. Dinlenmek kendine iyi gelecekti. Melek ise kaçmasın diye, kapısına iki adam dikmeyi de ihmal etmemişti.
Soyluhan konağında bunlar yaşanırken Azat, Bekir ağa, Murat ve Kerem'de Ateşoğlu konağına gelmişti. Azat'ı gören aile bireyleri coşkuyla sarılırken Azat, kendini boğuluyor hissediyordu.
Yavaşça geri çekilerek herkesi durdurdu. Annesi Esma Hanım onun bu halini beğenmemişti. Sahi, bu çocuk kimdi? Burada bir şey dönüyordu ama ne?
"Oğlum, senin neyin var?"
"Oğlun bir halt yemiş Esma Hanım. Onun arkasını toparlamaya çalışıyoruz."
Esma Hanımın kalbine bir sızı düşmüştü. Yüzünde endişeyle oğluna yaklaştı ve ne olduğunu anlamaya çalıştı. Oğlunun ellerinden tutarak gözlerine bakması için uğraştı. Azat direnmedi ve annesinin gözlerine baktı.
"Oğlum ne oldu? Söyle bana."
O sırada Murat'ın annesi Dilhan Hanımda mutfaktan çıkmıştı. Oğlunu orada görmeyi beklemeyen kadın oğluna sarıldı. Bekir ağa ise Dilhan Hanıma döndü.
"Dilhan Hanım, bizlere kahve yapsın kızlar. Biraz dinlenip çıkacağız."
Azat annesinin yanından sıyrılarak konağa girmişti. Kendini sedire bırakmış ve giriş kattaki avluya geçerek sedire oturdu. Omuzları düşmüş ve gözleri yere sabitlenmişti. Yanından sevdiği kadın alınmıştı ve Azat'ın eli kolu bağlanmıştı.
Kendine yapılan bu davranış bir hakaretti. Gururunu kırmış ve kendini aşağılanmış hissetmişti. Sevdiği kadın mesajında sevdiğini söylemişti ama ölme ihtimalini düşünmüştü. Babası ölümü düşünmese de şiddeti, berdeli ve başkasıyla evlendirilebilme ihtimallerini düşünüyordu.
O sırada Kerem'in telefonuna bildirim gelmişti. Azat umutla gözlerini Kerem'e çevirirken yanında oturan Berfin'i görmüştü. Sevdiği kadınla aynı yaşta olan kardeşi...
Esmer teni, siyah uzun saçları, dedemden aldığı mavi gözleri...
Berfin'i berdele mahkûm etme ihtimali, gözlerini tekrar yere dikmesine neden olmuştu. Kerem ise bu sırada mesajını sesli okumuştu.
"Adamlardan" diyerek "Hanımım ağamla yalnız ve konakta. Tüm çalışanlar ve ev ahalisi dışarıda. Ağamın sesi duyuluyor ama içeriyi göremiyoruz."
Kerem mesajı okurken Esma Hanım anlamsızca bakıyordu. Gözlerini herkeste gezdirdikten sonra kocasına döndü.
"Bekir ağam ne oluyor? Bu çocuk kimdir? Kim ağasıyla yalnız? Neler oluyor?"
Azat daha da çökerken Berfin abisine döndü. Eğilerek gözlerine baktı. Azat'ın gözlerinde gördüğü yaş ve hüzün, az çok kendini hissettirirken Berfin sessizce gözlerini kapattı.
"Eğer Azat abim mutlu olacaksa ben berdele hazırım. O beni çok kez korudu, güldürdü ve destek oldu. Benimle çok şeyini paylaştı. Benim abim mutlu olacaksa ben berdele de tamam derim."
Berfin'in sesi bomba gibi düşmüştü Ateşoğlu konağına. Bekir Ağanın çaresizliği, Esma Hanımın anlamaya başlarken itiraz eden halleri ve Kerem'in bakışları...
Kerem ilk kez o an baktı Berfin'e. Güzel kızdı ama olmazdı. Evlilik hayatı, asla Kerem'e göre değildi. Kerem âşık olacak biri değildi. Berfin'le evlenirse, işte o zaman ikisine de yazık olacaktı.
Azat ise o an kardeşine baktı. Kardeşi de kendine yaşlı gözlerle bakarken sadece Azat'ın duyacağı bir biçimde fısıldadı.
"Sorun değil."
Azat ve Berfin sarılarak ağlarken Esma Hanım iki çocuğuna sarıldı ağladı. Tam olarak neler olduğunu bilmese de, Azat'ın bir hata yaptığını görüyordu. Gözlerini Bekir Ağaya çevirerek başını olumsuz anlamda salladı.
Evlatlarını ateşe atmak istemiyordu ama zamanın ne getireceğini de bilmiyordu. Esma ve Bekir ağa bakışarak anlaşmaya çalışırken Esma Hanım kocasındaki çaresizliği görmüştü.
|
0% |